Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

3 Kasım 2020 Salı

Ejderha ve Mühür ~ 15. Bölüm: Kütüphane

Diğer Bölümler İçin

Kyouka: "Ne yazıyorsun?"

Yazdığım şeyle çok meşgul olduğumdan geldiğini fark etmedim, oysa fark edebilmem gerekiyordu. Özür dilerim, ay ışığım. Bugün çarşamba olduğundan izinliyim, Kyouka'nın ise haftalık izni yok. Telefonla çekilip çıktı alınmış fotoğraflar, dört adet farklı renkte ciltleri olan ve üzerlerine farklı alfabelerle yazılan parşömen defter, telek ve hokka ile epey tuhaf görünüyor olsam gerek. Mısrî Cenub Memalük el-Erlikî yazıcı yapsaydı onu kullanırdım. Bu arada bunlara kısaca Memlük Erliklileri diyoruz.

"Hoş geldin canım. Bir şeyler yazıyorum... Hiçbirinin adına daha karar vermedim ama biri Düzen Bürosu ve Puklinya hakkındaki hatıratım, biri silahlar ve özellikle kılıç kullanımı üzerine bir rehber, biri Puklinya gezilip görülecek, tadılacak şeyler listesi ve sonuncu da büyü hakkında."

"Ay ışığım" ifadesini Kyouka'nın yüzüne söylemek çok utanç verici, o yüzden kendisine "canım" diye hitap ediyorum. Aslında yazdıklarım arasında bir de şiir defteri vardı ama onu gizledim. Hatıratımı Üçlü Şehir alfabesiyle yazıyordum, silahlar hakkındakini Sistematik Osmanlı, gezi yazısını Yenilenmiş Orhun alfabesiyle, büyü hakkında olanıysa Han alfabesiyle. Şu an masamda olmayan ama diller ve alfabeler hakkındaki bir rehber içinse Türk Latin alfabesi. Sistematik Osmanlı alfabesi, adından da belli olduğu gibi sistematik hale getirilmiş Osmanlı elifbasıdır, Yenilenmiş Orhun alfabesi günümüz Türkiye Türkçesine uygun hale getirilmiş Göktürk yazısıdır, Han alfabesi ise Oğuzca lehçelerine uygun hale getirilmiş Moğol alfabesidir; bütün bunların gerçeğini öğreniriz ancak hem kullanım kolaylığı hem de şifreleme için bu formları icat ettik. Evlilik otağının duvarı gibi görünür olan ve anlaşılmasını istediğimiz yerlerde asıl halini kullanıyoruz, yer iyesi de kılıcıma asıl hallerinde yazmış yazıyı, gerçi Orhun alfabesi için bir çeşit hat kullanmış ama asli formu yine de. Hatıratımda Üçlü Şehir alfabesi kullanmamın temel sebebi de Büyük Kütüphane'de o alfabeyle yazılmış bir şeyler olsun istediğimden, başka bir şeyden değil. Fotoğrafların üstünü geçip çizim olarak kitaplara ekliyorum, Memlük Erliklilerinin fotoğraf ekleme sistemi böyle. Bu arada Puklinya çok eski bir yerleşim yeri olduğundan ve bir sürü farklı halk burada yaşadığından şehre özgü birçok yemek ve füzyon mutfağı için resimli sözlükte görsel olarak kullanılabilecek pek çok seçenek var, başka yerde bulamayacağınız şeyler.

Kyouka: "Aklında birkaç ad var mı peki?"

İlgi gösteriyor gibi.

"Hatırat için Hatırat-ı Yılankavi adını düşünüyorum."

Yılankavi benim mahlasım bu arada ama bunu Kyouka'ya söylemeyeceğim, o kimlik kontrolü sırasında benimle eğlendi sonuçta. Bu arada sadece ikimize ait olan "Özel" zamanlarımız dışında pek göstermese de Kyouka epey muzip ve şakacı biri. Ah, kızgın kalamayacağım kadar tatlı ama ya... Bir insanın bütün yüz ifadeleri aşırı derecede sevimli olabilir mi? Zaten... Beni parmağında oynatan bir kız hoşlanmadığım bir fikir değil, hoş uzun süreli yalnızlık pek seçici olmamama neden oluyor ama Kyouka karşısında cidden kendimi kaybediyorum... Boşa demiyorum aşık bir adam aptal bir adamdır diye. Sevgisinden şüphe etmiyorum, buna hakkım da yok zaten; yine de bu kızın bende ne bulduğunu dünyanın bilgeliğini elde etsem bile anlayamayacağım.

"Aslında şu gezi rehberinin fazlasıyla tek taraflı olduğunu düşünüyorum, bir kontrol etmeni istesem?"

Kyouka: "İstersen eklemeler yapabilirim, ayrı bir kitap olarak? Japonca yazmam sorun olur mu?"

"Olmaz."

Kitaplığımdaki, insanların hiçbir zaman konuşup yazmadığı saçma sapan dillerdeki kitapları gösterdim, biri Quarra'nın adının geldiği cin dilinde yazılı bu arada; bu kadar emin konuşuyorum çünkü kitapta "quarra" kelimesi on kez geçiyor, anlamı "Aşırı güzel" gibi bir şey, tam karşılığı yok.

Kyouka: "Sorun olmaz diye mi anlamalıyım yoksa..."

Gittim ve sarıldım.

"Öyle anlamalısın."

Kulağını dişleyip yerime geçtim. Ne? Ne var?

Kyouka: "Yapma şunu ya."

"Aşırı tatlı olman benim suçum değil ki ama!"

Az önceki hareketle hiçbir alakam yokmuş gibi veryansın ettim. Bir anlığına gözüm bana ait olan ama yapraklarını Kyouka'nın yırttığı takvime ilişti.

"Semerkant'a gitmemiz lazım."

Kyouka soran gözlerle bakıyor. Tabii, kitaplık birleştirme olayını hiç anlatmadım. Konuyu kısaca anlattıktan sonra Kyouka biraz düşündü.

Kyouka: "Bunlar bitince gitsen daha iyi değil mi?"

"Herkesin aynı gün gitmesi gerekiyor, bu yıl kaçırırsam seneye kalır. Sekizler Parşömenleri'nin orijinalini ve üstünkörü çevirisini de teslim etmem gerekiyor; hem zaten elimde tamamlanmış bir kitap var. Ah, doğru."

Diz çöktüm ve üstünde Türkçe katakana (Japonya Erliklileri tarafından, Japon alfabesiyle Türkçe yazabilmek için icat edilmiş bir alfabe) ile "Divan-ı Aşeka" yazan kitabı Kyouka'ya uzattım.

