Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

30 Aralık 2016 Cuma

Devlet-i Aziz

DEVLET-İ AZİZ'İN KURULUŞU

Devlet-i Aziz; siyasi durumu o sıralar pek de belirgin olmayan Balıkesir'de, MS 212'de; "Atapaşalar" denen kişilerce kuruldu. Bu kişiler Tengrici (sonradan Musevi) Semender Paşa, teslis karşıtı Hristiyan Çakır Paşa, Hanif dinine inanan Kenan Paşa'dır. Devlet-i Aziz'in ilk yıllarında; devletin belirgin bir yöneticisi yoktu. Atapaşalar ve halk, kendilerini koruyacak kadar askerlik bilen kişilerdi.Devlet-i Aziz kurulduğu ve paşalarca yönetilmesine rağmen, Büyük Arap Devleti'nin melikleri, Yunanların tekfurları, Rus Çarlığı'nın knezleri hala bölgede bulunmaktaydı ve bu durum, uzunca bir süre devam etmiştir.

DEVLET-İ AZİZ'DE SULTAN FİGÜRÜ

Devlet-i Aziz'de, ilk başlarda bir yönetici figürü bulunmamaktaydı. Paşalar, devletin işlerine ortakça karar verirdi. Ancak, zamanla, diğer devletlerle görüşmeler için; göstermelik de olsa bir hükümdar figürüne ihtiyaç duyuldu. "Hakim" adı verilen bir paşa, tam yetkiyle donatıldı. (300 yılı civarında) Ancak; zamanla diğer paşalar da hakim olmak istediler. Sonuçta, 456 yılında; "Hakim" görevi kaldırıldı. Tam olarak 500 yılında ise, Devlet-i Aziz'de "Sultan" figürü ortaya çıktı. Buna göre, zengin biri seçilip "Sultan" olarak gösterilecek, ancak hiçbir yetkisi olmayacaktı. Tüm yetkiler paşalara aitti. Yine de, paşalar, bilinçli olarak halk ve çevre ülkelerde "Her şeye gücü yeten sultan" imajını yaydılar. Gerçekten yetki elde etmeye çalışan sultanlar, paşaların verdiği kararla idam edildi. Paşaların "Paşalık maaşı" oluyor; bu maaş, vergilerin kullanılmayıp artan kısımlarından paşalara bazen eşit, bazense hizmetlerine göre artırılıp azaltılarak hepsinin razı olduğu biçimde yapılıyordu. Sultan da bu paşalık maaşının bir kısmını alıyordu. Paşalar, genellikle paşalıktan ayrı olarak ticaret ve memurluk başta olmak üzere başka işler de yapıyorlardı. 1014 yılında en etkin paşalar ve meslekleri, şöyleydi:

Akpapak Erdem Paşa: Kemanger, aşçı, otacı
Ali Bedrettin Paşa: Medresede alim
Artun Paşa: Mühendis
Kurulcu Hakkı Paşa: Kadı, memur
Mushaf Paşa: Memur
Özenli Abdullah Paşa: Medresede Alim
Yahya Paşa: Papaz
Zehirci Süleyman Paşa: Eczacı

DEVLET-İ AZİZ'DE KANUNLAR

Devlet-i Aziz'de, kanunlara sultanın bile uyması gerekiyordu. Halk tarafından bu bilinmese de, paşalar ise kanunlara uymama ve onu değiştirme yetkisine sahipti; ancak tek bir paşa, bunu kendi kafasına göre yapmaya kalkarsa idam edilirdi. Paşalardan başka, yerel yöneticiler olan kale beyleri vardı. Bunlar, vali tarzı yerel hükümdarlardı. Paşaların, kale beylerinin ve sultanın "vezir" denen yardımcıları vardı. Devlet-i Aziz'de, kanunlar basit ve açıktı.

DEVLET-İ AZİZ'DE RESMİ DİL

Devlet-i Aziz'de resmi dil Türkçe'ydi (Günümüz Türkiye Türkçesine oldukça yakın olup Batıkanca diye de bilinir). Ancak çevrede yaygın olan her dil, devlet içinde kullanılıyordu. Devlet-i Aziz, Latin alfabesinden uyarlama bir yazı kullanmaktaydı. Bu yazıya Arapça ve Farsça Elifbe-i Devlet-i Aziz, Avrupa'nın her yerinde (Latince) Sanctis Turcorum Litteris, Türkçe ve Moğolca ise Kutyazı denirdi. Paşalar arasındaki yazışmalarda bu alfabeye ek olarak Arap alfabesi ve Hun alfabesi (875'ten sonra Göktürk alfabesi) de kullanılıyordu.

Kutyazı'nın en net örneği, 1017 yılında Ali Bedrettin Paşa'nın Yahya Paşa'ya gönderdiği mektuptur.
Ali Bedrettin Paşa'nın Yahya Paşa'ya gönderdiği mektup; Beypazarı'ndaki Ankara Göçebe ve Aziz Müzesi'nden. (Müzenin kuruluş adı Angora Göçer ü Aziz Betiği olup 1345 yılında, paşaların ortak kararıyla kurulmuştur)
Mektupta şöyle yazar:

Dostum Yahya, Angora (Ankara) yakınlarında yaylağı, Adalya (Antalya) yakınlarında kışlağı olan, Arabların Şarabî, Türklerin İçküci dediği, ayyaşlardan, sarhoşlardan müteşekkil bir Pers obası vardır. Akpapak Erdem Paşa, devlet içinde nüfuzunu iyicene arttırmıştır. Dahası, kardaşı da Êl-Han Oktay Bey'dir. Paşa olup kale beyi olup devletin imkanlarını iç etmiştir. Sofoğulları'nı ticari yönden kışkırtıp cenge sebebiyet vermiştir. Devletin tüm kurumları, Umaroğullarınca ele geçirilir. Belekoma'da (Bilecik'te) yirmi, Smirna'da (İzmir'de) on, İmroz'da (Gökçeada'da) beş, Misya'da (Balıkesir'de) on beş, Bitinya'da (Yalova'da) eki yiğirmi (on iki), Purusa'da (Bursa'da) yegirmi (yirmi), Pegae'de (Çanakkale'de) törüt otrı (yirmi dört), Manesya'da (Manisa'da) altu (altı) memur onlardandur. Civarın en büyük Yörük obası olmaları da cabası. Yüz çaşıt (casus) bizim bildiğimiz. Bilmediğimiz daha iki yüz ilâ üç yüz tanesi vardır. Meng (Ben) kızıl börklü dervişlerim ile Zülfikar kimin (gibi) kılınç (kılıç) tutan alplarımı toplayacam. Sen de kara giyimli rahiplerin ile haç kimi (gibi) kılıç tutan ippótislerini (şovalyelerini) topla. Tez varıp Akpapağa haddini bildirelim, it dalaşını görelim. Bu işi Muhakeme-i Uluğ'a bırakamayız. Daha önce Muhakeme-i Uluğ'da Mushaf Paşa'nın, tüm has çerileriyle Akpapakça öldürüldüğünü unutma. Bir kaç güne Hicaz'dan Şeyh Muhammed Hasan Şah, ziyaretime gelecek. Alevi obaları, Kayı'dan olduğundan Akpapağa ses çıkarmaz. Şayet şeyh onları bizden tarafa çekerse bir şansımız olur. Tez var, husumetlilerden Miletopolis tekürü (tekfuru) ile Karameliğe habar (haber) sal. Tek bir gümanın (şüphen) dahi olur ise, yahut zaten var ise bundan böyle kanlı bıçaklıyız, bilesin. Ali Bedrettin Paşa.

DEVLET-İ AZİZ'DE ASKERİYE

Devlet-i Aziz'de, ilk kez 602 yılında düzenli orduya ihtiyaç duyuldu. Bundan önce ise; paşalar ve kale beylerinin muhafızlarından oluşan ordu birimleri bulunuyor; Devlet-i Aziz askeri gücünü büyük oranda halka, bilhassa göçebelere bağlıyordu. 602 yılında, Devlet-i Aziz ağır bir yenilgi aldı ve o döneme kadar kazandığı birçok toprağı kaybetti. Paşalar, düzenli orduya gerek olduğuna karar verdiler. Böylece; beş temel birime ayrılan düzenli ordu kuruldu.
800'lü yıllarda ufak bir "Göçerler" birliğini gösteren minyatür; ünlü seyyah Gezergörür'ün "Devlet-i Aziz'de Siyaset-ü Askeriye" adlı eserinden.
1) Halk Eri Birliği: Halkın kendisi tarafından; savunma amaçlı kurulan askeriye ve polis birliği. Temel alt birimleri "Kolcular" (Polis), "Şehir muhafızları", "Sınır muhafızları", "Göçerler" (Göçebe halkların kendi içinde kurduğu askeri birimler) idi.
2) Paşa Alayı: Paşaların emri altında bulunan muhafız, casus, ordu ve beylerden oluşan birlikler. Paşaların, kale beylerinin hepsi ve sultan bunlara sahiptir.
3) Bre Çeriler: Saldırı için esas askerlerdir. "Sultanın" (Sarayda bulunan ordu), "Gavırın" (Fetihler için kullanılan ordu), "Yaşağın" (İsyanları durdurmakla görevli ordu) ve "Düşbenin" (Ülkeyi işgalden korumakla görevli ordu) olarak dört alt birimi bulunur.
4) Casusiye: İstihbarat ve suikast teşkilatı.
5) Devriye Bölüğü: Askerleri denetleyen, üst-ordu. Genellikle tamamen beylerden, paşalardan müteşekkildir.

1234 yılında, "Arkadanlar" denen bir bölük de kurulmuştur. Bu bölük ön saflarda savaşmaz, savaşa doğrudan katılmazdı. Alt birimleri şunlardır:

1) Ordu Kervancıları: Ordunun ekstra silahlarını, gıda maddelerini taşıyan birim. Ordunun bir kaç saat kadar ardından gelir. Temel binekleri devedir.
2) Nişangah Muhafızları: Ordunun geçeceği yerlerde, ordunun ihtiyacı olabilecek malzemeleri (silah, yiyecek vs.) depolayıp ordu geçerken orduyu yenileyen birimdir.
3) Avçeriler: Ordu yolda iken, yenilebilir bitkileri toplayıp hayvan avlayan; orduya yemek pişirip etleri tütsüleyen birim. Ordu içine karışık halde bulunur, savaş başladığında geride durup düşmanın ilerlemesini yavaşlatırlar. Genellikle yayan olup nadiren eşek, katır, midilli, deve ya da file binerler.
4) Kemçeriler: Gemi, araba, mühimmat vs. eşyaları yapan birimdir.
5) Kamçeriler: Din adamları, alimler, misyonerlerden oluşur. Rakibi, onların dinini kullanıp barışa yöneltme veya savaşta güçsüz, kararsız duruma düşürmekte kullanılan birimdir. 1800'lü yıllarda bunların listesinde; Devlet-i Aziz içinde ve yakınlarında inanılan her dinin her mezhebinin ve tarikatının bir temsilcisi olduğu göze çarpar.
6) Yolçeriler: Önden gidip yolu temizleyen birimdir.

DEVLET-İ AZİZ'İN SİLAHLARI

Devlet-i Aziz'de kullanılan silahlar; birimlere ve paşalara göre farklılık gösterse de, 1300 yılında yapılan bir listeye göre, Devlet-i Aziz içinde şu silahlar kullanılmaktadır: Düz kılıç, eğri kılıç, çatallı kılıç, mızrak, içbükey yay, dışbükey yay, Tatar yayı, uzunyay, yatağan, ucu bıçaklı mızrak, ucu kılıçlı mızrak, gürz, teber, savaş kamçısı, topuz, kama, hançer, uzun kama, kısa yatağan, ağır kılıç, katana, rapier, pala, gaddare, şeşmir, karabela, dadao, jian, suikastçi bıçağı, halat, keser, testere, çivili baston, ıslak odun, dikenli kızılcık sopası, iğne, zehir, mey-i mevt (karşıdaki insanı sarhoş edip beynini yıkamaya yarayan bol alkollü bir içki. Genelde bir çok farklı içkinin karıştırılıp bal, meyveler, afyon ve mayayla tekrar uzun süre fermente edilmesiyle yapılırdı. Mucidi Semender Paşa'dır.), iftira (listede iftiranın silah olarak kabul edilmesi, ilginç bir ayrıntıdır), havan topu, meşale, ateş mızrağı, alevli ok, humbara, meç.

