Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

24 Aralık 2023 Pazar

Durum Raporu: Yazacak Bir Şeyim Yok (Bu Sefer Valla Yok!) ve Redpill Neden Bommmmmmboş Bir "Öğreti"dir

Ne zaman "Ulan yazacak hiçbir şey yok*... ama blog da boş kalmasın (bot olup olmadığını bilmediğim 2 okuyucu da giderse ne yaparım hiçbir fikrim yok) be..." diye düşünsem aklıma yazacak bir şeyler geliyor. Hatta bu konuyu düşünene kadar "Ulan bari 'Blog Boş Kalmasın' başlıklı, 'Yaşıyorum ha...' falan gibi tek bir cümleden ibaret bir şey paylaşayım." diyordum.

*Aslında biraz fazla uzayan bir Yöresiz bölümü var ama onun işi daha uzun, bölersem de -ki muhtemelen böleceğim- belli bir kısmını tamamladıktan sonra böleceğim; e onu da sırf canım isteyince yazdığımdan...

Neyse, asıl konuya (Konu mu? Ne konusu? Durum Raporu oğlum bu.) gelelim. "Redpill" kadar da boş öğreti görmedim. Yok gördüm, çok satanlar listesinden inmeyen kişisel gelişim kitaplarının "aslansın, kaplansın", "sen aklına koyduğun her şeyi başarırsın çünkü senin inanılmaz bir gücün var ve sevgin de var" temalı sikik tavsiyeleri. Redpill neden boş, bomboş bir "öğreti" peki? Ulan çünkü sence ben taktik falan yapmayı akıl edemiyor olabilir miyim aq? Sırf bir sevgilim olsun diye sevgilim olsun istesem şimdi sevgiliyi bırak, haremim vardı! Ki bunu da hiç de öyle spor yapma, kendine bakma falan şeylerini karıştırmadan, hatta şu işsiz, aile evinde hayatta kalmaya çalışan hâlimle söylüyorum ha. Manipülasyon diye bir şey var aq, ki genel olarak beni "arkadaş olarak seven" birçok kız oldu (şimdi hiç arkadaşımın olmaması bunun hep öyle olduğu anlamına gelmiyor), sırf sevgilim olsun diye sevgilim olsun istesem illa onlardan birini ikna ederdim -ki bunlar arasında bana "Sevgili olalım mı?" gibi bir imayla gelse muhtemelen balıklama atlayacağım birkaç kişi de var(dı). Gerçek aşkın peşindeyim lan ben, sırf olması için yapılacak ilişkiden daha kolay bir şey yok (en azından karanlık empatlık emareleri gösteriyorsanız veya bolca paranız varsa). Hayır yani birlikte hayal kurup beraber iç çekmeyeceksek, birbirimizleyken maskelerimizden, kostümlerimizden sıyrılıp tamamen kendimiz olmayacaksak, derdimizi, tasamızı, hüznümüzü, mutluluğumuzu, heyecanımızı, hayat yükümüzü birbirimizle paylaşmayacaksak, birbirimize karşı ruhen tamamen çıplak olmayacaksak (Gülüşmeyin lan! Hişt, arka sıra!) ne anladım ben öyle ilişkiden? Ayrıca kaygılarımı, endişelerimi falan sevgilime/eşime açmayacaksam kime açacağım aq, ebeme mi? Bu arada manipülasyonla, taktikle, duygularımdan tamamen emin olmadan önüme gelene yazılarak falan gelecek mutluluk da hiç gelmesin, direkt siktirsin gitsin daha iyi!

Neyse, öyle işte. Daha da yazacak şeyim yok. Aslında işin ironik noktası şu ki durum raporu için yazacak bir şeyim yok. Yoksa hem Yöresiz hem şu an uğraştığım roman hem de aklıma gelen bin türlü şey var, o konuda sıkıntımı büyük oranda attım. "Ulan 'kronolojik, kronolojik' deyip durma, şu alt başlıklara bir bak, hıyar! Belki o bölüm hakkında aklına bir halt gelecek?" zihniyetine girmemin epey yardımı oldu. Bu arada evet, kendime üçüncü şahısla "hıyar" diye hitap ediyorum (bazen). Bu arada bu, kendi kendimle üçüncü tekil şahısla konuşurken kendime taktığım sıfatların en hafiflerinden biri.

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Israrla umut etmeye çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Ha ayrıca bir şeyler daha yapıyor ama netice vermeden, meyve verince olmasa bile en azından tohum çatlayıp filiz çıkmadan bu konuda ağzını sıkı tutmak gibi bir inadı var (ha bir de bu cümlede bahsettiği şeyden hiç zevk almadığını fark edip öylece bıraktı, devam edip etmeyeceğinden emin değil; ama sonuçta bir şekilde para kazanması gerek ve bu konuda yollar aramaya devam ediyor). Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲ‍ᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍‍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى

INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral

*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.

☉♓︎   ☽♌︎   Asc♊︎   ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎

9 Aralık 2023 Cumartesi

Yazmak Üzerine...

Yazmak hakkındaki asıl sorunumu buldum. Yok, hayır, yanlış oldu; daha doğrusu damdan düşer gibi yazıya daldığım için ne kast ettiğim anlaşılmadı. Şu an yazdığım şeyin nasıl olup da yılan hikayesine döndüğünü buldum. Elbette daha önce bahsettiğim şeyler, özellikle de tematik ve kronolojik ilerleme kullanmamı gerektirmesi gerçekten beni zorlayan başlıca şeylerden biri ve o hikayeyi bloğa taşısam işimin çok daha kolay bir hâle geleceğinden hâlâ eminim, ayrıca hayatımın beni takmadan gelişen kısmı da sık sık ara vermeme neden oldu ama işin arapsaçına dönmesinin esas sebebi bunlar değil. Nedir o sebep peki? Çünkü şu an yazdığım şey -hatta Yöresiz de dahil Ejderin Mührü'nden itibaren yazdığım, tasarladığım, planladığım vs. hemen hemen her şey- aklımdaki çok büyük, detaylı, karmaşık ve kompleks (hayır, "kompleks" ve "karmaşık" aynı şey değil; gerçi tıpkı nüansın tanımında farkı içerdiği gibi kompleks de tanımında karmaşıklığı, hatta kısmen detaylılığı içeriyor ama olsun) bir "proje"nin bir parçası ama aklımdakini tam istediğim gibi kağıda geçirecek yetenekten de motivasyondan da yoksunum. Aslında yetenek kısmı o kadar da önemli değil, yazdığım hemen hemen her şeyi onlarca kez kontrol edip devamlı revize ettiğimden bir noktada illaki beni tatmin eden, etmese bile "kabul edilebilir" bir hâle bürünüyorlar (kesinlikle tatminkâr biri değilim ve dediğim gibi aklımdakini tamamen yansıtabilecek kadar becerim yok), örnek olarak bu yazıyı bile aklımda elli kez döndürdüm ve bu "örnek" kısmını yayınlamadan önce düzeltirken yazıyorum; dolayısıyla esas sıkıntı motivasyon. Peki neden motivasyon eksikliğim var? Genel olarak hayata, evrene ve her şeye karşı doğuştan gelen bir motivasyon eksikliğim var ama buradaki esas konu o değil, yazmamın ve bu projeyi aklımda oluşturup ilerletmemin en önemli sebeplerinden biri zaten doğuştan depresif biri olup dünyayı son derece iğrenç ve sıkıcı bulmam (Neden fantastik edebiyat hastası olduğum artık anlaşılmıştır herhalde...), aslında hâlâ kendimi öldürmek yerine kahve içmeyi tercih etme sebebim korkak herifin teki olmamdan ziyade yazmanın beni hayata -bir açıdan- bağlaması (korkak olmadığımı söylemiyorum gerçi) ve tabii şu aklımdaki projeyi tatmin olduğum yere kadar götürmek*; şu an yazmaya çalıştığım romanı ilerletmekle motivasyon sıkıntısı çekmemin asıl sebebi ise Ejderin Mührü'nün "Düzeltilmiş ve Yenilenmiş 2. Sürüm"ünü hâlâ yayımlat(a)mamış olmam ve şu an uğraştığım kitabın aklımdaki projeye göre yazmaya çalıştığım şeyin henüz ilkinin bile yayınlanmadığı** bu projenin çıkış sırasında altıncı olup yedinci, sekizinci ve dokuzuncu da olması. Kitaplar birbirlerine son derece gevşek bağlarla bağlı olup hikâye kronolojisi çıkış sırasına uymasa -zaten bütünleşik bir hikaye anlatmayıp çoğu diğerlerini okumadan da okunabilir olsa da- bu çıkış sırası önemli. Yoksa aklımda dokuzuncudan sonrası da var aslında ama sadece dokuza kadar çıkış sırası sabit çünkü aklımdaki büyük plan öyle gerektiriyor. Yani sonuç olarak editörüm olacak geri zekalı canı öyle istediği için Ejderin Mührü'nün imlasının, üslubunun ve hikayesinin içinden geçmeseydi benim de daha çok motivasyonum olacaktı. Gerçi o zaman da Düzeltilmiş ve Yenilenmiş 2. Sürüm'de yaptığım eklemeler ve değişiklikler olmayacaktı, ki yazmak ve bir şeyler yayımlatmak konusunda hâlâ motivasyonum olmasının en önemli sebebi o eklemeler (Değişikliler değil. Türkçe bilen bir editöre denk gelsem "Şurası şöyle olsa daha mı iyi olur?" değişiklerimi kendime veya bir tür "Şöyle Olsa Nasıl Olurdu?"ya saklayacaktım.) zaten.