"Kraliçem, zat-ı alinize takdim ettiğim bu aciz eseri kabul buy'runuz. Herkesten evvel sizin okumanızı isterim. Siz iyiliğine güman yoktur derseniz şayet, o vakit bu aciz ellerimle düşkün zihnimden çıkan kelamı Kütüphane'ye sunmağı şiar edinir lakin olur vermezseniz Ahsen-i Cihan, Ziynet-i Ömr olan sizi namemnun bırakmayacak, müteessir etmeyecek letafette bir Kitab-ü'l Divan içün çalışmağa başlayıp Lütf-ü Cabarka'yı mesud ü dahi sadî edene dek durursam öz pusatım Günbiçen gök girüp kızıl çıksa, alca kanım saçılsa, naçiz bedenim Hezarpare kimi dağılsa dahî iflah olmayayım."

Kyouka garip garip bakıyor, şimdiye kadar onun yanında gayet günümüzün günlük Türkçesiyle konuştuğumdan afallamış olsa gerek. Tabii ne dediğimi anlamamış da olabilir, malum anadili Türkçe olanların bile anlamakta zorlanabileceği cümleler kurdum. Bu arada kitapta sevgili olduğumuzdan beri çoğu Kyouka'ya sevgimden bahseden şiirler var, tabii başka birkaç şiir de var ama çoğunluğu Kyouka'ya adanmış aşk şiirleri oluşturuyor. Kyouka eline aldı, evirip çevirdi. Sözlerim hakkında tek laf etmeden konuşmaya başladı.

Kyouka: "Bunu okuyamadığımın farkındasın, değil mi? Nece bu? Hiragana olduğunu sanmıştım ama..."

Açıklamalar ve nasıl okunacağına dair ufak bir ders, zaten hiraganadan öyle çok büyük bir farkı olmayıp sadece Türkçeye uydurmak için azıcık ekleme ve törpüleme yapılmış olduğundan hemen kavradı. Ve evet, adı Türkçe katakana olmasına rağmen "kata" değil "hira" temel alındı, tek sebebi de daha güzel görünüyor olması. Aslında "Nece bu?" sorusu kitabı değil az önceki sözlerimi kastediyor da olabilir ama görmezden geldim, çok tatlı olmanın intikamı bu, sana kıyasla benim hiçbir iyi özelliğim yok. Ne iyi biri sayılırım ne yakışıklıyım ne de bariz, göze çarpan bir yeteneğim var. Belki bilgi konusunda seni geçerim anca ama onlar da bir şeye yaramıyor, zaten bilge bir adam da değilim ben; sadece iyi bir zorunlu eğitim almış meraklı biriyim. Hafif bir ağlama sesi duyuldu.

Kyouka: "Gece mi bu? İlk kez ağlıyor de' mi? Üstelik çok hafif."

Kyouka her gün Gece'yi evde bırakıp işe gitmiyor tabii, doğum izni var; sadece Salı, Perşembe ve Pazar günleri çalışıyor. Diğer günlerde de ya ben ya da Serri var zaten, Serri anlaşma gereği Gece'yi Kyouka ile yarı-telepatik yarı fiziksel bir bağ kurarak besleyebiliyor, bana gelince... Acıkırsa Kyouka'yı görmek için bahanem oluyor.

"Erlikli çocuklarının nişanesi. Bebekken son derece sakin olurlar; hafiften büyümeye başladıklarında, yürüyüp koşabildikleri ve konuşabildikleri çağlarda son derece meraklı, hareketli ve yaramaz olurlar, daha sonra da karakterleri oturmaya başlar. 'İstisnalar kaideyi bozmaz' sözünü geçersiz kılacak kadar karşıt örnek var ama genelleme yapmaya yetecek kadar da birebir örnek var, benim de öyle olduğumu söylerler."

Gözüm bir an kitaplıktaki altın ciltli kitaba ilişti. Yok, hayır, "altın renkli" değil, gerçekten cildi altın kaplama. Deli Saru'nun yazdığı Peygamberler Gerçeği adlı bir kitap, benim değil Ayçiçek'in kütüphanesine ait, artık geri vermem gerek. Kitapta neden bahsedildiğini merak ettiyseniz, "Tanrı kullarına güç verir ama her zaman mucize değildir." kitabın ana teması. Çeşitli mucizeleri büyüsel, ezoterik ve benzeri şekillerde açıklıyor. Hz. Musa'nın denizi yarmasını hidrokineziye bağlıyor örneğin. Hemen altındaysa Reşididdün'ün Cami'üt Tevarih adlı kitabına ekleme olarak yazdığı Ali Erlikî adlı bir kitap var. Farsça, İbranice ve Moğolca versiyonu olan bu kitap, bizzat Reşidüddin tarafından zamanın Başkamına sunuldu. Başkama sunulan versiyon Farsça olandı, bizzat Başkam tarafından Selçuklu Türkçesine çevrildi. Şimdiki Başkam (Babam) bu kitap hakkında bir inceleme yapmamı ve tasvirlerle süslememi emretti, temelde kitapta yer alan ama bizim ne kayıtlarımız ne de sözlü geleneğimizde yer almayan ya da yer alanlarla çelişen olay ve konuları yorumlamamı istedi; Sekizler Parşömeni de düşünülünce Erlikli tarihinin yarım yamalak ve yalan yanlış aktarıldığı neredeyse kesin. Bu arada bunu babam olarak istemedi, Başkam olarak emretti; öyle olmasa işten sıyrılmanın ya da canımın yapmak istediği zamana kadar ertelemenin bir yolunu bulurdum. Han alfabesini kullanacağım bunun için. Ali Erlikî kitabının önsözü, orijinal çevirisinde şöyle başlar: "Etrak arasından Erlikî denen bir aşiret vardır, bunların ceddi Kam Erlik namlı bir büyücüdür. Hazar'ın batısıyla Turla Nehri'nin doğusundakiler Terâkime'den olduklarını, Hazar'ın doğusundakilerin bir kısmı Türk Moğolu, çoğu Uygur'dan olduklarını, Turla Nehri'nin batısındakiler de Bulgar veya Macar'dan olduklarını söyler. Bunların ekseriyeti de üfürükçü, falcı, cincidir. Eralik kendi arasında Kam Erlik sonrası ilk cedlerine göre birbirlerini tanıyacak işaretler takarlar. Bu işaretlere tıpkı Terâkime gibi 'tamga' derler, tamgaları evlerinin kapılarına, kalkanlarına kazır, elbiselerine işlerler. Eralik sancaktarları daima Kam Erlik'ten beri geldiği söylenen Beni Kül tamgası altınla işlenmiş siyah sancağı taşır." Tekrar takvime baktım ve sıkıntıyla mırıldandım.

"Yapacak çok iş var."

Sonra Kyouka'ya döndüm.

"Aslında geçen sene olduğu gibi bu sene de kitaplık birleştirmesini es geçebilirim ama Büyük Kütüphane'yi görmeni istiyorum. Gece dediğin gibi sakin bir bebek, sıkıntı olmaz."

Kyouka: "İlk kez bir şey tavsiye ediyorsun. Gerçekten güzel bir yer mi?"

"Epey güzel. Bu arada... Tanıştığımız günü hatırlıyor musun?"

Kyouka: "Dün gibi."

Aaah, öyle gülümseme. Kalp krizi geçireceğim.

"Dilimin Türkçe olduğunu nasıl anladın? Sonuçta talihsiz bir turist gibi görünüyordum."

Kyouka: "Yüzüğündeki işaret. Aynısı Ulgan'da da vardı, onun dilinin Türkçe olduğunu bildiğimden tahmin ettim. Aslında benim için bir kumardı."

Zihgirimdeki sembol demek... Abdal Küntegin Musa soyunun (Reşidüddin'in verdiği isimle Beni Künmusa'nın) tamgası, Reşidüddin'in bahsettiği o işaretlerden biri. Gerçi o işaretler başka hiçbir kaynakta geçmez ama yine de tarihinin epey eski olduğu kesin olduğundan anlattığı diğer bizim kayıt ve toplumsal hafızamızda olanlardan farklı anlatılan ya da hiç olmayan şeylerin aksine bunu direkt doğru kabul ederiz.

"Otağ tepesi, Kırgız güneşinin içi, Tengri tamgası... Erlikliler için Abdal Küntegin Musa soyunun işareti... Gerçi benim zihgirimdeki sembol Ulgan hocayla aynı değil, benimkinde altındaki kılıçlar farklı. Kılıçlar... Ah, tabii ya; ağabey mührü."

Kyouka devamını bekliyor gibi, sonunda kendi kendime konuşmaya geçmiştim. Açıklamaya çalışayım bakalım.

"Ulgan dede, Kam Erlik'in abisinin soyundan geliyor, bizde de o kişinin sembolü Abdal Küntegin Musa soyunun tamgasının biraz daha farklı hali olarak kayda geçirilmiştir."

Kyouka: "Tam zamanı ne zaman gidiyoruz? İnanç bürosuna haber vermem gerek."

Devam etmeye isteksiz olduğumu fark etmiş olacak ki konuyu değiştirdi. Ben nasıl sakin kalayım şimdi bu kızın yanında?

"O bir yana... Yedek tapınak hizmetçisi falan mı var? Ya da Budist rahibelerinden biri mi yerine bakıyor?"

Kyouka: "Shiro halleder. Emekliliğini geçici olarak askıya almayı kemer olmaya tercih eder herhalde."

Shiro yutkundu. Yılanların yutkunamadığını sanıyordum. Yine de...

"Shiro sadece yılan değil mi? Kuyruğuyla mı tutacak süpürgeyi?"

Shiro: "Kırıcısın. Elimden kolumdan olmayı ben istemedim."

"O uzun zaman öncenin hikayesi... Ayrıca konunun senle alakası yok, Altay efsaneleri ve semavi dinlerle ilgili o konu. Çin mitolojisinden olduğunun farkında mısın sen?"

Shiro: "Ben shirohebiyim, bai suzhen değilim."

"Kimse işbüke olduğunu iddia etmedi zaten, konumuz o mu sence? Kaminin hizmetkarının tek tanrılı inanışlarla ne işi var?"

Shiro: "Dedi o kaminin hizmetçi rahibesiyle evli olan inançlı büyücü."

Kyouka'ya döndüm ve sözlerimin gayet ciddi olmasına gayret ettim.

"Canım yılan kızartması çekti, bu akşam yiyelim."

Shiro: "Tamam, tamam... Niye ikiniz beni yemeye bu kadar meraklısınız? O zaman... Utpa, baştan uyarıyorum: Ben sadece bir yılanım, skinwalker, kabulgan, orochi ya da onun gibi bir şey değilim, ruh hiç değilim; sadece hizmetkar hayvanım. Soru yok, tamam mı?"

Bu saçma ön açıklamadan sonra dikkatle izlemeye başladım, önce beyaz bir duman vardı; hep de böyle oluyor. Sonra da içinden... Beline kadar beyaz saçları olan bir samuray çıktı. İnsan formu aşırı yakışıklı bu arada, beni zaten her türlü katlar da dünya çapında en bilinenleri bile geçer herhalde. Ben Kyouka'nın yerinde ve bu formu biliyor olsam (ne açıklamaya yorum yaptı ne de şaşkın görünüyor, o yüzden bildiğini varsayıyorum) benim yerime Shiro'yu seçerdim, bu kadar da netim bu konuda.

Shiro: "Uzun zamandır böyle dolaşmıyordum... Alışmam biraz vakit alacak."

"Yanında hep katana taşıyor muydun?"

Shiro: "İnsan biçiminin artılarından biri, zehirli dişlerim yok ama zehirli kılıcım var."

"Normalde de zehirli dişlerin yok zaten, tamamen zehirsiz yılan biçimindesin."

Shiro: "Zehrim var, sonuçta ben doğada yeri olan bir varlık değilim. Doğanın kuralları benim için pek de geçerli değil."

Kyouka: "Doğru ya, kendimi nasıl tanıtmalıyım? Sizin şu tuhaf tanıtımlarınız var ya hani... Artık aileden olduğumu söylüyorsunuz ve sadece size özel olan şeyleri yapabiliyorum, yani bu tür bir tanıtımım da olmalı, değil mi?"

Epey mantıklı, gerçekten de gelin ve damatlar için de kendine özgü bir Erlikli tanıtımı var. Ama nasıl olduğunu hatırlamak için biraz düşünmem lazım.

"Kam Erlik'e Kurt neslinden Kam Utpa ile bağlanan Ken kızı Kyouka."

Kyouka: "Senin üzerinden bağlanmalıyım yani?"

"Cinsiyetçi bir şey değil, damatlar için de aynı durum var; aileye benim üzerimden girdiğin için böyle."

İnsan dönüşümünü sorgulamadığım Shiro, Kyouka tarafından işi becerip beceremeyeceğine dair birkaç teste tabi tutuldu. Aslında doğru düzgün inanmadığını ve tek tanrıcılığa meyilli olduğunu düşünüyordum ama öyleyse bile işini ciddiye alıyormuş demek. Bir süre sonra uçak ve yer altından giden bir çeşit tren kullanıp tıpkı Puklinya gibi sıradan gözlerden gizlenmiş bir yere geldik. Kyouka normal kıyafetlerin iyi olup olmadığına emin olmadığından üniformasını giymişti, bana ve Ayçiçek'e gelirsek: Üstümüzdeki onca tılsım ve benzeri şey ile benim belimdeki kılıcı, Ayçiçek'in ise yarı tılsım yarı takı olan aksesuarlarını saymazsak günlük kıyafetler içindeydik. Ayçiçek özellikle "Altı İnancın İlahisi" denilen bir takı takıyor. Bu takı belli bir şerit (kolye, bileklik, halhal, kemer vs.) üzerinde altı farklı inanca ait altı farklı tılsım içerir. Aslında Erlikliler arasında eskiden beri kullanılan bir tılsım olsa da Ayçiçek'in Merlin soyundan gelen atası tarafından kendi soyunda yaygınlaştırılmıştır. Altı İnancın İlahisi, başlangıç noktasından (bazen sağ olur bazen sol) sonuna şu tılsımları içerir: Kuğu kanatlı ve üç boynuzlu at (Umay Ana'yı, dolayısıyla Tengriciliği temsil eder), altı köşeli yıldız, haç, hamse eli, faravahar ve Sihizm sembolü. Ayrıca çoğunlukla güneş ve ay da içerir ama zorunlu değildir. Ayçiçek'inkine bakarsak soldan sağa başlayan, Kelt haçlı, bol yazılı ve gözsüz Hamse elli, başında içinde triskele olan altın güneş, sonunda da gümüşten yapılıp yan çevrilerek gerçek bir hilal görünütüsü sağlanmış ay kutsaması sembolü içeren tunç bir kolye ki bu kolyenin tarihi değeri de var, bizzat o Merlin soyundan gelen atasına aitti. Büyük Kütüphane adından da belli olduğu gibi büyük bir bina, içerisi çok daha büyük çünkü tılsım ve runik büyü kullanılarak daha geniş alan sağlanıyor. Binanın dış yapısı maviye çalan taşlardan yapılmış, tepesinde kubbeler ve iki tarafında sonradan eklenen ikisi de kırmızı mermerden yapılma iki minare var. Bu kütüphane ayrıca Cengiz Han'dan kurtulabilmiş önemli bir yapı. İleride görmekten memnun olup olmadığımdan emin olmadığım iki kişi var, fark edip yanımıza geldiler; beni ve Ayçiçek'i zaten tanıdıkları için ilgilerini çeken kişinin Kyouka olduğunu düşünüyorum.

Selim: "Seni daha önce görmemiştim, kimlerdensin? Ah, özür, özür... Önce kendimi tanıtmalıyım: Kam Erlik soyundan, Ejderha neslinden Yağız oğlu Selim. E, sen kimsin? Söylemeden edemeyeceğim, epey sevimlisin."

Selim kafasını kırmamı istiyor gibi duruyor ama şimdilik Kyouka'ya bıraktım. Bu arada parmağındaki yüzüğü muhtemelen fark etmedi: Kyouka alyansa ek olarak nişan yüzüğünü de sürekli taktığı için alyans pek fark edilmeyebiliyor, evlendiğimizden beri nişan yüzüğünü sol eline taktığından ayrıca alyansı fark edilse bile nişan yüzüğünün parçası sanılabiliyor rahatlıkla. Gece'ye gelirsek: Annem tarafından cebren el koyuldu, zaten Kyouka'nın kucağında olsaydı bile kardeşi ya da yeğeni falan olduğu da varsayılabilirdi.

Kyouka: "Kam Erlik'e Kurt neslinden Kam Utpa ile bağlanan Ken kızı Kyouka."

Selim'in yanındaki Ateş: "Kam Utpa? Utpa, bu çok küstahça değil mi? İhsanı yeniden kazandığını mı iddia ediyorsun? Ayrıca böyle bir kızla evlenmeyi nasıl başardın, aşk iksiri falan mı kullandın?"

Ateş'e tepkim parmağımı bir şeyin konmasını istiyormuş gibi uzatmak oldu, daha sonra serçe ebatlarında bir kartal kara alevden oluştu ve uçtu gitti. Bu Ateş için yeterli bir cevap, Kam Erlik'in nişanesi kara odlu serçe kartalı.

Selim: "Belki bir çeşit golem veya tulpa falandır?"

Laf söyledi balkabağı. Selim muhtemelen başından beri büyü kullanabildiğimi düşünüyordu, daha önce neden yeteneklerimi sakladığımı sormuştu; sakladığım herhangi bir şey yokken. O yüzden Kyouka'nın gerçekliği konusuna odaklandı.

Kyouka: "Gerçeğim ve insanım! Ayrıca ilk ben aşık oldum. Bir kızımız var, biliyor musunuz?"

Ateş: "İyice kafası karışmış, tamamen. Cidden ne yaptın lan kıza? Kendi iradesiyle senin yanında durup bir de böyle bir şey söylemesi..."

Rolleri değiştirsek muhtemelen ben de aynı soruları sorardım, o yüzden kızmadım ama Kyouka kızdı, daha önce hiç görmediğim kadar kızdı hem de. Eh, kimse duygularının sorgulanmasından veya kalbinin ölçülmeye çalışılmasından hoşlanmaz, o yüzden bu da şaşırtıcı değil. Ateş hâlâ şaşkın ama Selim ya ikna oldu ya da Kyouka'dan korkup ikna olmuş gibi davrandı.

Selim: "Yine de onca kişi arasından sen, Kurt neslinden Afşin oğlu Utpa'nın aile dışından biriyle evleneceğini sanmazdım. En son Ayçiçek haline acır da seninle evlenmeyi kabul eder diye düşünüyordum."

Ayçiçek: "Kuzenimle evlenmezdim."

Ayçiçek rahatsız olmuş gibi görünüyor, ek olarak Ateş dayanamayıp patladı artık, ben Ayçiçek'e kuzen olmadığımızı anlatmak için onun kadar uğraşmadım. Gerçi bunun temel sebebi neredeyse hiç uğraşmamış olmam da olabilir.

Ateş: "Utpa'yla kuzen falan değilsiniz! Soyağacına bakarsak neredeyse akrabalığınız bile yok! Öyle alakasızsınız ki tek akrabalığınız aynı milletten olmak!"

Millet derken Erliklileri kastediyor bu arada, baştan söyleyeyim, sonra sıkıntı olmasın. Bu arada Ateş'in bu kadar sert tepki verme sebebi Ayçiçek'in kuzeni olması, gerçek bir akrabalık bağından söz ediyorum.

Ayçiçek: "Beni asıl şaşırtan Kyouka'nın mesleği. Sonuçta tüm Erlikliler arasında dindar denebilecek bir avuç kişiden biri Utpa, gidip de kafir demekten çekinmeyeceği biriyle evlenmesi tuhaf."

Erliklilerin durumunu ve neden görünürde inandıklarını söyleyip durduğumu en iyi anlatan şey bu, ailede dindar sayılan kişi benim; varın gerisini siz hesap edin.

Ateş: "Gücü artırmak için bir çeşit tılsım olarak giydiğini sanıyordum, eşin gerçekten Şinto rahibesi mi? Cidden mi? Zeus'un katili gidip bir kaminin hizmetkârıyla mı evlendi?"

Zeus olayı gerçekten çok yayılmış.

"Zeus olayı tamamen kendi suçuydu, beni gıcık etti."

Selim: "Yani, Jüpiter o, farkında mısın? Batı tinlerinin hükümdarı?"

"Amma abarttınız ya. İskandinav ya da Kelt panteonundan falan olsa neyse, Roma-Yunan panteonu zaten bütün Avrupa ruhani konseyleri arasında taşak oğlanı konumunda değil mi? Eskiden onları ciddiye bile almazlardı, en çok hatırlananlar onlar diye mi bu tantana?"

Ateş: "Utpa'yı daha fazla kızdırmasak iyi olacak. Ha bir de: Neden eteğini çekiştirip duruyorsun?"

Soruyu Ayçiçek'e sordu. Uzun zamandır Ayçiçek'i mini etek giyerken görmemiştim, lisenin son yılından beri giymiyor sanırım. Aniden utanmaya ya da üşümeye falan mı başladı ki? Aman, neyse ne; umurumda da değil zaten.

Ayçiçek: "Bacaklarıma mı bakıyorsun?"

Ateş: "Bakmıyorum! O kadar kıpraşman dikkat çekiyor sadece."

Ayçiçek: "Diğer bütün kıyafetlerim yıkamadaydı, bu da liseden kalma zaten. Çok uzamadığım için şükretmeliyim sanırım."

Hm? Ateş utançla kafasını çevirdi. Aha, eğlence çıktı. Aslında altında herhangi bir anlam olmama ihtimali yüksek ama yine de gidip kolumla boynunu sardım.

"Vay, vay, vay... Onca kişi arasından senin ona ilgi duyacağını hiç düşünmezdim. Ama bana kuzenim diyor, yani bu durumda sen kardeş gibi bir konuma geliyorsun. Vazgeç... Ayrıca senin ve Ayçiçek'in aileleri kuzen ilişkilerine karşı değil miydi?"

Ateş: "Biraz daha konuşursan yüzünü yumruklayacağım."

"Voa, korkutucu. Çok korkutucu! Eeee, ne zamandan beri?"

Ateş: "Devam mı edeceksin? Karına onu benimle aldattığını söylememi istemiyorsan üstümden çekil; beni böyle sarmışken bu yalana ikna etmek hiç de zor olmaz."

Çekildim.

"Sen de hiç şakadan anlamıyorsun."

Bu arada Kyouka kesinlikle öyle bir şeye inanmazdı ama Ateş'i gerçekten kızdırırsam tehdidini misliyle ve daha da beter bir şekilde gerçekleştirecektir, o yüzden risk almadım.

Ateş: "Şaka, demek. Ben daha iyi bir şaka biliyorum: Sen ve Ayçiçek hakkında, lise yıllarından k..."

Ağzına yerden aldığım bir avuç toprağı tıktım. Benim de sinirlenmeye hakkım var sonuçta.

"Sonuçsuz ve bilen tek kişinin de unuttuğu hikayelerden bahsetme, seni Kam Erlik'in ruhuna kurban ederim."

Kyouka'ya zaten bütün açıklığıyla anlattım ama Ayçiçek'in öğrenmesi sorun olur. Daha fazla beklemenin anlamı olmadığını düşündüğümüzden olacak hep birlikte kütüphanenin kapısına yöneldik. Kapının yarısı kayın, diğer yarısı karaçam ahşabından yapılmıştı ve tam ortasında bir Sekizler Yıldızı ile her yerinde bir sürü oyma ve süsleme vardı. Bu oyma ve süslemeler güneş, ejderha, su yolu gibi anlamlı ve bilinçli olarak işlenmiş şeyler elbette. Kyouka ile ben sıranın sonunda bekliyoruz çünkü bu kapının öylece açılmadığını ben biliyorum ama sevgili eşim bilmiyor. Selim kapının önüne gelip sağ elini kapıya uzattı.

Selim: "Kam Erlik soyundan, Ejderha neslinden Yağız oğlu Selim. Tuzun hükmüyle açılmanı emrediyorum. Suyun hükmüyle açılmanı emrediyorum. Ateşin hükmüyle açılmanı emrediyorum."

Kapı açıldı ve Selim geçti, sıradaki Ateş'ti.

Ateş: "Kam Erlik soyundan, Gül neslinden Alim Aybars oğlu Ateş. Tuzun hükmüyle açılmanı emrediyorum. Suyun hükmüyle açılmanı emrediyorum. Ateşin hükmüyle açılmanı emrediyorum."

Sonraki Ayçiçek'ti.

Ayçiçek: "Kam Erlik soyundan, Kurt neslinden Dr. Çınar kızı 'Şamandan Çok Druid' Ayçiçek. Tuzun hükmüyle açılmanı emrediyorum. Suyun hükmüyle açılmanı emrediyorum. Ateşin hükmüyle açılmanı emrediyorum."

Sıranın bende olduğunu düşünmüştüm ama annem, babam, ablam ve Kardelen geldi. Kyouka'nın tam olarak anlaması için onları da beklemeye karar verdim.

Annem: "Gece sende kalsın, Kapı onunla geçmeme izin vermeyecektir."

Kyouka'ya açıklama yapmak benim görevim oldu tabii, kızı aileye getiren ben olduğum için.

"On yaşın altındaki çocuklar sadece anne ya da babalarıyla, on ile on dört arasındakiler sadece ebeveyn rolü üstlenebilecek biriyle geçebilirler. Kapı'nın İradesi bu."

Yaprak: "Kam Erlik soyundan, Kurt neslinden Başkam Afşin kızı Yaprak. Tuz, su ve ateşin iradesiyle emrediyorum: Açıl, açıl, açıl."

Sıradaki Kardelen'di.

Kardelen: "Kam Erlik soyundan, Akrep neslinden Otacı Ceren kızı Kardelen. Kutlu arındırıcıların üçünün hükmüyle açılmanı emrediyorum: Tuz, su, ateş."

Kapı: "Geç bakalım, Kabulgan'ın kızı."

Kyouka korktu, beklemiyordu tabii.

"Kapı konuşabiliyor, evet."

Sıradaki annemdi.

Annem: "Siz gençler tamamen şekle takıntılısınız. Kam Erlik soyundan, Akrep neslinden Turan kızı Yağmur Alev. Koruyucuların en özünün, arındırıcıların en safının ve yok edicilerin en kutsalının hükmüyle üç kere açıl."

Bir sonraki babamdı.

Afşin: "Kam Erlik soyundan, Kurt neslinden Orhan oğlu Başkam Afşin. Koruyucuların özü olan tuzun hükmüyle verdiğim emir bu: Açıl. Arındırıcıların en safı olan suyun hükmüyle verdiğim emir bu: Açıl. Yok edicilerin en kutsalı olan ateşin hükmüyle verdiğim emir bu: Açıl."

Kapı: "Geç bakalım, Mühürdar."

Sırayı Kyouka'ya verdim çünkü geçemezse yardımcı olmak istiyorum. Gergin bir şekilde, kucağında Gece varken sağ elini Sekizler Yıldızı'nın üstüne koydu.

"Yapabilirsin."

Destekçi olmalıyım.

Kyouka: "Kam Erlik'e Kurt neslinden Kam Utpa ile bağlanan, Ken kızı Kyouka. Tuzun hükmüyle açıl, suyun hükmüyle açıl, ateşin hükmüyle açıl."

Kapı: "Aile dışından ama hoş karşılanan gelin, öteki soyunu inkar mı ediyorsun?"

Kyouka çok gergin görünüyor. Bu şerefsiz Kapı'nın bunu yapacağını bildiğim için ilk gitmedim biraz da.

Kyouka: "Mizu-no-Miko soyundan Ai kızı Kyouka."

Kapı: "Ya kucağındaki yük kimdir? Buradan öylece geçirecek misin?"

Ay ışığım artık daha az gergin, Kapı'yı az çok çözmüş olsa gerek.

Kyouka: "Kam Erlik soyundan, Kurt neslinden Kam Erlik kızı Gece Sora. Ben de annesi Kyouka."

Kapı: "Sen annesisin şüphesiz ama bu kız gerçekten Kam Erlik'in kanını taşıyor mu?"

Bunun Kapı'nın standart prosedürü olduğunu bilsem de eşimi böyle bir şeyle itham etmesi bir yerlerden balta aramama neden oluyor.

Kyouka: "Evet, taşıyor. Hatta sen sormadan söyleyeyim: Evet, tam olarak Toprak mührünün sahibi Kam Utpa'nın kanını taşıyor."

Kapı: "Ne zamandır ilk kez bu kadar güçlü ve sorularımdan sonra sızlanmak yerine bana diş geçirebilen bir gelin gördüm. Kibrin tanımı olan, çocuklarına ejderlerin, tinlerin ve onlar gibi şeylerin adını veren Erliklilerin seni hoş karşılama sebebi bu demek. O zaman geç, iki kutsal kanın varisi."

Arada benim adımı koyan kişiye -ki tam olarak ablam olur- da taş attı.

Kyouka: "İki mi?"

Kapı: "Kurt neslinden Gece'yle konuşuyordum. Senden gelen Sular Rahibesi kanı ve Kurt neslinden Utpa'dan gelen Kam Erlik kanı."

Kyouka da geçti, kapıya elimi koydum.

"Bildiğin gibi işleri olması gerektiği gibi yapma takıntım var ama hadi formaliteleri geçelim. Sevdiğim kızı iğrenç bir şeyle itham ettin, bunun standart prosedürün olması sikimde bile değil açıkçası. Cidden ne düşünüyordun? Birbirimizi tanıyoruz, o yüzden ben seni cezalandırmadan önce geçmeme izin ver."

Kapı: "Seni eskisinden daha kibirli yapan o taşıdığın parşömenler mi, daha önce barut kullanarak bana hasar verebilmeyi başarmış olman mı yoksa kalbinizin kırmızı iplikle değil, iki hançer ve kırmızı altından bir zincirle bağlandığı bu kız mı? Uzun zaman önce, Büyük Kütüphane bütün Sekizler uruğunun malıydı. Sonra Ayrılık sırasında siz üstüne kondunuz, beğendiğiniz eserlerin üstüne çöküp beğenmediklerinizi ya da Sekizler günlerini anlatanları sağa sola dağıttınız. Kutsal kayalarını parçalayan Uygurlar gibi Sekizler Birliği'nin temeli olan Büyük Kütüphane'yi parçalayıp paye paye sattınız. Kütüphaneyi inşa edenler Günseyitler, beni, kapıyı yapanlar Umaylılar, kütüphanenin düzenini ve sistemini kuranlar Şolomsoylar, geri kalanları halledenler de Ydeafesoğullarıydı."

"Emri veren kimdi peki?"

Kapı: "Bir Erlikliydi, ne olmuş? Sekizler'i bir araya toplamak niyetindesin, seziyorum, biliyorum. Ama Umaylılar dışında kimse öylece geri dönmeyecek. Peki ya zamanında Kam Erlik'in dedesi Bilge Salçuk'un soyundan gelen Sekizler'in beş aileden sekize çıkması gibi, sayılarının artmadığını mı düşünüyorsun?"

"Yeni Sekizler yapılanması yeni soyları da içermeli, bunu düşünüyorum. İçeri girmeme izin ver seni şerefsiz kapı; ve bir daha sakın kalbimin yarısını pis dilinle kirletmeye kalkma. Seni yakar, sonra da Ulgan Hoca'ya yeni bir kapı yaptırırım. Yine Umaylılar yapmış olur sonuçta, bir şey değişmez."

Kapı: "Gir artık içeri."

Bu kapıyı yeterince sinirlendirirsen açılır, insanların çoğundan hazzetmediğim için buraya geldiğimde sık sık Kapı'yla sohbet ederdim. İçeride Kyouka'yı ve annemleri buldum, ön masaya ilerledik. İşleri birkaç tulpa hallediyor, kaydımı yaptırıp gerekenleri verdim.

Görevli: "Orijinalleri mi yoksa kopyaları mı elinizde tutmak istersiniz?"

"Kopyaları."

Orijinaller bende olursa zarar görebilirler. Yapay ruhların bana karşı kibar olması beni geriyor ayrıca. Kyouka ilk kez geldiğinden annemlerden ayrılıp daha kendi başımıza gezmeyi başladık Kütüphane'yi. Kyouka eline bir manga aldı.

Kyouka: "Babamın işlerinden bu, en nefret ettiği işi gerçi."

Kapağına baktım ve güldüm.

"Cengiz'in en sevdiği manga, benim de bu çizerin işleri arasında en düşük seviye olarak gördüğüm."

Kyouka: "Lütfen gidip babama benzeme."

"Yapabileceğim bir şey yok, sana düşkün değil mi? Yani... Sanırım babanla benzer zevklerimiz var."

Kyouka: "Kes şunu, rahatsız edicisin."

Beni hafifçe itip güldü.

Kyouka: "Gidip babama benzemen için evlenmedim seninle."

"Kitaplığım için bir kopya almak istediğim bir kitap var, o yüzden bu taraftan gideceğim. Gelecek misin yoksa kendi başına mı gezeceksin?"

Ortamı yumuşatmak için saçmalasam daha da beter olacaktı, gerçi şaka yaptığı yüzünden belli ama ayak uyduramayacağım herhalde; o yüzden konuyu değiştirdim.

Kyouka: "Böyle bir yerde kaybolmam işten bile değil."

"Geliyorsun o zaman?"

Kyouka sırıtarak dil çıkardı.

Kyouka: "Benden öyle kolayca kurtulamayacaksın."

"Kim senin kadar şirin bir beladan kurtulmak ister ki?"

Dilini ağzıma alıp öptükten sonra hemen bıraktım.

Kyouka: "N'apıyorsun böyle bir yerde?"

"Yapamayacağım için o kadar rahat dil çıkarttın d'i' mi?"

Evde olsak uzatırdım, o doğru gerçi. Kyouka'nın yüzünde şeytani bir sırıtış belirdi.

Kyouka: "Evde görüşeceğiz, bakalım akciğerlerin ne kadar güçlüymüş. Sen başlattın, unutma."

Aradığım kitap ilk katın daha iç kısımlarında olduğu için her iki yanı kitaplıkla kaplı koridordan ilerlerken karşımıza iki kişi çıktı: Tanıdığım bir erkek simyacı ve tanımadığım bir kadın golem.

Simyacı: "Utpa, gelmeni beklemiyordum."

"Yanımda bir kız olmasını da beklemiyorsundur muhtemelen, Kam Erlik soyundan, Kedi neslinden Karesi oğlu Simyacı Mete."

Kyouka'nın elini tuttum.

Mete: "Evet, peki benim birini bulabileceğimi bekler miydin?"

"Beklemezdim, yanındaki et golemi değil mi zaten? Bulamamışsın yani."

Kyouka: "Et golemi ne ya?"

Mete: "Golemin ne olduğunu biliyor musun?"

Kyouka'yla epey çekingen konuşuyor ama sebebi ondan, kızlardan ya da insanlardan çekinmesi değil; benden korkması. Beni zahmetten kurtardığı için Mete'nin dikkatine teşekkür etmeliyim sanırım, alyansı fark etmiş olsa gerek. Sonuçta yanımdaki bu kişi öylesine biri de olabilirdi.

Kyouka: "Aşağı yukarı."

Mete: "Et golemi, iskeleti ve dış görünüşünü gerçek insanlara ait parçaların oluşturduğu bir çeşit kimeradır. İç organları bazen toprak, seramik, metal ya da ahşap gibi şeylerden yapılır; bazen hayvan iç organları, bazen de gerçekten insan organları kullanılır."

Mete'nin yanındaki et goleminin sağ gözü yakut, sol gözü zümrütten ve her iki göz bebeği de gümüşten yapılıp içlerine bakırla bir çeşit tılsım, aslında golemin doğru düzgün çalışmaya devam etmesini sağlayan vefk çizilmişti; saçları muhtemelen ipekten ve tırnakları da sedeften yapılmaydı, saçlarının ucunda iri tüyler yarı aksesuar yarı saçın parçası olarak eklenmişti. Büyük ihtimalle inci kullanılarak yapılmış dişlerinin ortasında etrafı altınla belirginleştirilmiş safirler vardı, köpek dişleriyse büyük ihtimalle gerçek bir yırtıcıya -emin olmasam da çakala- aitti. Ayrıca parmağında bakır bir yüzük vardı, aynı bakır yüzük Mete'nin parmağında da vardı.

"Cidden kendi yaptığın et golemiyle evlenmene izin verildi mi?"

Dikkatli olan tek kişi sen değilsin.

Mete: "Şimdilik 'nikahsız ve ayarsız' sevgilileriz. Gerçi Kiraz'ın -ona adıyla hitap edin- insan ruhu yok."

Kiraz adını koyduğu için mi kıza epoksi reçineyle kapladığı kirazlardan küpe taktı yoksa zevkine taktığı o küpeler nedeniyle mi adını Kiraz koydu acaba?

Kyouka: "İnsan ruhu?"

"Golem kültürünün geldiği Musevi geleneğinde golem, 'ruhsuz bir insan' olarak tanımlanır; yaradılışı gereği insan zaten topraktan yapılma olduğundan inşa malzemesi golemi tanımlayan bir özellik değildir ama şaman geleneğinde ister Tanrı yapısı olsun ister kul yapısı, ister canlı olsun ister cansız her şeyin ruhu vardır. Sadece golemler insan ruhuna, hatta canlı ruhuna sahip değiller; eşyalara benzer bir ruh taşıyorlar. İnsan ruhuna oldukça yakın yapay bir ruh yerleştirebilirsin gerçi."

Mete: "Asla yapmam, beni terk eder."

"'Kendi Yaptığı Golem Tarafından Terk Edilen Simyacı.' Bundan iyi aşk hikayesi başlığı olur, not alayım. Alt başlık olarak da 'Hiçbir Şeyi Altına Dönüştüremedi Kalbinden Başka' yazarım."

Mete: "Dalga geçip durma, bir gün önüne som altından bir hançer koyacağım."

"Yav he he. Öyle bir hançeri getir, Erlikliler içinde bana ayrılmış bütün malvarlığımı sana geçirmeye hazırım."

Mete: "Gelir dağıtım sistemiyle yeniden kazanacağın için böyle rahat rahat konuşabiliyorsun tabii."

Kyouka fısıltıyla sordu: "Sizin ailede bir süre sevgilisi olmayınca kafayı yemek gibi bir gelenek mi var?"

"Mete'nin birkaç sevgilisi oldu... Kaç tanesi onu terk etti dersin?"

Kyouka: "Hepsi?"

"Çing-çing! Doğru cevap! Hepimiz değil ama bazılarımız Venüs'ün Reddi diye bir lanet taşıyoruz, hiçbir şekilde belli olmuyor ve kana kazındığından bozmak da mümkün değil. Bende de olduğunu düşünüyordum ama ya yokmuş ya da bir şekilde bozulmuş."

Kyouka: "Venüs derken..."

"Afrodit, evet. Neydi hikaye? Hah, tamam: Erliklilerden birine -kim olduğu konusunda tam otuz sekiz farklı rivayet olduğundan ona E. diyeceğim- bir çeşit... Görev vermiş, E. de görevi yapmadığı gibi Venüs'ü öldürmeye çalışmış; sonuç olarak da Venüs, E.'nin kanından bir damla dahi taşıyan herkesi lanetlemiş. Mutlu son."

Kyouka: "...Tam olarak neden Venüs'ten görev almış ki o?"

"Kimsenin fikri yok. Neyse, sonuç olarak ben ya da Mete gibi kişiler sonunda Venüs'ün Reddi'ne sahip olduğuna kani olup böyle yollara başvurabiliyorlar. Dediğim gibi tespit etmek mümkün değil, gerçekten var olup olmadığı bile belli değil o yüzden sadece onu taşıdığına veya taşımadığına kanaat getirebilirsin. Beni bundan koruduğun için tekrar teşekkürler, ay ışığım."

Söyledim! Kyouka'nın yüzüne karşı "ay ışığım" diyebildim!

Kyouka: "Ay ışığım... Ne diyorsun ya?"

Ona daha önce hiç böyle hitap etmediğim için şaşkın. Çok tatlı, cidden çok tatlı! Anlam vermeye çalışıyor.

"Biraz düşünürsen neden böyle dediğimi bulursun ama... Hadi yeni evlileri yalnız bırakalım."

Kiraz: "Kibarlığınız için, efendim adına teşekkür ederim."

"Önemli bir şey değil... Simyacımıza iyi bak."

Kiraz: "Bir de..."

Bakışları karardı, kişiliği mi var bu golemin?

Kiraz: "Efendimle dalga geçmezsen iyi olur."

Mete: "İyi, değil mi? İnsan ruhu yok ama kişilik eklemeyi başardım. Korumacı bir kişilik seçtim, korumacı ve... Eee... 'İstekli' bir kişilik."

"..."

İstekliye yaptığı vurgu düşündüğüm şey mi acaba?

"Peki, size iyi eğlenceler... Yeni evlendim diye evden çıkmamazlık ve uyumamazlık yapma."

Pislik yapmadan duramadım. Arkamı döndüğüm an Mete ya sessiz ama ağzını oynattığı bir küfrü basacak ya da el hareketi çekecek. Giderken Kyouka kolumu çimdikledi.

"Ay!"

Kyouka: "Etrafında neden bu kadar kız var? Akraban olsalar da."

Et golemini mi kıskandı, görevli tulpalardan birini mi yoksa başkasını mı? Kütüphanenin geneline baktığımızda erkeklerden çok kızlar var, onu mu kastetti?

"Ahahaha! Kıskandın mı?"

Kollarını önünde kavuşturmuş Kyouka'nın somurtup şişmiş yanağını birkaç kez dürttüm.

Kyouka: "Hmf!"

Kafasını çevirdi ama bu onu daha çok dürtmek istememe neden oluyor.

"İnanılmaz tatlısın ya! Merak etme, senden başka birine asla bakmam. Bana katlanmaya devam ettiğin sürece bunun garantisini veriyorum."

Kyouka: "Gerçekten mi?"

"Gerçekten gerçek mi, döngüsüne sokmayacaksan cevabım evet."

Kyouka: "Ya sokacaksam?"

"Yine evet."

Kyouka: "Ne değişti?"

"Artık üzgün değilsin, yeterli bir değişiklik değil mi? Sakın, sakın kalbimdeki buzları eriten gülüşünün bulutlanmasına izin verme; nedeni ben olsam bile. Dünyadaki en mükemmel kızı üzmek zaten günahkarın teki olan beni tamamen Cehennem odunu haline getirir, o yüzden... Bencilliğim için üzgünüm ama mutlu olmana ihtiyacım var, prenses."

Kyouka: "İruteriş olmayı düşünüyorsun, değil mi?"

"Pft... Özür, özür..."

Bir çimdik daha yedim.

"Sadece, şey... İlteriş demeye çalışana kadar L'leri ve sessiz-sessiz birleşimlerini gayet söyleyebiliyordun da."

Kyouka: "Aniden senin dilini konuşanların bile bilmediği kelimeleri getirip önüme koyuyorsun, evlilik yemininde de böyle yaptın. Ne yapabilirim?"

"Birleşim demeye çalışsana bir."

Kyouka: "Dalga mı geçiyorsun?"

"Ay ışığımla asla dalga geçmem."

Kyouka: "Bırak boş lafları... İlteriş olmayı düşünüyorsun, değil mi?"

"Evet, Sekizler'i yeniden toplayacağım. İli derleyen, İlteriş budur. Devleti, halkı toparlar, derler, birleştirir."

Kyouka: "Peki, sana bol şans."

"Ne? Yardım etmeyecek misin? Sensiz nasıl başarmamı bekliyorsun!"

Kyouka: "İki dakika yanından ayrılsam yine de bu hale geliyorsun. Yine de... Düşkünlüğün ve talepkarlığından şikayetçi değilim."

"Bunun imkanı yok. Talepkarlığım kesinlikle katlanılmaz, kendini zorlama."

Kyouka: "Peki."

"Hemen kabul etmesene ya!"

Başımı okşadı, daha rahat yapması için eğildim. Kyouka gülmeden edemedi.

Kyouka: "Komik görünüyoruz bence."

"Bence de ama umurumda olduğunu söyleyemem."

Kyouka: "Aradığın kitap neydi?"

Hemen yanımızdaki bir rafa uzanıp yeşil ciltli kitabı aldım.

"Korku hikayelerini seviyorsun, değil mi?"

Kyouka: "Seviyorum sevmesine de sen nereden biliyorsun?"

"Üç kere birlikte korku filmi izledik, iki kez Stephan King romanı okuduğunu gördüm. Acaba nereden biliyorum? Hiç de belli etmemiştin oysa."

Kyouka ve benim korku filmi izlememiz dışarıdan oldukça komik görünüyor olsa gerek, iki kadim şaman soyunun temsilcisi olarak özellikle ruhlu, hayaletli filmlerde "Yanınızda tuz ya da tütsü taşısanız böyle olmazdı" şeklinde bir tavrımız oluyor.

Kyouka: "Ay ışığımla asla dalga geçmem."

"Bu kadar iyi taklit yapabildiğini bilmiyordum. Kariyerini miko değil de komedyen olarak sürdürmelisin bence."

Kyouka: "Senden başka güldürmek istediğim biri yok."

Bilerek mi yapıyor? Öleceğim burada, bu kadar tatlı olmak kesinlikle silah sayılmalı!

"Neyse, bu da bir korku romanı. Korku romanlarından çok 'gerçek korku hikayeleri' adı altındaki şeyleri severim ama korku edebiyatında favorim budur."

Kyouka: "Hiç duymadığım bir yazar ve kitap."

"Erliklilerden biri yazıp tek nüshasını da buraya verdi çünkü; kopyasını bile almamış. Kitabın anadili Almanca gördüğün gibi. Senin için alacağım bunu, ben çoktan okudum; o yüzden Japonca çevirisini alabiliriz istersen. Gerçi halihazırda Japonca çevirisi olmadığından sadece kopyalamayacak, aynı zamanda çevirecekler o yüzden biraz uzun sürebilir."

Kyouka: "İyi olabilir. Konuşurken sorun yok ama uzun metinler ya da onun gibi şeyler zorlayabiliyor."

"Bir de şunu alacağım."

Aldığım diğer kitap "Bakır, Gümüş, Altın" adlı bir kitaptı; Uzakdoğu, Ortadoğu (daha çok İran) ve batı simyasını karşılaştıran bir çeşit rehber. Uzun zamandır ilgimi çeken bir kitaptı ama bir türlü fırsatım olmamıştı, hazır Büyük Kütüphane'ye gelmişken alayım dedim.

Diğer Bölümler İçin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder