Güneş açıklamaya çalıştı: "Hasat... yok, değil. Şey festivali... Neydi ki?"
Kumsal iç çekti, ardından "Kuruluş festivali olduğunu söylüyoruz," diye açıkladı, "ama aslında açlıktan ölmekten kurtuldukları ilk sefer. Bir şeyin ilk hasadı veya göletin yeniden dolumu mu... öyle bir şey. Müzede daha çok bilgi vardır."
Deniz "Peki," dedi, "Festivale kadar burada kalırım belki. Gerçi kalacak yerim yok ve iş bulmam gerek."
Deniz lafa girdi -hayır, lafa balıklama daldı: "Neden iş bulman gerekiyor ki?"
Var olan tek arkadaşları, Güneş'in bu sorusu karşısında senkronize olarak yüzlerini ondan tarafa çevirdi. Deniz, özellikle bu soruya maruz kalan "mağdur" olarak bir süre konuşamadı. Geveledi, elleriyle ne yaptığını kendi bile anlamadığı şeyler yaptı, ardından da konuşmaya çalışmaktan vazgeçti. Derin bir nefes aldı, bütün hayatını ve dünyayı düşündü. Dağları, tepeleri, nehirleri, dereleri, göğü, yeri, denizleri, gölleri, kuşları, kelebekleri, insanları, şehirleri düşündü. İkinci Karanlık Çağ'ı ve öncesini, kendi doğduğunda çoktan insanlığın kurtulmuş olduğu rezalet düzeyini düşündü.
Deniz, düşüncelere dalmış hâldeyken onu kurtaran Kumsal oldu: "Biz şehirliler çoğunlukla bunu görmezden geliyoruz ama yöresizler de para harcıyor. Bu yüzden de para kazanmaları gerekiyor. Bazıları... şey... bazıları..."
Deniz, bu kez kurtarma sırasının kendinde olduğunu fark edip "Bazıları yozlaşır." dedi, "Yağmacılık, gasp, yankesicilik, cepçilik, dolandırıcılık, bazı durumlarda hortumculuk. Yine de yöresizlerin çoğu çeşitli işlerle para kazanıyor. Ben genelde bir yerlerde bir hafta kadar çalışmayı tercih ediyorum, motoru şarj etmeye yetiyor ve erzak, atıştırmalık gibi şeyler için para bile kalıyor. Önemli bir kısmı biraz da olsa yaratıcılık gerektiren işler yapar, sonuçta her insan yaratmak ister."
Kumsal itiraz etti: "Hayır, istemez."
"İster... Kendi bilmese bile. Her insanda tanrı kompleksi vardır, bunun en önemli üç tezahürü de ölümsüzlük arzusu, kıskançlık ve kuralcılıktır. Geride bir şey bırakma arzusu, yazı, çizim, konuşma, fotoğraf, herhangi bir şey... ölümsüzlük arzusunun tezahürüdür. Reenkarnasyona, Cennet'e veya benzerlerine duyulan inanç da ölümsüzlük arzusunun bir başka tezahürüdür."
"Tamam, sanatın yaratım arzusunun taşmasıyla ortaya çıktığını inkar edemem ve ölümsüzlük arzusunun birinin sanat, bilim, zanaat veya inançla uğraşmasındaki en büyük itkilerden biri olmasını da kabul edeceğim... ama ya kıskançlık ve kuralcılık?"
"Her insan güzel bir şey gördüğünde içten içe onu mahvetmek ister; çünkü onu yapan o değildir. Başka bir tanrının kendisinin güzel bulacağı kadar iyi bir şey yapmasını kıskanırsın ve onu ortadan kaldırmak istersin. Genelde din kisvesi altında yürütülen sanat karşıtlığının en önemli sebebi budur, kendinin o kadar hoş bir şey yaratamadığını bilmekten duyulan kıskançlık. Ayrıca insanın doğal bir yok edici olması da bununla ilgilidir. Zevk için yapılan avcılık aslında zevkten değil tanrı kompleksine bağlı kıskançlıktan yapılır. Bunun tersi olarak veganlık gibi şeyleri gösterebilirsin ama onlar da tanrı kompleksinden kaynaklı olarak kendinden daha güçsüz ve aciz, yani neticede kendinden aşağıda gördüğün şeyleri koruyarak 'merhametli bir tanrı' olduğun algısından kaynaklanır. İkinci Karanlık Çağ'ı yaratarak dünyayı mahvedenler böyle insanlardı, kendilerini insanlığın kurtarıcıları olarak görüyorlardı ve bütün güçleri ellerinden alınıp İkinci Karanlık Çağ'a son verildikten sonra bile bu iddialarına yüzsüzce devam ettiler. Kuralcılığa gelince, her insanın kendi ütopyası vardır ve her ütopyanın kuralları vardır. Örneğin çoğu anarşist anarşizmle yönetilen bir dünyada yaşamak ister, işin içine 'yönetim' kelimesi girdiğinde de kural kelimesi de girer. Kuralsız bir dünya arzuladığını söyleyenler bile aslında tek kuralın 'kural yok' olduğu bir dünyada yaşamak istediğini söylemiş olurlar, herkes de bunun bütün dünyaya uygulanmasını ister çünkü asıl arzuları kendi dünyalarını yaratmaktır."