*Ne kadar dağınık zihinli ve abartmaya meyilli olduğumu bildiğimden "Şu fikrim de var, bu da olsun, şuradan şöyle... Ulan şunu bir yayınlatsaydık? Ama ben daha 'Puklinya Tarihi'ni, 'Niterya'dan Halk Hikâyeleri'ni, 'Atlantis'in Yıkılışı'nı falan yazacaktım, şimdi elden ayaktan düşmenin sırası mıydı?" diye diye ecele yürüyeceğim varsayımındayım (Douglas Adams'tan sonra GRR Martin'e de gönderme yaptık ama bu seferki kasıtlı olmadı, cümle kendi kendine öyle gelişti) ama bu durumdan memnun olduğum söylenemez. Bu konuda söz hakkım olsaydı tüm bu projeyi -en azından aklımdaki, bir açıdan "tasarlanmış" olan kısmını- bir an önce tamamlamayıp yayımlattıktan sonra kendimi intihar korumak için başka bir şeyleri saplantı hâline getirerek zaten yarı-ölü olan psikolojimi iyice mahvetmeyi tercih ederdim.

**Evet, editör bozuntusunun içinden geçtiği o saçmalığı benim yazdığım kitap olarak kabul etmiyorum; değil de zaten. Benim yazdığım hiçbir şey henüz (bu blogdakileri saymazsak tabii) yayınlanmadı, bu gidişle de ya "Biz canımızın istediği gibi her şeyi değiştiririz yalnız." maddesini sözleşmeye ekleyen doğrudan yayıncılıkları kullanmayı göze alarak önceki yayınevinin editörleri (evet, çoğul eki; Ejderin Mührü'nün "Yenilenmiş ve Düzeltilmiş" versiyonunu yayımlatmayı başarabilirsem de okursanız nedenini anlarsınız) kadar salak veya kötü niyetli -ki hangisinin daha kötü olduğuna karar bile veremiyorum- olmayacaklarını varsaymak için kendimi zorlayacağım ya da yayınevi kurmak için sermaye bulmaya çalışacağım. Bu arada bu yazıyı okuyanlar arasında yayınevi açmak isteyip ortak arayan, "Bağımsız Yazar Topluluğu (Amerika'da, Avrupa'da, Rusya'da falan edebiyatın, felsefenin vs. altın çağı olarak görülen dönemlerde vardı bunlar)" falan gibi bir şey kurmak isteyen falan varsa çekinmeden eposta atsın (ama önce bir yazının tarihini kontrol etsin, on yıl sonra bu tür bir mesaj alırsam muhtemelen sevinmek yerine sinirlenirim; tabii o zamanki durumumun ne olduğuna, hâlâ bir şeyler yayımlatıp yayımlatamadığıma vs. de bağlı ama illa kendi kendime "Bu zamana kadar neredeydin lan?" minvalinde söylenirim...) lan, yeminle bak.

Bu arada bu yazıda Yöresiz etiketi var ama başlıktan da anlayabileceğiniz gibi dümdüz iç dökme yazısı bu. "Niye var?" diye sorarsanız da bir şekilde denk gelip de Yöresiz'i okuyan herkese ulaşmasını istediğimden var. Ha bir de Yöresiz'in -matbu versiyonunun, hani sırası belirli bile olmayanın, ki bu durum işimi kolaylaştırıp daha zevk alarak yazmamı sağlıyor- önsözüne bu yazıyı koymak istiyorum, ondan var.

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Israrla umut etmeye çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Ha ayrıca bir şeyler daha yapıyor ama netice vermeden, meyve verince olmasa bile en azından tohum çatlayıp filiz çıkmadan bu konuda ağzını sıkı tutmak gibi bir inadı var (ha bir de bu cümlede bahsettiği şeyden hiç zevk almadığını fark edip öylece bıraktı, devam edip etmeyeceğinden emin değil; ama sonuçta bir şekilde para kazanması gerek ve bu konuda yollar aramaya devam ediyor). Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲ‍ᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍‍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى

INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral

*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.

☉♓︎   ☽♌︎   Asc♊︎   ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎

8 Aralık 2023 Cuma

Yöresiz 11,5. Bölüm: Birkaç Düzeltme ve Bir Ekleme

Bu yazı, aslında daha sonra yayınlayacağım bir düzeltme-ekleme yazısının parçasıydı (hemen hemen yarısı) ama hikayenin doğası gereği (bu hikayeyi neden ve nasıl yazdığımı hem önsözde hem de Yöresiz etiketine sahip olup Yöresiz bölümü olmayan bir yazıda söyledim) ve elimdeki bölümün daha yayınlanmaya hazır olmaması gereği -gerçi muhtemelen onu böleceğim ama bu yavaş yazdığım ve bu hikayenin varlığının bile esas sebebinin bu olduğu gerçeğini değiştirmiyor- bunları hemen buraya alıp önden yayınlamaya karar verdim. "Neden?" derseniz çünkü nispeten kritikler. Direkt o kısımdan kopyala-yapıştır aracılığıyla getiriyorum:

Öncelikle, düzeltmem gereken bir şey var: Deniz ile Güneş'in Akvaland'a gün batarken varmaları gerekirken tam tersine gün doğarken varıyorlar. Aslında bu benim yaptığım kronoloji hatasından kaynaklansa da zerrece utanmadan bir bahane buldum: Aslında otomatın oradan biraz ilerledikten sonra gece çöküyor (çünkü özellikle de otomatın orada çok vakit kaybettiler) ve bu nedenle geceyi orada geçiriyorlar. Tabii romanlaştırırken o kısmı da yazacağım ama işin içinde bu kez çadır ve uyku tulumu yerine bir otobüs durağı var (blogdaki versiyonu silmemek için kendime bahane üretmeye mi çalışıyorum ne yapıyorum anlamadım ki...).

Düzeltmem gereken ikinci bir şey daha vardı ama onu hatırlamıyorum. Nasılsa bu yazıyı daha yayınlanmasına biraz varken yazdığımdan aklıma gelirse eklerim (evet, blogda da kronolojik yazmıyorum). Hah, hatırladım: 10. bölümde Kumsal festivalden bahsedince Deniz, daha önce Yağmur Bayramı lafını duyduğu hâlde "Ne festivali?" diye soruyor. Aslında "O bayram dedi, bu festival diyor." diye de kıvırabilirdim ama açıklama yazmak daha çok hoşuma gidiyor:

Deniz, ne dendiğini algıladıktan sonra "Ne festivali?" diyebilmek için kendini biraz daha zorlaması gerekti; çünkü aklındaki imge, kenarda öylece oturan ve birlikte geçirdikleri kısa sürede onu ilk kez bu kadar hareketsiz gördüğü Güneş tarafından devamlı olarak yeniden yapılandırılıyordu. Ayrıca hem bu hem de kahvaltıcıda o lafı duymasıyla şu zaman arasında geçen kısa süreye sığan çok fazla şey, Deniz'in hayatta kalması gerekmediği zamanlarda büründüğü dalgın ve ilgisini çekmeyen şeylere karşı aşırılık derecesindeki umursamaz doğasıyla da -ki dalgınlığı annesinden, umursamazlığı ise babasından mirastı- birleşerek Yağmur Bayramı tabirini tamamen aklından çıkarmıştı. Kumsal'ın Yağmur Bayramı'ndan "kuruluş festivali" olarak bahsetmesi de bir başka sorundu tabii, Deniz aynı şey olup olmadığını nasıl bilebilirdi ki?

Aslında bu iki kısmın da hikayenin mevcut hâlinde olmamasının esas sebebi bölüm arasına denk gelerek unutulmuş olmaları. İkinciyi, hani üstteki paragrafta yazmış olduğum, kırmızıyla eklerim ama öbürünü eklemeyeceğim (ve kesinlikle yazmaya üşendiğimden değil, nereden çıkarıyorsunuz canım?).

Ha bir de normalde her bölüme etiket atıyorum ama o etiketler mobilde gözükmüyormuş (Bu ne saçmalık lan?). Ben de zaten o yüzden Ejderha ve Mühür'e (şu alttaki imzamsı şeyde bahsi geçen Ejderin Mührü'nün blogda yayınlanan orijinal ve yarım versiyonu) her bölüme "Diğer bölümler için:" şeyi koymuştum. Hatta aklıma gelince "Niye koymuştum ki?" diye de düşünmüştüm utanmadan... Hayır işin kötüsü mobilde arama yeri de yok (Lan niye?). Neyse, yani tüm bölümlere şu alttaki ifadeyi ekledim. Diğer şeyleri bu yazı yayınlanmadan hemen önce yaptım ama bunu bekletmeden; çünkü bu öyle hikayeyle, kurguyla, evrenle, dünya inşasıyla (worldbuilding) vs. alakalı bir konu değil; doğrudan doğruya okuyucunun işinin kolaylaşmasıyla, zorlaşmasıyla ilgili bir şey.

