Bu hatırat iyice karıştı, bir istisna yapıp bunu önceye alıyorum. Ryouma (kendisine öyle denmesini istiyor, muhtemelen yaşı gereği benden nefret ediyor olmasının payı var bunda) beni tuhaf bir "erken aile tanışması" için kullandı ama Kyouka'ya haber verdi mi acaba? Bence vermeli. Şu sıralar benimle pek konuşmuyor ama 17 yaşındaki bir erkek çocuğunun babasından nefret etmesi garip bir şey olmadığından şimdilik ilişmiyorum. İkizler arkadaşları için canla başla evi hazırlıyorlar, elimi bir şeye sürmemem konusunda Ryouma tarafından uyarıldığım için oturup onları izlemekle meşgulüm. Ryouma ve Nehir'i böyle panik içinde ve çocukluklarındaki gibi uyumlu çalışır halde görünce aklıma ikisinin doğduğu gün geldi. Heyecandan yerimde duramıyordum.
Hemşire: "Kyouka hanımın eşi siz misiniz?"
"Evet."
Çok ani kalkmıştım, az daha tekrar hastane sandalyesine yığılacaktım.
Hemşire: "Tebrikler, bir oğlunuz ve bir kızınız oldu."
"Görebilir miyim? Onları ya da annelerini."
Hemşire: "Tabii. İsim düşündünüz mü? Ah, şey, bizim doğumcular arasında ilk çocuğunuzun ismi hakkında bir geyik döner de."
"Ehehehe... Hikayeler abartılmıştır eminim ama uydurma değiller, keşke öyle olsalardı. İsimleri uzun zaman önce belirlemiştik, o zamanlar iki farklı cinsiyetteki ikizler olmalarını beklemiyorduk gerçi."
Odaya girdiğimde Kyouka biraz panikti, bebekleri görünce nedenini anladım. Ryouma'nın kahverengi saçları vardı ama Nehir'inkiler kızıldı.
Kyouka: "Bak, gerçekten... Gerçekten senden başkası..."
"Sakinleş."
Gidip muhtemelen doğum hormonlarından dolayı kafası olması gerekenden fazla karışmış Kyouka'ya sarılmıştım, başka şartlar altında Kyouka bu konuda çelik gibi sağlam ve kaya kadar kendine güvenli dururdu, şaka yollu bile en ufak imaya izin vermezdi.
"Biraz daha panik olursan gerçekten bir şeyler yaptığını düşünmeye başlayacağım ama Nehir'in saç rengi benden geliyor."
Kyouka kendine gelince ilk cümlem yüzünden cezalandırılacağımı cümle bitmeden önce fark etmiştim, nitekim öyle de oldu. Kyouka'nın intikamları acıdan çok tatlı oluyorlar gerçi, özellikle onun için bana kestiği ceza hayatımın en güzel anlarındandır hâlâ. Hiçbir şey Gece'nin doğumunu geçemez gerçi, elim ayağıma dolaşmıştı o zaman da.
Kyouka: "Hm?"
"Kızıl saçlı doğrudan atalarım vardı, aslında birkaç istisna dışında neredeyse tüm dünyadan temel fonetik özellikler var kanımda, yeşil göz, mavi göz, sarı saç, kehribar göz, beyaz ten, esmer ten... Aslında sende de varmış, çekinik gen bu sonuçta; kayıt tuttuysanız soyağacında böyle bir şey belirtilmiştir. Bunun dışında: Saçlarındaki desenleri fark etmedin mi?"
Kyouka: "Desen mi?"
"Saçı kuru sonbahar yaprakları gibi desenli, Toprak Mührü'ne sahip olduğunun işareti bu; aynı zamanda sana güvenmem için bir kanıt. Aslında kardeşinin saç rengine bakarsak Toprak Mührü, tıpkı benim siyah olması gereken saçlarımı yeşile boyadığı gibi Nehir'in saçlarını da kızıla boyamış olabilir. Zaten yaprak desenleri ya da kızıl saçlı atalarıma ait bilgim olmasa bile senden şüphe edebileceğimi nasıl düşündün ki?"
Kapının çalmasıyla kendime geldim, Nehir ve Ryouma gelen kişiyi çekiştire çekiştire içeri getirdiler, ben de gidip sarıldım.
"Hoş geldin. Yalnız, kardeşlerin sana bayağı düşkün; zamanında beni başından atıp onlara musallat etmeye çalıştığını bilmiyorlar tabii."
Gelen sevgili misafir, kızım Gece güldü, tam tahmin ettiğim gibi 20 yaşındaki Gece aynı tanıştığımız sıralardaki Kyouka gibi görünüyor -ve onun gibi gülüyor.
Gece: "Bayağı hararetli bir ortam. Ne iş?"
"Ryouma'nın onun sevgilisi olduğundan haberi olmayan bir sevgilisi varmış da; tanıştırmak için hazırlık yapıyor."
Gece: "İkizlerden erkek olana en kötü genlerini vermeyi nasıl başardın?"
"Ben de merak ediyorum ve bu biraz da onun suçu, iyi genleri kapmaya çalışsaydı; hepsini gidip kardeşine kaptırdı. Belki de sırf önce doğan o olduğundan abilik yapası gelmiş ve onları Nehir'e paslamıştır."
Gece: "Annem nerede?"
"Bazı işleri var, hâlâ kasabada ama; arasan bulursun. Yakında da gelir zaten."
Gece: "İkizler ne kadar büyümüş böyle. Bu arada yakın zamanda damadınla da tanışman gerekiyor."
"Bildiğim kadarıyla Nehir'in sevgilisi yok."
Gece: "Baba, hadi ama."
"Onaylamıyorum."
Gece: "Kim olduğunu bile bilmiyorsun daha."
"Kim olduğu umurumda değil, seni üzebilecek kimseyi kesinlikle onaylamıyorum, tamam mı?"
Gece: "Şimdiye kadar beni hiç üzmedi."
"Sonrasında üzmeyeceği anlamına gelmez."
Gece: "Yeni Sekizlerden olduğunu söylesem fikrin değişir mi?"
"Hangi şerefsiz o, hemen yapılanmadan atacağım onu. 'Kızıma göz koyan şerefsiz hanginiz veya hanginizin tanıdığı?' Evet, sonraki kurultayın konusu bu olsun."
Gece: "Baba, daima senin sevgili kızın olarak kalacağım ama artık o küçük kız değilim; bir sal beni."
"Seni çekici bulan hiçbir sapığı onaylamıyorum, tamam mı?"
Gece: "Çekici değil miyim yani? Öte yandan nişanlım sapık falan değil."
"Hayır, bütün erkekler sapıktır. Ve çekici olmadığını söylemedim, baban olarak sağlıklı bir karar vermem zor gerçi."
Gece: "Sen de erkeksin."
"Evet, istisna olduğumu söylemedim zaten. Dur, nişanlın mı? Benden habersiz nasıl nişanlanabiliyorsun?"
Gece: "Sen annemle onun ailesini tanımadan nişanlandın, değil mi?"
"Tanışmaya giderken evlilik teklif ettim, o sayılmaz."
Gece: "Tamam, ben de tanıştıracağım işte."
"Seninle aynı yatakta yatmayı, seni çıplak görmeyi ve bedenine dokunmayı hayal eden kimseyle tanışmayacağım, tamam mı?"
Gece: "Saf, masumane duyguları olmadığını nereden biliyorsun ki? Hem mesele buysa üçünü de çoktan yaptı zaten."
"!"
Gece: "Hahahaha! Sakin ol, elime dokundu sadece."
Sonrasında fısıldadı.
Gece: "Ve dudağıma; diğer ikisini yaptığı doğru ama."
"Seni duydum! Gerçekten o şerefsizi öldürmeye gidiyorum, adres ver!"
Ryouma: "Abla, baba; ben neyse de kardeşimin önünde yapmamanız gereken tartışmanız bittiyse neredeyse gelirler."
Gerçekten bu çocuk sadece birkaç dakika önce doğduğu için abilik yapma isteği mi duyuyor? İkizlerin arkadaşları geldiğinde... Evet, kim olduğunu hemen anladım. Gidip tam olarak 17 yaşındaki benim tutulabileceğim bir kız bulmuş, Kyouka olmasa ve aynı yaşta olsak şimdi de tutulabileceğim aslında, en kötü yanlarımı miras almışken ileride de benden nefret etmesi muhtemel. Bu çok da kötü bulduğum bir özelliğim değil gerçi, var olan en tatlı kızla kutsanmamı sağladı sonuçta. Ryouma'yı kenara çekip gösterdim.
"Oradaki değil mi?"
Ryouma: "Nasıl hemen anlayabiliyorsun?"
"Tam olarak benim kadın zevkimi miras almışsın, nasıl fark etmeyebilirim? Annene söyleme."
Ryouma: "Kesinlikle söyleyeceğim."
Neyse, Ayçiçek'i bilen Kyouka onunla şu anda yakın arkadaş olduğuna göre çok da başımı ağrıtmayacaktır. Bu arada, evet... Bu çocuğun hali gerçekten içler acısı, kızın yanında girdiği salak haller benim için ekstra utanç kaynağı. Yalnız kız rahatsız olmuş gibi değil, belki bir şansı olabilir. Tekrar kapı çaldı, ikizler ve arkadaşlarının beklemediği anlaşılıyor.
"Hoş geldin canım."
Gelen misafirin kulağına eğilip fısıldadım.
"Oğlunun büyüdüğünü görmek duygusal olabilir ama ağlamamaya çalış, tamam mı?"
Kyouka: "Yine ne saçmaladığını bilmesem de duygusallaştın mı sen? Ryouma'ya karşı mı?"
"Babasıyım ben onun, tabii ki duygusallaştım."
Kyouka içeri girdi, Ryouma'yı, yakın durmaya çalıştığı kızı ve havalı davranmaya çalışmasını gördü.
Kyouka: "Ha, mesele buymuş. Bu çocuğun senden nefret etmesinin yaşından dolayı olduğundan emin misin? Nehir'le aranı düzelttin tamam ama... Ne kadar kötü özelliğin varsa Ryouma'ya aktarmışsın, bu gidişle yalnız ölecek."
"Ben seninle kutsandım ama."
Kyouka: "Ben istisnayım, sen de öylesin."
Ryouma: "Eee, evet... Baba, anne, abla. Bunlar, evet... Arkadaşlarım, çoğu okuldan."
Hepsi okuldan değil yani? Yine de bu konuyu sorgulamayacağım. Ryouma hepsini tek tek göstererek tanıttı, kimden başladı sizce? Kızın adı Gökçe'ymiş.
Gökçe: "Şey, ben... Büyük hayranınızım."
Tamam, gerçekten Ryouma konusunda sorumluluk kabul etmiyorum artık! Nefret ettiği babasına hayran olan bir kıza tutulmak, tam benlik, dolayısıyla onluk bir hareket. Allah da benim belamı versin, ne diyeyim? İstemsizce içimden geçirdiğim bu sözün dua olarak algılanıp Ezail'in -şaka yollu takılmak için bile- gelmediğini teyit ettikten sonra Gökçe'ye döndüm ama... Hayranlarla nasıl baş edilir bilmiyorum ki! Sahne korkum var benim!
Gökçe: "İmza... Alabilir miyim?"
Amma heyecanlı.
"Tabii."
Desem de neye imza atacağım ki? Neyse ki kendisi beni bu dertten kurtarıp bir parça kösele deri çıkardı.
Ryouma: "Gökçe'nin ailesi dericilikle uğraşıyor."
Hadi canım? Ben de herkesin yanında kösele deriyle dolaştığını sanıyordum. Ve az önce elin ayağına dolaşıyordu, havalı davranmaya çalışmayı kes! Aptal gibi görünüyorsun. "Aşık bir adam aptal bir adamdır." Bu benim sözümdü, doğru.
Gökçe: "Şey, şey... Kyouka-sama'yla nasıl tanıştınız?"
Ryouma'ya baktım ama kafa salladı, şehirde Kyouka'ya -sama saygı ekiyle mi hitap ediyorlar ki? Göğe bakıp gülümsedim.
"Canım, bu senin de bilmediğin bir hikaye. Anlatayım mı?"
Kyouka: "Benimle ilgili kısımlarda destek veririm."
Ve anlatmaya başladım:
Puklinya'daki ilk günümdü. Beni bu işe sürükleyen uzak akrabamın önceden ayarladığı eve eşyaları öylece koyup hemen Düzen Bürosu'na gidip kaydımı onaylamak için dışarı çıktım. O akrabanın, Samur neslinden Börteçine oğlu Börühan'ın beni götürmesini bekliyordum aslında ama ev Puklinya'da çalıştığı sürede kendi eviymiş ve hem evin devri hem çıkış işlemleri hem de onlarla ilgili birkaç başka şey için başka yerlere gitmesi gerekiyormuş. Sonuç olarak şehir içi yer yön duygusu pek olmayan biri olan benim elime bir harita tutuşturup defolup gitti. Puklinya gibi dağlarla çevrili, nispeten küçük bir şehirde kaç kez kaybolabilirsiniz sizce? Üçüncü sefer yanlış yola girdikten sonra pes ettim ve dağlara çıkıp sonra inerek gitmeye karar verdim. Az öncekinden sonra bunu söylemem gerçekçi gelmeyebilir ama ormanlarda yönümü daha kolay buluyorum.
Kyouka (Anı dışı): "Doğru söylüyor, ilk seferinde ben de şaşırmıştım ama şehirde kaybolup ormanda kaybolmuyor."
Neyse, dağlara çıktım; iyi ilerliyordum, sonra karşıma tuhaf bir tip çıktı. Her tarafından çaputlar sarkan gri, yün bir elbise giymiş, bir bastona dayanmış, saçı bin yıldır yıkanmamış gibi duran yaşlı bir nine. Böyle kişilerden korkun, illa bir terslik vardır.
Nine: "Nereye gidiyorsun, benden dilek dilemeden buradan geçemezsin."
"Sen nesin? Auran insan gibi, çığlık atıyor ama yine de insan gibi."
Nine: "Bir çeşit... Cadı.. Değil de 'Bögü' olduğumu söyleyebilirsin."
Bögü, şaman ve cadı arasında bir büyücüdür; daha çok üfürükçü ve düğüm büyücüsüdür aslında. Eğer Kuran'ı okumuş olanınız varsa, Felak suresinde "E'n-neffesati fil ukad" yani "Düğümlere üfürenler" olarak tanımlanırlar, daha çok "Düğümlere üfüren üfürükçüler" diye çevrilir. Her neyse, bögüler genelde kötücül ya da kötücüle yakın büyücülerdir, tarzları budur; günümüzdeki "cadı" algısının aksine aslında tarihin başında cadılar daha çok iyilikle özdeşleştirildi ve sonrasında bile "Ak Cadı" denen iyicil ya da kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan cadılar boldu. Gerçi bunu siz Puklinya çocuklarına söylememe gerek yok.
"Evet, kaç ruhu çaldın şimdiye dek? Ne istiyorsun?"
Nine: "Benden dilek dilemeden buradan gidemezsin."
"Ruhumu sana teslim etmemi istiyorsun yani? Hayatta olmaz."
Nine: "Sadece çaput bağla, ben de geçmene izin vereyim."
"Ruhumu yakabilecek birine dilek çaputu teslim etmeyeceğim, tamam mı?"
Tabii ninenin ikna olmayacağını biliyordum, o yüzden kaçmak için hazırlık yaptım. O cazip bir teklif düşünürken yanından sıyrılıp kaçtım, çok kaçamadım ama. Sarmaşığın tekine takılıp düştüm, muhtemelen o bölge ninenin hazırladığı tuzaklarla doluydu ama o sarmaşık onlardan biri miydi emin değilim tabii. (Gülüşmeler.) Dağın eteklerine doğru yuvarlandım, Allahtan buna dair hem eğitimim hem de merakım vardı; pek hasar almadım. Kıyafetlerim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim elbet. Sonrasında bir kara kedi, bir kara köpek, bir siyah kuğu, bir de penguen -evet, bildiğiniz penguen- tarafından kovalandım.
Gökçe (Anı dışı, doğal olarak): "Kedileri sevdiğinizi düşünüyordum?"
(Hatırat dışı) "Seviyorum, sinekler ve hamamböcekleri dışında bütün hayvanları seviyorum. Tam da bu sebepten hangi hayvanın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum, kediler kesinlikle tehlikeli. Kuyruklarıyla adam dövebilmeleri bir yana dört pençeleri ve bir de keskin dişlerle dolu ağızları var. Hatırata devam ediyorum."
Nihayet kovalanmalarım beni 3. Cadde'nin oralardaki Şinto tapınağına getirdi. Haritada yakın olduğumu teyit ettikten sonra, tapınağın sekisini süpüren inanılmaz sevimli bir kız gördüm; o güne dek gördüğüm en şirin şeydi, hâlâ da öyle.
Kyouka (Anı dışı): "(Güldü) Romantizm kasma da anıya devam et."
Öhöm... Devam ediyorum: Gördüğüm anda "Lütfen kişiliği iğrenç olsun, lütfen kişiliği iğrenç olsun..." diye içimden dua etmeye başladım, bir de kişiliği iyi olursa onunla aynı ortamda üç saniyeden fazla kalmanın benim açımdan iyi olmayacağını düşünüyordum, şimdiye kadar gördüğüm en şirin şey bir de iyi biri çıkarsa... Sanırım Kyouka'dan önce aşk konusunda ne kadar şanssız olduğumu bilmeyen yok, o yüzden iyi biri çıkarsa farkında bile olmadan, tam olarak iyi ve nazik biri olduğu için ağzıma sıçacağını düşünüyordum. Daha önce hep öyle olmuştu, biri dışında; o doğrudan bilerek yaptı muhtemelen ama kim olduğunu çocuklarımın önünde söylemeyeceğim, Kyouka biliyor zaten. (Ryouma tam olarak kimden bahsettiğimi anlamış gibi bakıyor, "tanıştırmam lazım" diye haberi bile olmadığı halde getirdiği kızı görünce bu çok da şaşırtıcı olmaz aslında.) Yine de yol sormam lazımdı, kötü bir kişiliği olduğunu da teyit etmiş olacaktım, sormak için elimi kaldırdım ama sonra indirdim.
Nehir (Anı dışı, doğal olarak): "Neden?"
Üç sebepten: Birincisi, sosyal anksiyetem var. İkincisi anadilinden emin olamadım. Şinto tapınağında olduğu için Japon olduğunu tahmin ettim ama ya başka millettense? Üçüncüsü... Japonca olarak yön tarif etmeyi ya da yol sormayı bilmiyorum, Çincenin dört farklı lehçesinde -Standart Mandarin, Şangay Wu'su, Standart Kantonca ve Jin Çincesinde- sorabilsem de eğer Japon, hatta Koreliyse bile Şinto miko'sunun Çince bilmesi gerekmiyor, Çin, Çinliler ya da Çinceyle hiçbir ilgisi olmayan bir inanç sistemi sonuçta. Şey, açıkçası... Kişiliği iyi de olsa kötü de olsa beni bütün Uzakdoğuluları aynı tutan bir tip olarak görmesi istemediğim bir durumdu, bir Türkiye Türk'ü olarak Avrupa'da bütün Ortadoğuluları bir tutanlarla benzer tecrübelerim oldu da. Sonrasında Kyouka seslendi.
Kyouka: "Türkçe biliyorum."
Aaah, o zaman hem sevinmiş hem üzülmüştüm. Bu kadar nazik ses tonuna sahip birinin kötü biri olmasına imkan yoktu, o yüzden de yol tarifini aldıktan sonra Kyouka'dan uzak durma kararı aldım. İki saniye sonra da tapınağa yaklaşıp kararımı bozmuş oldum. Yine de beni hangi dili kullanacağım derdinden kurtardığı için şükretmiştim. Neyse, sonra Düzen Bürosu'nu sordum, sonra da doğuştan şansımdan şikayet etmeye başladım. Bir an sonra fark ettiğimde tuhaf ya da yargılayıcı olmayan, hatta nazik de olmayan, sadece sıradan bir manzaraya bakan bakışlarla karşılaştım. Evet, o zamandı. Kyouka, aslında teknik olarak sana o zaman aşık oldum. Neyse, devam ediyorum.
"Ben Utpa, şamanım. Yani.. Daha doğrusu şaman soyundan geliyorum. Miko musunuz?"
Kyouka: "Evet, Mizuno Kyouka; Mizuno soyadım. Kibar konuşmaya gerek yok aslında, ben de memurum ve aynı yaşlarda gibi gözüküyoruz. İnanç Bürosu'na bağlıyım gerçi."
Yeri gelmişken Kyouka canım, tanıştığımızda 23'tün, değil mi? Ben 22'ydim. "Aynı yaşta gibi görünüyoruz." Kesinlikle o zamanlar da olduğundan genç gösteriyordun, gerçi Erlikliler içinde de olduğundan genç gösteren kızlarla çevriliydim, aile içinde yakın olduğum çoğu kişi öyle. Annem, Kardelen, Ayçiçek, ablam, başka birkaç kişi... Standart Erlikli fenotipinin parçası herhalde, hafif çekik gözler, koyu kumral saçlar ve kızıla çalan beyaz ten gibi. Demişken, bu özellikler Kam Erlik'ten değil Ozan Gökçen'den geliyor, ikisini de gördüm; Kam Erlik kesinlikle "Standart Erlikli fenotipi" ile uyuşmuyor, Ozan Gökçen ise -saçının koyu değil açık kumral olması dışında- tamamen uyuşuyor, genç göstermesi de dahil. Neyse, o yüzden bir kişi genç gösterse bile aslında o kadar genç olmadığını anlayabiliyorum genelde. Anlayamasam o zamanlarda 17 falan olduğunu düşünürdüm ya da en azından 19'dan fazla olmadığını düşünürdüm, anlayabildiğim için itiraz etmedim sana. Neyse, sonucunda biraz sohbet ettik ve kendisine güvenebileceğime iyice emin oldum, bu benim için sorundu gerçi. Neyse, işte bu kadar.
Gökçe: "Hmm... Beklediğim kadar romantik değil pek."
"Kyouka'yla sevgili olmamızı hiç anlatmayayım o zaman."
Kyouka güldü.
Kyouka: "İlk buluşmamızı anlatabilirsin bak, o gayet romantik."
Ryouma yanıma yanaştı.
Ryouma: "Aslında gitmelerini bekleyecektim ama... Ayçiçek halama mı aşıktın, cidden mi?"
"En azından ben beş yaşındayken evlenme teklif etmedim ona."
Ryouma: "Çocuktum o zaman! Oyuncak bir yüzük vardı!"
"Hâlâ çocuksun ve ortamda onun dışında kadınlar da vardı."
Ryouma kafa sallayıp kızın yanına gitti.
Kyouka: "Hiç şansı yok, değil mi?"
"Aslında var, hemen şimdi teklif etse kabul edilmek için azıcık da olsa bir şansı olabilir; yine de o azıcık şansı kaybedene kadar açılmayacak."
Kyouka: "İki adı da yüce isimler, bu çocuk neden böyle oldu?"
"Benden dolayı, üzgünüm. Gerçekten başkasını seçmeliydin."
Kyouka: "Artık gereksiz yere özür dileme diyecek takatim bile kalmadı ve başkasını istemiyorum. Boşanmak için yol mu yapıyorsun?"
"Öyle bir yolu yapmaya kalkanın kafasına dağ fırlatırım."
Kyouka: "Neyse, hâlâ sevdiğini bilmek güzel."
"Kendim ve insanların çoğu için kullanmadığım, dolayısıyla ömrüm boyunca bitiremeyeceğim kadar birikmiş sevgim var. Sen, çocuklar ve birkaç kişi için kullanıyorum işte; çoğunu sen, Gece ve Nehir için."
Kyouka: "Kendin için de kullanmayı denemelisin, Ryouma'ya da daha fazla vermelisin."
Sevginin depolanabilen bir şey olup olmadığı konusunda espri yapmasını beklemiştim aslında.
"Ryouma'ya şu anda ne kadar sevgi verirsem vereyim memnun olmayacak, onu kendi haline bırakmam sevgimi ve saygımı gösterme şeklim. Yirmi yaş civarına geldiğinde onu tekrar siz üçünüzün seviyesine yükseltmeyi düşünüyorum."
Kyouka: "Her zamanki gibi kendinle ilgili kısmı görmezden geliyorsun... Eh, neyse; aslında bu huyunu sevmeye başladım, biraz geç oldu, kusura bakma. Gece'nin işi ne oldu?"
"Ne olmuş Gece'ye?"
Annesine çoktan söylemiş demek.
Kyouka: "Bilmezden geldiğine göre söylemiş. Ben damadı onaylıyorum, biliyor musun?"
"Beni de onaylıyorsun, o yüzden... Kusura bakma ama bu konuda kararına pek güvenebileceğimi düşünmüyorum."
Kyouka: "En azından tanışıp onaylamayacaksan da sonra onaylamasan?"
"Benim sevimli, masum ve nazik kızımı sikmeyi hayal eden kimseyle tanışmayacağım, tamam mı?"
Kyouka: "Bu teknik olarak Gece'nin etrafındaki aseksüel ya da eşcinsel olmayan hiçbir erkekle tanışmayacağın anlamına geliyor."
"Öyle zaten."
Kyouka: "Kaçarak evlenmesi daha mı iyi?"
"Gelsin, tanışalım."
Kyouka: "Tanışmayacaktın hani?"
"Tanışmayacağım ama gelenekleri doğru düzgün uygulamayan kimseyi de kabullenmeyeceğim."
Kyouka: "Konuyu tamamen imkansızlaştırıyorsun, fark etmediğimi sanma. Geliyor bu arada."
Peki, mecburum sanırım. İkizlerin arkadaşları gittiğinde Nehir, neredeyse bayılacak olan kardeşini ayakta tutuyordu.
Ryouma: "İyi... Oldu mu sence?"
Nehir: "Oldu, oldu. Yarın gidip açıl."
Ryouma: "Hahahahaha! Asla olmaz!"
"Kardeşini dinle, Ryou. Şu an birazcık şansın var, uzatırsan kaybedersin."
Ryouma: "Tavsiye isteyen olmadı."
Kyouka: "Senin şu Japonca isimlerin son heceleriyle ne derdin var ya?"
Sevgili eşimin cevap beklemediğini bildiğim için Kyouka'ya değil Ryouma'ya cevap verdim.
"Hayır, tavsiye istediğini gayet net hatırlıyorum. Tam olarak benim annenizle tanışmamdan önceki durumdasın şu an."
Ryouma: "Sen o yüzden annemle kutsanmadın mı? Kendin diyorsun."
"Öyle; ama o kızı basamak olarak mı görüyorsun sen? Onunla kutsanmak istemiyor musun?"
Nehir: "Eğer öyleyse, lütfen bir dahakine saç rengi benimkinden farklı birini bul. En nadir saç rengini gidip bulmayı nasıl başardın?"
Ryouma: "Özel mi aradım yani? Denk geldi işte! Gökçe basamak falan değil ayrıca."
Vay, gözlerindeki öfkeyi ve sesindeki soğukluğu gördüm, kesinlikle -en azından şu sıralar- onunla kutsanmak istiyor. Kapı çaldı, Gece... Kime öyle sevgi dolu bakıyorsun ama ya! Geleni görür görmez yüzümü ekşittim.
"Peki, Gece. Bu herif dışında herkes olur! Kimi getirirsen kabul edeceğim!"
Gelen: "Sakin ol, Utpa amca."
"Tilki neslinden Hüddamcı Sungur. Gece, lütfen. Bunun nasıl bir şerefsiz olduğunu bilmediğini söyleme."
Kam Erlik'ten miras aldığımız klasik fesatlığa sahip, aslında çoğu Erlikliye göre iyi biri bile sayılır; yine de taviz vereceğim anlamına gelmiyor.
Sungur: "Utpa amca, gerçekten kalbimi kırıyorsun."
"Kafanı kırmadığıma dua et."
Sungur: "Eee, konu o mu bilmiyorum ama... Gece'nin istemediği hiçbir şeyi yapmadım."
"Bir de yapsaydın! Gidip bir cinle evlensene, kızıma mı göz koydun?"
Sungur: "Açılan oydu, tabii ki çekici buluyordum ama..."
Refleksleri iyiymiş, kafasına fırlattığım vazodan iyi kaçındı. O vazoyu sırf böyle bir şey gerekir diye tutuyordum aslında, Gece 18 olduğunda almıştım; sade, hatta çirkin bir vazoydu ama sevmeye başlamıştık aslında, ikiye ayrıldı sadece; çok parçalanmadı, Kyouka kintsugi yapmayı biliyorsa öyle birleştiririz zira ben bilmiyorum, o da bilmiyorsa normal bir yapıştırıcıyla veya başka bir kille falan yapıştırırız.
"Al işte! Kesinlikle onaylamıyorum."
Sungur: "Gece'nin yalnız ölmesini mi istiyorsunuz?"
"Şerefsizin tekiyle evlenmesinden iyidir."
Sungur: "Ne şerefsizliğimi gördünüz?"
"Kızımın sevgilisisin, bu yeterli."
Sungur: "Bu korumacılık değil artık, başka bir şey. Gece, baban iyi mi?"
Gece: "Muhtemelen sevdiği şeyleri paylaşmak istemediğinden."
Kyouka: "Daha kötü izah edemezdin, şimdi Utpa bu dediğinden kesinkes Sungur'a laf çakacak bir şey çıkartacak."
Of, neyse...
"İyi, peki. Kızıma layık olduğunu kanıtlarsan fikrimi tekrar gözden geçirebilirim."
Sungur: "Tamam, ne yapmam gerekiyor?"
"Kendin bul."
Benim bezgin tavrım ve Sungur'un şaşkın bakışları arasında Kyouka ve Gece kahkahaya boğuldular.
Gece: "Tam da dediğin gibi oldu."
Kyouka: "Sana derken çok emin gibi görünsem de aslında gerçekten bunu yapıp sorumluluğu Sungur'a yıkayacağını düşünmüyordum. Hahahha!"
Sungur: "Eee... Bir şey mi kaçırdım?"
"Bak, iyi fikir. Ne kaçırdığını fark et, bu ilk testim olacak."
Kyouka: "Çocuğa imkansız bir görev verme. Yapılabilecek bir şey bul, tamam mı kocacığım?"
Bu kelimeyi bu kadar nadir kullanması hasarının da çok büyük olmasına neden oluyor.
"Tamam, Ker Yutpa'nın başını getirirsen seni onaylarım."
Kyouka: "Lütfen, aşkım. Yapılabilir bir görev ver."
Yalvaran kişinin Sungur olması gerekiyordu ama ya! Sana itiraz edemediğimi biliyorsun. Kyouka gerçekten iki tarafı keskin olan ve balçağı olmayan bir bıçak gibi. Kabzasından tuttuğun sürece sorun yok; ama elin namluya kaydığı anda bitersin.
"Peki, peki... Kendin 'Gece'ye nasıl layık olabilirim?' diye düşünüp bir şeyler yap, ona göre bakarız."
Sungur: "Bunu her gün düşünüyorum ama tatmin edici bir cevap bulamadım. Saçlarında yıldızları, gözlerinde ayı, gülüşünde de güneşi saklayan kızınıza asla layık olamam."
İç çektim. Hoşuma gitmiyor ama bu Gece'yi gerçekten sevdiğini gösteriyor, cevabı önceden hazırlamadıysa tabii.
"Tamam, her neyse. Böyle bir şey dedikten sonra kızımla evlenmezsen seni öldürürüm."
Sungur yutkundu, Gece ise gülüyor.
Sungur: "Tabii, babacığım."
"Höst ulan! Onun için çok erken daha! Getir aileni tanışalım."
Neyse, en azından Sungur'un "Zaten tanıyorsunuz" deyip dememek arasında kıvranmasını gördüm, verimli bir gün oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder