Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

28 Ağustos 2023 Pazartesi

Durum Raporu: Genjitsu no Yohane'nin Başkarakteri Hakkındaki Karmaşık Hislerim, Akvaryumla Sürüngen Hobisi Arasındaki Garip Korelasyon ve Bir Şeyler Daha

Genjitsu no Yohane'nin başkarakterini (yani Yohane'yi) başta sevmemiştim ama bölümler ilerledikçe karmaşık hisler içindeyim. Hatun benim ideal hâlimin kız versiyonuna o kadar çok benziyor ki (ve ayrıca hiç de sevmediğim, ideal versiyonumda aslında asla olamayacak olan ama önemli bir kısmı kişiliğimin önemli parçaları olduğundan onları çıkarınca geriye benim ideal versiyonum değil sadece bir "ideal insan" kalacak çoğu özelliğimi de bire bir taşıyor) hem acıyorum hem seviyorum hem de gıcık oluyorum. Yumemiru Danshi wa Genjitsushugisha'nın 5. bölümündeyim ve bırakıp bırakmamakta çok kararsızım. Konu falan güzel ama Yesterday wo Uttaite'yi sırf o geri zekalı karaktere (adını bile hatırlamıyorum aq) dayanamadığımdan yarım bıraktım, bu anime de beni tsunderelerden nefret etme noktasına getirecek. Mashiroiro Symphony'nin kırmızı saçlı tsunderesi bana tsundereleri sevdiren karakterdi, bu Aichi mi ne denen geri zekalı turuncu kafa tsunderelerden nefret etme noktasına getirecek beni. Saç renklerini neden belirttim? Çünkü tsundere dediğin kızıl olur arkadaş (ve gördüğünüz gibi bahsettiğim iki karakter de kızıl), kızıl tsundere saç rengidir. Devam edersem "Ulan, 6. bölüme kadar izledim zaten... Bu muhtemelen 12, değilse de 24 bölüm olacak. Kısa saçlı kız (mal tsunderenin arkadaşı), başkarakterin ablası, 6. bölümde gelen hatun -ki yorumlardan da görebileceğiniz gibi herkese "Reis artık siktir et şu Natsukawa'yı, bunla ol ne güzel..." dedirtti- vs. de animeyi taşıyabilecek karakterler, MC'yi zaten anlatmaya bile gerek yok, görüyorsunuz..." biçiminde bir düşünce sürecinin sonucu olacak, "esas kız"ı olabildiğince görmezden gelmeye çalışarak devam edeceğim. Hâlâ animeyi siktir etme ihtimalim de var tabii. C Danchi çevrilmeye başlanmış. Niye "başlanmış" diyorum? Çünkü 2022'de çıkmış. Şimdi, genel olarak "korku animesi iyi olmaz" diye bir kural vardır. Gerçekten de korku animelerinin çok büyük bölümü kötüdür, ayrıca Ring gibi dünyanın en meşhur korku filmlerinin birinin orijinalini yapmış bir milletin bu basiretsizliği de beni hep şaşırtmıştır. Hah neyse, yine de son zamanlarda çıkan -zaten beceremediklerini bildiklerinden pek sık çıkarmıyorlar- korku animeleri genellikle güzel oluyor, bu da güzel. Bu arada asıl psikopat Kimi-chan'mış gibime geliyor ama... Hadi hayırlısı. Bir de "staja gelen yabancılar" Müslüman mıymış la, namaz kılmak gibi bir şey yapıyorlardı wklmdwşesdef. Nanatsu no Maken bilmem ne 6. bölümde ne hâle geldi lan, vay amk. Acayip oldu lan, bakın bunca yıldır anime izleyen biri olarak tavsiye veriyorum: Bu animeyi saldıysanız geri başlayın, 6. bölüm de hoşunuza gitmezse geri salarsınız ama oraya kadar dayanın. Bu arada Suki na Kanojo Megane, Takagi-san, Kubo-san gibi animelerde/mangalarda çok sinir olduğum bir şey var: İş "itiraf" bölümüne gelene kadar bokunun çıkması. Halbuki gayet açılıp sevgili olduktan sonra da aynı maskaralıklara devam edebilirler, biz de gayet ağzımızın suyu aka aka izleriz/okuruz. Bunun için kanıtım da var hatta: Nishikata ile (eski soyadı) Takagi'nin evlilik hayatını anlatan (Moto) Takagi-san (evet, "moto"nun etrafındaki parantezler resmî olarak adın parçası), gayet de orijinali kadar popüler bir manga (hatta ben Moto'yu orijinal Takagi-san'dan daha çok seviyorum), benzer türde mangalardan/animelerden Shikimori-san karakterler sevgiliyken başlıyor ve bu türü seven herkes gayet onu da sevip izledi, sonra isekaivari olduğu için (ama -çoğunlukla öyle tanımlansa da- isekai değil) pek popüler olmasa da Shin no Nakama var... Yani şunu diyorum: Gayet birbirlerine açılıp sevgili olduktan sonra da aynı maskaralıklara devam edebilirler, biz de gayet okuyup izleriz; ama ısrarla ikiliyi "arkadaşlığın bir üstü, sevgililiğin bir altı" seviyesinde tutuyorlar*. Bir yerden sonra sinir bozucu ve hatta yorucu oluyor, oysaki bu animelerin bütün olayı hayat zaten sinir bozucu ve yorucu olduğu için insana biraz nefes aldırmak (Rahatlatmak değil. O türe iyashikei deniyor ve CGDCT ve benzerlerini -mesela Danshi Koukousei no Nichijou- kapsıyor. Gerçi "teasing master" türü -ki Suki na Kanojo Megane bilmem-ne asla bir "teasing master" animesi değil- de aynı "reverse harem" gibi "fanspeak"in bir parçası, resmî bir tür değil.).

*Bu türe dahil olan Soredemo Ayumu farklı ama; onda bütün olay itirafta. Onu gerçekten gittiği yere kadar uzatmaları lazım. Bu tür bir manganın yapmaması gereken tek şeyi yaparak bir aşk rakibi de çıkardılar zaten, tam oldu. Hayır işin ilginç yanı o karakteri esas kızdan daha fazla seviyorum ama özellikle esas ikili -ve beta çifti- yerine ona odaklanılması çok sinir bozucu oluyor. Rin'e odaklanılacağına Maki'ye odaklanılsa çok daha memnun olurdum açıkçası (manganın en sevdiğim iki karakterinden biri -diğeri Sakurako- olup animesinde de en sevdiğim seiyuulardan biri -aslında kendimi "hayranı" olarak tanımlayabileceğim tek seiyuu, en azından seiyuuluğu bırakmamış olan tek- tarafından seslendirilmesinin konuyla kesinlikle hiçbir ilgisi yok).

Bu arada işin içinde olmayınca fark etmek zor ama tüm dünyada akvaristlik ve sürüngen hobisi arasında bir korelasyon var. Özellikle Türkiye'deki sürüngen hobicilerinin çoğu yola akvaryumdan çıkıyor, ha hem Türkiye'de hem dünya çapında tam tersi de oluyor ama sürüngen hobicisi konunun bir yerinde illaki akvaryuma bulaşıyor. İlginçtir, aksolotl başta olmak üzere amfibileri ve su kaplumbağası gibi amfibik sürüngenleri saymazsak akvaryumdan yola çıkıp sürüngene hiç bulaşmayıp akvaryumda kalan tonla kişi var. Korelasyon tek taraflı yani. Peki bunun sebebi ne? Kısmen hem balıkların hem sürüngenlerin/eklembacaklıların "evcil hayvan" deyince henüz toplumca (en azından Türkiye'de) tam olarak kabul edilmemiş olması, kısmen her üç canlının da soğukkanlı canlılar olması, ki toplumca evcil hayvan olarak kabullenilememelerinin en büyük sebeplerinden biri bu, kısmen tüm dünyada yasal olarak "evcil hayvan" tanımının bu canlıları kapsamaması (balıklar, sürüngenler, omurgasızlar yasada "evcil hayvan" değil "süs ve hobi hayvanı" olarak geçiyor ve bu tüm dünyada böyle), kısmen akvaryum markalarının teraryum ürünleri de üretmesi (mesela Sera'nın sürüngen/teraryum rehberi olmasa ben muhtemelen sürüngen işine bulaşmayacaktım, gerçi yılanlar başta olmak üzere sürüngenleri hep sevmişimdir ama beslemek ve besleme bilgisine sahip olmak bambaşka bir şey), kısmen "sürüngen hobisi" ve "akvaryum hobisi" arasındaki sınırların biraz bulanık olması*... ama işte bunların hepsi yan sebepler. Bir "asıl sebep" arıyorum ama yok, varsa da ben bulamıyorum. Hep yan sebepler var.

*Örneğin omurgasızlar -biyolojik açıdan sürüngen olmasalar da- sürüngen hobisine dahildir ama karidesler, kerevitler, Afrika dev salyangozu dışındaki neredeyse tüm evcilleştirilmiş salyangoz türleri, yengeçler (üstelik kara yengeçleri de dahil) akvaryum hobisine dahildir. Sonra doğaları gereği -her ne kadar biyolojik açıdan sürüngen olmasalar da- hem sürüngen hobisine hem de akvaryum hobisine dahil olmak zorunda kalan kurbağalar (karakurbağaları, ağaç kurbağaları ve zehirli ok kurbağaları hariç), semenderler (özellikle -istisnalar veya özellikle uğraşılması haricinde- metamorfoz geçirmeyip bütün ömrünü suda geçiren aksolotllar...), su kaplumbağaları, yumuşak kabuklu kaplumbağalar, hatta genelde yarı-sucul canlılar oldukları görmezden gelinip akvaryum konusunda hiç akla gelmeyen timsahlar falan var. Ya da örneğin bir paludaryum kurup sulak kısmında endler, karasal kısmında zehirli ok kurbağası** koyabilirsin ve paludaryumlar amasız, fakatsız, herhangi bir şaibe veya karanlıkta kalan kısım olmadan akvaryum hobisine dahildir; ama zehirli ok kurbağaları da aynı şekilde amasız, fakatsız, herhangi bir şaibe veya karanlıkta kalan kısım olmadan sürüngen hobisine dahildir (Çünkü aslında kara canlılarıdır. İribaşlarını yapraklarda biriken su damlalarına bırakan canlılar lan bunlar, akvaryum konusundan o denli uzaklar, düşün...).

**Yasal Uyarı: Akvaryumcularda zaman zaman görebileceğiniz pençeli Afrika kurbağaları (Xenopus laevis) dışındaki her türlü kurbağa türü benim bunu yazdığım vakitlerde Türkiye'de yasaklıdır, belli kurbağa türlerinin yasallaştığını görsek bile bu güzelim canlılar muhtemelen sırf adları nedeniyle -tıpkı yılanların her türünün de muhtemelen sonsuza dek yasak kalacağı gibi- yasak olarak kalacaktır. Pençeli Afrika kurbağalarının yasak olmamasının tek sebebi de bu konudaki yasaları düzenleyenlerin muhtemelen Şafii olmasıdır. Tabii mezhepler arasındaki hüküm farklarına hâkim olmayan birinin espriyi anlamasını beklemiyorum, o yüzden önce gerçekte neden serbest olduklarını söyleyip sonra espriyi açıklayacağım: Pençeli Afrika kurbağaları -diğer kurbağaların aksine- karaya çıkmaz, bütün ömürlerini suda geçirir, bu da tıpkı aksolotllara, karideslere vs. yapıldığı gibi yasaları yapıp denetleyen kimselerin kendilerine balık olarak davranmasına sebep olur. Böylece çiptir, belgedir uğraşmadan gidip akvaryumcudan alırsınız. Balıkların yanına koyarsanız da balıklara yer falan... Espriye gelelim: Şafiilikte karides, midye vs. gibi şeylerin helal olma sebebi İmam Şafii'nin "Denizin avı helaldir (Maide 96), bunlar da denizden çıkar, dolayısıyla helaldir. Yalnız yengeç sadece denizde durmaz, karaya da çıkar, yani denizin avı değildir, o yüzden haramdır." biçiminde hüküm vermesi. Hanefi'de neden mekruh, hatta bazı yorumlarında haram? Ebu Hanife de şöyle hüküm veriyor çünkü: "Necaset pek tabii ki haramdır (Bakara 168), börtü böcek necistir, hâliyle haramdır, karides, yengeç vs. sudan çıksa da neticede börtü böcektir, dolayısıyla necistir, dolayısıyla haramdır." Espri bu yani. Hâlâ anlamayan varsa bizim denetçilerin düşünce sürecini açıklıyorum: "Balık beslemek yasaldır, pençeli Afrika kurbağası suyun dışına çıkmadığı gibi akvaryumcuda satılır, dolayısıyla pençeli Afrika kurbağası beslemek yasaldır." Hâlâ da anlamadıysanız okuduğunuzu anlama kursuna gidin veya paragraf sorusu falan çözün, ne diyeyim? Benim daha yapabileceğim bir şey yok.

Hazır bir gün önceden, gözüm de takvime ilişip bugünün 28'i olduğunu görmüşken: 30 Ağustos Zafer Bayramı'mız kutlu olsun. Bu kadarla kesmek samimiyetsiz geliyor ama bundan fazlasını söylemeye çalışırsam da batıracağım, biliyo'nuz beni, yani... Öyle işte. Bu yazının bu kadar bekleme sebebi yazacak hiçbir şeyim olmaması bu arada. Şu üstteki paragrafı da normalde Şelale Projesi'ne yazacaktım (oraya da taşıyacağım zaten), sırf yazı çıksın da hâlâ intihar etmediğimi bilin diye yazdım. İntihar düşüncesi, ironik biçimde insanın hayatta kalmasına yardımcı olabiliyor. "İşler dayanamayacağım noktaya gelirse çıkış yolum ölmek" dediğinde, seni öldürmeyecek olan şeylere biraz daha fazla dayanabiliyorsun (güçlendirirler mi meçhul tabii...). Mesela ben şu kitabı (aşağıdaki imza mı ne haltsa ona bakın) düzeltip bu konudaki ilgili projelerimi bitirdikten sonra intihar etme planına sahiptim ama bunu düzeltme fırsatını bir türlü bulamadığım gibi aklıma devamlı bu konuda yeni projeler geliyor. Acı artık katlanılmaz olduğunda da "Kitap da iş de umurumda değil, sadece sevilmek istiyorum. Hatta sevilmesem de olur, sadece âşık olabileceğim bir hatunla tanışmak istiyorum. Sonucu umurumda değil, âşık olmasam bile olur." diye ağlayıp müzik (genelde Gumi + Teoman) dinliyorum işte... Yazı çıkmama sebebi hayatımın fazlasıyla monoton (=nispeten düzenli ama sıkıcı) ve "en bürokratik" dönemlerini yaşıyor olmam bu arada (Aynı sebepten az önce bahsettiğim, "kitapla ilgili projeler"i de bir türlü ilerletemiyorum. O benim için nefes almakla, yemek yemekle aynı şey, blog işiyse sadece nefeslenmek için yaptığım bir şey. Yani benim için kitap yazmak ihtiyaç, blog yazmak hobi.). Şu "şelale projesi" tamamlanabilirse biraz daha rahatlayıp daha çok yazabileceğimi düşünüyorum. İşin ilginci doluyum, acayip doldum ama bu dolulukları yazmaya değer bulmuyorum... daha doğrusu kısmi bir yazar tıkanması yaşıyorum. Kitapta sebebini biliyorum, bölüm bölüm ve kronolojik yazmak beni zorladığı için, bir de şu an uğraştığım şeyi "yazmak için yazmak (= sanat, sanat içindir = canım istediği için yazmak)" yerine belli bir amaçla yazdığım ve bu sırada yazmam gereken bir duruma kendimi soktuğum için onun daha ilk kısımlarını bile bitiremedim ama bloğa niye patlamadığım hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Oh be, doluluğumu azıcık boşaltabildim sonuçta. Demek ki gereken buymuş.

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Israrla umut etmeye çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲ‍ᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍‍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى

INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral

*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.

