Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

24 Şubat 2016 Çarşamba

"Kafamdaki delilleri toplamak için izin istiyorum sayın hakim!"-2: Biraz daha kendimden bahsedeyim ve sucul gezinin ayrıntıları

Bir önceki yazımda (hem bunun biri, hem de direkt bir önceki yazı) "öyle görünmesem de çıkarcı" biri olduğumu söylemiştim. Ama "çıkar" anlayışım biraz farklı. "Yapmayı/olmasını istemesem de bana yarar sağlayan şey" değil, daha çok şu: "Yapmayı/olmasını istediğim ve bana zararı olmayan şey" Evet, çıkar anlayışım bu. Biraz "gizemli bir tip" olduğum söylenebilir. Yanlış anlamayın, bu görünümü özellikle çizmiyorum. Sadece kendimden bahsetmeyi fazla sevmem. Çoğu zaman çok yakınlarıma bile çok az şey söylerim. İçimde kopan fırtınaları nadiren çevreme yansıtırım. Bu, tamamen kendim hakkında konuşmayı sevmemem ve avuç içine alınmak istemememden. Hani, sanki insanlar her şeyimi öğrenirlerse rahat edemeyecekmişim gibi. (Kimini sadece kendim bildiğim, kimisi başkasına ait olduğu için onun/onların da bildiği bir ton sırrım var mesela) Neyse, onu boş ver... Önceki yazımda bahsettiğim "yük" hafifledi biraz. Nedenini ben de tam bilmiyorum ama mutluyum. Çünkü bu "çıkar" anlayışıma uyuyor.

Şu pek bir şey elde edemediğim sucul geziyi anlatayım. Öylece çıktık. Plan mlan yok, direkt aklımıza esen su kaynağına gittik. Bir barajdı; adını hatırlamıyorum. Epey büyüktü. Aslında biraz midye ve balık (özellikle acıbalık - Rhodeus türleri.*) bulmayı istiyordum.

*Acıbalık aslında sadece R. sericeus türünün adı sayılıyor ama diğer Rhodeus'ların Türkçe isimlendirmesi olmadığından onlara da "acıbalık" demek durumundayız.

Ama olmadı... Sadece emers (yarı-sucul*) bir üçgül (Trifolium spp), türünden emin olmadığım bir su bitkisi ve biraz da kum buldum.

*Emers de yarısucul, amfibik de yarısucul. Peki farkı ne? Emers bitkiler için kullanılır, hayvanlar için kullanılmaz. Ama amfibik hem hayvan hem de bitkiler için kullanılabiliyor? Amfibik, suyun dışında da ama bir şekilde suya bağımlı yetişen bitkilerdir. (Örnek olarak nilüfer ve Dracaena cinsi bambuları verebiliriz) Emers bitkiler ise kurak ortamda da, sulak ortamda da yetişebilir. Aslında şöyle; amfibik "karada yaşayabilen su canlısı" iken, emers tam tersi "suda yaşayabilen kara canlısı"dır.

Bitkiler alışma aşamasındaydı, yarın dikeceğim akvaryuma. Hadi gülg.

23 Şubat 2016 Salı

"Kafamdaki delilleri toplamak için izin istiyorum sayın hakim!"

Başlığı görüp "bu ne böyle" demiş olabilirsiniz. Doğrudan konuya gireceğim: Son zamanlarda kafam epey karışık. Öyle böyle değil... Bir kaç roman üzerinde çalışıyorum ve karakterlerin yaşaması gereken duyguları ben yaşıyorum... Buna "aşırı gelişmiş empati" diyebilirsiniz ama bence bu sadece bencillik. Yaşamak istediğim ama korktuğum duyguları yazıyorum; bu yüzden onları içimde hissediyorum. Sanki içimde bir kor var gibi... Zaten ömrüm boyunca sulugözün teki oldum; ama son zamanlarda alakasız şeylere de ağlamaya başladım. Hatta yine gözlerim doldu şimdi. Tek fark, eskiden hüngür hüngür ağlardım. Şimdi kendimi zorlasam bile bir iki yaş anca çıkıyor. Sanki gözyaşlarım kuruyup bitmiş gibi... Uzun süredir, evden sadece dershaneye gitmek için çıkıyorum. Dünkü neredeyse hiçbir şey elde edemediğim sulak alan gezisini saymazsak tabii. Kendimi bilmediğimi fark ettim. Nerede olduğumu ya da aslında kim olduğumu bilmiyorum... Toplumun bana biçtiği rolleri oynamayı hep reddettim ama bu, beni kararsız atomlar gibi bir enerji yükü haline getirdi. Gerçekten çok saldırganlaştığım bir dönem oldu. Aslında, yakınlarım beni bahar aylarının böyle yaptığını söylüyor. Bu, tam olarak doğru sayılmaz. Kışın ve yazın da bütün bunları dibine kadar yaşıyorum. Ancak onları bastıracak şeyler oluyor. Bahar ayları, benim rahatlayıp gevşediğim zamanlar; bu bastırılmış yönümün "maske"min önüne geçmesine neden oluyor. Belki de, kendimi bulacak bir yolculuğa çıkmalıyım... Şey, aslında; Asya turum bunu da kapsıyor. Batının bu bilgiye sahip olmadığını düşünüyorum. Hindistan uygun olacaktır sanırım... Her neyse. Yazamıyorum bile... Kafam o kadar dolu ki... Çok yakında YGS var; pek göstermem, hatta dışarıdan oldukça gamsız biri gibi görünebilirim. Ama aslında olmayacak ne varsa acayip kafaya takarım. Sanırım, her seferinde olmayacak hayaller kurmamın nedeni bu. Sonuç olarak, daha çok gencim; değil mi? İyi de, ya bunlar hayatımın son zamanlarıysa? Kim yarın ölmeyeceğimi garanti edebilir? Öte yandan; kalbim çok acıyor. Bu, şimdiye has bir durum değil. Küçüklüğümden beri kalbimde bir çeşit "yük" taşırım. Bu, aşırı yoğun olan (ve büyük ihtimalle "normal" diye tanımlanan insanların tırlatmasına yetecek olan) duygularımı bastırmamla ilgili. Ama çok arttı ve dayanılamaz duruma geldi. Hiç bir zaman yatağa yattığı an uyuyan tiplerden olmadım; ama eskiden bir şey düşünmeden saatlerce yatakta dönüp dururdum. Şimdi, düşüncelerden uyuyamıyorum.Bir kaç gündür; normalden az uyumamama rağmen çok uykusuz hissediyorum. Buna rağmen, uyuyamıyorum. Bunun taşımam gereken bir yük olduğunun farkındayım; sonuçta hepsi bana ait. Ama bu ağırlığı kaldırabilecek güçlü olduğumu sanmıyorum. Defalarca, intiharın eşiğine geldim. Aslında, intihar etsem bile ne değişecekti ki? Üstümdeki yükleri, yakınlarıma misliyle bindirmiş olacaktım. Kafam gerçekten karışık... Üniversite ve bölüme de karar verdim; ama sınavlar beni acayip strese sokuyor. Sadece YGS'ye has bir şey değil bu; hayatım başkalarının elinde olunca, tutsak gibi hissediyorum. Tüm benliğim çalışmayı, buna katlanmayı reddediyor. SBS'de de aynıydı; üstümdeki yük ağırdı...Kimi insanlar, sırtlarındaki yükleri bir yere fırlatıp; yeni bir hayata başlayabiliyor sanırım... Bunun gerçekten olup olmadığımı bilmeme imkan yok; tek bildiğim, onu yapacak cesarete sahip olmadığım. Benim yüküm sadece mutsuzluğum değil. Bana mutluluk versin, hüzün versin, hatta korku versin; tüm duygularım, anılarım, sırlarım ve çevremdekilerin sorunları da sırtımdaki yüke dahil. Çevremdekilerin sorunları... Aslında, bu da oldukça bencilce oldu; değil mi? Aslında, onları bırakabilirim... Ama saçma sapan bir hafızaya sahibim... İki dakika önce konuştuğum şeyi unutur, beş yıl önce laf arasında alakasız bir yerden duyduğum lafı unutmam. Bir şeyleri isteyerek unutabilen tiplerden değilim... Bir an önce, şu sınavların hallolmasını istiyorum. Aslında, öyle görünmesem de; oldukça bencil ve çıkarcı biriyimdir. Ama bunu başka bir zamana bırakalım, henüz onlar bana yük değil... Aksine, onlar; yükleri taşımamı kolaylaştıran çanta ve küfeler.... Ailem, her zaman kambur duruşum için beni suçlar... Bunca yükle doğrulamam ki... Onlar fiziksel bir şey değil, doğru; ama ben onlar yüzünden fiziksel olarak da acı hissediyorum. Tüm ağırlıklarını, sanki fiziksel şeylermiş gibi omuzlarımda, sırtımda hissediyorum... Bugün biraz... Neyse, bunu boş verin. Tatlının, insanlara iyi hissettirdiğini söylerler. "Şeker bağımlılığım" bundandır belki de... Tatlı şeyleri çok severim... Şey, aslında; Uzakdoğu yemeklerine de bu yüzden çoğu insandan daha sıcak bakıyorum sanırım... Çoğunun içinde şeker ya da bal da var çünkü... Akvaryumu izlemek keyif verir... Aslında, balıkları takıntı derecesinde sevmeseydim; muhtemelen bir akvaryumum olmazdı. Zaten pek izlemiyorum... Başka bir yandan, neyse neyse... Bugünlük bu kadar yeter. Başlıkta da dediğim gibi: "Kafamdaki delilleri toplamak için izin istiyorum sayın hakim!"

17 Şubat 2016 Çarşamba

Akvaryum hobisinin tarihsel gelişimi

Bugün, beni ben yapan şeylerin en temellerinden biri; akvaryum hobisinin tarihsel gelişimiyle ilgili konuşacağım. Öncelikle, bir belgesel bekleyenler; beklemeyin. Ben bu yazıya sıklıkla yorumlar, espriler vs. katacağım. Hatırladığım en eski anımda bile ya akvaryum, ya da su kaplumbağası var. (Bu iki anının hangisinin daha eski olduğunu bilememekle birlikte; akvaryum ve kaplumbağa dışında pek bir detay da hatırlamıyorum zaten). Neyse...

Önce; akvaryum hobisi nasıl, nerede başladı? Ortadoğu coğrafyasında başladı. Daha açık olmak gerekirse; Mezopotamya ve Mısır'da. Bu iki yerde de; camdan yapılmış büyük havuzlarda yemeklik balık beslenip üretilirdi. Bu, günümüzde de "balık çiftçiliği" olarak devam etmekte olup; akvaryumların ilk örneklerini bunlar yapmamız hiç yanlış olmaz. Bu arada, acaba Mısır firavunları Akdeniz'deki ilginç balıkları akvaryumda besliyor muydu; çünkü eski Mısır'da hep böyle bir bilinmeyene, acayipliğe saygı var... Neyse.
Acayiplik demişken...
Günümüzde; hobi ve süs anlamındaki akvaryumculuğun temelini ise Çin'e dayandırmalıyız. Çinliler, sazan ve Carassius auratus sp. balıklarını yemeklik olarak havuzlarda besliyorlardı. Bununla birlikte, şans getirdiği düşünüldüğü için Asya arowanası da büyük havuzlarda besleniyordu. Hatta yin-yang olarak düşünülebilecek biçimde; iki ayrı havuzda iki tane besleniyordu. Bu "arowana besleme ritüeli" nereeyse tüm Asya'da vardı. Ancak, arowanaların modern anlamda akvaryum hobisine girmesi için daha yüzyıllar gerekecekti.
Carassius auratus sp. Nam-ı diğer "Japon balıklarının atası"
Arowana havuzu
Çinliler, bu sazan ve Carassius auratus'ların renkli mutasyonlarını alıp özellikle ürettiler ve koi ve Japonbalığı (Carassius auratus auratus) olarak bilinen türlerin ilk örnekleri ortaya çıktı. Bu, kısa sürede Kore ve Japonya'da da yayıldı. (Tüm Dünya'nın "altın balık" anlamına gelen isimler verdiği ve Çin'de üretilmiş bir balığa "Japon balığı" dememiz de takdire şayandır.)
Koi, arowana, Carassius auratus
Bu, soğuk su akvaryumculuğunun ilk örneğiydi. Ancak; Tayland, daha doğrusu o zamanki adıyla "Siyam" bambaşka bir sorunla uğraşıyordu: Pirinç tarlalarını saran börtü böcek. Bu, en önemli geçim kaynağı pirinç olan Asya'da kesinlikle berbat bir durum olsa gerek.

Bu börtü böcekten; koi ve Japonbalıklarıyla kurtulabilirlerdi. Ancak bir... Hayır, hayır; bin sorun vardı: Öncelikle, pirinç tarlalarındaki su seviyesi çok azdı. Koi ve Japon'lar bu kadar az suda yaşayamazdı. Sonra, su seviyesi az olduğu için; tarlalardaki su hem çok fazla ısınıyor, hem de çok fazla soğuyordu. Japon ve koiler soğuğa dayanıklı olsalar da, sıcakla araları o kadar iyi değildi. Ayrıca; Japon ve koiler her ne kadar hayvansal besinleri de kabul etseler de, aslında otçuldurlar. Ve pirinçleri talan edebilirlerdi.
Ama günümüzde Çinliler bunu yapmışlar...
Düşünsenize bir...

Öte yandan, etçil olan ve sıcak suyu seven Asya arowanasını da kullanamazlardı. Hayvan devasa boyutlara çıkıyor, nasıl kullansınlar?

Onlara şöyle bir balık lazımdı:
Sıcağa da soğuğa da dayanıklı
Etçil ve en sevdiği besin börtü böcek olan
Bitkileri isteyerek ya da istemeden talan etmeyecek
Ve az yer kaplayacak.

Bu, kesinlikle tek bir balıkta; hem de anayurdu Güneydoğu Asya, bilhassa Tayland ve Güney Çin olan bir balıkta toplanıyordu: Siyam dövüşçü balığı, Betta splendens. Ülkemizde yaygın bilinen adıyla; "Beta." Evet, evet; o bardaklarda bakılan beta.
Ahanda Beta.
Bu balık ve pirincin kombinasyonu; ilk bitkili tropik akvaryum sayılabilir. Betalar, tahmin edilebileceği gibi çok iyi performans gösterdi. Bununla birlikte, pirinç tarlalarına bazı başka balıklar da girebiliyordu bazen: Frenatus gibi balıklar.

Ha, bu arada; Hindistan ve Güney Amerika'da bugün akvaryum hobisinde son derece yaygın olan pek çok tür yaşıyordu ancak buraların yerlileri, bu balıkları yemeklik balık olarak kullanıyordu. (Hepsini olmasa da çoğunu. Akvaryum için günümüzde 100 TL'den aşağı bulmak imkansıza yakın olan Discus buna örnek olabilir.)
Discus
Ancak; bununla birlikte, Avrupa'da akvaryum hobisi için herhangi bir gelişme yoktu. Bırakın gelişmeyi, yemeklik balıklar için balık çiftlikleri dahi yoktu. (Ben hep diyorum bu Avrupalılar için: "Başkası üretiyor, onlar yiyor." diye. Adamların ürettiği bir tane şey yok lan. "Ürettiler" diye öğretilenlerin de çoğu ta kaç yıl önce Asya kıtasında mevcuttu. Matbaanın Avrupa'da "icadından" yüzyıllar önce Çin'de, bugün "Uygur Bölgesi" dediğimiz yerde zaten bulunması buna güzel bir örnektir. Ya da Arapların, İngilizler'den önce guguklu saati kullanması.)
Antik Çin matbaası
Ancak, Rönesans sonrasında Avrupa rahatlayınca ve daha sonra Asya kültürü Avrupa'da ilgi çekmeye başlayınca Koi, Beta ve Japon balıkları da Avrupa'ya gelmiş oldu. Ama; Avrupalılar, gelişmiş teknolojiyle bugünkü modern akvaryum hobisinin yapı taşlarını oluşturdular. (Muhtemelen tıpkı bugünkü gibi, o zamanlar da bu işin piri Almanlardır.) Büyük ihtimalle Avrupalılar; Hindistan'da da ve Güney Amerika'da da, sömürge edindikleri yerlerden o biraz önce bahsettiğim "yemeklik olarak kullanılan yaygın akvaryum balıkları"nı da getirdiler. Bunlara en güzel örnek Pangasius pangasius balığıdır. Namı diğer "köpek balığı".
Mutfakta
Akvaryumda
Neyse, işte bu kadar.

16 Şubat 2016 Salı

Asya Birliği Hakkında

Canım acayip sıkılıyordu; ben de ne işsizlik yapsam diye düşünürken, daha önce bahsettiğim Asya Birliği'ne "manalı" bir bayrak tasarlamayı uygun gördüm. Akabinde, hala bir isim bulamadığım fantastik romanım için de çok güzel replikler buldum.

GEREKSİZ BİLGİ: TDK'nın iddia ettiğinin aksine, Acaib ve Acayib yazımları doğrudur. Arapça olarak aynı harflerle yazılır ve Arapça'da P harfi yoktur. (Y ile İ de aynı yazılabilir)

Bunlardan sonra, hadi şu manalı bayrağa gelelim...

Amaaan vazgeçtim, kitabımı yazmaya gidiyorum. Belki sonra koyarım.

15 Şubat 2016 Pazartesi

Yapacak (istediği) çok şeyi olup da hiçbir şey yap(a)mamak

Şu an halim tam olarak bu.Yapmayı istediğim çok şey var ama hiçbir şey yapamıyorum... Bu yazıyı bile yayınlayıp yayınlamamak arasında kaldım, bir şey bulamadım...

Bir sazan akvaryumu kurmak istiyorum; tamamen kendi topladığım balıklardan oluşan... Bir de yerel tuzlusu akvaryumu projem var.

Sazanlar için bir iki şey çiziktirdim:

Yerel deniz için de geliyor.
Elbette, ikisinde de sump sistemi olacak.

Hadi ben kaçtım.

9 Şubat 2016 Salı

Akvarist ve Akvaryumcu Anlaşma Kılavuzu

Daha önce bir otaku (animeci) anlama ve anlaşma kılavuzu yazmıştım ama hiç arayıp bulmakla, link koymakla falan uğraşamayacağım. Blogda arama yaparak ulaşabilirsiniz.

Bu arada, tek kadın yazarımız Zeliha Kore gruplarındaki tipler hakkında bir yazı yazmıştı ama resimleri ekleyemediğinden sildi.

Neyse, önce; akvarist ve akvaryumcu nedir?

Akvarist: Latince "aqua" (su) ve "ism" (-cilik) kelimesinden gelir. Zaten yabancı dillerde Aquarist diye yazılır. Akvarist, akvaryum hobisine gönlünü vermiş kişidir. Balıklar ve diğer su canlıları hakkında bilgilidir, işi artık deliliğe dökmüştür. Hatta kendimden örnek vereyim:

Ben, bütün karasal biyomları devasa ve sınırsız teraryumlar, tüm kıyıları devasa ve sınırsız paludaryumlar, okyanus ve okyanusa bağlı denizleri devasa ve sınırsız akvaryumlar, göl ve okyanusa bağlı olmayan denizleri de (Ki bu durumda onlara coğrafi olarak "tuz gölü" demek daha doğru. İlla "deniz" diyeceksek de bu sefer Van gölü ve Tuz gölü'nü de deniz olarak adlandırmamız gerekiyor) devasa akvaryumlar olarak algılıyorum.

Pikniğe gittiğimizde, ilk beyanım şu oluyor: "Su kenarı olsun"

Çünkü, su canlılarını doğal ortamında gözlemleyebilmeme ve akvaryuma bir kaç arkadaş götürmeme destek oluyor.

Şu linkte gördüğünüz gibi, doğadan balık ve bitki toplamak; pek çok akvaristin yaptığı bir şeydir. Bunun bir çok farklı gerekçesi vardır.
Dünyada sadece Burdur gölünde bulunan, nesli tükendiği sanılırken Murat Sağdıç'ın akvaryumuna balık almak için gittiği Burdur gölünde yeniden keşfedip akvaryumlara adapte ettiği Aphanius burduricus. A. burduricus hakkında daha fazla bilgiye Google'dan, Murat Sağdıç hakkında daha fazla bilgiye ise oradan buradan ulaşabilirsiniz.
Bazı kişiler, mesela Onur G: HİTİT gibi (Lepistes kulübü'nün kurucusu) yerel ve güzel türleri (Aphanius türleri mesela) akvaryumlara adapte etmek için.

Kimi, akvaryumcularda bulunamayan, bulunsa bile aşırı pahalı satılan Lemna minör, Pistia, Vallisneria (Bildiğimiz saz) gibi bitkileri elde etmek için,

Kimi (benim ve yukarıdaki yazıdaki Emrah Ece gibi "sazan fetişi" olanlar mesela) akvaryumcularda bulamayacağı acıbalık, kadife balığı, Garra rufa, taşısıran (Cobitis taenia başta olmak üzere tüm Cobitis türleri) gibi balıkları almak için. (Sırf renkli sazanlar uğruna köye her gittiğimde ailemi zorla çok da yakında olmayan bir ilçenin barajına sürüklüyorum)

Bu liste uzar gider, konudan da saptık zaten iyice. Neyse, akvarist tamam. Peki ya akvaryumcu?

Akvaryum ve akvaryum canlıları satan kişi ya da kurum. Peki... Akvarist akvaryumcular yok mu? Var. Hatta, son zamanlarda sayıları artmaya başladı. Ki bu çok güzel bir olay; umarım Homo aquariumus cahilus'ların soyu tükenip, bir an önce Homo aquariumus x aquaristus'lar hakim olur her yere. (Ulan yukarıdaki yazıya gönderme yapacam diye girdiğim şekillere bak... Cahil akvaryumcuların soyu tükensin, meydan akvarist x akvaryumcu kırmalarına kalsın.)

Not: "Homo", İnsan cinsinin Latince adı.

Heh, hadi toparlayalım... Önce; normal insanın aklına gelen vs. akvaristin aklına gelen. Kelimelerle bakalım:

1. PS

Sıradan insan: PlayStation
Akvarist: Protein skimmer

2. Elma salyangozu
Sıradan: Elma kurdu olmasın?
Akvarist: Ulan bitkileri yemeseler alacağım akvaryuma ama... Ah ulan ah...

3. Prenses/Prens/İmparator
Sıradan: Ülke yönetenler
Akvarist: Çiklit çeşitleri

4. Yosun
Sıradan: Suda yaşayan her bitkimsi varlık
Akvarist: Alglerle birlikte karayosunları grubunu içine alan (Ki bu grupta gayet de su bitkisi olan Riccia, Java moss gibi türler de vardır) ve hatta kimi zaman yanlış olarak içine likenler de katılan geniş bir tanım.
Sıradan: Hönk?!

5. Balık
Sıradan: Yenen bir hayvan
Akvarist: Hayatımı adadığım yavrucaklar

6. Fanus
Sıradan: İşte böyle yuvarlak...
Akvarist: Fanus, balık beslenmesi için yapılmaz. Fanus kullanılmamalıdır! Çarpan dalgalar...
(Gözlemcilerimiz tarafından, konuşmanın devamı bilindiğinden Akvarist sakinleşene kadar bir süreliğine göl kenarına götürüldü)
NOT: Siz de konuşmanın devamına akvaryumla ilgili site ve forumlarda "fanus" aratması yaparak ulaşabilirsiniz.