Diğer bölümler için

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Israrla umut etmeye çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Ha ayrıca bir şeyler daha yapıyor ama netice vermeden, meyve verince olmasa bile en azından tohum çatlayıp filiz çıkmadan bu konuda ağzını sıkı tutmak gibi bir inadı var (ha bir de bu cümlede bahsettiği şeyden hiç zevk almadığını fark edip öylece bıraktı, devam edip etmeyeceğinden emin değil; ama sonuçta bir şekilde para kazanması gerek ve bu konuda yollar aramaya devam ediyor). Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲ‍ᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍‍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى

INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral

*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.

☉♓︎   ☽♌︎   Asc♊︎   ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎

29 Kasım 2023 Çarşamba

Yöresiz-11. Bölüm: İş Bulmak

Güneş açıklamaya çalıştı: "Hasat... yok, değil. Şey festivali... Neydi ki?"

Kumsal iç çekti, ardından "Kuruluş festivali olduğunu söylüyoruz," diye açıkladı, "ama aslında açlıktan ölmekten kurtuldukları ilk sefer. Bir şeyin ilk hasadı veya göletin yeniden dolumu mu... öyle bir şey. Müzede daha çok bilgi vardır."

Deniz "Peki," dedi, "Festivale kadar burada kalırım belki. Gerçi kalacak yerim yok ve iş bulmam gerek."

Deniz lafa girdi -hayır, lafa balıklama daldı: "Neden iş bulman gerekiyor ki?"

Var olan tek arkadaşları, Güneş'in bu sorusu karşısında senkronize olarak yüzlerini ondan tarafa çevirdi. Deniz, özellikle bu soruya maruz kalan "mağdur" olarak bir süre konuşamadı. Geveledi, elleriyle ne yaptığını kendi bile anlamadığı şeyler yaptı, ardından da konuşmaya çalışmaktan vazgeçti. Derin bir nefes aldı, bütün hayatını ve dünyayı düşündü. Dağları, tepeleri, nehirleri, dereleri, göğü, yeri, denizleri, gölleri, kuşları, kelebekleri, insanları, şehirleri düşündü. İkinci Karanlık Çağ'ı ve öncesini, kendi doğduğunda çoktan insanlığın kurtulmuş olduğu rezalet düzeyini düşündü.

Deniz, düşüncelere dalmış hâldeyken onu kurtaran Kumsal oldu: "Biz şehirliler çoğunlukla bunu görmezden geliyoruz ama yöresizler de para harcıyor. Bu yüzden de para kazanmaları gerekiyor. Bazıları... şey... bazıları..."

Deniz, bu kez kurtarma sırasının kendinde olduğunu fark edip "Bazıları yozlaşır." dedi, "Yağmacılık, gasp, yankesicilik, cepçilik, dolandırıcılık, bazı durumlarda hortumculuk. Yine de yöresizlerin çoğu çeşitli işlerle para kazanıyor. Ben genelde bir yerlerde bir hafta kadar çalışmayı tercih ediyorum, motoru şarj etmeye yetiyor ve erzak, atıştırmalık gibi şeyler için para bile kalıyor. Önemli bir kısmı biraz da olsa yaratıcılık gerektiren işler yapar, sonuçta her insan yaratmak ister."

Kumsal itiraz etti: "Hayır, istemez."

"İster... Kendi bilmese bile. Her insanda tanrı kompleksi vardır, bunun en önemli üç tezahürü de ölümsüzlük arzusu, kıskançlık ve kuralcılıktır. Geride bir şey bırakma arzusu, yazı, çizim, konuşma, fotoğraf, herhangi bir şey... ölümsüzlük arzusunun tezahürüdür. Reenkarnasyona, Cennet'e veya benzerlerine duyulan inanç da ölümsüzlük arzusunun bir başka tezahürüdür."

"Tamam, sanatın yaratım arzusunun taşmasıyla ortaya çıktığını inkar edemem ve ölümsüzlük arzusunun birinin sanat, bilim, zanaat veya inançla uğraşmasındaki en büyük itkilerden biri olmasını da kabul edeceğim... ama ya kıskançlık ve kuralcılık?"

"Her insan güzel bir şey gördüğünde içten içe onu mahvetmek ister; çünkü onu yapan o değildir. Başka bir tanrının kendisinin güzel bulacağı kadar iyi bir şey yapmasını kıskanırsın ve onu ortadan kaldırmak istersin. Genelde din kisvesi altında yürütülen sanat karşıtlığının en önemli sebebi budur, kendinin o kadar hoş bir şey yaratamadığını bilmekten duyulan kıskançlık. Ayrıca insanın doğal bir yok edici olması da bununla ilgilidir. Zevk için yapılan avcılık aslında zevkten değil tanrı kompleksine bağlı kıskançlıktan yapılır. Bunun tersi olarak veganlık gibi şeyleri gösterebilirsin ama onlar da tanrı kompleksinden kaynaklı olarak kendinden daha güçsüz ve aciz, yani neticede kendinden aşağıda gördüğün şeyleri koruyarak 'merhametli bir tanrı' olduğun algısından kaynaklanır. İkinci Karanlık Çağ'ı yaratarak dünyayı mahvedenler böyle insanlardı, kendilerini insanlığın kurtarıcıları olarak görüyorlardı ve bütün güçleri ellerinden alınıp İkinci Karanlık Çağ'a son verildikten sonra bile bu iddialarına yüzsüzce devam ettiler. Kuralcılığa gelince, her insanın kendi ütopyası vardır ve her ütopyanın kuralları vardır. Örneğin çoğu anarşist anarşizmle yönetilen bir dünyada yaşamak ister, işin içine 'yönetim' kelimesi girdiğinde de kural kelimesi de girer. Kuralsız bir dünya arzuladığını söyleyenler bile aslında tek kuralın 'kural yok' olduğu bir dünyada yaşamak istediğini söylemiş olurlar, herkes de bunun bütün dünyaya uygulanmasını ister çünkü asıl arzuları kendi dünyalarını yaratmaktır."

Kumsal bir süre düşünüp "Sanırım düşündüğümden daha çok düşünüyorsun..." diye mırıldandı.

Deniz "Eh," dedi, "bir kez hayatta kalmayı başaran bir yöresizin daha sonra düşünmek ve bu düşüncelerini yazıp çizmek için çok vakti oluyor; hayatta kalmaya çalışmak vaktimizin çoğunu alsa da siz yerleşiklerin vaktinizi alan şeylerin çoğundan muafız. Yerleşiklerin hayatlarından emin olması vakit alıyor ama yöresizler için yiyecek bir şey bulup hava şartlarından korunursak, sonrası dinlence zamanı oluyor. Bu açıdan esas modelimiz olan yarı-göçebe ilk insanlar yerine canı istediği zaman seyahat eden zenginlerle daha çok benzeşiyoruz."

Kumsal "Peki," dedi, "sanırım bu konuları daha sonra uzun uzadıya tartışsak daha iyi olur. İş konusuna gelince... Eleman bulamadığından şikayet eden ama yaptığı anlamsız testi kimse geçemediğinden herkesi reddeden biri var aslında ama... şey..."

Deniz meraklandı, ilgi dolu bir sesle "Evet, nasıl bir iş?" deyiverdi.

Bu tepki, Kumsal'ın en son beklediği türdendi; bu nedenle bir an için cevap veremedi. Sonra "Girişte birkaç tabela görmüş olmalısın..." dedi.

"Hemen kahvaltıcıdan önce mi? Pek dikkat çekmiyor ve otların -daha doğrusu kamışların- arasında kalmış ama müze, şehir akvaryumu, gölet falan yazıyordu."

"Evet, şehir akvaryumundan bahsediyorum."

"Eh, olabilir; balıkları severim."

"Karşına ne çıkacağını tahmin bile edemezsin..."

"Oranın sahibini tanıyorsun galiba?"

"Burası küçük bir kasaba. Herkes herkesi tanır."

Deniz, Kumsal'ın ikisinin tam olarak ne tür bir ilişkisi olduğu hakkında daha fazla bilgi vermeye isteksiz olduğunu fark edip yol tarifini aldıktan sonra vakit kaybetmeden oraya doğru gitti. Saat öğleni geçmişti, güneşin konumundan anlaşılıyordu bu, bu yüzden kısmen acele ediyordu.

Vedalaşırken Güneş sımsıkı sarılıp  "Neyse, sen o işe bakarken ben de bir şeylere bakayım bari. Dönünce sana bir şey göstereceğim." diye seke seke gitmişti, bu yüzden Deniz'in zihni kısmen bu görüntü tarafından ele geçirilmişti ve dalgın dalgın ilerliyordu. Sonunda, ne zaman olduğunu bile anlamadan, daha çok iki katlı bir eve dönüştürülen terk edilmiş bir garaja benzediği hâlde üstünde deniz kabuklarıyla Şehir Akvaryumu yazan XPS bir tabela olan bir yere geldi. Tabela -daha doğrusu XPS- saydam silikonla kaplanıp harfleri oluşturan deniz kabukları da bu şekilde konmuştu. Deniz'in asıl anlayamadığı, tabelanın altında sıralanan emojilerdi: Şimşek, el, hamburger, tespih, raptiye, ardından ufak bir boşluk (yazı yazarken kelimeler arasında kullanılan türden bir boşluk) ve sonrasında da kalp, kurt, vazo, kalp, raptiye, yılan, uzaylı, muz, uzaylı.

Diğer bölümler için

19 Kasım 2023 Pazar

Yöresiz -10. Bölüm: Balıkçı ve Çiftlik Kızı

Kahvaltılarını bitirdikten sonra Deniz "Eee?" dedi, "Şimdi ne yapıyoruz?"

Güneş iki elini "bilmem" anlamında havaya kaldırıp "Kalacak bir yerin olmadığını varsayıyorum?" dedi.

"Çadırım var. Yöresizler temelleri toprağa bağlı mülkler edinmez, tabii yerleşik hayata geçmeye karar vermedikleri sürece."

"Tabii, tabii, öyledir. Benim döndüğümü haber vermem lazım, geliyor musun?"

"Geleyim bari."

Deniz, gittikleri yerin bir ev olacağını varsaymıştı ama şimdi başka bir dükkandaydılar. Dükkanın herhangi bir tabelası yoktu, olmamasının en önemli sebeplerinden biri de ne dükkanı olduğunun hemen anlaşılmasıydı: Dükkanın ön duvarının yerine geçmiş koca camlardan oltalar, havuz kepçeleri, yemler, ki hem balıkçılık için hem akvaryum için kullanılan balık yemleri vardı ama farklı raflardalardı, ağlar, çeşitli kitaplar, balıkçı şapkaları, can yelekleri ve benzeri şeyler hemen görülüyordu. Ayrıca Deniz, içeri girip kasada duran sarışın kızı görünce tam olarak neden burada olduklarını da hemen anlamış oldu. Güneş "Ben döndüüüüüm!" deyip sarışına adeta "yapışmış" gibi sarılırken Deniz de o esnada bir kayığı incelemekle meşguldü.

Sonra vazgeçti, sarışına döndü ve sadece Güneş'in ne kadar rastgele olabileceğini birinci elden tecrübe etmişlerin anlayabileceği, şefkat benzeri bir duyguyla kendisine bakıldığını gördü. "Eee..." dedi, "şey, adım Deniz. Bir süre burada kalmayı planlayan bir yöresizim..." Güneş'in bu kararındaki rolünden bahsetmedi; ama sarışın, Deniz'in sesindeki tondan asıl alt metni hemen anladı. İç çekip "Ben de Kumsal," dedi, kendisini yanağından öpen Güneş'i ittirip kendini kıskaçtan kurtardı ve "Kusura bakma, tek arkadaşı ben olduğumdan bu kızın kişisel mesafe kavramı yok." dedi. Deniz iç çekip kafa sallamakla yetindi, Güneş ise ikisi arasında kurulan bu "yarı-telepatik empati" bağına anlamaz gözlerle bakakaldı.

Deniz ve Kumsal bir süre sohbet ettiler, konu nereden başlarsa başlasın çoğunlukla Güneş'in neden ve nasıl bu kadar rastgele olabildiğine karşı duyulan hayretle sonlanıyordu, bir yerden sonraysa Deniz kafasını karıştıran bir konuyu açtı:

"Şey, sanki bir tür... moda tutkunu gibi görünüyor ama..."

Kumsal, anlar gibi başını sallayıp "Gizli derinlikler, tabii." dedi, "Ormanın ortasında karşına bu kılıkta çıkan birinden beklemeyeceğin kadar doğa bilgisine sahip, değil mi? Onu benimle balığa çıkmaya ikna etmekte zorlanıyorum ama ne zaman kabul etse yakalamada da tanılamada da benden daha başarılı oluyor."

Güneş, konuşmaya pat diye ortadan dalıp -ki bu, dinlediğini bilmedikleri için hem Deniz'in hem de Kumsal'ın bir tür jumpscaree maruz kalmışlar gibi bir anlığına yerlerinde sıçramalarına neden oldu- "Deniz'i anlayabiliyorum ama sen neden şaşırıyorsun ki?" diye sordu, sonra Deniz'e dönüp Kumsal'ın zaten bildiği şeyi açıkladı: "Annem koyuncu, babam da keçici bir aileden geliyor. Kardeşim de yok, dolayısıyla teknik olarak iki çiftliğin ve birkaç tarlanın tek vârisiyim. Ekme, biçme, sağım gibi işlerden de anlarım."

Hayal gücü Deniz'in zihnini ele geçirdi ve üstünde çizgi romanlardaki karakterin kim ve ne olduğunun açıklanmasına yarayan kutucuklardan biri olup burada kocaman harflerle "ÇİFTLİK KIZI" yazan, çiftçi tulumu, balıkçı çizmesi ve tarla şapkası giymiş, üstü başı ot ve çamur içinde, bir elinde bir tür yabancı ot, diğer elinde de orak tutarak tüm ışıltısıyla gülümseyen bir Güneş imgesi canlandırdı. Hemen olmayacaktı; ama yakın zamanda aslında aklındaki bu imgenin gerçeklikten o kadar da uzak olmadığını anlayacaktı.

Kumsal, kısmen de aklındaki imgeyle kendinden geçmiş olan Deniz'i dünyaya döndürmek için, "Aslında tam da festival zamanında geldin." dedi.

Deniz, ne dendiğini algıladıktan sonra "Ne festivali?" diyebilmek için kendini biraz daha zorlaması gerekti; çünkü aklındaki imge, kenarda öylece oturan ve birlikte geçirdikleri kısa sürede onu ilk kez bu kadar hareketsiz gördüğü Güneş tarafından devamlı olarak yeniden yapılandırılıyordu. Ayrıca hem bu hem de kahvaltıcıda o lafı duymasıyla şu zaman arasında geçen kısa süreye sığan çok fazla şey, Deniz'in hayatta kalması gerekmediği zamanlarda büründüğü dalgın ve ilgisini çekmeyen şeylere karşı aşırılık derecesindeki umursamaz doğasıyla da -ki dalgınlığı annesinden, umursamazlığı ise babasından mirastı- birleşerek Yağmur Bayramı tabirini tamamen aklından çıkarmıştı. Kumsal'ın Yağmur Bayramı'ndan "kuruluş festivali" olarak bahsetmesi de bir başka sorundu tabii, Deniz aynı şey olup olmadığını nereden bilebilirdi ki?

Diğer bölümler için

9 Kasım 2023 Perşembe

Genel Güncelleme (veya Valla Ölmedim Lan)

Yazacak bir şeyim yok (ne zaman da bunu desem çenem [klavyem?] düşüyor ama hadi hayırlısı), aslında kafam birkaç şeyle bayağı meşgul ve bunu da sırf "blog boş kalmasın" diye yazıyorum (bot olup olmadıklarını bilmediğim o iki okuyucuyu da kaybedersem bayağı çıkmaza girerim). Kafam nelerle dolu? İşte genel hayat sızlanması (sonbaharla ilgisi yok, hayır; zaten Balıkesir'de havalar hâlâ pek soğumadı), bir de şelale projesinde yine baltayı taşa vurduğum bir noktada takıldım kaldım, onun dışında hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim ayrı bir olay var, o konuda düşünüp duruyorum. Şu şelale projesinin son çıkmazı (ben ömrümde bu kadar çok çıkmaza giren proje görmedim, yeter lan) beni bayağı elden ayaktan kesmişti. Mesela dün hiçbir şey yapmayıp bütün gün ayı gibi yattım uyudum (zaten kış uykusuna, yaz uykusuna meyyal, salyangozdan hallice bir insan evladıyım), bloğa yazmayı bırak ne bir şey okudum ne bir şey izledim ne elimdeki kitaba (blogdaki Yöresiz'i de sayarsanız kitaplardan birine ama tabii ki onu kastetmiyorum) bir şeyler yazdım... Ama artık daha iyiyim, bu yazıyı da sırf o yüzden yazıyorum zaten. Aslında elimde çok fazla karma karışık şey, bir ton fikir olup hepsini sağa sola not etmemle de ilgisi var. Ejderin Mührü'nün yenilenmiş ve düzeltilmiş ikinci sürümünü bir türlü yayımlatamadığımdan (o konuda son çare olarak çok iyi bir fikrim var ama o son çare de birkaç yıl bekletecek, hiç yoktan iyi gerçi) elimdekine -veya elimdekilere- odaklanmak, yazıp bitirdiğim şeyleri sıradan düzenleyip (=neredeyse yeniden yazıp) onları da bir bir yayımlatmakla uğraşmak yerine aklıma külliyatın (Ne külliyatı? "Ejderin Mührü - 2. Sürüm: Yenilenmiş ve Düzeltilmiş" ile SKvKC'yi yayımlatmayı başarırsam görürsünüz ne külliyatı olduğunu.) ta ileriki aşamalarına (ulan kendi kendine sürprizkaçıran vermeden bu konulardan bahsetmek de amma zormuş) dair şeyler aklıma gelip duruyor, bu da şu an yazdığım şey(ler)e (Yöresiz dahil, evet) engel olup o aklıma gelen aşamalara ulaşmamı geciktiriyor.

Bu arada, yarın 10 Kasım. Millî bayram falan da değil ki arkadaş, ne diyeceğim hakkında hiçbir fikrim yok. Minnettarlığım baki; ama iş cümle kurmaya geldiğinde öylece duruyorum. Ta sonunda internetten kalıp mesajlara bakmaya başlayacağım, o olacak. Niye bu tür ciddi toplumsal konularda cümle kuramıyorum lan ben? Mustafa Kemal Atatürk’ü milletimiz adına saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Bak şimdi, bu cümleyi başkası kursa, başkası yazsa hoşuma gider; ama kendim yazınca ucuz, ham, sırf yazılmış olmak için yazılmış bir siyasi mesaj gibi geliyor. Aşağılık kompleksimin boyutlarının seviyesine bak...

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Israrla umut etmeye çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Ha ayrıca bir şeyler daha yapıyor ama netice vermeden, meyve verince olmasa bile en azından tohum çatlayıp filiz çıkmadan bu konuda ağzını sıkı tutmak gibi bir inadı var (ha bir de bu cümlede bahsettiği şeyden hiç zevk almadığını fark edip öylece bıraktı, devam edip etmeyeceğinden emin değil; ama sonuçta bir şekilde para kazanması gerek ve bu konuda yollar aramaya devam ediyor). Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲ‍ᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍‍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى

INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral

*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.

☉♓︎   ☽♌︎   Asc♊︎   ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎

22 Ekim 2023 Pazar

Yöresiz-9. Bölüm: Menemen

Güneş'in bahsettiği kahvaltıcıyı bulmakta pek zorluk yaşamadılar; çünkü hemen hemen yerleşkenin girişinde sayılırdı ve diğer binaların çoğundan daha büyüktü, tamamen ahşaptı ve diğer çoğu binadan büyük olan bahçesinde masalar ve sandalyeler vardı. Ufak bir zile sahip kapının üstündeki koca tabelada kısmen süslü, el yazısını andıran bir yazı tipiyle "Meşhur Akvaland Kahvaltıcısı" yazılmıştı. Deniz, ad bulmaya karşı gösterilen bu üşengeç tavrı protesto için Güneş'e baktı ama kız çoktan kapının yanındaki çiçekleri koklamakla meşguldü. Deniz kafa salladı, insanların yaşadığı yerlerdeki tuhaflıklara karşı olan yok saymaya varan aşinalığını ve hiçbir yerde bir mevsimden daha uzun kalmayan biri olarak kendisinin de yollara, ormanlara, yöresizlerin hayatını oluşturan şeylere karşı bu tür bir kayıtsızlık gösterip göstermediğini merak etti, Güneş'in omzuna tıkladı ve ikili bahçede bir masaya oturdular. Deniz hoş, kısmen tanıdık ama çıkaramadığı -ayrıca kesinlikle iştahını kabartan- bir koku aldığı için onu düşünmekle meşguldü, sonunda Güneş'e "Kokuyu alıyor musun?" demek zorunda kaldı, "Kötü bir koku değil, aksine iştah açıcı... ama çıkaramıyorum." Güneş "Akvaland'ın geleneksel koyun tereyağı." dedi, "Keçi sütünün tamamına yakını peynire gidiyor ve koyunla keçi dışında süt üreten bir hayvan yetiştirmiyoruz. Çıkaramama sebebin muhtemelen..." Deniz "Evet," diye mırıldandı, "ailem gibi karavan kullanan yöresizler olmadıkça tereyağı gibi şeyleri ancak hemen yemek için veya restoran gibi yerlerde alabiliyorum."

"Ne? Kayıkta doğmamış mıydın?"

"Kayıkta yaşadığımızı söylemedim. O sadece karşı kıyıya geçmek içindi."

"Annenin yürüdüğünü söylemiştin?"

"Evet, öyle. Babamla evlenip ikisi bir yöresiz çift olarak karavanla gezinmeye başlamadan önce. Bilirsin, doğumum pek... yani..."

"Anladım, evlenir evlenmez zaten seni bekliyorlardı."

"Zaten bekliyorlardı değil, sadece çocuk konusunda endişesizlerdi ve... yani... söylettirmesene işte!"

"Peki, peki. Karavan demek..."

"Aslında hippi minibüsünden bozma bir karavan. Tuvalet kısmı bir tür römorktu ve mutfak, çeşme gibi yerler olsa da çoğu yer sadece yatmak, oturmak ve öylece durmak içindi. Bir yöresiz için bile erkenden ailemin yanından ayrıldım, bazen nedeninin sırf ben arabadayken yapmaya utandıkları şeyler olup olmadığını merak ediyorum."

"Ve az önce bu konuda konuşmaya utanıyordun."

Deniz bir an için kalakaldı ve kendisini kurtaran da girdiklerinde kasada gördükleri kişi oldu. Yüzünde garip bir gülümsemeyle iki menü getirdi ve ikili menüyü incelerken başlarında durdu. Menü aslında sıradan sayılırdı; kahvaltı tabakları, poğaçalar, yumurtalar, menemenler... diye gidiyordu ve işte bu "menemenler" kısmında Deniz'in biraz vakit harcaması gerekmişti, bu yüzden hemen "Menemenler" bölümünün ardından gelen "sandviçler" kısmı dışında menüde ne tür bölümler ve bu bölümlerde neler olduğunu öğrenememişti. Sonunda pes edip kasiyer, garson ve muhtemelen buranın tek çalışanı ve sahibi olan kişiye dönerek "Niye bu kadar fazla menemen çeşidiniz var?" diye sordu.

"Küçük bir yerleşke olsa da birkaç farklı tarif var, soğanlı-soğansız kapışmasının yanı sıra kullanılan yağ türü de haneden haneye fark ediyor. Zeytinyağı, mısır yağı, ayçiçeği yağı ve tereyağı kullananlar var; burada, Meşhur Akvaland Kahvaltıcısı'nda tereyağı, sarı soğan, sosluk -evet, yemeklik veya salçalık değil sosluk- domates, tatlı sivri biber, karabiber ve çok az pul biber kullanıyoruz."

"..."

"..."

"İyi de sorum..."

"Bunların hepsi Akvaland'a ait yöntemler, hepsi hanelerde gerçekten kullanılan, kültürümüzün parçası olan şeyler."

"Peki, tamam. Kullandığınız ürünlerin Akvaland'a ait olduğunu iddia ediyorsunuz, değil mi? Menünün başında öyle yazıyordu. O zaman bana biraz daha açıklama yapmanız gerekecek. Mesela şu, sucuklu menemeni ele alalım."

"Gerek yok, baştan da başlayabiliriz. Restoranımızın menemen tarifinde saydığım şeylerden sadece tuz Akvaland'ın dışından geliyor, evet karabiberi de Akvaland'da üretiyoruz ve yine evet, tuzu saymamış olduğumun farkındayım. Peynirli menemendeki peynir tulum peyniri, keçi sütünden yapıyoruz. Sosisli olanda kendi yaptığımız tavuk sosisi, balıklı olanda da yine balıkçılarımızın tuttuğu balık var. Mevsimine ve avın nasıl geçtiğine göre farklılaşsa da genelde alabalık kullanıyoruz. Acılıda hem pul biber ve karabiber miktarını arttırıyor hem de ekstradan süs biber, tane karabiber ve taze zencefil koyuyoruz. Sucuklu ve pastırmalı menemenler... Sucuğun ve pastırmanın tamamen yerli olmadığını itiraf etmeliyim, Akvaland'ın kendi sucuk tarifi olsa da onu çoğu -ama hepsi değil- yerel olan baharatlar, otlar ve çok az miktarda kuzu ya da oğlak etini dışarıdan aldığımız sığır kıymasıyla birleştirerek yapıyoruz. Son yıllarda kuzu ve oğlak koyan da neredeyse kalmadı, herkes dışarıdan gelme sığır kıyması kullanıyor. Pastırma için de dışarıdan pastırmalık sığır eti alıyoruz ama yerel malzemelerden yapılan kendi çemen karışımımız var. Beyaz peynirli yazan aslında keçi-koyun karışık peynirli, sert, orta sert, yumuşak ve krem olmak üzere dört -labneyi de sayarsan beş- çeşit peynirimiz var, ne yazık ki ondan kaşar peyniri veya benzer bir peynir yapma çalışmalarımız pek de başarıya ulaşmadığından biz de tamamen keçi sütünden yapılan tulum peynirlerine döndük. Lorlu olan için yine keçi sütünden yapılan bir lor kullanıyoruz, nedense koyun sütünden lor yapmak bu yerleşkede devam etmemiş. Halbuki en eski kayıtlara bakarsan o zamanlar keçi sütünü sadece şu bahsettiğim karışık peynir ve tulum için kullanır, loru tamamen koyun sütünden yaparlarmış. Salçalı olanda güneşte kurutulmuş ve birkaç baharat katılmış biber salçası kullanıyoruz, turistlere 'Akvaland kahvaltılık salçası' olarak sattığımız ve kendimiz genelde sadece biberden olanını yesek de domatesten de yapılan bir salça. Kış menemeni ulusal çapta yaygın olmasa gerek ama tam olarak bize özgü olup olmadığından da emin değilim, domates yerine salça ve biber olarak kurutulmuş biber kullanıyoruz. Sebzeli menemende klasik malzemelere ek olarak patlıcan, kabak, havuç, ıspanak, sarımsak ve turp var. Ciğerli olan da kavurmalı olan da koç etinden, zaten burada koç, tavuk ve balık dışında pek fazla et yemeyiz. Kısmen de zorunluluktan; çünkü atalarımızın koyun, keçi, tavuk ve avcılık dışında şansı yoktu. Kara hayvanları açısından da verimli bir bölgede olsak da kurucularımız kara avcılığını ya hiç yapmamış ya da bir yerde bırakmış. Buranın İkinci Karanlık Çağ'da kurulduğu düşünüldüğünde kara avcılığına izin verilmeme, balıkçılığı bile kaçak göçek yapıyor olma ihtimalleri yüksek. Otlu menemende mevsime bağlı olarak taze otlar var, nane, dereotu, yabani otlar falan. Kuru sebzeli menemen de kış menemeni gibi ama salça yerine domates kurusu var. Onun dışında, şu rakı menemenini fark ettin mi? Yanında 'alkolsüz' yazıyor hani?"

"Fark ettim. Ne olmuş?"

"Artık yerleşkenin kültürünün önemli bir parçası ama atalarım tarafından ilk kez yapılıp bu dükkanda satılmaya başlandığında birçok eleştiriye maruz kalmış."

"Nasıl bir şey ki?"

"Beyaz üzüm suyu ve yıldız anason katıyoruz. Sorgulama hamlelerin şu araştırmacıya benziyor..."

"Araştırmacı?.. Ne araştırmacısı?"

"Kültürel araştırmacı mı ne, öyle bir şey. Bölge kültürünü, tarihini, doğasını, dilini vesaire araştırmak için geldiğini söylemişti ama uzun süredir burada, sık sık bir şeyler hakkında not alıp dursa da çoğumuz artık onu yerlilerden biri olarak kabul ediyoruz. O da bu kabulden memnuniyetsiz değil gibi."

Deniz iç çekti, sonra tekrar menüye döndü ve mezeler, özel tabaklar, diğer yiyecekler, çaylar, kahveler, soğuk çay ve kahveler, meyve suları, sıcak içecekler, soğuk içecekler, tatlı ve kuru pasta bölümlerini inceledi. "Özel tabaklar" kısmında üç yemek vardı, biri balık yemeğiydi, biri tavuk şişe benziyordu ve sonuncu da tavuk yerine kuzu kavurma kullanılan bir Sezar salata gibiydi. Deniz, hiçbir şey demeden, sadece soran gözlerle "Özel tabaklar" kısmını gösterdi.

"Onların bir kahvaltıcıda olması tuhaf olabilir ama aslında Yağmur Bayramı'yla bağlantıları olan yemekler. Atalarımızın hayatta kalmasını sağlayan yemekler onlar, kahvaltı veya akşam yemeği olup olmadıklarını düşünemezdiler. Bu arada şanslısın, kızıl ufaklığımız seni tam da festival zamanında buraya getirmiş. Ben sadece kahvaltıcıyım, yani en büyük yerel festivalimiz olan Yağmur Bayramı hakkında daha fazla şey bilmek istiyorsan bir uzmanla konuşman gerekecek -ve kasabamızda birkaç tane var."

"..."

"..."

"Peki, yaprak sarmayı nasıl yapıyorsunuz?"

"Zeytinyağı, az miktarda yerel baharat ve pirinç-bulgur karışımı. Burada çoğu Anadolu kasabasına kıyasla çok daha fazla pirinç ve mısır tüketilir; çünkü yeterince buğday yetiştirmiyoruz. Bu kasabanın kurucuları bizimki kadar bile buğday yetiştiremiyordu, şimdi biz bütün kasabaya ekmek yapabilecek kadar buğday yetiştirip buğday ürünlerinin çoğunu dışarıdan alıyoruz ama onlar sadece bir avuç neo-ludist ve birkaç sürgün olarak kendilerine zar zor yetecek buğdayı yetiştirdiklerinde bile bunu bir festival vesilesi olarak görecek kadar az verim alıyorlardı. Şimdilerde bile buğday, karabuğday, arpa, yulaf gibi, kasabanın kültüründe kendisinden çok daha az yeri olan tahılların ardında kalan bir rekolteye sahip ve ekmek yaparken bile buğdaya ek olarak birçok farklı tahıl ve tohum kullanıyoruz, haneden haneye değişse de ben burada sunmak için fırından standart olarak hep aynısını alıyorum: Buğday, mısır, karabuğday, arpa, pirinç ve çavdar karışımından bir un ve zeytinyağıyla yapılan bir tür somun ekmek."

"Bu arada... Güneş'e niye 'kızıl ufaklık' dedin? Kasabadaki tek kızıl o olamaz, değil mi? Yani... çekinik gen sonuçta."

"Aslında şu an gerçekten de kasabadaki tek kızıl o ama evet, 'orijinal on dörtlü' yani kasabanın kurucuları kabul edilen sekiz neo-ludist, bir kampçı ve beş sürgün arasında da bir kızıl vardı. Tek bir tane, zaten Güneş'in anne tarafının soyunun ona dayandığı da gayet iyi biliniyor. Eee, artık karar verdiniz mi?"

"Çayı da mı kendiniz yetiştiriyorsunuz?"

"Pek kaliteli olmuyor, bu yüzden yerli çayı yalnızca çay bazlı içeceklerde kullanıyoruz. Direkt demleyip içen de var ama kahvaltıcıda onun için kasabanın yerli çayı da dahil olmak üzere dört beş farklı kaynaktan gelen yapraklardan karılma harmanlar kullanıyoruz, hem yerli üründen taviz vermemiş hem de kaliteyi yükseltmiş oluyoruz. Harmanlara katılan çaylar da bizimkine benzer durumdaki, ticaret antlaşmalarımızın olduğu yerleşkelerden geliyor zaten. Bu arada çoğul konuşma sebebim siyah, yeşil, soğuk ve soğuk yeşil çay için farklı harmanlarımız olması."

Sonuç olarak Güneş kavurma ve ayran, ki menüde yazmasa da Akvalandlı olan Güneş biliyordu ki ikisi de koyun kaynaklıydı, Deniz de menemen ve siyah çay söyledi. Ortaya yaprak sarma ve peynirli börek -menüde "tulum peynirli" veya "lorlu" yerine "peynirli" yazan diğer her şey gibi Akvaland'ın koyun-keçi karışık peynirinden yapılmıştı- aldılar, ekmek zaten hem kavurmanın hem de menemenin yanında standarttı.

Diğer bölümler için

18 Ekim 2023 Çarşamba

Yöresiz-8,5. Bölüm: Eski Bölümler Hakkında Bazı Düzenlemeler vs.

Şimdi, aslında "3. Bölüm: Sohbet"te şöyle bir cümle geçiyordu:

"Hayır, değil. Kesinlikle bugün tanıştığım acayip ilginç kişi dışındaki tek arkadaşım kahve delisi, II. Dünya Savaşı fanatiği, kamp yapmayı seven, evinin bir odasını akvaryumlarla teraryumlara ayırmış ve bir gün temelde yöresizlere hizmet veren butik bir kafe açma hayali olan sarışın bir kız değil."

Kalın yazdığım kısma dikkat edin; çünkü 3. bölümdeki o kısım artık şöyle:

"Hayır, değil. Kesinlikle bugün tanıştığım acayip ilginç kişi dışındaki tek arkadaşım kahve delisi, II. Dünya Savaşı fanatiği, kamp yapmayı seven ve bir gün temelde yöresizlere hizmet veren butik bir kafe açma hayali olan sarışın bir kız değil."

Peki bunun, yani o kısmı kaldırmamın, sebebi ne? Aslında öyle çok da büyük, "Her şeyi de bir karaktere yüklemeyelim..." veya "Bu hikayede/kitapta da akvaryum, teraryum vs. muhabbeti olmasın artık, yeter." gibi "yüce" sebeplerim yok. Asıl sebebi, her şeyi olduğu gibi Yöresiz'i de kronolojik olmadan yazmam. Yani henüz yayınlanmamış olan bölümlerde yazdığım bir şeylerle çelişiyor. Aslında çelişmekten de öte, bir karakteri ve onunla ilgili olan her kısmı kaldırmam gerekiyor ve ben de o kısımları ve o karakteri fazlasıyla sevdim, kesinlikle üzerinde değişiklik yapmaya niyetim yok. Bunu da sırf çelişki olacağını bildiğim için, "E ama bu karakter?.." gibi soru işaretleri oluşmasın diye yazdım.

Diğer bölümler için

Yöresiz -8. Bölüm: Otomat

Deniz, otomata yaklaşınca beklediğinden daha "karmaşık" olduğunu gördü. Sadece birkaç içecek ve abur cubur beklemişti ama artık neden yöresizler, kampçılar, balıkçılar ve geri kalan her türden "gezenti" için popüler olduğunu anlayabiliyordu. Güneş "İyi, değil mi?" dedi garip, anlamsız bir gururla, "Bu şeyde kahveler, çaylar, meşrubat, hazır gıda, abur cubur, konserve, birkaç kişisel alet ve başka bir sürü şey var." Deniz "Evet..." dedi, "ama fiyatlar daha çok şaşırttı." Güneş "Pahalı mı?" diye sordu. Deniz kafa sallayıp "Bundan daha ucuz bir otomat görmemiştim." dedi, "Cidden yerleşkenizi beslemeye yetiyor mu?" Güneş "Yerleşkemizi çiftçiler ve balıkçılar besliyor." dedi, "Kısmen de turistler. Bu otomattan kazanılan paranın çoğu, otomat envanterini yenilemeye, otomatın bakımını yapmaya ve otomatın elektrik faturası gibi şeylere gidiyor. Pardon, faturaya gitmiyor. Köyde ürettiğimiz elektriğin çoğunu otomat yiyor." Deniz "Bu fiyatlarla tabii öyle olur..." dedi, "ama buradan geçen çoğu yöresiz de bu fiyatlar nedeniyle tüm otomatı alıyor olsa gerek." Güneş "O yüzden kısmen turistler dedim zaten." dedi, "Kimse yöresizleri turistten saymaz." Deniz "En başta yöresizlerin kendileri..." diye mırıldanıp otomattan bir kutu soğuk latte, bir kutu hazır Çin eriştesi, bir paket -konserve değil, paket- yaprak sarma, bir adet el oltası, bir paket cips, bir çikolata, bir paket bisküvi, bir adet protein bar, bir şişe su, bir şişe soğuk kerkede çayı ve bir bardak da "flat white" aldı. Güneş biraz daha tutumluydu, sadece karamelli çikolata ve kola almayı tercih etti. Sonra da yeniden yola çıktılar, az ilerideki bir sapaktan sağa döndüler ve çok az gidip sık yapraklı ağaçlar yerlerini çayırlığa bıraktığında artık kasaba gözlerinin önündeydi. Deniz, haritayı bir kez daha kontrol edip kasabanın haritada olmadığını tekrar teyit etti. Şaşkınlıkla Güneş'e baktı ama kız bunu umursamıyor gibiydi, aslında yaşadığı yerin haritalarda olmadığını bilmiyor bile olabilirdi.

Biraz daha ilerlediler ve nihayet ahşaptan yapılmış, eski ama süslü -en azından, yapıldığı sıralarda süslü- bir tabelaya denk geldiler. Tabelada "Akvaland" yazıyordu ve ardından da tarlalar başlıyordu. Tarlaların çoğu içlerinde bir de kümes olan karma tarlalardı, Deniz'in görebildiği kadarıyla domates, biber, salatalık, patlıcan, soğan, sarımsak, patates, farklı türlerde asmalar, frambuaz, yabanmersini, böğürtlen, çilek, elma, armut, şeftali, kayısı, kestane, dut, kavun, karpuz, mısır, ayçiçeği, buğday, nane, kekik, erik, lahana, ıspanak, sınırlı olarak da zeytin, pirinç ve turunçgiller -özellikle limon- gibi birçok farklı bitki yetiştiriliyordu; ayrıca Deniz'in çeşitli ormancılık, aktar veya kozmetik ürünleri üretmekte mi yoksa sırf gölgelik olarak mı kullanıldığını bilmediği, çoğu tarlada numune gibi yalnızca bir tane olan ve bazılarında da hiç olmayan söğüt, çınar, meşe, kavak, gürgen gibi ağaçlar ve kenar süslemelerine benzeyen ama hâlâ ticari amaçları olabilecek gül, menekşe, yıldız çiçeği, papatya gibi çiçekler vardı. Tarlaların çoğu "karma" tarlalar olsa da tek tük tek tür tarımı yapılan veya birden fazla ürün yetiştirilmesine rağmen kendi içinde sanki birden fazla tarlaymış gibi türlere göre bölünmüş tarlalar da vardı. Yer yer tarlaların bir kısmı veya tamamı -en azından kümes hariç tamamı- seraya çevrilmişti -Deniz bu seraların içini net göremiyordu ama kahve ve karabiber gibi, şu an bulunduğu coğrafya için aşırı tropik bitkilere benzettiği şeyler boldu- ve bazı tarlaların hem yola hem de yerleşkeye uzak olan köşesinde ufak çaplı arılıklar bulunuyordu. Öte yandan Deniz'in aklını asıl meşgul eden bu yerin adının nasıl okunduğuydu, Türkçenin mi yoksa İngilizcenin mi kurallarına göre. Sonunda pes edip "Yerleşkenizin adı nasıl okunuyor?" diye sordu.

"Bana mı sordun?"

"Burada başkasını görüyor musun?"

"Korkuluklar?"

"..."

"Peki, tamam. Öyle bakmana gerek yok. Yazıldığı gibi okunuyor, /akvaɫand/ olarak."

İlerlerken Deniz "Bayağı bir şey yetiştiriyor gibisiniz." dedi.

"Dedim ya, atalarımız sürgünler ve doğaya dönüş hareketi mensuplarıydı. Neredeyse her şeylerini kendileri yetiştirip üretmek zorundalardı. Sonucunda da yerleşkemizi çiftçiler ve balıkçılar besliyor, kültürümüz de buna göre."

"Kümeslerde ne yetiştiriyorsunuz?"

"Temelde yumurta tavuğu ama etlik tavuk, süs tavuğu ve tavuk olmayan kümes hayvanları yetiştirenler de var. Normalde daha uzakta olduklarından köyde üretimimiz yokmuş gibi dursa da keçi ve koyun da yetiştiriyoruz. Yani... çünkü... bilirsin; bize yün ve süt de lazımdı. Ne yazık ki pek de özgün bir şeylerimiz yok, yiyip içtiklerimizin tamamı ulusal çapta bilinen şeyler ama reçellerimizin ve geri kalan ürünlerimizin bayağı müşterisi var. Başta bal ve balık olmak üzere tereyağı haricindeki hayvansal gıdaları ve zeytin ürünlerini köyün içinde tüketiyoruz; çünkü satacak kadar üretmiyoruz. Yine de restoranlarda veriyoruz gerçi... köyün dışına da satmış oluyoruz."

Deniz "Kargo teknolojilerinin gelişmesi iyi oldu tabii..." diye mırıldandı.

"Efendim?" dedi Güneş, çatıları güneş panelleriyle kaplı, canlı bir yeşil renkteki çayırlar üstüne ve renkli taşlardan yapılmış kaldırımvari yollar arasına kurulmuş, çoğunun alt yarısı taş, üst yarısı ahşapken arada tamamen taş, tamamen ahşap, hatta üstü, altı veya tamamı kerpiç binaların da olduğu, bahçeleri nispeten küçük -en azından böyle bir yerde olup kurucuları "doğaya dönüş hareketi" mensupları olan bir köye göre küçük- ve çoğu iki ya da "bir buçuk" katlı olan binalar iyiden iyiye görünür olup ikili onlara yakınlaşırken.

"İkinci Karanlık Çağ'dan önce, hatta o zamanların bile sonlarına yaklaşmadan önce köylere kargoların ve internetin hep sorun olduğunu okumuştum, özellikle kışın yapacak şey yokluğundan milletin birbirine sardığı köhneleşmiş, kötücül zihniyetlerin tutunup yapışması için iyi yerlerdi."

"..."

"Neyse, artık böyle şeyler pek olmuyor. İletişim ağı tüm dünyayı kapsıyor ve kıtlık, susuzluk gibi sorunlar da kalmadı. Ortadoğu bile kan gölüne dönmeden bir asır dayanabiliyor."

"Ne?"

"O konuya girersem çıkamam, o yüzden salla gitsin. Köyde restoranlar mı var?"

"Teknik olarak sadece bir tane ama..."

"Ama ne?"

"Farklı konseptleri farklı dükkanlar sayıyorlar ve..."

"Kasaba fonunuz var, değil mi? Aslında aynı dükkan ama hem adları hem sahipleri -en azından yasal sahipleri- farklı ve herkes kârının çoğunu fona aktarıyor, o fon da kasabaya dağıtılıyor. Daha önce de gördüm, İkinci Karanlık Çağ'ın ardından kurulan veya diriltilen küçük yerleşim yerlerinin çoğu bu şekilde hayatta kalabildi ve bu yüzden çoğu bunu yapmayı sürdürüyor. Nerede yememi önerirsin?"

"Her yer iyi aslında ama... Şu an için bence kahvaltı edebileceğin yer en iyisi olur. Bir fırın bir de kahvaltıcı var, hangisi?"

"Kahvaltıcı. Etle birlikte olmayınca hamur işleri o kadar da çekici gelmiyor."

Diğer bölümler için

16 Ekim 2023 Pazartesi

Sezon Başı Nedeniyle Anime Muhabbeti (Halbuki Ben Durum Raporu Yazacaktım Ama...)