1857'deki bir başka listede ise bunlara ek olarak tüfenk (misket tüfeği), el bombası, mayın, piştov da sayılmıştır. Devlet-i Aziz'in son ana kadar geleneksel silahları terk etmediği, en azından merasimlerde kullandığı bilinmektedir.

Devlet-i Aziz savaşlarda at, deve, katır, kartal (benzeri kuşlar) ve fil kullanıyordu. Filler, ancak Hindistan'daki fetihlerden sonra; sınırlı olarak kullanılmıştır. Bununla beraber Devlet-i Aziz, bilhassa kendi topraklarında olan savaşlarda az askerle düşman karşısına çıkıyor; bu askerler, bölgedeki ayı, kurt, yaban domuzu gibi hayvanları düşmana çekiyor; bu esnada destek kuvvet ve usta avcılar geliyordu. (Bir çok tanınmamış avcı, bu tür savaşları tanınabilmek için iyi bir fırsat olarak düşünüyordu)

DEVLET-İ AZİZ'İN BAYRAĞI
Devlet-i Aziz'e ait ufak bir bayrak, Harbiye Askeri Müzesi
Devlet-i Aziz'in, ilk başta belli bir bayrağı yoktu. 300 yılında üçgen, beyaz bir bayrak kullanmaya başladılar. 600 yılında; yine üçgen, yeşil bir bayrak kullanmaya başladılar. 800 yılında; Devlet-i Aziz'in biri yeşil, diğeri kırmızı olmak üzere iki farklı üçgen bayrağı vardı. 837 yılında bu ikisi birleştirilip üçgen ve altı kırmızı, üstü yeşil bir bayrak yapıldı. 951 yılında; Devlet-i Aziz'in kendi bayrağının yanında, göçebe beyi olmayan her paşanın da kendi alayına dair sancak olması zorunluluğu getirildi. Göçebe beyi olanlar, obalarının sancağını kullanıyorlardı. 1200 yılında; sarı zemin üstüne siyah çizgili; ejder figürlü bir bayrak yapıldı. 1342 yılında bu bayrağa kırık bir kılıç da eklendi. 1400 yılında bayrak zemini mavi ya da yeşil (her ikisi de dönemde kullanılmıştır), ejderi kırmızı ya da sarı (her ikisi de dönemde kullanılmıştır) bir bayrak ve ejderin etrafında hilal ve güneş gibi semboller kabul edilmiştir. Bu bayrak sonraki tüm dönemlerde de kullanılmış; yalnızca 1506 yılında "Din sancağı" adıyla başka bir bayrak daha kabul edilmiş; ancak bu bayrak yaygınlaşamamış ve yalnızca din adamları, Yahudiler ve göçebe Hristiyanlar tarafından kullanılmıştır. Din sancağı sağdan sola, esas bayrak ise soldan sağa şekillenir.
Din Sancağı; bazen hilali altta ya da arka fonu kırmızı olarak da kullanılmıştır. Bazen, haç kılıç, hilal de yay biçiminde de gösterilmiştir. Nadiren hilal yerine hat sanatıyla, altın varakla "لا إله إلا الله" ya da "אין אלוהים מלבד יהוה" yazıldığı da olurdu. Kıptiler haç yerine ankh, Ortodoks din adamları ise Petrus haçı kullanmıştır. Bu sancağın arkası kırmızı, desenleri kapkara, üçgen biçimli olanı ise inançsızlar ve Satanistler tarafından, birbirlerini tanımak amacıyla rozet olarak kullanmışlardır. Satanistler, üçgenin ucuna bir halka eklemiştir.
DEVLET-İ AZİZ'DE HUKUK

Hakkın arandığı yere "Mahkeme" deniyordu. Mahkemelerdeki görevliye "kadı" adı verilmekle birlikte, Devlet-i Aziz'in kanunlarınca; dini ve milleti ne olursa olsun davalara bakarlardı. Paşalar arasındaki dava ve anlaşmazlıklar, Muhakeme-i Uluğ denen özel bir mahkemede; tüm paşaların güvendiği, genelde sıradan davalara değil de sadece Muhakeme-i Uluğ davalarına bakan ve "Aziz Kadı", "Kadı Aziz" ya da "Kadı Azam" denen bir kadı tarafından bakılıyordu. Kadılar, sonuca kavuşturdukları dava başına para alıyor; ama davalara bakmadıkları zamanlarda, ticaret ve memurluk başta olmak üzere başka işler yapıyorlardı.

DEVLET-İ AZİZ'DE TARIM VE HAYVANCILIK

1897'de yapılan bir listede göçebe halklar ve saksı bitkileri de dahil olmak üzere şunlar sayılmıştır: İğde, zeytin, çayır mantarı, kestane mantarı, melki, tuzlu melki, puf mantarı, shiitake, yosun, kara nilüferi, bambu, hıyar, mısır, bakla, kiraz, gül, ayva, üzüm, biber, nane, fasulye, ahududu, çilek, sarımsak, soğan, patates, ceviz, domates, patlıcan, karnabahar, brokoli, maydanoz, nane, pirinç, çavdar, bakla, fasulye, bezelye, bamya, vişne, kuş üzümü, böğürtlen, gül, ballıbaba, gülhatmi, patates, havuç, armut, elma, huş, karaağaç, meşe, çam, akçaağaç, söğüt, kabak, yaban mersini, çay, akasya, kestane, fındık, sedir, sakız ağacı, sahlep, havuç, domates, şerbetçiotu, haşhaş, gat, kahve, kakao, muz, mango, Frenk inciri, koka bitkisi, meyankökü.

1500'lerde yapılan bir listede ise bineklik, av, evcil ve savaşlarda kullanılanlar da dahil olmak üzere şu hayvanlar sayılmıştır: At, ayı, domuz, yılan, kertenkele, köpek, kedi, heybeli sıçan, alabalık, sazan, mersinbalığı (kayıtlarda "Nere balığı" ya da "yelimbalık" diye geçer), pars, kaz, ördek, manda, sığır, deve, kartal, şahin, tavşancıl, çakır kuşu, güvercin, tavuk, tavuskuşu, sülün, kurbağa, kaplumbağa, papağan, eşek, katır, koyun, keçi, fil, arı, ipekböceği, deve kuşu, zebra, ceylan, geyik, kurt, yak, hindi, karakulak, serçe, çekirge, kerevit, yengeç, alabalık, koi, çipura, karagöz, somon, yılanbalığı, Japon balığı (Kayıtlarda "Cinyu" diye geçer), piranha (Kayıtlarda "Isırgan balık" olarak geçer), soytarı balığı, cerrah balığı, papaz balığı, berber balığı, lepistes, pangasus (Kaynaklarda "Hint yayını", "Bengal yayını" ya da "Kaplan yayın" diye geçer), kaplan, tavşan, gelincik, tilki, çakal, ıstakoz, karides, mercan, deniz şakayığı, sünger, uğurböceği, fok, timsah, yayın balığı, ahtapot, kalamar, yaban domuzu, sincap, yediuyur, Bett splendens (Devlet-i Aziz kaynaklarında "Siyam balığı", Yörük kaynaklarında "Kalagamun" diye geçer).

1867'de yapılan bir liste; kedi, at, köpek ve develerin çeşitleri sayılmıştır.

Bu listeye göre develer: Hecin, çift hörgüçlü, tülü, lama, alpaka, buht, dema'dır.

Köpekler: Akbaş, tazı, Alman kurdu, kurt köpeği, çomar (Anadolu çoban köpeği), Çin aslanı, Tibet mastifi, Dosa Gae (Kore mastifi), kangal, altın avcı (Golden retriever), zağar, Kars çoban köpeği, Losze (Pug), Rotweil köpeği (Rotweiler), Sibirya kurdu'dur.

Atlar: Anadolu atı, Ayvacık midillisi, Canik atı, cirit atı, Çukurova atı, Doğu Anadolu atı, Hınıs'ın kolu kısası (Hınıs atı), Karacabey atı, Nonius, Karakaçan atı, Trakya atı, Malakan atı, Arap atı, haflinger, İngiliz atı, rahvan atı, semer atı, tırıs atı, yılkı, Uzunyayla atı, Kırşehir kurutlu kaytalısı, Kızılcahamam topuğu kıllısı, Anadolu teke, çamardı kulası, ahal teke, Başkırt atı, Bosna-Hersek atı, deliboz, don atı, Moğol atı, Hazar atı, Irak atı, Nogay atı, Kabartay atı, Karabağ atı, Karabayır atı (Karabair), Kırgız atı, Olkay atı (Lokai), Urum atı (Rumeli atı), Yomud, Türkmen atı, Yakut atı, Berberi atı, Başkırt kıvırcığı (Başkır kıvırcık atı)'dır.

Kediler ise şöyle listelenmiştir: Habeş kedisi, Ege kedisi, Kıbrıs kedisi, Anadolu kedisi (Turkish shorthair), İran kedisi, Angora kedisi, Van kedisi, kırıkkulak (Scottish fold), İran kısa tüylüsü (Exotic shorthair), Çamlık kedisi (Norveç orman kedisi), tekir, renkli (calico).
İsa Kara Bey ve Tozkoparan'ı gösteren bir mozaik. Balıkesir-Köylüköy yakınlarındaki, İsa Kara Bey'in beyi olduğu "Karakelamyaylıları" (Kısaca: Karayaylar) obasının bulunduğu yerden.
Paşalar ve beylerin hayvanlarının, bilhassa atlarının kaydı çok iyi tutulmuştur. 1020 yılındaki bir liste, şu şekildedir:

Akpapak Erdem Paşa: Koçyılkı (Ahal teke), Altunhan (Ahal teke), Bozhun (Rahvan), Yelkimi (cins bilgisi yok), Uçar (cins bilgisi yok), Kılınç (cins bilgisi yok), Duman (cins bilgisi yok), Özgür (Yılkı), Tatarcık (Moğol atı), Alapusat (Don atı), Başıbozuk (cins bilgisi yok)
Ali Bedrettin Paşa: Düldül (cins bilgisi yok), Burak (Arap atı), Kemanlı (cins bilgisi yok)
Artun Paşa: Atkafası (cins bilgisi yok), Kafesî (cins bilgisi yok), Kafalı (cins bilgisi yok)
Büyük Seyid Paşa: İskender (cins bilgisi yok), Ada (İngiliz atı), Orhun (Moğol atı)
Êl-Han Oktay Bey: Kuzgun (cins bilgisi yok), Alev (cins bilgisi yok), İnci (cins bilgisi yok)
Hasan oğlu Kızılca Hüseyin: Akdüldül (Arap atı), Duman (cins bilgisi yok), Albarak (Arap atı), Rüzgar (Ahal teke)
İsa Kara Bey: Pusat (cins bilgisi yok), Baybars (cins bilgisi yok), Kürşad (cins bilgisi yok), Tozkoparan (cins bilgisi yok), İskender (cins bilgisi yok), Küçük (Ayvacık midillisi), Ufak (Ayvacık midillisi), Destan (cins bilgisi yok), Kadırga (cins bilgisi yok)
Kerim Paşa: Pusat (cins bilgisi yok), Aksi (cins bilgisi yok), Kayra (Moğol atı ya da Ahal teke)
Kırkçı Selim Bey: Semerli (cins bilgisi yok), Nallıhan (cins bilgisi yok), Ulayunt (Ahal teke)
Kurulcu Hakkı Paşa: Yeloğlu (cins bilgisi yok), Elkızı (İngiliz atı), Uçar (Ahal Teke)
Lefter Paşa: Pegasus (cins bilgisi yok), Armageddon (cins bilgisi yok)
Mushaf Paşa: Burak (cins bilgisi yok), Düldül (cins bilgisi yok), Zülfikar (cins bilgisi yok), Ziynet (Rahvan)
Mustafa Atçı: Akyılkı (Yılkı), Saruhan (Ahal teke), Pusat (Rahvan), Gökçe (cins bilgisi yok)
Özenli Abdullah Paşa: Atılgan (cins bilgisi yok), Kasırga (cins bilgisi yok), Fırtına (cins bilgisi yok), Tadık (Arap atı), Mahşer (cins bilgisi yok)
Yahya Paşa: Kral (İngiliz atı), Savaş (Arap atı), Uzak (Arap atı), Avelut (cins bilgisi yok)
Yasin Kevser Bey: Burçak (cins bilgisi yok), Memalük (Arap atı), Asi (Ahal teke)
Zehirci Süleyman Paşa: Simya (Ahal teke), Toprak (cins bilgisi yok), Ateş (cins bilgisi yok), Su (cins bilgisi yok), Rüzgar (cins bilgisi yok), Yarpuz (cins bilgisi yok)

DEVLET-İ AZİZ'DE GİYİM
6. yy.da "Has Topraklar"da yaşayan sıradan bir Hintli, bu şekilde giyiniyordu.
En çok kullanılan giysiler börk, sarık, keyfiye, çapan, şalvar, pantolon, gömlek, kemer, kuşak, kazak, çarık, bindallı, taç, kavuk, çizme, maske, kefiye, Hint türbanı, baş örtüsü, kavuk, şapka, süveter, zırh, miğfer, kolçak, eldiven, çorap, don, küpe, kolye, bileklik, etek, külah, cübbe, terlik, kasket, aba, ceket, hırka, kösele ve yüzüktür. Ayrıca günümüz tişörtlerine çok benzeyen bir kıyafet olan "tügmesiz köynek" de sıkça kullanılırdı. Buna ek olarak yerel kıyafetler de kullanılırdı. Bu liste, "Has topraklar" denen yerlerde, yerleşik yaşayanların ve Türk-Moğolların giyimine aittir.
Has topraklar şuralardır: Çanakkale (Gelibolu hariç),Balıkesir, Bursa, İzmir (Gediz'in Kuzeyi), Manisa (Gediz'in Kuzeyi), Kütahya, Bilecik, Eskişehir, Bolu, Düzce, Sakarya, İzmit, İstanbul (Anadolu yakası), Ankara (Nallıhan ve Beypazarı)

DEVLET-İ AZİZ'DE HALK

Özellikle Has Topraklar ve Hazar havzasında halkın çoğunluğu Türk'tü. Buna ek olarak 1300 yılında yapılan bir listede, Anadolu'daki halklar şöyle sayılmıştır: Yörükler, Tatarlar, Aleviler, Bedeviler, Medeniler (Yerleşik yaşayan Araplar), Çerkesler, Hintliler, Tabgaç Hunları (Koreliler), Özbekler, Uygurlar, Moğollar, Kürtler, Persler, Rumlar, Ermeniler, Boşnaklar, Zazalar, Lazlar, Gürcüler, Süryaniler, Türkmenler, Azeriler, Gagavuzlar, Bulgarlar, Macarlar, Kazaklar, Yahudiler, Arnavutlar, Hırvatlar, Sırplar, Makedonlar, Traklar, Ruslar, Kalmıklar, Kumuklar, Çeçenler, Çingeneler, Cermenler, Beyaz Ruslar, Küçük Ruslar (Ukraynalılar), Hazar Türkleri, Kıptiler, Cabarkalılar/Nikhunlar (Japonlar), Türküyerler (Yerleşik yaşayan Türkmenler, Türkiye Türkleri), Karapapaklar, Karakalpaklar, Kırgızlar, Zenciler, Tunguzlar, Tabgaçlılar (Çinliler), Urdular, Frenkler.

DEVLET-İ AZİZ'DE YEMEK KÜLTÜRÜ

Halkın çeşitliliğinden kültür de çoktu. Ancak; dünyanın geri kalanında olmayan yiyecek içecekler de tüketilmekte idi. Henüz 765 yılında Bering Boğazı üzerinden kayıklarla kurutulmuş tütün ve tohumu ile mısır getirilmişti. Sigara, nargile, ayrıca yalançubuk denen; sigara biçiminde ama içleri tütün yerine başka şeylerle dolu (çay, köpek üzümü, patlıcan kabuğu, çam yaprağı, ceviz yaprağı) şeyler halkın çoğu tarafından içiliyordu; ancak tüketmeyenler de bunları şeytan işi görüyordu. Az da olsa afyon, Hint keneviri ve kokain de içiliyordu. Çay hem sıcak, hem de soğuk olarak tüketiliyordu. Van gölünden çekilen su kum ve kömürden geçirilip kaynatılıyor, adına "Kabarsu" denilerek tüketiliyordu. Buna bazen bal ya da şeker ve limon katılıyor, o zaman adına "Balkasup" deniyordu. Koka bitkisinin kökleri, meyanköküyle karıştırılıp toz haline getirilip buna katılıyor; ortaya çıkan içeceğe "Okal" deniyordu. Ayrıca kabarsu ile yapılan ayrana da "Kefri ayran" deniyordu. Ceviz ve gat yaprağı çiğnemek çok yaygın bir adetti. Kahvenin bir çok çeşidi içiliyordu; özellikle 1600'lü yıllardan sonra kahve ve kakao çekirdeklerinin beraber kavrularak yapılması sık rastlanan bir olgu haline gelmiştir. Bu, bazı bölge ve halklarda öyle yoğundur ki kakaolu kahveye sadece "Kahve", kakaosuz kahveye ise "Sade kahve" adını vermişlerdir. Ayrıca "Kahbakar" denen, içeriğinde pek çok baharat, bal ve meyve suyu olan bir kahve çeşidi de vardır. Devlet-i Aziz içinde, bugün Asya ve Balkanlarda tüketilen yiyecek-içeceklerin neredeyse tamamı; tam olarak aynı biçim ve malzemelerle olmasa da yapılıp tüketiliyordu. En yaygın yenilen etler tavuk, sığır, balık, koyun, keçi, at, yılan ve domuzdu. Bunun dışında; Devlet-i Aziz'de bilinen her türlü eti zehirsiz hayvanın etinin yendiği bilinmektedir. Çığırtma denen, kartal kemiğinden yapılan çalgı için kartal avlanır; bu kartalın kullanılabilecek kemikleri kullanıldıktan sonra gerisinin yahni yapıldığı bilinmektedir. Bunu, bilhassa Umaroğulları'ndan türemiş ve zamanla çığırtma yapımında usta haline gelmiş Çığırtmacılar adlı Yörük obası yapardı. Bu yörük obası, kartalların bol olduğu yere gider; oradaki kartallar azalınca da başka yere göçerdi. Yalnızca dört yerleşkeleri olup başka oba kurmamış, hep bunlar arasında seyahat etmişlerdi. Ayrıca; kaplumbağa kabuğundan yapılan malzemelerde, kaplumbağanın etini atmayıp kıyıp domates (daha önceleri kuşüzümü), nane, sarımsak, soğan ile kavurup ekmek arasına koyarak yemek en yaygın adetlerdendi. Balıklardan sınırlar içinde yaşayan ve yetiştirilenlerden hemen hepsi yenirdi. Özellikle balık tutkalı yapımında kullanılan mersinbalığı, yayın ve turna balıklarından sucuk ya da pastırma yapmak; Anadolu'nun doğusu, Hazar'ın batısı ve Anadolu'nun batısının kıyı kesimlerinde pek yaygın bir adet idi. Şeytan Şeyhleri denen, Satanistlerin kedi, köpek ve keçi etlerini bu hayvanların kanında, gül yaprakları, soğan, sarımsak ve şarapla pişirdikleri; "Erlikyemi" denen bir yemek vardı -ki o dönemde Şeytan Şeyhleri, yani Satanist'ler; kendi mahallelerini, yaşam yerlerine yakın ama çevrede yerleşim olmayan yerlere kurar; bunlara ahalinin canına, malına yahut hayvanlarına zarar gelmedikçe bir şey denmezdi-. Baharatlardan tuz, şeker, karabiber, pul biber, nane, sarımsak, soğan, köri ve defne yaprağı çok yaygındı. En yaygın olarak tüketilen içecekler su, çay (sıcak, soğuk ve bitki çayları da dahil), kahve (her türü ve ayrıca sıcak çikolata dahil), okal, ayran, "Sarbor" denen bir çeşit kaymaklı arpa şarabı (Orta Avrupa fetihlerinden sonra tanınan bira da bu adla ve "şarayrag" adıyla listeye dahil olmuş; zamanla sarborun yerini almıştır), şerbet, kefir ve kabarsu'dur. Uzak yol seferlerinde Müslüman askerlerin kuru ekmek, yolda bulunan yenilebilir bitkiler, soğan, pastırma ve deve sütünden; Musevi askerlerin hallah ekmeği, konservelenmiş semizotu, soğan, kurutulmuş havuz balığı eti ve elma sirkesinden; Hristiyan askerler kuru ekmek, yolda bulunan yenilebilir otlar, soğan, domuz pastırması ve kırmızı şaraptan; Budist ve diğer eti tümden yasaklayan dinlerden askerler kurutulmuş roti, yolda bulunan yenilebilir bitkiler, soğan, kurutulmuş soya fasulyesi ezmesinden köfte ve palmiye şarabından; diğer askerler de bunlardan istediklerinden bir yemek yapardı. Bu yemeğe "Cengemi" denirdi ve askerleri dinç ve güçlü tuttuğuna inanılırdı. Bu tarife daha sonra domates salçası, kuru biber ve sadece Uzakdoğu dinlerine inananlar arasında çay yaprağı eklenmiştir. Tarife eklenmese de Hristiyanların yemeğe sıkça bal eklediğini ve bir kısmın da onları taklit ettiğini biliyoruz. Kimi zaman ekmek yerine tahıl kullanılmıştır: Müslümanlar bulgur, Museviler arpa (daha sonra mısıra dönmüştür), Hristiyanlar arpa, Uzakdoğu dinlerine inananlar pirinç kullanmıştır. Bir süre sonra bunlar birbirine geçip herkes bu tahılların hepsini kullanmaya başlamış; hatta cengemi, evlerde pişirilmeye de başlanmıştı.

DEVLET-İ AZİZ'DE TAKVİM

Devlet-i Aziz'de İsevî, hicri, Azizi ve Türkî adlı dört takvim kullanılırdı. İsevî takvim; günümüzde miladi takvim olarak bilinip kullanılan takvimdir. Azizi takvim, devlet işlerinde kullanılan bir çeşit güneş takvimidir. İsevî takvime benzese de aylar bir kaç gün ila bir hafta kadar sapar; ay isimleri de farklıdır. Her ay 30 gündür. Bu takvimin miladı 3 Ocak 300'dür. Yıl, 1-7 Ocak'tan başlar. Türkî takvim; daha çok göçebelerce kullanılan bir takvimdir. Her ayın adı hayvan veya bitkilerden gelir. Miladı 21 Mart'tır. Ayların hepsi kırk gün olup toplam 12 aydan oluşur. Bu takvimin miladı önceden MÖ 300 iken; bu önce MS 300'e, ardından MS 500'e alınmıştır. İlk kısma "Ejder", ikinci kısma "Pars", üçüncü kısma "Kurt" denir.

İsevî takvimdeki ay adları şunlardır: Ocak, Şubat, Mars, Nisan, Maya, Haziran, Temmuz, Harman, Eylül, Ekin, Tişri, Kanun

Hicri takvimdeki ay adları şunlardır: Muharrem, Safer, Rebiülevvel, Rebeülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce

Azizi takvimdeki ay adları şunlardır: Kar, Soğuk, Çimen, Çiçek, Mutlu, Deniz, Su, Sıcak, Yağmur, Başak, Hüzün, Buz

Türkî takvimdeki ay adları şunlardır: Ilan (Yılan), Erük (Erik), Balık, Böcek, Yunt (At), Buğday, İlbiz (Salyangoz), Tonguz (Domuz), Üşek (Vaşak), İt (Köpek), Börü (Kurt)

DEVLET-İ AZİZ'DE PARA

Devlet-i Aziz'in beş para birimi vardı:

Dinar: %50 bakır, %50 gümüşten yapılırdı. Üstünde bir kartal resmi bulunurdu. Bugünün parasıyla 1 Devlet-i Aziz dinarı, 1 TL'ye eşittir.

Akça: Tamamen gümüşten yapılırdı, üstünde ejder figürü vardı. Bugünün parasıyla 1 Devlet-i Aziz akçası, 3 TL'ye denk geliyordu.

Turalı: Üstünde sadece Devlet-i Aziz yazan, %50 altın %50 gümüşten paraydı. 1 Turalı, 5 TL'ye denk geliyordu.

Altunpul: Tamamen altından yapılan, üstünde çatmış iki kılıç figürü olan paraydı. 1 Altunpul, 10 TL'ye denk geliyordu.

Altunbaş: Altunpul'un boyut olarak daha iri olup üstünde ok-yay figürü olanıydı. 12 TL'ye denk geliyordu.

DEVLET-İ AZİZ'DE ŞEHİR ADLARI

Devlet-i Aziz içinde genellikle şehirlerin, o dönemde oralarda yaşayanlar tarafından kalan adları kullanılsa da resmiyette adlar farklıydı. "Has Topraklar"daki şehirler şunlardır:

Dardanel: Türkçe "Kumtepe" denir. Çanakkale'ye tekabül eder.
İmroz: Gökçeada'dır.
Misya: Türkçe "Kayınlık" denir. Balıkesir'e tekabül eder.
Prusa: Türkçe "Menteşe" denir. Bursa'ya tekabül eder.
Belekoma: Türkçe "Bileydik" denir. Bilecik'e tekabül eder.
Koti: Türkçe "Kütşehir" denir. Kütahya'ya tekabül eder.
Bitinya: Türkçe "Yazlıkoba" denir. Yalova'ya tekabül eder.
Bebrikya: Türkçe "Bebrik" denir. Bolu'ya tekabül eder.
Angora: Türkçe "Engürü" denir. Ankara'ya tekabül eder.
Magnesya: Türkçe "Yanıkkent" denir. Manisa'ya tekabül eder.
Smirniya: Türkçe "İsmirin" denir. İzmir'e takabül eder.

DEVLET-İ AZİZ'İN SINIRLARI
FETİHLER

Kronolojik sıra:
Siyah: Devlet-i Aziz'in ilk kuruluş toprakları.
Bordo: Devlet-i Aziz'in ilk fethettiği topraklar.
Kırmızı: Devlet-i Aziz'in yükseliş döneminin başladığı fetihler.
Turuncu: İstikrar fetihleri.
Sarı
Yeşil
Açık mavi
Lacivert: Devlet-i Aziz'n yükseliş dönemini bitiren fetihler. Sonraki fetihlerde, paşalar ve halk arasında anlaşmazlık olmuştur.
Mor: Doğu'yu fethetmek isteyen Umaroğulları, Doğu'da devletin askeri gücünden destek almadan fetihler yapmıştır. Devletin ordusu ise, o sırada Batı'da seferdedir.
Kahverengi: Umaroğulları ve kendilerine bağladıkları halklar Doğu'da, devlet ise Batı'da seferlere devam etmiştir. Ortak noktaları, Kuzey'e yapılmasıdır.
Pembe: Devlet, ordusunu Avrupa'dan çekmiştir. Ama bazı paşalar orada kalıp İspanya, İngiltere ve Kuzey Afrika'ya seferler yapmıştır. Umaroğulları, amaçlarına ulaşmıştır.
Ten rengi: Devletin desteği olmadan, sadece göçebe halklar ve bazı paşalarca yapılan fetihlerdir. Devlet-i Aziz'in en geniş sınırları ve duraklama döneminin başlangıcıdır.

DEVLET-İ AZİZ'İN SINIRLARI
KAYIPLAR
Kronolojik sırayla:
Bordo: Devlet-i Aziz, bölgedeki isyancı bazı şeyhlerce kafir devleti ilan edilmiş; sonuç olarak isyanlar ile devletten ayrılmıştır.
Kırmızı: Moğolların isyanları, Ruslar ve Çin'in saldırılarıyla ayrılmıştır.
Turuncu: Uzaktan kontrolü zor olduğundan Devlet-i Aziz'e vergi ödeyen bağımsız bir devlet olmasına karar verilmiştir.
Sarı: İngiliz ordusu tarafından ele geçirilmiştir.
Yeşil: Yunanlar ve Roma'nın saldırıları ve bölge halkların isyanıyla ayrılmıştır.
Açık mavi: Rusların akınlarıyla ayrılmıştır.
Lacivert: Sınır kalmadığı için, bölgeden kurulacak olan her devleti vergiye bağlamak suretiyle çekilinmiştir.
Mor: Sınır kalmadığı için bağlı devletler kurulmuş; ancak bölge halkların isyanı ve İngilizler ile Roma'nın akınları ile tamamen ayrılmıştır.
Kahverengi: Arap, Pers, Rusların akınları ile ayrılmıştır. Devlet-i Aziz, bir süre sonra gücünü yeniden toplayınca buraları tekrar fethetmiştir.
Siyah: Devlet-i Aziz'in en son kalan sınırları.

27 Aralık 2016 Salı

Seneye görüşürüz...

Başlığı bu iğrenç ve tarafımca çok sevilen espriye meze ettikten sonra; geçelim... Yılbaşını severim. Neden? Ve bunu daha önce anlattığıma eminim. Çünkü gece uyumamak için bahanem oluyor, saçma sapan tarifler denemek için de. Öte yandan; yılbaşı ve noel aslında farklı şeyler. Noel, 24 Aralık'tır ki bu da mevsimsel Batı takviminde kışın başlangıcı demektir. Mevsimsel takvimlerde; ayın 1'i değil, 20-25'i mevsimin başlangıcı kabul edilir. Hıdrellez ve/veya nevruz da mevsimsel Sümer takviminde baharın başlangıcıdır. (Ki mevsimsel takvimlerde yıl, baharla birlikte başlar. Eskiden Avrupa'da da yılbaşları baharda kutlanırdı) Neyse; Noel, Hristiyan dinine ait bir şey olup pek çok Pagan üye içermesine rağmen, yılbaşının öyle dini bir olayı yoktur. (Ki Noel de artık sekülerleşmiştir)

Ama tabii bizde ilk getiren yılbaşı ve noeli karıp saçma bir şey yaptığı için (Çam ağacı süsleme, Noel'in en temel Pagan üyesidir) şu anda millet yılbaşı kutlayanları kafir ilan etmek vs. dini gerici ilan etmek arasında öyle acayip bir durumda. Ha, bir de; Batı adetlerinden gerçekten içini, özünü sevdiğim tek bir adet var: Cadılar bayramı. Korku temasına dayanamıyorum, ne yapayım? Onu da kesin adında "Cadı" geçtiği için almamışızdır; ama gittikçe yaygınlaşıyor. Bunun ekmeğini bir şekilde yemem lazım, bu fırsat kaçmaz.

Bu yıl bir sürü şey oldu.. Kişi bazında, ülke bazında... 3. dünya savaşı kapıda ama; hadi hayırlısı...

Başka ne yazabilirim ki bu konuda?

Dünyada, farklı yılbaşı adetleri görmek mümkün. Bazı toplumlar direkt Batı'nın kültürüne konarken, bazısı bunu kendi kültürüne göre bir kutlamaya çeviriyor.

Hm, ne yapsam? Ha, YouTube kanalı açtım bu arada; ama daha hiç video koymadığımdan linkini henüz vermeyeceğim.

4 gün kalmış... Diyecek sözüm yok. Ya varsa? Aman, neyse... Hm; ne desem ki? Of...

2016 oldukça yorucuydu; herkes için... Mayalar hesaplamada hata yapmış olmasın? 2016'dan çıkabileceğimize emin miyiz? 2016 üstümüzden tırla geçmiş gibi hissettirmiyor mu? 10 yıla yayılabilecek kadar olay oldu ulan...

Neyse, o kadar. Hadi, seneye görüşürüz...

Bir görsel arıyorum da bulamadım...

23 Aralık 2016 Cuma

Nadir bir ses: Ğ

Ğ gerçekten nadir bir sestir. Hele ki Türkçe gibi "görünen sesler"in çoğunun yaygın sesler olduğu bir dil içinde olması düşünüldüğünde, epey gariptir. Görünen seslerden kastım, o sesi yazamadığınız ama çıkarabildiğiniz sesler olur; işte "görünen sesler" de yazabildiğiniz sesler. Mesela Q, Kh seslerini yazamasak da çıkartabiliriz. Japonca'da ü sesi yazılamasa da çıkartılabilir. Moğolca'da da çıkartılabildiği halde yazılamayan pek çok ses vardır. Yani şöyle: Türkçe'de S'yi peltek çıkartabiliriz; ama Arapça'daki gibi bunu yazıya yansıtamayız. Ğ ise, nadir olduğundan görünen seslerden olması gariptir. (Bazı Türk dillerinde yazılamaz mesela, sesli harflerin art arda tekrarıyla gösterilir)

Her ne kadar bazı dillerde Ğ benzeri sesler olsa da (Latince Q, Arapça غ, Fransızca R, Japonca W, Abhazca Ӷ) bunlar genelde Ğ'den çok daha kalın ve daha gırtlaktan seslerdir. (Japonca W ise çok daha yumuşak ve hafiftir, hafiften V'ye de kayar) Arapça gayn/ğayn harfi, g-ğ arası bir sesi ifade eder. Fransızca R, peltek birinin Ğ'ye benzer R'si gibi çıkarılır. Latince Q'ya hiç girmiyorum.

Ğ sesinin olduğu bazı diller: Farsça (ﮒ Gef/Ğef), İngilizce (Gh). Diğer Ural-Altay dillerinde olmaması da gariptir esasen. Ama Ğ sesi, Türkçe'de iki biçimde görülür: Boşlukları dolduran, çıkış noktası Japonca ve Korece W gibi olan Ğ sesi ve Q'nun yumuşamasıyla elde edilmiş, gırtlaktan Ğ (Aslında Kh) sesi. Bu iki ses, daha sonra birleşmiştir ve günümüzdeki önceki ünlüyü uzatan Ğ'ye dönüşmüştür.

5 Aralık 2016 Pazartesi

Sıkıldım, yoruldum...

Şu aralar üstümde atamadağım bir can sıkıntısı var. Normalde; kafamdan senaryolar uydurup bunlarla eğlenebiliyor, hatta o senaryolardaki karakterlerin hislerini yaşayabiliyorum. Ama canım onu yapmak bile istemiyor. Dokunsalar ağlayacak gibiyim; ortada neden yok. Arıza arıyorum artık, bir şeyler yapmam lazım.

Hiç tadım tuzum yok,... Of...

1 Aralık 2016 Perşembe

Kılıç çeşitleri

Şimdi diyeceksiniz ki: E, sen zaten bunu yazdın? Hayır, yazmadım. O kılıç türleri idi. E, farkı ne? Şöyle ki; yazya geçelim.

1) Düz kılıç
sword ile ilgili görsel sonucu
Düz, ucuna kadar dümdüz giden kılıçtır. Saber haricindeki Avrupa kılıçları ve Jian adlı Çin kılıcı bu türdür.

2) Eğri kılıç
saber sword ile ilgili görsel sonucu
Öne doğru eğrilen kılıçtır. Asya kılıçları'nın çoğu ve saber sword bu türdedir.

3) Çift yönlü kılıç

Düz kılıcın türüdür. Eğri kılıçlar, yapısı gereği iki tarafı da keskin olamaz. Her iki tarafı da keskin olan kılıçtır.

4) Çatallı kılıç
çatallı kılıç ile ilgili görsel sonucu
Eğri kılıcın türüdür. Ön tarafı, çatal biçiminde ikiye ayrılır. Yapısı gereği; kullanmak diğer kılıçlardan zordur ve genelde daha ağırdır. (Bkz. Zülfikar)

5) Yamuk kılıç
katana ile ilgili görsel sonucu
Üstü düz, altı ise eğridir. Japon kılıçları, Kore kılıcı, pala ve dao bu türdendir. Üstten kolay kırılır, ancak eğri kılıçlar kadar işlevseldir. Kullanması çok zor olmamakla beraber çok kolay da değildir.

6) Kama
kama bıçak ile ilgili görsel sonucu
Diğer kılıçlardan kısa, üçgen biçimli kılıçtır. Zaten artık adı "kama" diye yerleşmiştir, hançer ise kama ve eğri kılıcın birleşimidir. Bazı kama türleri: Hançer, Kafkas kaması, kunai, suikastçi bıçağı (Şu kolu sallayınca ele gelenlerden), short tail, o-tanto.