☉♓︎   ☽♌︎   Asc♊︎   ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎

1 Ağustos 2023 Salı

Durum Raporu: Kanal D'nin Yediği Diziler, Akvaryumun Doğasındaki Maymun İştahlılık ve Anime

Aklıma "Kanal D'nin yediği diziler" diye bir liste yapmak geldi. Neden? Çünkü Arka Sokaklar'ın hâlâ devam ettiği kanalda bu diziler "reytingsizlik" gerekçesiyle (veya başka gerekçelerle) kaldırıldı. "E, izlenmemiş işte? Kanal D'nin suçu ne?" Çünkü bu geri zekalılar bu dizilerin bazısının başladığını bile kimseye haber vermediler (örnek: Üsküdar'a Giderken), bazısını yayın zamanıyla kafalarına göre oynayıp (üstelik bunu olabilecek en ters şekillerde, örneğin normalde öğlen yayınlanan diziyi gece yarısına koyarak falan, yapıp ve tabii ki yine kimseye haber vermeyip) batırdılar, hele biri var ki dünyanın en geri zekalı "TV dizisini internet dizisine çevirme süreci"ni doğal olarak atlatamayıp öldü (Hangi diziden bahsediyorum? Tabii ki "Ulan İstanbul".), o süreci atlatabilen dizi olamazdı zaten, ona dizi değil anca "hamam böceği" denilebilirdi ve bir de bu tür sorunlar olmadığı hâlde saçma sapan değişikliklerle içinden geçirilerek batırılan var (Şekil 1-A: Geniş Aile)... Bu listenin geneli komedi ağırlıklı olduğu için Kanal D'nin komedi düşmanı olduğunu düşünmeye başladım; ülkenin en sağlam -ve dizilerin hâlâ aklını, az da olsa, kullanabilen senaristlerce yazıldığı zamanlara ait- dram dizilerinden birkaçının da bu kanalda yayınlandığını düşününce bunu "Kanal D neden komedi düşmanı?" sorusunun cevabı olarak belliyorum.

Bak, daha önce akvaryum hobisini ısrarla sürdürme (Sürdürmeye çalışma diyelim... Gerçi bir yerleşik hayata geçsem ilk yapacağım şey doğru düzgün, "yan sump"lı bir bitkili akvaryum kurmak olacak.) sebebim hakkında birkaç bir şey yazmıştım (aha burada). Bunun ikincil, daha doğrusu akvaryum hobisinin zaten tanımında maymun iştahlılığının olmasıyla ilgili bir durum da akvaryumun "değişim"e açık olması olabilir. Şimdi diyelim ki ahşap boyuyorsunuz, dış sebeplerden doğaçlama yapmak zorunda kalmadıkça ahşabı aşağı yukarı planladığınız gibi boyayıp bitirir, sonra da onarımlar -ve belki ufak tefek eklemeler- dışında yaptığınız şey olduğu yerde durur, yeni bir şeye başlarsınız. Akvaristlerde de "yeni akvaryum" krizleri fenadır ama akvaryumun bitmiş işi yenileyebilmeniz gibi, başka neredeyse hiçbir hobide olmayan bir avantajı var. Örneğin başlangıçta hayvan içermeyen (tabii kendi kendilerine gelen mikrofauna ile salyangozlar hariç), sırf bitkiden oluşan bir akvaryum kurdunuz. Sonrasında, canınız lepistes ve karides akvaryumu kurmak istediğinde sadece o akvaryuma lepistes ve karides koymanız yeterli. Tetra mı beslemek istediniz? Karidesleri ver, tetra koy (çoğu türde karidesleri çıkarmaya bile gerek yok). Bu şekilde yapboz gibi "sadece bitki akvaryumu" olarak başladığınız bir şeyi içinde Afrika kalın kuyruklu keleri (Hemitheconyx caudicinctus) ve beta beslediğiniz bir paludaryuma çevirebilirsiniz, sonra onu daha farklı şeylere de dönüştürebilirsiniz. Bazı türler veya konseptler için geçişler ya direkt akvaryumu bozmayı ya da direkt yeni akvaryum kurmayı gerektiriyor doğru, akvaristlerin genelde o şekilde yapmalarını gerektirecek "yeni heveslere" meylettiği de doğru ama burada olasılıklardan bahsediyorum. Bu arada neden onca tür, örneğin leopar gekolar veya bukalemunlar vs. dururken kalın kuyruklu keler örneğini verdim? 1. Tropik canlılar (Doğal yaşam alanları, çöl hayvanı olan leopar gekoların aksine, yağmur ormanları. Evet, Afrika'da yağmur ormanı var, Kongo tetralar da oradan geliyor mesela.), 2. yasallar (Şu anın Türkiye'sinde yasal olan pek az sürüngen var, gerçi sayıları giderek artıyor, çalışmalar umut verici ama bu çalışmalar daha ziyade "şirket" çalışmaları olduğundan her an sürüngenlerin yasallığı tekrar sallantıya düşebilir. Hah neyse, leopar gekolar, herhangi bir bukalemun türü vs. yasal değilken H. caudicintus yasal, bu yüzden.)

Jidou Hanbaiki ni Umarekawatta Ore wa Meikyuu wo Samayou (yani otomat olarak isekai olan adam) çok eğlenceli lan. Ben bildiğin düşük profilli, sonra adını görünce izleyip izlemediğimi bile hatırlayamayacağım "düşük" serilerden birini bekliyordum ama Mushoku'dan iyi isekai (bu arada ironi yapmıyorum, gerçekten öyle). Ha öyle olsaydı da izleyecektim tabii, isekai SoL komedi bağımlısıyım oğlum ben, bir bana bir isekai'ı yarım bıraktırabilecek -veya hiç izletmeyecek- çok az şey var. Onun dışında Seija Musou: Salaryman, Isekai de Ikinokoru Tame ni Ayumu Michi var. Bu bildiğin az önce bahsettiğim düşük isekailardan. Tabii ki bu izleyip hunharca gülmeme engel değil. Ha bir de dandikliğine uygun olarak "aynı yüz sendromu"ndan muzdarip. Çekici olması gereken tavşan kızın yüzüyle bizim başkarakterin yüzü bile aynı olunca karakteri sunulduğu şekilde "çekici" olarak görmek için inançsızlığın istekli askıya alınmasını bozacak kadar çabalamak gerekiyor, o zaman da birkaç parlak noktası olsa da (ayrıca şuna bakın: Saman adamın bir noktası var) zaten dandik olan anime iyice can sıkıyor. Bir şeyin can sıkması sıkıcı olduğu anlamına gelmez bu arada. Evet, kulağa tuhaf geliyor ama sivrisinek örneğinden düşünün: Can sıkarlar ama sıkıcı değillerdir, lan kan içen bir şey sıkıcı olsa vampir miti hâlâ her türlü şekle sokulup durulur muydu? Bu da aynı. Zaten söz konusu karakterin düz insan değil de tavşan kız olması (Bu arada tam anlamıyla farklı bir ırktan ziyade tam anlamıyla azıcık yaratıksı gibi duruyor, o yüzden bu evrende insanlardan tamamen ayrı, tam bir bir yarı-insan ırkı olduğu belirtilene kadar öyle olduğunu varsayacağım.) sırf bu aynı yüz sendromunun etkilerini azaltabilmek için bence, başka hiçbir sebep yok (Yani... Herkes tavşan kızların seksi ve kedi kızların çekici olduğunu bilir.). Suki na Ko ga Megane wo Wasureta da işte Kubo-san veya Komi-san gibi animelere benzeyen bir anime. Hem sevip hem de bir mucize olmadıkça yalnız öleceğim gerçeğini yüzüme vurdukları için katlanamadığım ama sevme kısmım daha ağır bastığından genelde izlediğim sakin, rahat, öyle saçma sapan götten uydurma rakiplerle alakasız drama yapılmayan (Kimi ni Todoke'nin 2. sezonundan bu türü seven herkes nefret eder, çoğu ilk sezonun hayranı olduğu hâlde. Çünkü güzelim hikayeyi kansere çevirdiler.), işin içine harem marem sokulmayan (Komi-san burada garip bir durumda duruyor aslında... Götten rakip uydurulmadığı söylenilemez; ama bunun nasıl yapılacağı konusunda örnek olarak kullanılabilir.) SoL romantik komedilerden. Esas kız kadar görme bozukluğu olan birinin gözlüğünü unutma değil tam aksine gözündeyken gözlüğünü arama alışkanlığı olur, uyanır uyanmaz ilk yaptıkları şey gözlüklerini arayıp takmaktır ve gözleri o kadar bozuksa bunu içgüdüsel olarak yapacakları kadar uzun süredir gözlük takıyorlar demektir (Kendimden biliyorum. Gözümde gözlük olduğunu fark etmeden banyoya girmişliğim var.) ama komedi ve orijinal karakter tasarımı adına bu durumun yıkılıp tam tersi şekilde sunulmasıyla herhangi bir sorunum yok. Aslında öyle olmasa bu sadece esas kızın gözlüklü olduğu -ve muhtemelen bir iki sahne dışında bunun, haklı olarak, üstünde bile durulmayan- sıradan bir romantik komedi olur ve muhtemelen Tada-kun wa Koi wo Shinai'ın (yani bu türü seven herkesin sonuna kadar izlediği ama seven tek bir kişiyi zar zor bulabileceğiniz rezalet ötesi klişe çorbasının, "Nasıl romantik komedi yapılmaz?" dersinde örnek olarak kullanmalık o lanet animenin) düştüğü çukura düşer. Bu arada üçüncü bölümde gerçek bir "gözlük sakarlığı" kullanıp (başındaki gözlüğü aramak) başkaraktere de bunu belirttirdiler kjnedlsm. Yalnız 3. bölümdeki ve 4. bölüm fragmanındaki "yanlış anlaşılma" sahneleri azıcık sinirimi bozdu. Arada bir neyse de bu durum devamlılık sağlarsa sikerler, umurumda bile olmaz direkt bırakırım animeyi. Bu ne lan, Çocuklar Duymasın mısınız siz? Shiro Seijo to Kuro Bokushi çok iyi lan. "Gabriel Dropout romantik komedi olsaydı nasıl olurdu?" sorusunun cevabı gibi. Bunu animenin "tadı" anlamıyla söylüyorum tabii, yoksa karakterlerin de konunun da ortamın da Gabriel Dropout ile alakası yok. Aslında son zamanlarda gördüğüm en orijinal karakter tasarımlarına (hem kişilik hem de görünüş olarak en orijinal karakter tasarımlarına), temaya ve ortama* sahip. Gabriel Dropout'a en benzeyen yanı "etrafta melekler falan dolanırken nasıl herhangi bir fantastik olay göstermekten kaçınırız?" sorusuna verilen cevapmış gibi durmaları ama iki anime arasındaki cevabın "tadı" iki animenin insana hissettirdikleri arasında en farklı olan şey. Bu arada Kilise'nin "iyi" olduğunu gördüğüm ilk anime de bu, kalanların hepsinde ya dümdüz kötü ya da ahlaki açıdan fazlasıyla belirsizdi. "Fantastik Kilise"lerin bile çoğu aynı, onlar arasında bile iyi olan çok az ama dümdüz klasik Hristiyanlıktan bahsediyorsak bu, izlediğim ilk -ve muhtemelen var olan tek- örnek. İronik bir biçimde iyi olmaya en yakın olan Kannagi'deki Kilise'ydi ama ona da direkt "iyi" denemezdi, en fazla "iyimsi nötr" olarak tanımlanabilirdi. 4-nin wa Sorezore Uso wo Tsuku acayip eğlenceliymiş lan. Joshikousei no Mudazukai ve Lucky Star birleştirilip üstüne Saiki Kusuo sosu atılmış gibi ama daha iyisi.

*Tamam, sonuncuyu biraz abarttım. Sonuçta dümdüz "Belirsiz ama sanki modern çağdan hemen önce gibi bir tarihteki İngiliz kırsalı" dekoru var ama bu dekoru animelerde çok sık gördüğümüzü söyleyemezsiniz. Aslında aklıma ikisi dümdüz modern, biri de dümdüz Ortaçağ olan üç tanesi (Kin'iro Mosaic, Mahoutsukai no Yome, Nanatsu no Taizai) dışında İngiliz kırsalı dekoruna sahip anime gelmiyor bile.

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Israrla umut etmeye çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲ‍ᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍‍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى

INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral

*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.

☉♓︎   ☽♌︎   Asc♊︎   ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