Kumsal bir süre düşünüp "Sanırım düşündüğümden daha çok düşünüyorsun..." diye mırıldandı.
Deniz "Eh," dedi, "bir kez hayatta kalmayı başaran bir yöresizin daha sonra düşünmek ve bu düşüncelerini yazıp çizmek için çok vakti oluyor; hayatta kalmaya çalışmak vaktimizin çoğunu alsa da siz yerleşiklerin vaktinizi alan şeylerin çoğundan muafız. Yerleşiklerin hayatlarından emin olması vakit alıyor ama yöresizler için yiyecek bir şey bulup hava şartlarından korunursak, sonrası dinlence zamanı oluyor. Bu açıdan esas modelimiz olan yarı-göçebe ilk insanlar yerine canı istediği zaman seyahat eden zenginlerle daha çok benzeşiyoruz."
Kumsal "Peki," dedi, "sanırım bu konuları daha sonra uzun uzadıya tartışsak daha iyi olur. İş konusuna gelince... Eleman bulamadığından şikayet eden ama yaptığı anlamsız testi kimse geçemediğinden herkesi reddeden biri var aslında ama... şey..."
Deniz meraklandı, ilgi dolu bir sesle "Evet, nasıl bir iş?" deyiverdi.
Bu tepki, Kumsal'ın en son beklediği türdendi; bu nedenle bir an için cevap veremedi. Sonra "Girişte birkaç tabela görmüş olmalısın..." dedi.
"Hemen kahvaltıcıdan önce mi? Pek dikkat çekmiyor ve otların -daha doğrusu kamışların- arasında kalmış ama müze, şehir akvaryumu, gölet falan yazıyordu."
"Evet, şehir akvaryumundan bahsediyorum."
"Eh, olabilir; balıkları severim."
"Karşına ne çıkacağını tahmin bile edemezsin..."
"Oranın sahibini tanıyorsun galiba?"
"Burası küçük bir kasaba. Herkes herkesi tanır."
Deniz, Kumsal'ın ikisinin tam olarak ne tür bir ilişkisi olduğu hakkında daha fazla bilgi vermeye isteksiz olduğunu fark edip yol tarifini aldıktan sonra vakit kaybetmeden oraya doğru gitti. Saat öğleni geçmişti, güneşin konumundan anlaşılıyordu bu, bu yüzden kısmen acele ediyordu.
Vedalaşırken Güneş sımsıkı sarılıp "Neyse, sen o işe bakarken ben de bir şeylere bakayım bari. Dönünce sana bir şey göstereceğim." diye seke seke gitmişti, bu yüzden Deniz'in zihni kısmen bu görüntü tarafından ele geçirilmişti ve dalgın dalgın ilerliyordu. Sonunda, ne zaman olduğunu bile anlamadan, daha çok iki katlı bir eve dönüştürülen terk edilmiş bir garaja benzediği hâlde üstünde deniz kabuklarıyla Şehir Akvaryumu yazan XPS bir tabela olan bir yere geldi. Tabela -daha doğrusu XPS- saydam silikonla kaplanıp harfleri oluşturan deniz kabukları da bu şekilde konmuştu. Deniz'in asıl anlayamadığı, tabelanın altında sıralanan emojilerdi: Şimşek, el, hamburger, tespih, raptiye, ardından ufak bir boşluk (yazı yazarken kelimeler arasında kullanılan türden bir boşluk) ve sonrasında da kalp, kurt, vazo, kalp, raptiye, yılan, uzaylı, muz, uzaylı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder