Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

17 Eylül 2021 Cuma

Durum Raporu: Aile Bakanlığı Safa mı Yatıyor, İnsana Tahammülümüz (Evet, -müz) Kalmamıştır, Türk Dili Bölümüne Tarih Bilen Akademisyenler Aranıyor (Himinileri Gubardatacak Hobaraklar Aranıyor) ve Yozlaşmış Düğün Âdetlerimizde Bu Hafta: Takı Töreni (Özel Konuk, Aynen)

Aile Bakanlığı'nın Kpop muhabbetinden sonra TDK ve Diyanet'e haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım. Ulan beş, altı sene önce deli gibi Kore dizisi izliyordu millet, "Korecan" diye bir terim bile vardı ortalıkta. Sonra onların birazı animeye kaydı, anime izlemeyi bırakıp Kpop dinlemeye dönenler oldu falan... Dizi ve film, kültürel yayılım için mükemmel şeylerdir; Amerika bunu erken fark ettiği için Hollywood'un eski işleri öyle, Çin bunu fark ettiği için Hollywood filmleri günümüzde böyle. Yemeğinin, müziğinin, yaşamının, bayramlarının, edebiyatının... Her bir şeyinin tanıtımı yaparsın, yani daha doğrusu yapabilirsin; biz genelde yapmıyoruz, yaptığımızda da yarım yamalak ve yalan yanlış yapıyoruz. İstisnalar vardır elbet; ancak istisnalar, kaideyi bozma kudretinde olmadıkları için "istisna" diye adlandırılırlar. Aile Bakanlığı'na dönersek: Milletin deli gibi Minecraft oynadığı dönemlerin sonuna yaklaşılır, Minecraft videosu çeken "Youtuber"lar bile odaklarını yavaştan farklı oyunlara, günlük işlere, kapışmalara vs. kaydırırken (Roblox çılgınlığı biraz daha geç başladı) de Minecraft ile uğraşmışlardı. Hayır iş yapıyor gibi görünmek için saf ayağına mı yatıyorlar yoksa internetleri Türkiye ortalamasından bile daha yavaş da onun için mi mağaraya internet bağlatanlar için bile eskimiş şeyleri kovalıyorlar anlamadım ki.

İnsana tahammülüm kalmadı artık. Eskiden insanlığa -güvenmesem de- inandığım dönemler olmuştu. Şimdi... Hiç uğraşamam, yormayın beni. Yalnızlıktan şikayet etmek mi? Ben alışığım, çift kişilik yatak benim neyime ulan? (Müzik göndermesi yapacaktım ama sinirlendim birden. Gönderme hâlâ cümlede bu arada. Aha bu da ikinci gönderme: Başka bir şansım olsaydı bile olmak istemezdim aranızda. Yok, bu direkt alıntı oldu.) Siyaseti de gündemi de insanlığı da... Öhöm... Neyse. Zaten yazma sürelerimin aralığının uzadıkça uzaması da ondan: Artık insanlığa inancım yok, umudum... Hiç olmadı ki. Çabalamıyorum, bir şeylerin düzelmeyeceğini kabullendim. Bir bok olmaz böyle dünyadan da böyle insanlıktan da. Lut Gölü de kızarmış zaten, kapatalım gidelim dünyayı, yeter be. Eskiden insanlardan nefret ederdim, artık onun için bile yorgunum. Sadece insanları sevmiyorum artık, olumsuz bir duygu taşımaksızın. Hayır bir rahat bıraksalar da kendi dengemi bulsam ne iyi olacak, bir salın beni ya. Sikeyim şen şakrak olmayı da konuşkanlığı da girişkenliği de yeter lan. İnsan yüzü görmek istemiyorum artık, yıldım.

"Türk Dili bölümüne tarih bilen akademisyen şartı" diye bir haber var. Önce idealist bakış açısı: Dil ve tarih birbirinden ayrılamaz zaten. Hatta buna din ve mitoloji, folklor gibi birçok şeyi de ekleyebiliriz; yani "sosyal bilimler" birbirinden bağımsız olarak düşünülemez, hepsi bir bütünün parçasıdır ve mutlaka birbirlerinin alanına müdahale ettikleri bir zaman gelir. Şöyle ki: Tanzimat dönemini bilmeden Tanzimat romanını, Antik Yunan kültürünü ve mitolojisini bilmeden Homeros'u anlayamazsınız. Etimolojik bağlantılar da tarih ve kültürle, bittabi kültürün bir parçası olan yaygın dinle de ziyadesiyle ilintilidir. Mesela İslam öncesi Türklerde "deli" ve "sakat" kavramlarına bakışı bilmiyorsanız niye koskoca kahramanın destan boyunca "Deli" diye tanımlandığını, Tanrı'nın bizzat onu "deli kavat" diye sevdiğini ve bunun bir övgü gibi sunulduğunu anlayamazsanız*. Aynı şekilde, Ömer Hayyam'ı da yaşadığı dönemin siyasetini bilmeden sadece yüzeysel olarak anlayabilirsiniz. Dönemini ve Hayyam'ın hayatını biraz araştırırsanız kendisinin "Allahsız ayyaşın teki" olmadığını ve sadece iyi bir şairden çok daha ötesi olduğunu göreceksiniz (bu arada Gazali'yi anlamadan da Hayyam'ı anlamak o kadar da mümkün değildir ve zaten hem Gazali'yi hem Hayyam'ı anlamadan o dönemin siyaseti de güdük kalır). Zaten, Ömer Hayyam muhtemelen günümüzde çoklarının sandığı gibi ateist değildi, bir ihtimal agnostikti ve büyük bir ihtimalle "agnostiğe yakın Müslüman" idi -ki ben de eğer inancım hakkında tam ama kısa bir tanımlama yaparsam böyle tanımlardım; Tanrı'ya ve Hz. Muhammed'in rehberliğine inanıyorum ama Tanrı'nın var olup olmadığı ve varsa da Muhammed bin Abdullah'ın gerçekten onun elçisi olup olmadığı şimdilik benim aciz insan zihnimin bilebileceğim bir şey değil- (Dediğim araştırmaları yaparsanız neden böyle düşündüğümü de anlayacaksınız). Ulan konu nerelere geldi, velhasıl kelam "normal şartlar altında" bu aslında olması gereken. NŞA'yı yapıştırdığımıza göre, şimdi de gerçekçi bakış açısı: Bizimki gibi işlerin %99 oranında tanıdıkla yürüdüğü ülkelerde neredeyse kimse bunun yukarıda yazdığım türden bir farkındalık veya iyi niyetle yapıldığına inanmaz, ben de inanmam. Bu kuralı koyan kurumu, dönemin hükümetini vs. destekleyenlerin bile çoğu altında bir bit yeniği, bir torpil izi arar; ben de ararım.

*Daha önce de dedim, en İslamilerden biri gibi görünse de aslında Dede Korkut hikayeleri içinde Deli Dumrul, Tengrici/Şamanist referansları en çok içerenlerden biridir. İronik biçimde Tepegöz destanı ise Tengrici/Şamanist referansların en az, İslami etkinin en çok görüldüğü destanlardandır. Eskiler "deli"yi olumsuz anlamda kullanmazlardı: En becerikli şamanların "yarım" olacağına inanırlardı, bu yüzden de delilere ve çolaklara doğrudan "müstakbel kam" biçiminde yaklaşırlardı; çünkü şaman, bu dünya ile öteki alem arasındaki bağdı ve delilerin zihninin, sakatların bedenlerinin yarısı her daim öte alemdeydi (bu öte alem dediğim İslam'daki "gayb alemi" ile birebir aynı şey). Bu konu İslam'dan sonra "en iyi dervişler" konseptine döndü ve Sünni yerleşikler arasında hızlıca kaybolsa da "deli kültü" uzun zaman boyunca göçebelerde ve Alevilerde var olmaya devam etti; bu çağda, Sünni Yörüklerde büyük oranda kaybolsa da Alevi yoğunluklu bazı yerlerde "deli kültü" var olmaya devam ediyor. "Deli cesareti, deli kuvveti" gibi düpedüz övgüler de her ne kadar deli kültü toza dönüşmüş olsa da kadim hatıranın ayakları olarak dilde duruyor.

Günümüzde anlamsızlaşmış, gösteriş ve kavga aracına dönüşmüş ve -haliyle- eleştirilen birçok nişan, düğün, kına geleneğinin gayet iyi niyetli ve pragmatist amaçları vardı orijinalde. En basit örnek takı takmak: Günümüzde "Siz bize şunu taktınız, biz size şöyle taktık..." muhabbetleri (bizim millet de taktı mı takıyor ha) ve "Altınlar kimin annesinde kalacak" vs. tartışmaları nedeniyle kendinden nefret ettiren bu gelenek, başlangıçta yeni evli çiftin ekonomik açıdan zorlanmamaları için ortaya çıkmıştı. Yani "Yazık yeni evliler, şimdi akılları bir karış havadadır bunların (hem gençlik hem gerdek referansı var burada; en eskiler için evli cinselliği de büyük bir mesele değildi), şimdi hesaptır, eşyadır uğraşmasınlar; çok zorlanmadan ev düzsünler." şeklinde bir mantık bu işin olayıydı. Türkler özelinde şöyle bir olay var bu konuda: Türklerde "Mal bölünmesin" diye yapılan aile içi evlilikler çok çok sonra, yerleşik hayatla birlikte ortaya çıktı; ama beşik kertmesi olayı en eskilerden beri vardı, yani aile içi evlilikler çok daha az da olsa o zamanlar da yapılıyordu muhtemelen. Aynı şekilde, kızın erkeğin ailesinin evine taşınması da yerleşik hayatla ortaya çıkmıştır: "Evlenmek", kelime kökeninden de anlaşıldığı gibi gelinin de damadın da evlerinden çıkıp beraber yeni bir eve çıkmaları anlamına gelirdi Orta Asya'da. Ha taşınılan yer yine erkeğin obası olurdu, o ayrı; soylu ve/veya yönetici evlilikleri farklı bir olay elbet, herhangi bir çağ veya coğrafyada prensle evlenip de saraya taşınmayan biri olduğunu sanmıyorum (Bir tek Fatih, İstanbul'a taşındıktan sonra bile Edirne'de kalmaya devam eden Sitti Mükrime Hatun var ama o da Edirne'deki saraydaydı). Hah, yani şunu diyorum: Bu takı töreni, gelin ve damadın birlikte eve çıkmasından gelinin damadın ailesinin evine taşınmasına dönüştüğünde işlevini büyük oranda yitirdi ve sonuç olarak gayret kuşağı (Gelinin taktığı ve günümüzde saçma sapan şekilde bekaretle ilişkilendirilen kırmızı kuşak; bu arada bu kırmızı kuşak, Uzakdoğuluların "kırmızı kader ipliği" ile doğrudan ilişkili, nişan yüzüğüne kurdele takmak ve açılışlarda kurdele kesmek de hem gayret kuşağı hem kaderin kırmızı ipliği hem de birbirleriyle bağlantılı.) ve birçok başka aşınmış, sadece hatıralar sayesinde ayakta durabilen, bir kısmı gereksiz hale gelmiş, bir kısmı aslında hâlâ işlevsel ama öz işlevi unutulmuş olduğundan sıkıntı çıkaran düğün âdetleri ile aynı kaderi paylaştı. Bak mesela günümüzde her şey gibi yozlaşmış, dahası artık gerçekten gereksiz hale gelmiş başlık parasının da ortaya çıkış sebeplerinden biri budur (Daha çok kızın ailesini ilgilendiren birkaç ek sebep daha var). Bak "çeyiz sergileme" olayı da başlık parasıyla birebir aynı sebeplere dayalı olarak ortaya çıkmıştır ama onda esas aktör kızın değil oğlanın ailesidir. Takı töreni zaten Türklere, Anadolu'ya ve/veya Ortadoğu'ya özgü değildir, hemen hemen bütün kültürlerde olan "düğün hediyesi" olayının geliştirilmiş ve genişletilmiş şeklidir sadece; bu da temelde göçebe hayat ve yerleşik hayatın farklılıklarından kaynaklanan zorunlu bir değişimdir.

11 Eylül 2021 Cumartesi

Durum Raporu: Anime, Odysseius'un Abdesti (Odysseia Bitene Kadar Çekeceksiniz Dilimi), Umay Kültü ve Cacık

Çok fazla alakasız alakasız, saçma sapan olaylarla haremini genişleten "isekai" karakteri gördüm ama Cheat Kusushi'nin Reiji'si göl ruhunu oltayla tutarak çıtayı aşılması zor bir noktaya koydu. Bu arada Shiroi Suna no Aquatope'un çevirisi de yarım kaldı. Zerrece şaşırmadım, hatta altıncı bölüme kadar düzenli olarak çevrilmesine şaşkınım esas. 2. bölümü bile görmeyi beklemiyordum ben. Odd Taxi'de Odokawa ile ilgili fikrim doğru çıktı. Bokutachi no Remake de öyle gidiyor yani, klasik. Ha, ha... Aksiyon animesi yapan şirketler çizer yok, bütçe yok deyip savaş sahnelerini kesip biçiyor, karakterlerin kolunu bacağını çarpılmış gibi döndürüyorlar. O sırada KyoAni: Hadi bölümü 24 dakikalık rahatlatıcı komedi SoL animesine altı dakikalık (çeyreği ediyor) yüksek animasyon kaliteli savaş sahnesi koyalım AJAhjaGAJHKA. İsteyen yapıyor demek ki; madem savaş sahnesi çizmeye bütçeniz yok, niye "shounen" yapıyorsunuz lan? Bir de bu Dragon Maid'in bu söz konusu savaş sahnesi şimdiye kadar gördüğüm çoğu savaş sahnesinden daha heyecanlı ve detaycıydı. Türkanime yorumlarından çaldığım şu görseli de bırakıp gidiyorum. Fuumetsu no Anata E iyiydi bu arada, Akame ga Kill'den el almış gibi davranmasaydı daha iyiydi de neyse...

Ücretsiz olmayan ücretsiz mobil oyunlar var. Tabii siz mobil oyun sistemine vs. aşina değilseniz ne dediğimi pek anlamamış olabilirsiniz. Yabancıların "pay to way", oyuncuların (bu arada "gamer" için hâlâ "oyuncu" yerine "oyunbaz" karşılığında ısrar ediyorum; TDK bir salsa arşa çıkaracağım Türkçeyi de işte TDK anca tireye düşman kesilsin, kafasına göre kelimeleri birleştirip ayırsın falan...) "P2W" (oyuncu adam tembeldir ağa) dediği türden oyunları diyorum. Var bu arada, daha üstüne ek bir şey demeyeceğim. Bu kadar.

Odysseia bitmiyor deyip duruyorum da "Daha 1/3'i bitmedi bunun, hayır ben böyle mitolojik şeylerin hastasıyımdır bir de... Niye okunmuyor lan bu?" diye bir hesap yaptığımda yarısının bitmiş olduğunu fark ettim. Yalnız konu o değil. Konu şu: Odysseius'un "abdest aldığı" bir kısım var kitapta. Roma-Yunan mitolojisinde abdeste dair bir bilgim yok bak benim; yerel Çin ve Hint dinlerinde, başta zaten kendisi ışık-karanlık sistemi üzerine kurulu olan ve ateş kültünü abarttıkça abartan, bazı yörelerde bildiğin ateşe tapma noktasına gelen Mecusilikte (ateş kültü varsa su kültü de vardır, karşıtlık ilkesi), Şintoizm'de (evet, var) falan olduğunu biliyordum. Antik Mısır dinlerinde de var diye hatırlıyorum ama emin değilim, yerel Orta Asya dinlerinde de var. "Yerel Orta Asya dini ne lan, direkt Şamanizm desene?" Şamanizm'in Hindistan'da, Amerika'da, Kore'de, Finlandiya'da vs. yaygın olan bir ton kolu var (ben şahsi olarak Şintoizm'i bile Şamanizm'in kolu olarak görüyorum); zaten temelde Türk-Moğol Şamanizm'i ve Tengricilik olsa da başka yerel Orta Asya dinleri de var. Örneğin İbn Fadlan, "hiçbir şeye tapmadıklarını" iddia ettiği ama haklarında anlattıklarına bakınca muhtemelen doğa ruhlarına ve/veya kişiselleştirilmiş/ruhsallaştırılmış olmaksızın dümdüz doğanın kendisine taptıkları sonucuna varılabilecek bir Oğuz obasından bahseder. Aslında şimdi düşününce, bu Oğuz obası Tengriciliğin son derece katı ve Göktengri dışındaki ruhlardan arındırılmış (daha doğrusu bu tür ruhani işlere pek girilmemiş daha eski) bir versiyonuna da inanıyor olabilirler. Onun dışında yine İbn Fadlan, Başkurtlarda (Sakaların yani Doğu İskitlerinin torunları) "ahşaptan oyulma penis şekilli toteme dua etme âdeti" olduğunu söyler. Bu arada bu "penis totem" kültü (ne isim verilir lan buna?) Japonlarda da var (Ekşi'de "çüke tapan Japon milleti" diye başlık var lan, gerisini siz düşünün). Her ne kadar İbn Fadlan bunu -muhtemelen kendisiyle dalga geçme amacından başka bir şey gütmeyen- bir cevaba bağlamış olsa da (ve Başkurtlardan bahsettiği kısım bir yana, Oğuzlardan bahsettiği kısımda muhtemelen fazlaca kefir, boza ve kımız nedeniyle kafayı bulmuş biçimde oraları yazmışsa da) söz konusu ahşaptan oyma penisler muhtemelen Umay Ana'nın veya Sakaların bir diğer torunu olan Yakutların (Başkurtlar, Kıpçaklar ve Bulgarlarla [Slavlarla karışmış günümüz Bulgarları değil; Oğuzlarla ve Kazan Tatarlarıyla ilintili ve Ural kanına sahip olup bugün Ön Bulgar denenler], Yakutlar ise Sibirler ve Altay Türkleriyle karışmış durumda. Türk soylarının oluşumunda iki şey temel etkendir: Birinci ayrışma [Oğuzlar Uygurlardan ayrıştı ilk olarak], ikinci karışma/bulaşma. İkincinin en güzel örneği de Özbekler: Kangarlar, Oğuzlar ve Tatarlar başlıca kökenleri.) dediği şekilde Ayısığıt'ın aracısıydı; Tengriciliğin eski ve daha katı versiyonlarında Tengri'ye ek olarak inanılıp ibadet edilen tek varlık, tinlerin en üstünü. Buradan bakınca da onlar için hangi ağaç çeşitlerinin makbul bulunduğu, eğer bu işleri biliyorsanız aşikar. Bilmiyorsanız söyleyeyim: Kayın, huş, gece kültüyle ve "kötülükten kötülükle korunma" (karşıtlık ilkesi) ile ilintili olarak gürgen yani hayat ağacı kayının ikili karşıtı (zıttı değil, yin-yang olayı var burada), kış ve bununla ilintili "yaşam ateşi" kültüne bağlı olarak kızılçam ve daha nadir, diğerlerinin seviyesine daha az çıkan biçimde, daha çok insanın kendi gücüyle alakalı işlerde, bazen kayın yerine veya kayınla beraber hayat ağacı olarak yorumlanan ve her halükârda ruhani atıf yapılan huşun ikili karşıtı olarak da kavak. Sonra Bay Ülgen olsun, Kayra Han olsun onun yerini aldı tabii; ama Umay kültü, bugün Anadolu'da dahi varlığını gizliden gizliye sürdürür; Bay Ülgen, Kayra Han ve Erlik Han'ın izleri neredeyse bütünüyle kaybolmuştur Çayardı'nın (Farsça: Maveraünnehir) berisindeki topraklarda ama Umay Ana'nın nefesi hâlâ ailenin, bebeğin ve annenin ensesindedir: Mesela lohusa şerbeti, bütünüyle Umay Ana'nın ikili karşıtı olan Al Ana'dan korunmak için icat edilmiş bir iksirdir. Bu arada evet, teknik olarak bu bir iksir. İksir deyince insanı kurbağaya çevirmek gibi saçma sapan şeyler gelmesin aklınıza, eskinin şifacılarına, özellikle de Türk-Anadolu şifacılarına göre bugün reçetesiz aldığımız grip şurubu da iksirdi, Barış Manço'nun şarkısını yaptığı nane limon da iksirdi, kefir de iksirdi. Zaten bundan dolayı bu ülkenin kültüründe tarhana çorbasıyla prenses iyileştiren bir süper kahraman var. Bu arada Keloğlan tam bir "bahtsız şaman" yani "gürgenden düşmüş şaman" tasviridir, onu da belirtmeden geçmeyeyim. Gürgen hakkında yukarıda gerekli malumat var, alakayı kurmak size kalmış. Her şeyi de devletten beklemeyin. Ha lohusa şerbetinin bu saydıklarımdan (kefir, çorba, şurup vs.) farklı olarak gerçekten ayinsel yönü var, doğru. Yalnız Al Ana, Umay Ana'nın karanlık tarafı/ikizi değildir her ne kadar yin-yang yani yaruk-kararuk düzleminde karşıtı olsa da; Umay Ana'nın karanlık yüzüne/ikizine doğrudan Kara Umay denir, umacıları gönderen de Kara Umay'dır basit bir örnek olarak. Neyse, Odysseius'un abdest alması ilginç yani. Bir sürü pratikte şekli değişse de olan şeylerden biri abdest (tıpkı oruç gibi) ama Roma-Yunan mitolojisinde abdest kavramından habersizdim ben.

Ha bu arada buradan "Theia oğlu Helios"u "Tanrı oğlu Güneş" diye çeviren çevirmene de selamlarımı yolluyorum. Gerçi bizimkinin suçu yok, muhtemelen Latinceden Fransızcaya veya İngilizceye çeviren tip, hatta belki de Yunancadan Latinceye çeviren tip bu sonuca yol açtı. Lan hangi Tanrı? Pagan oğlum bu adamlar, on farklı tanrıça hakkında "Tanrıçaların en tanrısalı" cümlesinin kurulduğu bir mit bu. Hangisi ulan en tanrısal, bir karar verin. Titan Helios, Zeus'un oğlu olamayacağına göre? Lan Antik Yunan'da Zeus'un üstünde bir de Orta Asya'nın Göktengri'si gibi fizikselliği olmayan, tek sıfatı Tanrılık olan ve "asıl, gerçek ve tek Tanrı" olan bir varlık var da ben mi bilmiyorum? Gerçi onun da suçu yok, ne diye "Hyperion oğlu" değil de "Theia oğlu" diyorsun, sonra millet "Tei" sanıyor onu. Oh be, nasıl dolmuşsam Homeros hıyarına. Durduk yere adam niye hıyar oldu ben de bilmiyorum, canı cacık çekmiştir.

Hadi şimdi tartışma başlasın: Cacık Türk yemeği mi Yunan yemeği mi? Bunun hakkında iki şey deyip geçeceğim: Birincisi, "cacık" Türk, "caciki" (Yunanca Latinizasyon ile "tzatziki") ise Yunan yemeğidir. İkincisi: Temelde aynı şey olan her iki yemeğin en olası kökenine baktığımızda, olağandan çok daha batıda (Antalya, Aydın vs. civarında) yaşayan Perslerin (daha doğrusu Farisi/İrani halklardan birinin; muhtemelen Pers değillerdi) bir grubunun/boyunun "jaj" adını verdiği ve biraz cacığa ama esasında cacıktan çok haydariye benzeyen bir yemekleri olduğunu görüyoruz (Aynı isim verilen benzer bir yemek Kafkasya'da da vardı diye bir bilgi kalmış aklımda ama güvenilir değil, ona bir bakarsınız). O dönemler Anadolu'da birkaç insan haricinde hıyar yok tabii, henüz Hindistan'da ve Çin'de var. "Salatalık Amerikalı" şeklindeki safsatalara karşı: Aha bir, aha iki, aha üç, aha dört. Tabii Mevlana'nın Mesnevi'de kafasına vurduğu has Anadolulu nohudu bile Amerikalı yapan tiplerden ne bekliyorsam? Çilek ve patlıcan da Amerikalı değil bu arada. Patlıcan yine salatalık gibi Hintli-Çinli (Amerikalı kültür türleri de var ama Çin'de ta milattan önceden beri tarımı yapılıyordu), çilek Avrasyalı (Japonya'dan Britanya'ya dek yabani yayılış alanı, ilk yetiştirme kaydı Fransa. Ha modern çilek Amerikalı çünkü orada yerel yabani çilek türleriyle melezlenerek var olabildi günümüzün bahçe çileği; ama mesela ondan çok daha eski, doğrudan Fransızların yetiştirdiği ilk kültür çileğiyle buradaki yabani dağ çileklerinin [Fragaria vesca] melezlenmesinden oluşan Osmanlı çileği isimli rengi böyle pembe-beyaz kalan, ekşimtırak ve yoğun aromalı muhteşem bir çilek çeşidi var.). Yani özetle, bir Kürt çıkıp "Hayır arkadaşım cacık Kürt yemeğidir." dese ben itiraz edemem; siz üçlü şekilde birbirinizi yemeye devam edebilirsiniz, sizle mi uğraşacağım?