Kamierabi'yi 2. bölümün başını izlemekle mücadele ederken kapattım. Yok aga, bir halt olmaz bu animeden; o karma bükme olayları falan da zerrece ilgi çekici değil.

Under Ninja biraz... İlginç bir seri. Sevdim mi sevmedim mi, iyi mi kötü mü, ilginç mi sıradan mı kararsızım; tabii bunda şimdilik 2 bölümünün yayınlanmış olup benim sadece ilk bölümü izlememin de payı var. 2. bölümden sonra biraz daha ilgi çekici hâle geldi ama hâlâ devam edip etmeyeceğimden emin değilim.

Kimi no Koto ga Daidaidaidaidaisuki na 100-nin no Kanojo'nun animesinin geleceğini unutmuştum bak. Mangası en sevdiğim harem mangası bu arada, bakalım animede mangadaki o trollük çizgisini ve cesurluğu koruyabilecekler mi? Ya açıkçası ben sevdiğim mangaların anime uyarlamalarına, özellikle de bu tür kendi türünün seviyesinden üstteki serilerin uyarlamalarına karşı bir tür fobi geliştirdim. Horimiya'nın kesile biçile çöp edilmiş o rezil uyarlamasının travmasını daha atlatamamışken bir de Isekai Nonbiri Nouka'nın götten uydurma sahnelerle ve o evrende seks diye bir kavram yokmuş kadar abartılı sansürle mahvedilmesine şahitlik ettiğimden 100-Kanojo gibi doğrudan harem klişelerini yıkmaya, izleklerini söküp takmaya (yapısöküm demek hafif kalır, o derece) oynayan, 4. duvarı yıkmayı bırak komple ortadan kaldıran (bir karaktere Cennet'in var olduğunu kanıtlamak için mangadan bir sayfanın gösterildiği bir panel var be!), göndermelerin içinden geçip bir de homoerotik altmetni alenen, hatta karakterlerin buna dikkat çekeceği şekilde kullanan bir manganın anime uyarlamasına şüpheci yaklaşmanın en doğal hakkım olduğunu düşünüyorum. Bu arada bu bir harem animesi olduğu için homoerotik altmetin de doğal olarak daha çok yuri fanservis (ayrıca bkz: yuri fan, fanservis) ile sağlanıyor ama manganın trollük düzeyi ve haremdeki her kızın çeşitli harem animesi arketipleriyle taşak geçen kişiliklere sahip olduğu (mesela Karane, suladığı çiçeklere bile tsunderelik yapacak kadar abartılı bir tsundere ve Chiyo da çoğu harem animesinde bulunan -ve standart olarak abisine âşık olan- üvey kız kardeşlere zıtlık olsun diye konulmuş bir kuzen) düşünülünce Rentarou'nun Ailesi'ne (evet, kendilerine böyle diyen bir haremle karşı karşıyayız) bir erkek, crossdresser veya trap katılmaması için hiçbir sebep yok. Bu arada hazır konusu açılmışken Isekai Nonbiri Nouka'daki neredeyse o evrende seks yokmuş gibi olan sansüre şöyle bir örnek vereyim: Mangada seks sahnelerini hiç görmesek de eleman ve köyde toplanan hatunlar bildiğin tavşan gibi ve bu açıkça söyleniyor, hatta başkarakterin "Gece uyumama izin verin bari..." sızlanmaları ve aslında hoşuna gittiğini itiraf ettiği bir sahne var. Mangada Rurushi, Tia'yı adını unuttuğum başkarakterin yatağına sürüklüyor be! Bir de bu olay yaşandığında başkarakterle Tia daha bir gündür tanışıyor ha... Mangada "Ulan bu herif bunca sikişle bu hatunların hiçbirini nasıl hamile bırakamadı? Onca şeyden sonra kurudu herhalde..." gibi bir durum varken animede resmen "bir anda hamilelik" durumu var; en azından Rurusi'nin ilk hamile kalan olduğu kısmını değiştirmemişler amk, şükrettiğimiz şeye bak... Bu arada 100-Kanojo'yu izledim de geldim, daha doğrusu şu an izliyorum. İlk sahne böyle miydi ya? Evet retle başlıyordu ama tam olarak böyle değildi sanki? Gerçi animenin bütün o trollük havasını daha ilk sahneye boca etmişler, o yüzden o ilk sahnenin öyle olmasında benim için hiçbir sorun yok (özellikle de o karakteri bir daha asla görmeyeceğimizi bildiğim için). Tamam, artık 100-Kanojo'nun emin ellerde olduğuna hemen hemen eminim. Özellikle de Aşk Tanrısı'nın "Mangada Tanrı'nın daha fazla sözü vardı, niye kesildi ki?" cümlesinden sonra lvşsd. Böylece uyarlamaları çok mümkün olmayan -ki öyle çok fazla kısım var- kısımları da "anime orijinal trollük" ile kapatacaklar demek ki. Asıl endişem o kısımlar hiç yokmuş gibi davranmaları olduğundan böyle olması daha iyi. "Rentarou'nun girdiği okulun adı" kısmı da mangada uzun zaman sonra söylenip "Hiç tahmin etmemiştiniz, d'i' mi?" ile geliyordu ama ilk bölümden tabela göstermek hemen hemen zorunluluk olduğundan itirazım yok. Bak aga, işte böyle evrenin, hikayenin, serinin ruhuna uygun değişikliklere itirazım yok; ama çoğu değişiklik sırf bir şeyleri değiştirmek için yapılıyor. Ölüyordum lan gülmekten... İlk bölümlerin bu manganın en komik bölümleri olduğunu unutmuştum, anime uyarlamasında hatırlamak iyi geldi. Karane'yle Hakari arasındaki kavgacı cinsel gerilimi de acayip iyi yansıtmışlar -gerçi mangada şimdi "spoiler" vermemek için bahsetmeyeceğim bir sahneden önce pek görülmüyordu ama olsun.

Undead Unluck'ın konusunu okuyunca bir "İzlesem mi izlemesem mi..." oldum, ilk bölümün başı da bu hissi körükledi ama bölümü bitirince kesin kararım şu: Net izlerim ben bunu, hatta Bocchi the Rock gibi sezonun sürprizi falan bile olabilir, o derece. Yine de o saç kesme sahnesine bir eleştirim var: Ulan azıcık uzun bırakaydın ya şunları, niye hatunu tas kafaya çeviriyorsun? Hiç olmazsa omuzlara kadar kalaydı amk, "eskiden kuaförlük yapmıştım" derken Türkiye'de berberlik yaptığından mı bahsediyordun? 

Ya KimiZero'nun 2. bölümünde o ortaokul aşkının gelmesi... hani sanki bütün olayı, animeyi bir anda bozacak gibi ya. Genelde öyle oluyor, tersi örnekleri çok nadir. Bir de o "ortaokulda bir kıza açılmıştım" muhabbeti açıldığı anda karakter olarak dahil olacağı -ve "ya o zaman kafam karışmıştı" falan gibi bahanelerle güzelim animeyi saçma sapan, haremimsi bir yola sürükleme ihtimalinin fazlalığı- belli olmuştu, daha o anda "Eyvah!"ı çaktım zaten, bölümün sonunda da... yani... resmen göstere göstere geldi. Bu karakterin animeyi bozduğunu değil, bozma ihtimalinin %50'den fazla olduğunu düşündüğüm anda bırakırım, hiç çekebilecek durumda değilim.

 Buta no Liver wa Kanetsu Shiro beklediğimden güzel çıktı. Hayır komedi olduğu sürece en çöp isekaiları bile izliyorum ama bu beklediğimden iyi, iyiliği "otomat isekai" gibi sarmasından da değil ha ("isekai otomat" kötü zaten ama bir şekilde sarıyordu), yani hakikatten "isekai evreninde domuz olarak doğdum" temasını bundan daha iyi işleyebileceklerini düşünmüyorum (ha öyle bir temayı işlemeye gerçekten gerek var mıydı o tartışılır, orası ayrı). Ayrıca başkarakterin tür bilgisi (hem de feci derecede iyi ve yüksek tür bilgisi) olması da ayrı hoşuma gitti, çoğu isekai karakteri otaku oluyor -kısmen de "Ulan bu farklı dünya işi ne şimdi?" diye kafayı yemek yerine "He tamam isekai..." deyip daha kolay kabullensin ve "eve" dönmek için yana yakıla yollar aramasın diye- ama fazlasıyla basmakalıp otakular oluyor, bu karakter öyle değil, aşırı yüksek tür bilgisine sahip. Oğlum harbi çok güzel geldi lan, yani tamam dandikliği aşikar ama inanılmaz eğleniyorum; acaba zerrece beklentim olmadan başladığım (Yani... "Domuz olarak isekailandım" serisinden en fazla ne gibi bir beklentin olabilir ki zaten?) için mi?

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Israrla umut etmeye çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Ha ayrıca bir şeyler daha yapıyor ama netice vermeden, meyve verince olmasa bile en azından tohum çatlayıp filiz çıkmadan bu konuda ağzını sıkı tutmak gibi bir inadı var. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲ‍ᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍‍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى

INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral

*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.

☉♓︎   ☽♌︎   Asc♊︎   ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