7. Su değerleri
Sıradan: Yürü git lan, suyun da değeri mi olurmuş?
Akvarist: Su değerleri, suda yaşayan canlıların belirlenmesi açısından ve suyun sertlik, asitlik, tuzluluk gibi hallerinin ölçülebileceği; pH, kH, gH, NO2, NO3 gibi değerlerdir ve test kitleriyle ölçülebilir. Çoğu tatlısu balığı 7 pH'Da...
(Gözlemcilerimiz, akvaristi yeniden aldı ve bu sefer bir akvaryumcuya götürdü. Sonuç fena: 200 litre tam teşekküllü deniz akvaryumu ve bir müren. Mürenin akvaryumcudaki işini çözemedik ama, normalde deniz müreni besleyenler onu doğadan yakalar)

8. Tam teşekküllü
Sıradan: Ha, devlet hastanesi...
Akvarist: Tam teşekküllü de iyi, güzel ve parayı sonuna kadar hak ediyor da... Malzemeleri ayrı ayrı yapmanın, ölçüp biçmenin, camcıyla akvaryumcuyla didişmenin zevki bir başka...
(Gözlemcilerimiz, bu kez müdahele etmedi. Zaten yarısından çoğu istifa etti. Kimi işten, kimi hobiden. Gözlemcilerimizin de çoğu akvarist)

9. Vatoz

Sıradan: Böyle kocaman bir balık... Böyle çarpıyor filan... Geçen televizyonda seyr...
(Gözlemcilerimiz, arkadaşı nasıl rahat ettireceğini bilemediğinden bir süre bir balık lokantasına gönderdi. Geldiğinde, hala vatozlar hakkında televizyonda görüp çevreden duyduklarını anlatmaya devam ediyordu.)
Akvarist: Vatoz, emici kedi balıkları ile, yassı köpekbalıklarının ortak adı. Esasen, bu iki canlının hiç bir akrabalığı yoktur. Vatozlar, akvaryumda çok sık kullanılırlar. İyi birer yosun temizleyicidirler ama onlara da yem vermek gerekir... Sahi, ben bir Red lizard catfish alacağım; yer biliyor musunuz?
GözlemciA: Ben sana bir leopar vatoz vereyim?
Akvarist: Abi, akvaryumcular bile artık böyle yapmıyor; Allah aşkına...

10. Köpekbalığı

Sıradan: Anaaa böööle kocaman dişleri var, adamı parçalıyo valla...
Akvarist: Köpekbalığı, kıkırdaklı balıkların büyük bölümünün adı. Ayrıca, akvaryumlarda; esasen kedi balığı olan Pangasinae alt-familyası üyelerine de bu ad verilir. Bu balıklar 1 metre kadar boylanabiliyor olup, saldırgan değilllerdir...

Heh, tamam. Şimdi... Bir şey görünce verilen tepkiler:

1. Göldeki bir su bitkisi
Sıradan: A, suda ot var...
Akvarist: Bakayım, Riccia mı o? Yok, Riccia moss olsa da yüzey türüdür ve zaten.. .Lan, alg bu!?

2. Kocaman bir deniz kabuğu
Sıradan: Bu boyda bir midye.. Ohhh kaç kişiye yetmiştir...
Akvarist: A, ne güzel bir kabuk! Hangi türe ait acaba? Benim evdeki dev midyelerin yanına olur mu ki? Ya da deniz kestanelerinin?

3. Semender
Sıradan: Suda kertenkelenin işi ne len? Yılan gibi de yüzüyor namussuz...
Akvarist: A, pürtüklü semender! Ne güzel bir tür...

4. Aslan balığı
Çocuk akvarist ve sıradan annesi kullanıldı, sonuçta ortaya yukarıdaki durum çıktı. (Karikatürdeki)
NOT: Balığın hisleri, tamamen karikatürist tarafından eklenmiştir.
Bir de, aynı yaşta iki kişinin aslan balığına verdiği tepkiyi inceleyelim:
Sıradan: Lan her tarafı yosun tutmuş, nasıl bakıyorlar hayvana?
Müdahaleci: Abicim, onun türü öyle.
Sıradan: Len, kayıp balık nemo değil mi bu işte?
Müdahaleci: La havle...
Akvarist: Ulan şeytan diyor karma resif akvaryumunu dağıt, tek aslan balığından bir tank kur... Ah işte, zamanında o beş tonluk akvaryumu yaptırsaydım...

Şimdi, bir kaç şeyle akvaryumcuların söyledikleri ve aslında söylemek istedikleri:

"45 lira ama sana 40 olur, sen yabancı değilsin."
Anlamı: Zaten toptancıdan 10 kuruşa aldığım bitkiyi sana 10 TLye satıyorum, bu kadarcık şey zarar ettirmez... İleride çok yolarım ben bunu...

NOT: Mercan akvaryum gibi, gerçekten tanıdık olup içinden gelerek öyle yapanları tenzih ederim.

"Yaşar yaşar, hepsi yaşar onların birlikte..."
Anlam1: Lan ben bu kerize böyle böyle Japonbalığıyla beraber piranha bile satarım... Öldükçe tekrar gelir alır...
Anlam2: Lan ben ne bileyim, internet diye bir şey var!?
Anlam3: Yaşar yaşar, hepsi yaşar onların birlikte...

Bu 3 anlam da olası anlamlardır...

Akvarist: Karides alacaktım.
Akvaryumcu: Hangi tür?
İst: Karides alacaktım?
Cu: Hangi tür?
İst: Sizde hangi türler var?
Cu: Sen hangi türü arıyorsun?

Anlam1: "Karides marides yok ama ben sana buradan karides diye su piresini verip bin lira alırım... Gel kerizim gel..."
Anlam2: "Ulan hiç sevmiyorum şunu, benden çok biliyor hayvan herif..."

Akvaristin eklediğine göre, bir türler saysa; akvaryumcu donup kalacakmış da, sırf tekrar oradan alışveriş yapmaya mahkum olduğundan söylemiyormuş...

5 Şubat 2016 Cuma

Benim Yeni Ufaklıklarım

Sömestırın ikinci haftası teyzem ve kızı ziyarete geldi. Onlarla çarşıda dolaşırken, Mercan Pet'ten içeri daldım. (Neden? Çünkü bahaneyle kurbağa gelmiş mi diye bakacak ve leopar geko işi ne oldu diye soracaktım) Ama beni tanımayan yeni ortakları vardı ve ben de bir süre akvaryumlara bakındıktan sonra çıktım. Ammaaaaaaaaa..... İki şahane Cambarellus patzcuarensis, plaket betalar ve çeşit çeşit zebra daniolar (Sarı, leopar, mavi, pembe, mavi-pembe...) aklımda kalmıştı. Ha, aklımda kalan başka canlılar da vardı: Muhteşem anemon, deniz mantarı ve mercanlar... Tabii ki deniz akvaryumum olmadığı ve elimde deniz akvaryumu kuracak malzeme de olmadığı, dahası deniz akvaryumu tatlısu akvaryumundan çok daha pahalı olduğu ve o kadar param olmadığı için onlar için yapacak bir şey yoktu. Ama akvaryumumdaki karides ve lepisteslerin soyu tükenmiş olduğundan ve yerine iki Pangasius hypopotalmus aldığım için o canlıları almak için önümde hiç bir engel yoktu. Planlar hazırdı. Önce, kerevitlerden (C. patzcuarensis) dem vurdum: Bunların cüce kerevit olduğu, kahverengi (yabani form) olanın kıskaçlarındaki kızıl-mor renk geninin nadir bulunduğunu, hele bunun bölgesel olmasının çok daha nadir olduğu ve bu gibi pek çok konuda annemin başını şişirdim. Gerçi, alma planım olmasa da yapacaktım. Akvaryumcuya gittim. Hazır gitmişken, ilaçlar da aldım. İşte benim yeni zebra sürüm: (Şaka değil, çokluk niteliği değil, gerçekten komple sürüyü aldım), iki kerevitim (Biri yabani form bölgesel kızıl-mor renklenmeli, öteki turuncu) ve plaket betam:




Bugün attığım iyi haşlanmamış havuç. Turuncu kerevit de dahil diğerleri pek takmasa da, bu ufaklık hemen yemeye başladı.
Ama yemim bitti, yakın zamanda yem almam lazım. Ben kaçar!