Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

24 Kasım 2015 Salı

Soul Hunted 8. Bölüm

Bölüm 8: Bir shinki efendisine neden zarar verir?

Of... "Sanırım elime yüzüme bulaştırdım, değil mi?" diye sordum. Ha!? Bir fısıltı... Kükreyen bir fısıltı ve rüzgar uğultusu... Gözlerimi kocaman açtım ve "Geliyor" dedim. "Ne?" Anzu-sensei duymadı mı? "Duymuyor musunuz?" diye sordum. "Biz safkan insanlar, ayakashi'lere karşı siz magatsunin'ler kadar hassas değiliz. Ama işte, shinki'n" dedi ve kılıcımı attı. Pencereyi açıp, dışarı çıktım. Bir güneş tutulması... Güneş tutulmaları, ayakashi'lerin gündüz en güçlü olduğu vakitlerdir. Ama; benim bir artım var: Benim de gücüm artıyor. Bu arada, Aiko bana takmış durumda. Ama onu göremedim. Sadece bir kaç ayakashi, cin ve horrou vardı. Tamam, önce horrou'lardan başlayalım. Onlar daha güçlü. Tam eğilip, saldırı pozisyonu almıştım ki... Onu gördüm: Biiruzebabu. Böcek şeytanı. Lafzı okudum ve ona fırlayarak, kolunu kestim. Yok oldu; ama bittiğini sanmıyorum. Muhtemelen sadece kaçmıştı. O sırada, diğer ayakashi'leri kesmeye çalıştım ama bir türlü beceremedim. Elimde hiçbir şey yoktu... O sırada, sudan mızraklar; ayakashi'leri parçalayarak sıktı ve yok etti. Bir ayakashi'nin üstündeyken, aşağı baktım. Tomoko... Oh. O sırada, dengemi kaybedip düştüm. Ah! Çok fena yere çakılmıştım. Ayıldığımda, yine hastane odasındaydım. "İyice müdavimi oldun bakıyorum?" dedi doktor. Anzu-sensei, "Silah listesi geldi" dedi. Silah listesi? Ah... Sınıfımızda olan silahlar listesi...
O gün; derse girdik. "Konumuz, nora'lar" dedi sensei. Nora? O da ne? Noragami'deki nora mı? Anzu sensei, devam etti: "Noralar, bir çok efendisi ve bir çok ismi olan shinki'lerdir. Bir kişinin ne kadar shinki'si varsa o kadar güçlü, bir shinki'nin ne kadar efendisi varsa o kadar güçsüz ve başına buyruktur. Bu arada; bugün sınıfımıza yeni biri katılıyor. Çin'den geldi ve şey... Sadece bir noraya tabii oluyor..." Bu saçma değil miydi? İçeri girdi; beyaz, uzun saçlarıyla; gözlerinin biri mavi, öteki yeşildi. "E.. Her şeyden önce, ben bir erkeğim." Ha!? Nasıl olabilir!?
"Adım Lei ama bana geldiğim yerde genelde Noraist derlerdi." Sonra, sağ elini sağ tarafa doğru açıp; "Umaru! Gel!" dedi ve basit bir kamp bıçağı, elinde belirdi. "Nora'lar, onları çağırmanı gerektiren karmaşık ve modern silahlardır." diye artistlik taslayıp yerine geçti.

23 Kasım 2015 Pazartesi

Sıkıldım... Bilmiyorum...

Sıkıldım, hiçbir şeyden zevk alamaz oldum. Hayatım tamamen monoton. Her günüm aynı...
Şimdi, o kadar batıyorsa renklendirecek bir şeyler yap. O kadar kolaysa sen yap! Önümde kaç bin tane engel var biliyor musun? Toplum, ailem, okul, koduğumun üniversite sınavı...
Bana mutlu olmak, neşeli olmak için en ufak neden verin. Hayatımda yolunda giden ne var ki? Tüm hayallerime o kadar uzağım ki... İtilip kakılmaktan, gereksiz yere yargılanmaktan; kendi kendimi incitmekten bıktım! Tamam mı? İstemiyorum bunların hiçbirini. Kimse bana karışmasın! Karışmayın bana... İstediğim gibi yaşamak istiyorum ben. Ormana mı bırakırsınız, uzaya mı atarsınız bilmem... Yaşamak istediğim tek stres hayatta kalma stresi. Bu lanet olası şehir hayatını yaşamak istemiyorum. Bir odada kalıp; sadece istediğim şeyleri yapmak istiyorum. Başka hiçbir şey yapmak istemiyorum. Peki, ne oluyor? Milyonlarca engel önüme çıkıyor. Hayatı benim kadar sıkıcı biri var mı? Varsa bile; bu kadar uzun süredir sıkıcı olan ve daimi olarak daha da sıkıcılaşan bir hayatı olan biri var mı? Bir dönem sıkıcı olsa bile; sonradan biraz renklenir. Hayatımın ilk yılları, gökkuşağı gibiydi. Okuldan sonra gittikçe soluklaştı. Şu an elimde siyah ve beyaz bile yok. Sadece, tek bir tonda bir gri var. Yakında o da kaybolacak ve ben, hayattan tamamen koparak; sadece dışarıdan bir izleyici olarak kalacağım. Defalarca intiharı düşündüm ve hatta denedim. Her seferinde birileri bana engel oldu. Ama bunu istemiyordum ki... Bu sıkıcılığın bitmesini istiyordum. Ağlamaların son bulmasını, artık gerçekten gülebilmeyi; içten, saf bir şekilde gülebilmeyi istiyordum. Bıktım artık... Her gün, her gün... Sakın bana, önümdeki tek engelin kendim olduğunu söylemeyin. Ben bir engel değilim, rahatça kendi üstümden atlayabilirim. Engel; aşamayacağın kadar büyük şeylere denir. Sevgi gibi... Kalbim kırık, ruhum paramparça... Gözyaşlarım sel, burnum akarca... İstemiyorum. Bunu istemiyorum. Bu zorlukları istemiyorum. İstediğim zorluklar var; ama onlar bunlar değil. Beni daha fazla incitmeden; lütfen siz de empati yapın.
Çocukluğumdan beri, asla "normal" olarak tanımlanan insanlardan olmadım. Delilik denizinin kıyısında, bir ayağım suda; öteki ayağım karada olarak sahil boyu ilerledim. Önümde ve arkamda; ne de yanımda... Kimseyi göremedim. Ben, hep yalnızdım. Kalabalıklar içinde... Maskeler... Takmayı reddettiğim bir maske için dışlandım. Siz, küçüklüğünüzden beri güvenebileceğiniz tek kişinin hayvanlar olmasının acısını bilir misiniz? Onlar bile dinlemezdi beni... Şimdi, az da olsa; güvenebileceğim dostlarım var. Ama, ben hala yalnızım. O sahilde; hala tek başıma, amaçsızca, nereye gittiğimi, zamanı ya da nerede olduğumu bilmeden gidiyorum. Koşuyorum, korkuyorum. İçten içe bağırıyorum. Dışa sesim çıkmıyor. Dönüp duruyorum, kayboluyorum... Denizde bir kaç kişi var; ama çok derindeler. Onlara hiç bir şeyim ulaşmıyor. Sahilin çok ardında, bir orman ve onun da ardında bir çöl var. Ormanda bir kaç kişi, çölde ise çok fazla kişi var. Kıyı şeridinden ayrılamıyorum. Ormana ve çöle koşmak istiyorum; bir ıstakoz tutuyor ayağımı. Beni geri çekiyor, suya düşürüyor. Bu sahil şeridi, benim olduğum yer... Hiç kimse yok. Ormanda dahiler, denizde deliler, çölde ise normaller var. Ben hiçbiri değilim... Normalliğe çok uzak olmamın yanı sıra; dahiliğe ve deliliğe de çok uzağım. Neyim ben?
Bu sahil şeridinde; bir deniz kabuğu ilgimi çekiyor. Eğilip almak istiyorum, bir dalga geliyor; beni mahvediyor. Başka bir hayat istiyorum.
Yüzlerce kapı var her tarafımda. Ama olmuyor. Kimisi kilitli, kimisinden içeri almıyorlar. Açtığım kapılar ya kapanıyor; ya da beni o lanet olası kıyı şeridine geri gönderiyor. Kumlar, gitgide bir bataklık olup; beni içine çekiyor. Korkuyorum.
Kendimi, uzaktan; arkadan izliyorum. Çaresizliğime üzülüyorum, kendi kendime. Alıp başımı çekip gitmek istesem bile... Başaramıyorum. Hayat, beni itip kakıyor. Kader, uzaktan olanları izliyor. Dua; en beteri de o... Bana yardımcı olmak istese bile, kısıtlanıyor. Etrafımda; garip bir kafes içindeyim. Belki de bu yüzden sahilden ayrılamıyorum. Bu kafesin ne olduğunu bilmiyorum. Sonra, şeytanı görüyorum. Kıs kıs gülüyor halime. Ben, bilmiyorum...

18 Kasım 2015 Çarşamba

Kimim ben?

Kimim ben?
Hangi hayatı yaşıyorum?
Bu izleyici hayata
Ne arıyorum?

Müdahale edemiyorum
Korkuyorum...

Gidip kaçamıyorum...
Bulunuyorum...
Issız bir yolda yürüyorum
Bir ses duyuyorum...

Kediler, köpekler, fareler...
Hiçbiri yok meydanda.
Benden başka kimse
Yok orada.

Hayatı suçladım,
Kaderi kabullendim.
Seçime laf attım ama
Başaramadım, yapamadım...

Olmuyor, olmuyor...
Ne zaman olacak?
O kadar sabrım yok,
Kimler hayatta kalacak?

Bu sınav stresini
Ya da şehir trafiğini
İstemiyorum, istemem...
İstediğim tek şey huzur...

Bazen düşünüyorum,
Sonra korkuyorum kendimden;
Bazen diyorum, doğada olsaydım keşke.
Bu stres yerine; yaşam stresini çekeydim.

Ne yapacağım,
Bilmiyorum...
Ve geçip giden gemilere el sallıyorum.
Bir hayali dağ gibi
Gitgide yok oluyorum...

Kaderimiz kömürle yazılmış sanki
Ama hayır, ben bunu değiştireceğim.
Kanımız akar içimize;
Yo dostum yo, ben bunu değiştireceğim.

Gitgide kararıp solan bir gelecek...
Ve olmuşla ölmüşe çare arıyorum
Umut kuleleri bir bir yıkılıyor...
Gözüm önünde.

O kadar sabrım yok,
Lütfen Allah'ım
Bundan kurtulmak istiyorum
Gelecekte biraz
Işık görmek istiyorum

Umarsız bir can sıkıntısı;
Ve içimdeki yüzlerce ruhtan bazıları gülüyor.
Dumansız bir ateş, kalbimi dağlıyor.
Ah, gördüm şimdi dumanını.
Genzimden içeri dalıyor.
Ve zehirliyor beni her gün.

Sanki komada gibi,
Bir izleyici...
Kendi hayatına;
Seyirci...

Of of...

17 Kasım 2015 Salı

Yetti gari TTNET

Lan oğlum ananıza bacınıza sövülmesi hoşunuza mı gidiyor? Amına koyayım bir oyun oynayacağız, mesajlarım bin beş yüz saat sonra gidiyor; kıpırdayamıyorum. Ulan anasını bacısından geçirdiğimin TTNETi, doğru düzgün internet ver! Para ödüyoruz lan sana! Ben böyle sikik interneti alsınlar diye millete üstüne para veririm ulan! Her bir haltta... Neyse... Ulan ta sonunda ağzımı bozdurdunuz ya, vallahi helal olsun. Başka da bir şey demiyorum.

13 Kasım 2015 Cuma

Son zamanlarda hep melankoli, biraz da gülün koli koli

Kendi evim olunca ben:


Yapmayı planladığım şeylerden biri.

Not1: Timsah ve domuz almayı düşünmüyorum
Not2: Momonga dediği hayvan uçan sincabın bir türü. Aha bu:

Ayrıca, son zamanlarda ben:

Kız beni anlattı resmen:


Yine melankoliye bağladık. Daha iyiyim ama. Neyse...

Son zamanlarda ben


İstemiyorum!

Bu lanet olası sıkıcı, mutsuz hayatı istemiyorum. Niye güzel bir hayatım yok? Hiç bir şey... Yolunda giden, beni mutlu eden en ufak bir şey yok. Lanet olası sınavlar, gereksiz stres...
Bunların hiçbirini, istemiyorum!
İstediğğim zaman kalkmak, istediğim gibi yaşamak, istediğimi yapmak, istediğim gibi giyinmek istiyorum.
Gereksiz, bana hiçbir faydası olmayacak sınav stresi yerine, acaba bu bitki zehirli mi stresini istiyorum.
Avrupa üniversitesi eğitimi ayarında ama imkanlar bakımından Avrupa ilkokullarından bile geri olan lanet olası lise eğitimini istemiyorum. Doğa gibi, gerçek bir öğretmen istiyorum.
Artık ağlamak değil, gülmek istiyorum.
Sahte kahkahalar değil, gerçek tebessümler istiyorum.
İçimin kan ağlamasını değil, huzur hissini istiyorum.
Sınavlara, sisteme değil; ateşi yakamamama küfretmek istiyorum.
Beni anladığını söyleyen insanlar değil, yanında rahat davranabileceğim bir tek insan istiyorum.
Hayatımı geri istiyorum...

Soul Hunted 7. Bölüm

Bölüm 7: Yarım gerçek

Bunu yapmasından nefret ediyorum. Bekle, etrafım.. Olamaz! Etrafımda bir güç üçgeni oluştu. Lanet olsun... Eğer ikinciyi de koyarsa... Aaaah!

Hakim bakış açısı:

Aiki'nin etrafındaki güç üçgenine ters yönde bir güç üçgeni, onunla çakışacak biçimde Aiko tarafından konuldu.

Aiki'nin gözünden:

Bağırıyordum, deli gibi bağırıyordum... Ama olmuyordu, işe yaramıyordu. Diz çöktüm. Önümde, bir kapı belirdi. Bir torii. Eğer ondan geçersem, Aiko'nun tarafına geçmiş olurdum. Yavaşça ayağa kalktım. Eğer yapmazsam, ölecektim. Ama yaparsam... Eğer yaparsam... O zaman bir daha asla insan olamayacaktım. Tam ona adım atmışken, kapı kapandı ve ben geri doğru düştüm. Simsiyah etraf, önce mavi, sonra yeşille renklenmeye başladı ve her taraftan gözler çıktı. Lanet olsun! Sonra, etraf bir kaç kılıç darbesiyle paramparça oldu. Onu gördüm: Akame. Etraf normale dönünce, tüm sınıf arkadaşlarımın ve Anzu-sensei'in de orada olduğunu fark ettim. Aiko, "heh... Bitti sanma" diyerek geçit açarak kaçtı. Ah.. .Yine mi? Bayılmışım. Uyandığımda, bir hastane odasındaydım. Doktor, ben ve Anzu-sensei'le özel konuşmak istediğini söyleyip herkesi çıkarttıktan sonra; ufak bir ametist parçası çıkarıp bir sınır çizdi. "O şey..." deyip, yatağa geri yuvarlandım. "Evet, benim shinki'm" dedi doktor. "Pekala, evet.... Bir Soromon-wo-tsukame. Eğer zamanında yetişemeseydik, tam bir ayakashi olabilirdin." Ha!? Biliyor muydu? Bekle... Anzu sensei tepkisiz? O da mı biliyordu? "Evet, Aiki" diye söze başladı Anzu-sensei. "Yarı ayakashi olduğunu biliyorduk. Ayrıca, o ruh kumandanının kız kardeşin olduğunu da biliyorduk. Ablan..." Onu durdurdum. "Ablam değil, ikizim." Her neyse, dedi Anzu-sensei. "Sorun şu: Bunu bize söyleseydin, Akame ve Airi tarafından öldürülme riskin olmazdı." Burada gülmem mi gerekiyor? Anzu sensei'in korkunç bir espri anlayışı var. "Eğer ayakashi güçlerini açığa çıkarsaydın; nasıl semptomlar göstereceğini biliyor musun?" diye sordu doktor. Hm... Aslında bunu biraz düşünmüştüm:

-Şey... Aiko'da, sağ elinin üstünde ve sırtında bir göz ve gözbebeklerinde dikleşme ortaya çıktı. İlk zamanlarda bana "korkuyorum... Buna izin verme" demişti. Sonra nasıl o yana geçti, bilmiyorum...

Bak, dedi Anzu sensei. "Ayakashi formunu aktif eden bir yarı-ayakashi; insani duygularını ve hatıralarını çok silik hatırlar. Ayrıca, kız kardeşinde görülen semptomların aynısı sende de görülecek diye bir kural yok."

Doktor, lafa girdi:

-Evet... Senin semptomlarından kesin emin olamasakta; muhtemelen genital organının canlı bir yılana dönüşmesi, dişlerinin sivrileşmesi, sol elinin dış, sağ avucunun iç kısmında ve alında gözler oluşması, kanı silah olarak kullanabilme yeteneği ve saçlarının kertenkele kuyruklarına dönüşmesi gibi şeyler olurdu.

Ah... İyi ki kurtulmuşum... Bunun için, Akame'ye... Bekle! O zorlandığı için yapmış olabilir... Bu konuyu araştıracağım.

12 Kasım 2015 Perşembe

Karanlık

Karanlık... Gelecekte gördüğüm tek şey bu...
Umutlar yok olmuş, hayaller çekmiş süngüsünü.
Bir yılan gülüyor içten içe
Ve gökyüzü kahkaha atıyor halime
Kendi ruhum kaçmaya çalışıyor
Bedenden, dünyadan, insandan...
Bambaşka hayatlar içinde
Yeni bir algı doğdu
Özgürce uçarken
Hapse kondu
Gitgide soluklaştı dünya
Vs rüyalar yok oldu
Bitip tükenmiş hayatlar
Ömrü has oldu
Kaçıp gidenler cesur,
Kalanlar korkak oldu...
Güzellik başka oldu
Edep kayboldu
Ve bunca dalgalanma içinde;
Ruhum soldu...

10 Kasım 2015 Salı

Yine yeni yeniden offf of

Sabah iyi de, akşama doğru üzerime bir huzursuzluk çöküyor. Sıkılıyorum, içim daralıyor. Alışkın olmadığım bir his değil; ama son zamanlarda çok ve ağır olmaya başladı. Daha fazla dayanabilir miyim? Bilmiyorum.

Doğaya gitme isteğimi sordular; (gerçekten sordular); aslında, bu bir kaçış isteği. Neresi olduğu çok önemli değil; bu boğucu saçmalıktan kurtulabileceğim her hangi bir yer olur. Doğa, uzay, Dünya'nın sonu, paralel evren... Her hangi biri olabilirdi. Ama ben en imkanlısı olarak; doğayı tercih ettim.

Peki, neyden kaçmak mı istiyorum? Bir çok şeyden... Yüzlerce şeyden...

İnsanlardan...
Boğucu şehir hayatından...
Derslerden...
Stresten...
Paradan...
Mutsuzluktan...
Monotonluktan...
Çıkarcılıktan...
Güç oyunlarından...
İlaçlardan...
Her şeyden...

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, iki tane lanet olası hap kullanıyorum ve hiç bir işe de yaramıyorlar.

Bazen diyorum; acaba abartıyor muyum? Ama sanmıyorum. Ben, bu yılan insanların arasında olmaktansa; gerçek yılanların arasında olmayı yeğlerdim. Nedeni basit: Onlar sadece yılan. Ama diğerlerinin yılan, insan, ayı gibi bir çok kişiliği var ve hangisinin gerçek olduğunu bilemiyorsunuz.

Belki, diyorum bazen; belki içki, sigara, uyuşturucu kullansam bu kadar hissetmezdim. Ama yo, kullanmayacağım... Bu; doğayla kucaklaşma konseptime yakın düşen bir konu değil.

Gerçekleşmeyen hayallerden bıktım. Her seferinde yerle bir oluyorlar.

Üzüntülerden bıktım. Hep, hep... İçimdeki yüzlerce kırık, ezik, tuzla buz olmuş parçaya rağmen; attığım milyonlarca sahte kahkaha.

Of of... Gece uzun, dertler diz boyu...

Göz kapaklarım, ellerim yorgun...

Ve yazılar öksüz.

Doğada yemek: Neden Çekirge Tercih Etmeliyiz?

Benim, "çekirgegiller" dediğim bir grup böcek var. Bu grupta çekirge, cırcır böceği ve peygamber develeri var.

Doğada başka yiyecek bulamayıp, el-mecbur böceklere yöneldiniz. Ancak, şu üç şeyi unutmamalısınız:
1- Yemeğe hazırlandığınız böceği her zaman iç parazit, mikrop ya da mite (böcek kenesi) taşıma ihtimali vardır
2-Böcek, dışkıda yuvarlanmış olabilir
3-Böcek, zehirli olabilir.

ÖNEMLİ: Kırmızı, sarı ve parlak siyah zehir işaretidir.

Şimdi; çekirgenin eksileri:

1) Yakalaması nispeten zordur
2) Temizlenmesi gerekir (Baş, kanat ve bacakları yutmak zordur)

3) Cırcır böceğinden ayırt edilemeyebilir.

4) Arkasında ince bir diken uzanan türlerden ise sizi sokabilir.

ÖNEMLİ: Çekirgelerin zehri yoktur, sadece acıtır ve en kötü durumda kanatır.

Artıları:

1. Sadece temiz yerlerde yaşarlar
2. İç parazit ya da mite bulundurmazlar
3. Mikrop konaklığı yapmazlar
4. Sadece taze otlarla beslendiklerinden etleri tazedir.
5. Cırcır böceği ve peygamber develerinin aksine saldırmak yerine kaçmayı tercih ederler.
6. Zehirli olma ihtimalleri yoktur.
7. Protein açısından zengindirler
8. Tüm din ve mezheplerde helaldirler. (Kanıt1)(Kanıt2)(Kanıt3)(Kanıt4)(Kanıt5)(kanıt6)

Cırcır böceklerinin eksileri:

1) Yemek üzere olduğunuz yaratığın etçil mi otçul mu olduğunu bilmek, pek mümkün değildir. Şayet etçil bir türse sizi yaralamaktan çekinmeyecektir.
2) Hem taze, hem de taze olmayan şeylerle beslendikleri için etinin kokma ihtimali her zaman vardır.

Cırcır böceğinin artıları:

1. Çekirgeler kadar atak olmadıklarından yakalamak kolaydır.
2. Temizlenmesi şart değildir.
3. Tıpkı çekirge gibi helaldir. (Kanıt)

Peygamber devesinin eksileri:

1) Saldırmaktan çekinmezler. Güçlüdürler ve rahatça etinizi koparabilirler.
2) Temizlenmeleri gerekir. (Baş -ağız- ve ayakları boğazda yırtılmaya sebep olabilir)

Peygamber devesinin artıları:

1. Sadece taze etle beslendiklerinden etleri taze ve protein zenginidir.
2. Çoğu çekirge ve cırcır böceğinden daha büyük türleri vardır.
3. Sadece temiz yerlerde yaşarlar.
4. En acayip görünüşlüleri dahi zehirsiz ve yenilebilirdir.

BİR KAÇ İLGİNÇ BİLGİ:

Kulağakaçan ve hamam böcekleri de çekirgegiller grubu içindedir ama bunların kirli olma olasılığı her zaman vardır. Kulağakaçanı bir meyve içindeyken güvenle yiyebilirsiniz; ama hamam böcekleri daima mikrop taşırlar.

9 Kasım 2015 Pazartesi

Derdimi .yim

Oy oy oy...

Saçma sapan işler arasında, sıkılıyorum.
Ruhumu intihar etmişçesine
Ama kalmış bedenim burada...

Günler gelip geçiyor,
Hiç bir şey yapamadan...
Ve geçip gidiyor zaman;
Anlayamadan...

Hayata karşı direnmek...
İstedim...
Ona karşın yaşamak...
İstedim...

Olmadı, olmuyor
Bu ne ah...

Kalmışçasına sanki unutulmuş zaman
Belki de unutulmuş hayallerin hayaletleri arasında
Ve belki de yüzlerce hikaye içinde
Belki de sonu belirsiz...

Umut var mı gelecekte...
Yoksa hiç yaşamak neden?
Bakıp gördüğüm tek şey karanlık...
Nerede, nerede benim umudum?

Zifiri karanlık içinde
Geçen zaman
Bir karadul gibi durur
Ve içine çeker hayatı

Hep istedim,
Hep güvendim,
Hep yanıldım...
İstekler olabilir sandım...

Binlerce hayal kırıklığı...
Ve kalp burkulması...
Bunlar arasında...
Yavaşça gidiyor ruhum darağacına...

Ezilmiş ruhum
Basılmış kalbimin üstüne
Sadece bir istek...
Çok bir şey değildi ki...

Ama olmadı, olmadı, olmuyor
Hiç olmuyor
Anlam kazanmıyor
Ve gitmiyor
Gitmiyor

Tamam dedim, ölüme
Al beni...
Ama izin vermedi;
Hayat buna...

Bana acı çektirmekten zevk mi alıyorsun?
Bunlar neden oluyor...
Olmuyor, olmuyor...
Ben istemiyorum...

Ve sadece; olmasını istiyorum...
İsteklerimden birinin...
Belki doyumsuzum ama...
Olmadı ki... Olmadı...

Mutluluklar var mı başkalarında?
Bilmiyorum, bilmiyorum...
Hiç anlamıyorum...
Neden böyle oluyor?

Hayallerim büyük bir böğürtlende...
Dikenler, dikenler...
Bunu sevmiyorum.
Acı çekmeyi iyi biliyorum...

Mazoşist bir ruh içinde
Eziyetlerden zevk almaz mıydım?
Peki neden, neden...
Sürekli bu oluyor?

Başka acılardan... Belki yaralandım.
Bir okla...
Vuruldum.
Eğer bu bir kurşun olsaydı, acısız olmaz mıydı?

Zamanın hayaleti,
Ve unutulmuş insanlardan...
Bende onlardan olacağım...
Neden, neden, neden...
Hep bu oluyor

Kaderimiz kanla mı yazılmış
Ne yaparsam yapayım olmuyor...
Değişmiyor...
Ah... Kalbim, sıkışıyor.

Hile hile belki de...
Hile yapmalıyım.
Nasıl nasıl ama nasıl...
Bunu yapacağım?

N'olur, n'olur, n'olur...
Zevk alacağım.
Bu hayata giderken,
Şevk vereceğim...

Belki de sadece
Hepimiz böyleyiz
Ya da belki de
Hep öyleyiz...

Üç bin beş yüz yıl önce
Ya da bi' o kadar sonra
Yaşasaydım eğer
Aynı aynı aynı...
Aynı mı olurdu?

Belki belki belki...
Şimdi mi olurdu?
Korkak bir kum balığı
Ya da cesur anemon...

Sanki sanki sanki...
Tüm hayatlar iyi
Eğer eğer eğer...
Doğada olsaydım
Böyle mi olurdu?

***************************************************************************

Bu şiir, derdimi yeterince anlatıyor olsa da; (ben yazdım) biraz daha sızlanmak istiyorum.
Çocuğum olursa kesinlikle doğada yetiştiririm; bazen diyorum... Belki ben de İstanbul gibi şehirde değil de, başından beri doğada yetişmiş olsaydım. Belki çok farklı olabilirdi. Belki de olmazdı... Son olarak; biraz müzikle şenendireyim (Altyazıyı açmayı unutmayın):


2 Kasım 2015 Pazartesi

sıkılıyorum

Şu an sıkılıyorum. Ciddi ciddi sıkılıyorum yani, hiçbir şeyden zevk almaz oldum. Saçma sapan bir sürü iş... Aslında, düşünüyorum da; belki bir survival durumunda olsam, sıkılmaya vaktim olmazdı. Ama asıl merak ettiğim; neden? Hayır, yani... Neyse...

O değil de; ulan insan her şeyden mi sıkılır? Hayır, bunalımda filan da değilim; ya da isyanlarda filan... Ciddi ciddi sıkılıyorum şu an. Bak, bunu yazarken bile sıkıldım.

Neyse, o değil de; asıl garip olan... Kazmalık. Saçma...

Of... Neyse ben kaçar, Ao Haru Ride'yi izleyeceğim daha