Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

26 Ekim 2015 Pazartesi

Doğa Evi 7&Normal SC Yazısı: Yırtıcılardan korunmak

Bulunduğunuz yerde olan ve olması muhtemel canlıları ve bunların davranış özelliklerini bilmek, elbette bulunmaz bir nimettir. Ancak böyle bir imkanınız yoksa veya emin olamıyorsanız; bir kaç temel kuralı bilerek yırtıcılardan korunabilirsiniz. Doğadaki pek çok şeyden farklı olarak, bu kuralların istisnası yoktur.

1. İnsanlara cazip gelen kokuların çoğu, yırtıcılara da cazip gelir.

Kızarmış et ve balık kokusu, parfüm ve baharat kokusu; kurtlara, ayılara vs. de çekici gelir. Özellikle bahar başlarında, yırtıcı hayvanlar kış uykusundan çıkar ve kendilerini yormayacak, küçük avlar ararlar. Sizin avlayıp kızarttığınız bir sincap, bu durumda bir ayı ya da kurt için mükemmeldir.

2. Ateş yakar

Tıpkı biz insanlar gibi, hayvanlar da ateşin tehlikeli olduğunu bilir ve ondan uzak kalmaya çalışırlar. Yani yeterince büyük bir ateşiniz varsa, güvende olursunuz. Hatta benim gözlemlerime göre; hayvanlar yaklaşık bir hafta kadar ateşin yakılı olduğu yerden uzak duruyorlar. (Sönmüş olsa bile)

3. Hayvanlar sessizliği sever

Hayvanlar, sessizliği severler. Doğal olmayan seslerden (her tür insan, ateş ve gökyüzü sebebiyle oluşan sesler) uzak durmak ister. Çobanlar, zevk için, zaman geçsin diye türkü okumaz; hayvanların boyunlarına yerleri belli olsun diye çan takılmaz. Amaç, vahşi hayvanları; özellikle de ayıları uzak tutmaktır.

4. Sizin yiyebildiğinizi, genelde onlar da yiyebilir
Patlıcan zehirlidir, hayvanlar yiyemez. Zehri sadece insana etki etmez.
Bu nedenle; bir yemiş çalısının dibinde kamp kurmadan önce, oraya muhakkak tilki, çakal, sırtlan, ayı gibi hayvanların uğrayabileceğini unutmayın.

25 Ekim 2015 Pazar

Hepsi benden çıkma özlü sözler 3

Bu kez öncekileri en sonda vereceğim. Başlayalım.

"Toplumsal etiketlerden, en başta da normal kelimesinden kurtulmadıkça; güzel bir Dünya boş bir hayal."

"Normal nedir? Bir norm'a bağlı demektir. Peki, bu normları kim belirledi?"

"Ölülere acımayın, yaşayanlara acıyın. Ama en çok da; MEB'in deney faresi olarak kullandığı 98 kuşağına acıyın."

"Ölüm basit bir şey. Nazik, yumuşak ve sıcak. Asıl zor olan berbat bir hayat."

"Peki ya başka işler? Neyi, neden ve nasıl yapıyoruz? Şartlar mı, seçimler mi, alın yazısı mı? Aslında, hayatı anlamak çok da zor değil. Ayrıntı önemlidir; ama eğer bütünü algılayamazsanız, ayrıntı sizi yanlış bir sonuca götürebilir. Asıl önemli olan ne, biliyor musunuz? Belki her şey, belki de hiçbir şey... İşte tüm mesele..."

"Kazananlar kimler? Bu hayatta kötüler, ahirette iyiler. Peki ama; asıl kazananlar? Neet'ler, hikikomori'ler, asosyaller, otakular, geek'ler... Hayatları bambaşka olduğundan; hepimizden mutlular. Onlar, gerçek -yalnız- insanı kabullendiler.  Onlar hepimizden mutlular. Onlar, gerçek mutluluğa ulaşmışlar..."

"Karakter değişimi mi? Yok öyle bir şey. Sadece, başka bir karaktere dönüştüğüne dair insanları ikna etmek var."

"Ne zaman ki normal kavramı ortadan kalkar, ne zaman ki insanlar özgür bırakılır; işte o vakit toplumun sonu gelir ve topluluklar oluşur. Topluluklar iyidir; ancak toplum... Topluluklar şart olmasa da koşullu şarttır; insan yarı-sosyal bir varlıktır. Tıpkı imparator akrepler gibi... Yalnızlığı seçebilir ve sevebilir, ama buna tahammül edemez."

"Neet'lerden, geek'lerden ve hikikomori'lerden korkmayın. Onları kabullenmek zorundasınız. Onların, bireysel hiç bir zararı yoktur. Ancak toplumu parçalarlar. Ve bu, insanlığın selameti açısından gereklidir."

"Kabile ve klan sistemleri... Günümüzde bunlar yok. Oysa ki hala olsaydı, bu toplum bataklığında çırpınıyor olmazdık. Çünkü onlar sistematik topluluklardır."

"Bir hurafeyi yıkmaya çalışmaktan daha zor tek bir şey vardır, bir beyinsize laf anlatmaya çalışmak."

"Hayat, bana yaptığı eziyeti başka birine yapsa; en sosyopat bile hüngür hüngür ağlayarak canına kıyardı."

"Neden ölümü basit olarak görüyorum, biliyor musunuz? Çünkü hayat bana asla iyi davranmadı. Ölüm, hayata dair tüm sıkıntılardan arınmak demek. Tabii kötü biri olmadıysanız; ki zaten hayat da asla iyi insanlar için iyi olmaz. Kötüler için mükemmeldir oysa... Hayat, şeytanın ta kendisidir."

"Yalnızlığı gayet iyi tanırım. Biraz soğuk olsa da iyi bir dosttur, hiç olmazsa yarı yolda bırakmaz. Ve sen onu bıraksan bile, ağlayarak geri geldiğinde seni geri çevirmez. Ama öte yandan, yalnızlık; herkesin kaldırabileceği bir yük değildir. Ben, kendimi; bir çok bakımdan; yalnızlıkla sevgili olarak görüyorum. Ama bundan mutlu muyum? Sanmıyorum... Yine de, ben; eskisi kadar yalnız değilim."

"Kabul edin... Ben bir NEET'im. Ama idollerimden olan Kirito ve Sora gibi gamer değilim. Hiç bir şey yapmak istemiyorum; sadece kafama göre yaşamak istiyorum..."

"Tüm ateistler beyinsiz, tüm materyalistler gerizekalı, tüm deistler salaktır."

"Her şeye rağmen bu dünyada iyi insanlar var. Ben, onlardan mıyım? Ne yazık ki, buna karar verme yetkisi bende değil."

"Neyi, neden yaptığınızı hiç düşündünüz mü? Gerçekten kendi seçiminiz mi?"

"Sizi, sadece siz olduğunuz için sevecek insanlarla ve sizden, sadece siz olduğunuz için nefret eden insanlarla ilişkiler kurun. Çıkarcı bir bakışla yaklaşan kişiler, kendi üzerinizde yanıltıcı ve hatta uyuşturucu bir etki yapar."

"Ben, kendimi hayat'a benzetiyorum. İntikam eğilimim var; ama bunu çaktırmadan yapıyorum. İlk başta sinir olduğum insanlarla, sonra da iyi geçinemiyorum. En fazla 'o kadar kötü biri değil sanki ya'ya kadar çıkıyor. Çözülmem görünürde kolay, ama aslında içimde kimsenin bilemeyeceği dipsiz bir kuyu var. İçinde neler var neler..."

"Komplike beyinler, basit işleri yapamazlar. Zira pek komplike düşündüklerinden; bunun daha zor olması gerektiğine kanaat getirir ve en sonunda uğraşmayı bırakırlar."

"Güven ihtiyacı, pek çok şekilde sağlanabilir. Toplum o kadar gerekli değildir. Hatta küçük bir topluluk, güven ihtiyacının tahsisi ve temini açısından pek daha makbuldür."

"Bilim hep gelişti... Mi? Tarih boyunca; ilaçların ham maddesi çok az değişti. İlk çağlarda, bitki ve etlerden ilaçlar yapıldı. Hiç işlenmeden; doğrudan o bitki, et yeniyordu. Orta çağda, simyanın da etkisiyle bu bitki ve de etlerden iksirler, yani ilk şuruplar yapıldı. Sonra, modernleştikçe simyanın kaldırılmasıyla ve yerini kimyanın almasıyla ilk ilaçlar ortaya çıktı. Ancak, zamanla onlar da yetmemeye başladı ve tüm bakterileri öldüren antibiyotikler yapıldı. Sorunları şuydu: Hücrelere de zarar veriyordu. Ve günümüzde, insanlar organik ilaçlara yani şifalı bitkilere yönelmeye başladı. Ancak; bir de şifalı yemekler vardı. Özellikle Doğu tıbbı, Orta Çağ Avrupa tıbbından farklı olarak iksirler gibi şeylerle değil; aynı ham maddeden yemeklerle yürüdü."

"Farklılıktan korkarlar. Çünkü farklı olanlar, toplumu bozarlar. Nedeni basittir: Toplum, kişileri aynileştirmeye çalışır. Ve farklı olanlar, alçak düzeni bozarlar. Farklılıklarınızı sevin! Diğerleri, sadece beyni yıkanmış aynalı sazanlardır. Farklı olanlar ise, gerçek kişilikleri olanlardır."

"Doğayı dikkatli okursanız; sizi üç sonuca götürür: Birinci sonuç, yaratıcının varlığıdır. İkinci sonuç, insanın aptallığıdır. Üçüncü sonuç ise ziyadesiyle kişisel olup benim size söylemem abes kaçar."

"Dünyada çok fazla saçmalık var. İnsanoğlu ne kadar geri zekalı bir varlık. Akıl gibi bir donanıma sahip olmasına rağmen, onu kullanmamayı tercih eder. Doğadan kurtulmak için her şeyi yapar; ama şimdi de onlardan kurtulmaya çalışır. Hıh... Gerçekten saçmalık. Belki, esas saçmalık; insanın ta kendisidir."

Öncekiler:

"Toplum var oldukça adalet, eşitlik ve özgürlük var olamaz."

"İnsan, sosyal bir varlık değildir. Bunu uydurmuş ve bağımlısı olmuştur. Toplumu takmayıp istediği gibi yaşayan asosyaller, otakular, hikikomoriler... asıl kazananlardır."

"İnsanın iki içgüdüsü, beş duyusu ve altı ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçlar yemek, su, hava, ısınma, barınma ve güvendir. Toplum düzeni güveni öldürür."

"Eşit bir toplumdan hiçbir koşulda bahsedilemez. Toplum her zaman hiyerarşiktir ve dışlananlar tabanın da altındadır. İşte onlar, asıl Dünya'ya hükmetme hakkı olanlardır."

"Toplum, bizi seçimlerimizde serbest bırakır. Ama seçme hakkımız olmayan şeyler yüzünden yargılar."

"Ne toplum, ne de diğer insanlar. İnsana doğadan daha çok şey veren sadece Tanrı'dır."

"Bu dünya düzeni adaletsizlik üzerine kurulu. Ve bunu değiştiremezsiniz. Adaletli olan insanların değil, bizatihi Tanrı tarafından yürütülen ve yaratılan doğanın düzenidir."

"İnsan, içgüdüleriyle yüzleşmelidir. Toplum ise bunları bastırır. Oysa onları bastırmayıp üstüne gitmek, onları yenmek anlamına gelir ve bu, daha iyidir."

"Toplum şart değildir; ama hiyerarşi şarttır. Ve bu yüzden eşitlik yalandır."

"Kibarlık, uydurulmadır. Esas olan saldırganlıktır."

"Şeytan bile çoğu insandan masumdur."

"İnsanları kutsallaştıramazsın. Eğer bunu yaparsan, o zaman kendine tapmış olursun. Bu, İD'in en büyük isteğidir. Ve Ego, bunu yumuşatıp kendine saygıya çevirir. İnsan, kendisine saygı duyamaz; duymamalı. Kendine saygısı olan bir insan, hayatla yüzleşmeye korkar. Kendine saygısı olmayan insan ise en ağır koşullarda, hayatın gerçek yüzüyle yüzleşebilir. Ben, çok küçük yaşta hayatın o yüzüyle karşılaşmaya başladım. Ve artık anladım; hayat, şeytanın ta kendisi."

"İnsan üstün değildir. Hiç bir zaman da olmamıştır. Doğasında yargılamak vardır ve bu, onu en acizler haline getirir."

"Farklı olan dışlanır. Bu, toplumun kuralıdır. Peki, neden böyledir? Çünkü Dünya'nın kendileri etrafında dönmesini isteyen aşağılıklar, itaatsizliği kaldıramazlar. Bu böyle süregelmiştir. Yalnız olanlar uyumsuzlukla, geçimsizlikle suçlanır. Asıl sorun ne, biliyor musunuz? Geçimliler yoktur... Sadece toplumun saçma düzenine uyum sağlayanlar ve sağlayamayanlar vardır. Neden sağlayamazlar, hiç düşündünüz mü? Korkmak değil... Onlar, acı çekmiş ve toplum onları kabul etmemiştir. Doğduğundan beri hayatın zalim yönüyle karşılaşan kişiler, bir anda hayat yüzlerine gülmeye başladığında; bulundukları yerden kafa üstü yere düşerler! Sonra da uyumsuzlukla suçlanırlar... Asıl sorun onların topluma uymaması değil, toplumun onlara uymamasıdır. Çünkü toplum, yalancılarca türetilmiştir. Oysa gerçek, çok farklıdır. İnsan asosyaldir; sadece güven ihtiyacı için toplumu üretmiştir. Ve sonunda onun kölesi olmuştur. Yalnızlar, gerçek insanı kabullenmiştir. Onlar, üst-insandır."

"Ben sakin ve sabırlı biriyim. Şayet öyle olmasaydım, çoktan bir seri katile dönüşmüştüm."

"Her sabrın taşma noktası vardır. Cinayet kurbanları, katilin o taşma noktasını doldurmuştur. Ve her insan bu durumda karşısındakini öldürmek, hatta eziyet etmek ister. Katiller, sadece bunu eyleme geçirecek kadar cesur olanlardır."

"Hayalinizin peşinden koşun. Ona asla erişip dokunamayacağınızı bilseniz dahi bunu yapın. Kendi hayalini bırakıp başkalarının hayalini gerçekleştirenler, onların köpeği olurlar. Elbette birine hayali için yardım edin; ama tüm işi siz yapmayın. Bir hayalim var ve uzanamayacağımı biliyorum. Ama yine de vazgeçmeyeceğim, deneyeceğim. Ve belki bir gün; hayalim olan ateşböceğini görebilecek -ama dokunamayacak- kadar yaklaşacağım."

"Bir diktatöre diktatör diyemezsin. Çünkü seni yaşatmayacağını bilirsin. Eğer birine rahatça diktatör diyebiliyorsan, o kişinin diktalıkla uzaktan yakından alakası yoktur. Peki, ben bir yönetici olsaydım? Evet, muhtemelen diktatör olurdum. Ne fark eder ki? Bunca senedir bir seri katile, işkenceci bir sosyopata dönüşmedim. Başkası yerine kendime zarar verdim. Biraz daha dayanabilir miydim? Bilmiyorum... Tek bildiğim, artık dayanamayacak raddedeyim... Öyle çok ağladım ki, gözyaşım kalmadı. Kendim için, başkası için, Dünya için... Öyle çok ağladım, defalarca intihara teşebbüs ettim... Artık bittim, tükendim. Sadece... Sadece biraz huzur istedim. Çok şey istememiştim, sadece mutluluk ve özgürlük... Bildiğim tek bir şey var; bu hayat defolu..."

"İdolüm olan insan olamaz. Ancak olmaya yaklaşan insanlar olabilir. Onlar kim, diye sorarsanız; size gerçek olanları mı, yoksa karakterleri mi sorduğunuzu sorarım... Bu Dünya'da olmasa da, insanların zihinlerinde idollerim var..."

"Gerçekten idolüm olmaya yaklaşan, gerçek insanları mı soruyorsunuz? Tamam, öyleyse sayıyorum: Alexander supertramp (Christopher Johnson McCandless), Bâzek-i Asker el-Recebî, İbn-i Sina, Jean-Henri Fabre, Hz. Muhammed ve benzerleri..."

"İdolüm olabilen karakterleri mi soruyorsunuz? Hikigaya Hachiman, Kuroko Tetsuya, Nagisa Shiota, Sakata Gintoki, Yoshida Haru, Kirigaya Kazuto, Mashiro Moritaka, Natsu Doraguniiru ve bunlar gibiler..."

"Milletini sevmek iyi bir şeydir. Milliyetçilik ise şeytan işidir. Diğer milletleri yok etmeyi istemek, kötüdür. Milletini sevmek ise iyidir. İlk milliyetçiler, Allah'ın emrini bozup dini kendine uyduran Yahudaoğullarıdır."

"Yalnızlık insanın doğasındadır. Diğer insanlara ihtiyaç duyduğunu sanmasının tek nedeni güven ihtiyacıdır. Bunun da toplum ile olacağını sanır. Yazık! Oysa ki toplum düzeni, güveni öldürür. İnsan, diğer varlıklardan da güven ihtiyacını karşılayabilir. Doğaya, havaya, köpeğine, en önemlisi de Tanrı'ya güvenebilir. Toplum gereksiz ve ölümcül bir müessesedir."

"Doğanın çadırından çıkıp, taştan hapislere girdiğimizde; kendi kendimizi zindana atmış olduk."

"Para, gerekli midir? Neden gerekli olmuştur? Ne amaçla bulunmuştur? Para, Lidyalıların lanetidir. Olmasaydı Dünya daha güzel olurdu. Doğa, bizden para almaz. Ve paranın materyal olarak hiç bir değeri yoktur. 5 liralık bir banknotun basım maliyeti 1 TL'yi geçmez. Onu insanlar değerli ilan etmiştir. Maddi olarak hiçbir değeri yoktur. Sadece kağıt üzerinde değerlidir. Gerçekten onu değerlendiren toplumdur. Neden aslında güven ve diğer her şeyi paylaşmak için uydurulan toplum, bizi bencil bir hale getirip paylaşmanın muhteşemliğinden ve doğanın cömertliğinden nasibimizi almamızı engelliyor?"

"Yalnızlık insanın doğasındadır. Toplum uydurmadır. Gerçek olan yalnızlık ve aşktır. İlk insan -Hz. Adem- de yalnızdı. Ben sadece özüme dönmüş ve doğayı kavramış biriyim. Aşk ise acı verir. Peki, gerçek midir? Evet, ikide bir aşık olduğunuz kişi değişmiyorsa tabii! Toplum düzeni, kaos üzerine kuruludur. Yalnızlar ise bundan kurtulmuştur."

"Doğada toplum yoktur. Topluluk vardır. Ve bunlar, insanların saçma düzenine benzemezler."

"Dünya'yı bana bıraksanız, ortada sorun filan kalmaz. Nasıl mı? Dünya, bana acıma duygusunun yüceliğini ve duygusuzluğun mükemmelliğini öğretti. Evet, muhtemelen sadist bir hükümdar olurdum. Ama Dünya çok daha güzel olurdu. İlk iş olarak, bozacağım şey Dünya'nın düzeni. Bu çarpık düzen üzerine inşa edilen hiç bir düzen başarılı olamaz. Yerinde sayan bir sistemi ona bir şeyler ekleyerek ya da anca birazını değiştirip özünü aynı bırakarak hiçbir sonuç elde edemezsin. Yapman gereken; düzene, sisteme bir çomak sokup; karman çorman hale getirmek ve sonra da bu işlevsiz arı kovanını yıkarak bizzat kraliçe arı olarak kendin yeni bir kovan yapmalısın ve bunun için eski kovanın küllerini dahi kullanmamalısın. Peki,işleyen, gayet iyi giden bir düzene bunu yaparsan ne olur? Cevap basit: Soktuğun çomağı bir daha çıkaramazsın. Ancak çomaklı düzene yeni bir çomak sokup, onu yıkarak yeni bir kovan yapanlar başarıya ulaşır."

"Zaman her şeyin ilacıdır derler. Yalan! Fiziksel yaralar zamanla iyileşir; evet. Ama duygusal yaralar asla iyileşmez, sadece bastırılır. Ya sosyopatlık, ya da daha büyük yaralar veya geçici, sahte mutluluklar tarafından. Toplumdan uzaklaşıp doğaya dönmedikçe gerçek mutluluk söz konusu olamaz. Peki sahte, geçici mutluluklar kötü müdür? Hayır! Aksine, duygusal yaraları bastırdığı için; gerçek, kalıcı mutluluklar kadar iyi ve yararlıdır."

"Ben duygusu hep vardı. Bu, hayatımızı sürdürmemiz için gereklidir. Ama sen duygusu da önemlidir."

"Para önemli veya gerekli bir şey değildir. Son derece lüzumsuz, fütursuz ve de nankördür. Manevi değerler, doğada binlerce yılda elde edilen deneyimler... Bunları parayla satın alamazsın. Para, mutluluk getirmez. Sadece mutluluk getirme potansiyeli olan bir hayatı önümüze serer. Ama son derece nankördür ve suyunu çektiği anda sizi Dünya'nın acı gerçekleriyle yüz yüze bırakır! Huzur, her şey huzur için... Huzurla birlikte gerçek mutluluk da gelir. Paranın mutluluğu geçicidir, bir çeşit sarhoşluktur. Asıl paranın çizdiği lanetli toplum sınırlarından çıkıp doğaya dönersek ve oradaki değerlerimizi geri kazanırsak mutluluğa ereriz. Ey Lidyalılar! Parayı icat ettiniz, tüm Dünyayı bunla lanetlediniz diye, başınız göğe mi erdi?"

"Ben hayallere inanırım, çünkü gerçekler fazla acımasız. Ama gerçeğin hakkını vermek zorundayız; bizi harekete geçirmesi için sert ve acımasız olmak zorunda. Binlerce hayal kuruyoruz, peki kaçını gerçeğe çevirmek için harekete geçiyoruz? Çünkü hayal ağırbaşlı, sakin, merhametli ve de uyumludur. Gerçek ise münasebetsiz, saldırgan, zıpçıktı ve de acımasızdır. Bu yüzden hayallerimizi harekete geçirebilmek için, gerçek bizi münasebetsizce ve acımasızca harekete geçmeye zorlar. Geçmediğimizde de, zarar verir. Hayallerinize sımsıkı sarılın ve kim ne derse desin, üzerinize ne set çekilirse çekilsin bundan vazgeçmeyin. Gerçeğin münasebetsizliğinin hayalin büyüsünü yenmesine izin vermeyin! Hayaller çok güçlü tılsımlardır. Ama onları hayata geçirmemiz, çalışmamız gerekir. Gerekli yapı oluşmalı ki; hayalimiz en tepeye otururken kayıp tuzla buz olmasın. Bir hayalim var. Ne olursa olsun denemek istiyorum. Sonra ne olur ya da ne çıkar, bilmem. Ama bunu mutlaka deneyeceğim. Şimdiden temeli oturttum, herkese anlatmaya başladım. Hayallerden korkmayın! Gerçeğin acımasızlığından da korkup, hayallere sığınmayın! Sırf gerçekten kaçmak için hayallere sığınanlar, gerçek hayallere sahip olmazlar. Ancak gerçeğin gerçekliğini görüp, istediği ve hayallerin büyüsünü bildiği için kendini hayallere bırakanlar, onlara sahip olurlar. Kendini duygulara sırt üstü bırakabilenler, kazanırlar."

"Hayatında doğa görmemiş, eline bir ot versen ne yapacağını bilmeyen cahiller ahkam kesiyor. Mesela ben evde kendi yayımı yaptım, satın almaya kalksam bin liradan fazla. Şimdi söyle ey cahil, para mı mutluluk getirir özgürlük mü? Para var oldukça özgür olamazsın."

"Hayat, kimseye bana davrandığı kadar sert davranmamıştır. Hayatım hep zordu. Mutluluklarım kısa ve geçici, üzüntülerim uzun ve ömürlüktü. Hayat, iyi insanlara hep yüklenir. Kötülerin ise istediğini yapmasına izin verir. İyiyi zorla kötü yapar. Ben, inancımı, iyi niyetimi kaybetmedim... Hayat bunun için çok uğraştı. Ama hayır, onun oyununa gelmeyeceğim. Onu yeneceğim! Ve öldükten sonra, bana bunu yaşatan herkesten hakkım olanı alacağım. Şimdilik sabrediyorum; ama unutma ey hayat, öldükten sonra senden kurtulduğum için kazanan ben olacağım."

"Sırf böyle bir kural, böyle bir kanun var diye söyleyeceğimizi söylemekten alıkonuluyoruz. Birileri üzülmesin diye, haykırmak isterken susuyoruz. Artık yeter. Ben hiç lafımı esirgemedim, doğru bildiğimi söylemekten çekinmedim. Cesur olmak zorundasınız yoksa ömür boyu kendiniz olamazsınız."

"Hepiniz taklitçilersiniz. Toplumun geneli öyle yapıyor diye öyle yapıyorsunuz. Farklı olmak özgürlüktür ve mutluluktur. İnsanlar kendi cesaret edemediği şeyleri yapabilen birini gördüklerinde, onu tuhaf diye yaftalar. Aslında tuhaf olan kendileridir; kendi kişiliklerini hiçe sayıp birinin uydurduğu normlara uyarlar."

"Laiklik, sekülerizm dininin yumuşatılmış halidir. Sekülerizm nedir,bilir misiniz? Dinin bu dünyada işlevi yoktur, o ölümden sonraki iş, der. Laiklik, dini reddetmektir."


"Tüm dillerin tek bir dilden türediği bariz. Ancak bu dilin Türkçe olduğunu söyleyemeyiz. Bu dilin şu anki dillerden herhangi biri olduğunu söyleyemeyiz. Belki de en yakını Arapçadır. Ama bunu bilemeyiz. İnsanlık, ilk olarak Orta Doğu ya da Afrika'da ortaya çıktı. İlk dil ise zaten vardı. Konuşmak, insana verilmiş bir lütuftur. Daha sonra Asya ve Afrika'nın diğer yerlerine yayıldı. Hindistan dolaylarında bir kısım Batı'ya dönerek Avrupa'ya vardı. Ve insanlar yeni yerler, yeni şeyler görüp keşfettikçe; eski dillerinde olmayan şeyler için yeni kelimeler ürettiler. İnsanlar arasındaki mesafe arttıkça ve yeni nesil yeni bir konuşma tarzı oluşturdukça, zamanla temel diller oluştu. Ortadoğu'da Hami-Sami dili, Hindistan'da Hint-Latin dili, Orta Asya'da Ural-Altay dili, Çin'de Çince ve diğer yerlerde de bugünkü dil ailelerini oluşturan dillerden kısımlar oluştu. Zamanla Hami-Sami dili Hami Dili ve Sami dili olarak, Hint-Latin dili Hintçe ve Avrupa dili olarak, Ural-Altay dili Ural ve Altay dilleri olarak ve Çince de çeşitli şekillerde ayrıldı. Sonra bu diller de farklılaştı ve yakındaki diğer dillerden etkilendi. Hami ve Sami dillerinden Arapça, Farsça, İbranice, Antik Anadolu dilleri oluştu. Avrupa dili ilk baş üçe ayrıldı: Latince, Germence ve adını unuttuğum bir tane. Latince de Latince, Yunanca gibi ayrıldı. Germence İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak ayrıldı. Ural ve Altay dilleri de başta Türkçe, Moğolca, Korece gibi ayrıldı. Daha sonra Çince, Korece ve Türkçenin etkileşiminden Türkçe temelli Japonca oluştu. Bu tamamen benim teorimdir, dayanaklarım var; ama illa böyledir, demiyorum."

"Hayat bir oyundur. Kimisi için iyi, kimisi için kötü. Kimisi için kolay, kimisi için zor. Ama bu hayatta; yani oyunda en çok acıdığım insanlar, oyuncu yerine oyuncak olanlar. Ve inanın, Dünya'nın neredeyse tamamı oyuncu değil, oyuncaktır. Neden? Pek çok sebebi var... İnsanların saçma düzeni, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan yeni Dünya düzeni, hayatın düzeni... Pek çok insan, oyuncu olmakla uğraşmak yerine oyuncak olmayı kabulleniyor. Ama bir grup insan da var ki, hem de hiç azımsanamayacak bir grup, oyuncak olduğu halde kendini oyuncu sanıyor. Örnek dolu, hele de Türkiye gibi milyonlarca gerçeğin saklanıldığı ve tarihin en adi şekillerde değiştirildiği bir ülkede. Sorgulayın! Size doğru diye öğretilen yalanları yutmayın. Araştırın, yüzlerce farklı kaynağa bakın, belgelere bakın... Gerekiyorsa eski dili öğrenip -ki çok da zor değil. Ama belgeler zor okunması için değişik biçimde yazılıyor. Yoksa herkes devletin gizli belgelerini okuyabilirdi.- belgelere bizzat kendiniz bakın! Başkasının kulu, köpeği olmayın. Ve sırf bir kişiyi sevmiyorsunuz diye, ona atılan her kötü atıfı doğru kabul etmeyin. Hepsini topyekün reddedin de demiyorum, ama bu ülkede öyle insanlar var ki; sırf bir yöneticiyi sevmedikleri için o yöneticiye atılan en saçma iftiraları bile kabul edebiliyor."

"Tüm Qämalëst'ler müşrik, tüm CXF'liler kafirdir."

"Simya, geçersiz bir bilim değildir. Tüm aşçılar, tüm kimyagerler, tüm doktorlar, tüm eczacılar, tüm fizikçiler simyagerdir."

"Hayat tatsız bir yemektir. Her bir insan ise bir baharattır. Kimi tat verir, kimi renk verir, kimi etkisizdir... Ama kimi vardır ki yemeği zehir eder."

"Şekilcilerden nefret ederim."

"Bu hayatta iki tip insandan korkun. İlki sözde Müslüman, özde Yahudi (IŞİD belası); diğeri sözde Türk, özde Batılı. Ancak bu ikinci tipi ifşa etsem, beni yaşatmazlar. Hem de aslında onun adamı olmayan; sadece beyni yıkandığı için yüzlerce kişi tarafından"

"Türk eğitim sistemi, büyük bir saçmalıktır. Lise müfredatı, Avrupa-Amerika Üniversite müfredatıyla aynı hatta bazen daha ağırdır. Üniversite imkanları ise Avrupa-Amerika lise imkanlarıyla aynı."
Kayı boyu Türkmenlerinin Karakeçili oymağı yörüklerinden, Sofuların Ömer'den olma, Molla'ların Havva'dan doğma Çelik Recep oğlu Erdem Ömer Ebu Erbüke Ebu Hinata El-Hayal el-Mısirî Agezi Fan-u Japon Semender Han Âb-ı hayatı-ı şeytan Sucuru no Dille Belekomaî Pazarcık-î Paludaryum Hayat-ı İdame-i Evhâl

24 Ekim 2015 Cumartesi

ÇEVİRMEN ARIYORUZ

http://lightnovelturkiye.blogspot.com.tr/
blogumuza çevirmen arıyoruz.

Blogdaki duyuru:

Değerli okuyucular, yöneticinin (yani benim) yabancı dil fakiri olmasından mütevellit, çevirmen arkadaşlar arıyoruz.
Çevirmen arkadaşımız; şu dillerden en az birini bilmeli:
İngilizce
Fransızca
Almanca
İtalyanca
Korece
Rusça
Ayrıca arkadaşımız Japon kültürüne yakın olsa iyi olur, bir de bu işi zevkle yapmalı. Ne yazık ki maaş veremiyoruz, zaten bu işten herhangi bir para da kazanmıyoruz. Yani yaptığımız bir nevi amme hizmeti.
NOT: Resim ve düzenlemeleri yönetici (yani ben) yapacaktır. İsterseniz ÇN ibaresiyle kişisel not ya da açıklama ekleyebilirsiniz. (ÇN ve yazısı kırmızı renk 0lmalıdır)
Başvuru formu blogda mevcuttur.
Doldurup email gönderin: semender101@gmail.com

Çevirmenlik başvuru formu:

Koduğumun şehir hayatı

Bıktım bundan. Şu geri zekalı, gereksiz şehir hayatı... Koşuşturmaca, gürültü... Sınav, stres... Hayır, ormanda da bırak yaşamayı; gecelemek bile yasak. Soktuğunu şehir kuralları... Bıktım şehirden, okuldan, sınavdan, stresten...
Diyorum kendime; çocuğum olsa onu şehirde büyütmem. Teknolojiye izin veririm, ama doğada büyütürüm. İstersen okula gönderirdim, istemezse kendim evde öğretirim. Doğayı, yenilebilir bitkileri vs. Zaten istemese de öğreteceğim. Ha, elbette şehre gitme isteğini de yerine getiririm. Ama doğayı öğrenmeli önce insan. Mesela, şehirdeki saçmasapan hazır mamalardan vermem. Böğürtlenden, muzdan, şeftaliden mamalar hazırlar, veririm. Hatta belki patates püresi... Ya da domates.

Neyse a dostlar, canım, cılkım çıktı bu koduğumun şehir hayatında.

21 Ekim 2015 Çarşamba

Dertliyim a dostlar

Birkaç haftadır bu haldeyim. Sanki sarhoş gibi... (Gerçi daha önce sarhoşluk veren her hangi bir şey tüketmediğimden nasıl bir his olduğunu da bilmiyorum ya, neyse) Garip bir şey... Sanki yanaklarım kızarık gibi hissediyorum, biraz buruk... Kalbim ya çok hızlı, ya da neredeyse durmuş biçimde çalışıyor. Erkenden uykum geliyor (Bu erken kalkıp öğleden sonra ekseriyetle tıkınmamla da ilgili olabilir) Yazamayacak kadar kötü hissediyorum.

Bir de, burada başınızı ağrıtıyorum ama söyleyebileceğim sadece siz varsınız. Neden? Şey, açık olmak gerekirse... Konuşma konusunda pek iyi değilim. Ve derdimle kimseyi üzmek de istemem; ama sonuç olarak burayı okuyup okumamak sizin tercihiniz.(Ya da okumayı yarıda kesmek)

şehirde yaşamak

bugünki dersimiz şehirde parasız veya az para ile nasıl yaşanır öncelikle barınak arkadaşlar insan   hayata kalacaksa barınak yada benzeri işleleri üstlenen şeyler şart ama bu tarz bişey bulmak ve güvenliği sağlamak çok zor o yüzden size önerim barınak aramayın sizin amacınız akşamları hayatta kalmak birnevi baykuş olmalısınız sabahları parklarda yatın akşamları yiyecek arayın ve sabah 6 da yiyecek aramaya doğaya yakın yerlere gitmeniz en hayırlısı olur şehirde lokum kokusunuda arayın çünkü sabahları sürekli uyuyamıcaksınız ve akşam keko ve kromagnolardan kaçmak içi en işlek yerlere gidin böyle böyle yiyeceği sağladığınız an kışa kadar idara edebilirsiniz türkiyede tutarsa bu yazı diğer ülkeler ve kışı anlatıcam tutmazsa türkiye kışını anlatırım hadi sağlıcakla biraz kısa oldu kusura bakmayın 

18 Ekim 2015 Pazar

Soul Hunted 6. Bölüm

6. Bölüm: Bir taş kaç damladan oluşur?

Bir kaç gün içinde, sanırım bu şekilde olmalıyım. Airi yanıma geldi ve "Ne yapıyorsun?" dedi. Ha!? Onla daha önce grup ödevleri dışında konuşmuş muyduk ki? Bir dakika, ne!? Ne zaman gitti? Neyse... Ah! Olamaz. Aiko beni çağırmıştı. Hiç gitmek istemesem de, bu hesaplaşmayı bitirmeliydim. O sırada, camdan dışarı baktım. Daha önce görmediğim biri geliyordu. Yeşil saçlar ve... Kedi kulakları!? Sanırım, o da yarı-ayakashi. Derste, Anzu-sensei, "Yeni bir arkadaşımız var. Adı Nao. Bu arada..." O sırada içeri, camdan gördüğüm kız geldi. "Me-merhaba. Ben Nao. E, şey... Belki benim türümün bir ruh avcısı olması garip gelebilir ama; bir yarı-ayakashi'yim." Ne?! Öylece söyleyebiliyor mu? Böyle bir şey söylesen; seni taşa tutarlar... Bekle, ne?! Herkeste benle aynı tepki vardı ama kimsenin onu taşa tutacağı filan yok gibiydi. Yandan, Airi hilal şeklindeki shinki'sini alıp, tam fırlayacaktı ki; onu durdurdum. "Neden beni tutuyorsun lanet olası?!" diye bağırıyordu. O sırada, shinki'yi bana batırdı. Ah! Kanım akıyor, lanet olsun... "Ha? Shinki'lerin insanlara zarar vermediğini sanıyordum?" diye şaşkınlıkla bakakaldı.

Airi'nin Gözünden:

Gerçekten şaşırmıştım ki... Aklıma Akame'nin onu bir ayakashi ilan ettiği zaman geldi. Kahretsin, bu aşağılık bir ayakashi! Shinki'mi tutup, ona fırlattım ama...

Aiki'nin gözünden:

Eğilip kurtuldum. Anzu-sensei shinki'yi tutup, "Of... Bir gün bunun olacağını biliyordum." diye söylendi. "Pekala; çocuklar, buna alışkın olmadığınızı biliyorum ama yarı-ayakashi'ler ruh avcılığında başarılıdır. Ve tarihteki pek çok ruh avcısı yarı-ayakashi, cinnî ya da akuma çocuğudur." Herkes şaşırmıştı. Bir dakika, bu his?! Olamaz! Kuyruğum çıkmış! Hemen alta kıvırdım ve "Sensei, gitmem gerek!" deyip dışarı fırladım. Bu lanet olası şeyden nasıl kurtulabilirim? Bu tür bir shinki istemiyorum! Aiko'nun elin üstündeki göz halindeki shinki'si zaten defalarca rüyama girmişti, yani karanlık tarafa geçtiğinden beri... Şimdi bir kuyruk... Ah! Tabii ya... Eğer, kendi üçüncü gözümü uyandırıp shinki haline getirebilirsem... Kahretsin! Beynim acıyor. Nasıl, diye düşünürken... Onu gördüm: Aiko. Tomoko'yla mı savaşıyor? Hayır, buna izin veremem. Hemen kılıcımı çektim, lafzı okudum ve Aiko'ya elimin tersiyle bir yumruk attım. Aiko pis pis güldü ve "Ah, demek geldin, ha? Bende seni bekliyordum..." dedi. "Kapa çeneni lanet olası!" diye bağırdım. Lanet olası... "Pekala," dedi ve elini yumruk yapıp gözüyle havayı oynattı.

10 Ekim 2015 Cumartesi

Soul Hunted 5. Bölüm

5. Bölüm: Kaderin Çapraz Bağı

Bir süre Akame'yle savaştıktan sonra, benim ayakashi olmadığıma ikna oldu.
Ertesi gün, yolda Aiko'yla karşılaştım. Ama bu kez hazırlıklıydım, görünüşe göre o da öyleydi çünkü hemen elini yumruk yapıp üst tarafını (gözünü) bana doğru tutmuştu. Hemen Shinju'yu çektim, hafif eğildim, bağırdım: "Gizli teknik: Ulu Çember no.7 Kızıl şeytanın hayvan gibi şey yapanı!" Etrafımda güç çemberi oluştu ve dönerek, havayı döndürmeye başladı. Aiko ise yine önceki yöntemi kullanıyordu. Daha çok eğildik ve yerimizden fırladık, tam kesecekken... Bir kapı açıldı ve ben... Düştüm.

Airi'nin gözünden:

Sabah bir kaç ayakashi parçalayıp üç tane cinden kaçtıktan sonra; okula vardığımda çok geçti. İki saat kapıdaki güvenlikle uğraştım, lanet olası herife bir türlü anlatamadık ruh avcılığı olayını. Sınıfta; biraz garip bir gruplaşma vardı. Bu daha önce de var mıydı? Belki de... Hayır, olsa fark ederdim. Shinki'm... Ha!? Bir his!? Yakınlarda ayakashi mi var? Hayır, o kadar güçlü değil. Bu düşük seviye bir ruh olmalı. Dur! Düşük seviye? Ah, olamaz... Bu bir "horrou". Her canlının ruhu vardır. Bu ruhlar, normal şartlarda ahirete gider. Kötü biriyse cehenneme, iyi biriyse cennete. Ama bu kadar basit değil. Öldürülenler, intihar edenler ve bazı ruhlar Dünya'da kalırlar. Daha sonra; bu ruhlar kötülük, intikam arzusu, üzüntü gibi pek çok faktörden etkilenerek zamanı gelince ahirete gider ya da bir ayakashi'ye dönüşür. Eğer, ayakashi'ye dönüşmek için fazla güçlü bir ruhsa; bazılarının "kostümlü ayakashi" ya da "maskeli ayakashi" dedikleri horrou'lar ortaya çıkar. Bu ruhlar, kısa zamanda tespit edilip ölüm melekleri tarafından ruh dünyasına gönderilir. Ama; işte, Bairu ve onun emrindekiler... Bizim dünyamıza geçmeye devam ediyor. Bairu... Anne ve babam...

Aiki'nin gözünden:

Vakit geldi mi, diye sordu Tomoko. Sanırım bunu yapmak zorundaydım. Kader kitabı... Bugün, bana verilmiş güçle; ondan bir parça okuyup kaderin çapraz bağlarıyla kimlerin bağlandığını görebiliyordum. Kaderin çapraz bağları... Pek çok kaynaktan başka kaynağa giden ve tek bir ortak kesişim noktası olan... Acaba; kimler ve kimdi? Alt kattaki yuvarlak cam kapsüle doğru gidip sağ elimi uzattım ama reddetti. Kahretsin, normalde insanlar sağlak da olsa solak da olsa; sağ ellerini koyarlar. Ama benim durumumda, işler biraz daha farklı. Bu yüzden sol elimi koydum. Ve okudum... Aiko, Tomoko, Akame, Airi, Anzu-sensei ve... Bairu!? Nasıl yani!? Ve merkez... Ben!?

9 Ekim 2015 Cuma

Soul Hunted 4. Bölüm

4. Bölüm: Bir shinki'nin doğuşu

Kısa sürede, iyileşip sınıfa katıldım. Öğretmenimiz, sıkıntılı görünüyordu. "Shinki'lerin hikayesini biliyor musunuz?" diye sordu. Ha? Shinki'ler, ruh kesici ve kendi ruhları olan aletlerdir. "Bir shinki; bir dilek, azim, güç ya da duadan doğar. Çok nadiren, maddesel olarak yapılan shinki'ler de vardır. Kimi shinki'ler ise, ruhlardan yapılır. Ruhlar ya da ruhani taşlardan. Bize bir bilgi verildi: Bizim ekiple ittifak kurmak isteyen bir ruh avcısı grubu, felsefe taşından bir kılıca sahipmiş. Felsefe taşları nadirdir ve yapılması için milyonlarca insanın ruhu gerekir. Çok nadiren ve çok az miktarda da olsa, çok fazla ruh yemiş bir kötücül ruhtan da çıkabilir. Bizde de felsefe taşından yapılmış iki hançer var. Chi'nin shinki'si Iru-Haru ve depoda duran bir tane. Ama onlarda bile sadece küçük bir işleme olarak felsefe taşı var. Keskin kısmı felsefe taşından yapılmış bir kılıç... Bunu yapmak çok zor. Bu arada," deyip yerine oturdu ve devam etti:

-Shinki'lerin ilk efendisi, onu yapanlardır. Bir shinki'nin birden fazla efendiye sahip olması utanç vericiyken; bir ruh avcısı ne kadar çok shinki'ye sahipse, o kadar güçlüdür. Ancak; efendisi öldüğünde, shinki; yeni efendisini bulmak için bekler. Ve en önemlisi: Shinki'ler, efendileri tarafından azat edilebilirler. Azat edilen shinki, kendine yeni bir efendi arar. Sadece, bazı shinki'ler; kendi başlarına durmayı tercih eder. Bu durumda, efendisi olmak için onu yenmek gerekir. O felsefe taşı kılıca sahip olan kişi... Kesinlikle çok güçlü, inatçı ve de acımasız olmalı...

Bunun bizimle ne ilgisi vardı ki? Kimse anlamıyor gibiydi... O sırada, kapı açıldı ve içeri bir kız girdi. "Ben Akame. Felsefe taşından yapılmış kılıç olan shinki, 10 imparator shinki'si 3. numara; Shinkume'nin sahibi." Bu kız, kesinlikle korkutucuydu. Sınıfa baktığımda; bu korkunun tüm sınıfı kapladığını gördüm. Itachi hariç. O, hayranlıkla bakıyordu. "Bizi denetlemek ve bizle ittifak yapılıp yapılmayacağına karar vermek için, Akame bir kaç hafta bu sınıfta duracak." dedi öğretmen.

Akame'nin gözünden:

Yeni sınıfım... Hepsi korkuyor sanırım... Bu havayı bozmalı mıyım? Ha!? Burada... Ayakashi kokusu var. Sınıfta bir ayakashi mi var? Kim!? Şuradaki mavi saçlı çocuk... Siyah saçlı, yeşil gözlü kız ve yanındaki ona benzeyen kişiyi izleyen. İkiz mi onlar? Bekle... Bu, ayakashi... Y-yoksa...

Aiki'nin gözünden:

Akame'yle tanıştık, her neyse. Bir fırtına yaklaşıyordu. Olamaz! Dışarıda ölüm yiyiciler vardı... Tam üç tane. Onlarla savaşacak donanıma sahip miydik? Bir anda, Akame'nin korkutucu havası değişti. Sanki mutlu olmuştu... "Hadi avlanalım!" diye gülümsedi ve dışarı çıktı. Of, biz de peşinden gitmeliydik. Bu yeni kız, hepimize yabancıydı o yüzden bizim de onu test etmemiz gerekiyordu. Zıpladı, söz söylemeden üç ölüm yiyiciyi yok etti. Sonra, yere indi. Söz kullanmıyor mu? Şimdiye kadar gördüğüm yakın mesafe shinki'lerinin hepsi, lafza sahipti. "Onun da lafzı var," dedi Akame buz gibi bir sesle. Düşüncelerimi mi okuyorsun, korkunç kız? O sırada, Tomoko'nun bana sinirle baktığını gördüm; kafamı çevirince o da çevirdi. Kızarmış, tamamen...

Tomoko'nun gözünden:

Ah, şu yeni kız... Aiki-kun gözlerini ondan alamıyor. Hıh! Sanırım, Daisuke'ye çıkışacağım. Yakasından tuttum ve "hani destekliyordun?" diye sordum. O ise, "bırak beni! Ne sanıyorsun? Hepimiz bakıyoruz..." bıraktım. Haklıydı... Benim gibi eteği yere kadar bir kıza kim bakardı ki? Tabii ki onun gibi mini etekli birine bakacaklardı.

Aiki'nin gözünden:

Tomoko niye o kadar kızdı ki? Yoksa... Of, yine kızardım. Sanırım... Kendime bile itiraf edemediğim hislerimi... Ah! Akame neredeyse beni öldürüyordu. "Senin derdin ne!?" diye bağırdım. "Sınıf arkadaşımıza ne yaptın, ayakashi!?" diye bağırdı. Ah, dalga mı geçiyorsun? Magatsunin olduğum doğru; ama ayakashi değilim. "Ben insanım! Sadece..." devamını getiremedim. Tomoko, arkamda kıs kıs gülüyordu.

6 Ekim 2015 Salı

Off

Çok sıkıntılı bir dönemden geçiyorum şu an. Bildiğin sıkılıyorum... Her günüm gri, sıkıcı... Mutluluğu kaybettim. Bunaldım. Hayatın hep bana eziyet etmekten zevk aldığını düşünürdüm; ama bu kadarı saçmalık. Bu ruh hali sizi iki şeye sürükler: Biri intihara, diğeriyse psikopatlığa. Daha fazla deliremeyeceğime göre; çok zaman önce intihar etmem gerekirdi. Ama ona bile izin vermedi, bu ... hayatı.

Artık ağlamaya, hatta sızlanmaya bile mecalim kalmadı. Bunları... Bunları...

Yazacak halim bile yok. Yolunu kaybetmiş ördekler gibi, ortalıkta dolanıyorum. Ama çoğu kez fark edilmiyorum. Bu... Aynı hayaletlerin dolaşmasına benziyor. Bedenim ihtiyaçlarını hatırlatsa da, asıl yara ruhumda.

Bilmiyorum, belki de klasik bir sonbahar depresyonu... Ama daha önce bu kadar ağır olmamıştı. İlk hatırladığım andan beri (o an hariç) gerçekten mutlu olduğum zaman pek azdır. Ama hiç böyle bir boşluğa düşmemiştim. Ben... Bilmiyorum. 

5 Ekim 2015 Pazartesi

Soul Hunted 3. bölüm

3. Bölüm: Kan ve Ateş

Anzu-sensei, "hey, shinki'nin burcu ne?" diye sordu. "Shinki'min burcu mu? Shinki'lerin burçları mı var?" Oldukça şaşırmıştım. Öğretmen, açıkladı: "Her shinki'nin burcu ve hatta yıldız haritası vardır." Şaşırmıştım, peki, ama nasıl öğrenecektik? "Ona sorman gerek," dedi öğretmen. "Tıpkı nigai'a ulaşmak gibi." Ah, nigai... Shinki'ler; ilk başta Ichigai halinde bulunurlar. Daha sonra, onların güvenini kazanırsan; nigai formunu aktif edebilirsin. Hatta, Sankai formu olduğunu söyleyenler de var. Ama kayıtlı bir şey yok. Sordum; ama cevap alamadım. Bu arada, Hatsune Tsu ve Chi eskisinden daha mı yakınlar? Of, yine benim başımı ağrıtacak bir ilişki. Neyse; Hatsune Tsu pek fazla sızlanmaz diye umuyorum. Peki ama... Tomoko? Ah! Nasıl unuttum? Daisuke'yle samimi olursam eğer... Tomoko'nun nelerden hoşlandığını öğrenebilirim. Daisuke'nin yanına gittim, "Hey! Ceketinden anladım. Sen, geimu te..." Eliyle ağzımı kapadı ve diğeriyle sus işareti yaptı. "Şşşt..." Tamam, bunun bilinmesini istemiyor gibiydi. Elimle tamam işareti yaptım ve konuştum. Ah, bu zorlu bir şey... Başkalarıyla konuşurken hep çekinirim. Daisuke, ailesi uzakta olduğundan Tomoko'ların yanında kalıyormuş. Ruhları görebildiği bariz; aksi halde bizim sınıfa vermezlerdi. Konuşmanın bir yerinde, "Hey" dedi. "Shinki'mi bulunca senle kapışalım." Yutkundum. Aiko'nun ardından bu çok ağır gelmişti. Ama; depoda daha önce kimseyi kabul etmemiş pek çok shinki vardı. Bunlardan, joystick şeklinde olanı da vardı. Bunu ona söyledim, oldukça ilgisini çekti. Öğretmen, "O çok saldırgan bir shinki... Seni efendisi seçse bile, sana zarar vermekten çekinmeyecektir." Ama öğretmen bunu söylediği halde, onun gözleri parlıyordu. Mazoşist mi bu adam?

Bu arada; sınıfta tuhaf bir şey vardı. Bu tuhaf hava da ne böyle? Ayakashi? Hayır, onlar hemen hissedilirler. Bu bir cin olmalı... Ah, Hatsune Tsu; shinki'siyle Chi'nin yaralarını iyileştiriyordu. Mikroplar da bir kötü ruh türüydü. Ama; Chi, bir şekilde devamlı yaralı kalmayı başarıyordu. Bunu bizzat kendisi söylemişti. "Ah!" Al işte, yine bir yerini kanattı. Bunları arkamızda bırakıp; depoya indik. Joystick şeklindeki shinki'yi aldı ve tuşlarına basmaya başladı. Önümüzde, ateş, su, toprak ve hava; tuşlara göre hareket ediyordu. "Simya tabanlı bir shinki demek? Nadir olduklarını duymuştum" dedi Daisuke. Bu shinki, gözümün önünde bir kaç kişiyi diri diri yakmıştı; ama şu an tamamen ona itaat ediyordu. Öğretmenimiz de buna çok şaşırmış gibiydi. Sanırım, dedi Daisuke. "Lafza gerek yok?"
-Hayır, simya tabanlı shinki'lerde, tıpkı bükücülerde olduğu gibi lafza gerek yoktur.
Diye cevap verdi öğretmen.

Daisuke'nin gözünden:

Tomoko'nun sevdiği bu kişi... Sanırım onunla iyi anlaşacağız. Shinki'mi kullanırken, adeta rahatlıyordum. Bu, tıpkı PS atmak gibiydi. Yukarı çıktık. Aiki, Tomoko karşısında kızarıyordu. O da Aiki karşısında kızarıyordu. Komik... Tomoko'nun kulağına eğilip, "Seni destekliyorum" diye fısıldadım.

Aiki'nin gözünden:

Dışarıda, yeni bir fırtına çıktı. Çıktığımızda; ayakashi'ler, onları kontrol eden bir akuma ve... Aiko'yu gördük. Herkes, bana baktı. Aiko'yla çok benziyoruz, görünüş olarak sadece. Ben, "onu bana bırakın" dedim. Ve zıplayarak, üstünde bulunduğu tepeye çıktım. "O, gelmişsin küçük kardeş..." deyip sırıttı. "Kapa çeneni!" diye bağırdım. "Kabul et! İkimiz de ayakashi'yiz..." Hayır, diye bağırdım. "Ben... Ben... Ben senin gibi değilim! Kan bağımız var, doğru... Lanetli ayakashi kanına sahibiz... Ama... Sen, asıl türünü yok saydın!" Ah, dedi Aiko. "Ayakashi'ler, pek çok yönden insanlardan üstünler." dedi. "Sen... " Tam devamını getirecektim ki, karnıma ayakashi'lerden yapılma bir mızrak saplandı. Kan tükürdüm. Geri doğru yatarak düştüm. Gözlerim kapanırken, o boyut kapısını açmış ve kaçıyordu. Uyandığımda hastanedeydim. Herkes başımdaydı. "Hastane odasına bu kadar kişi alıyorlar mı ya?" deyip gülmeye ve kalkmaya çalıştım ama öğretmen "Hayır, yatmalısın. Tüm omuriliğin parçalanmış. Neyse ki, her nasılsa, etlerinde hasar yok." Ah, lanetli kanım ilk kez bir işe yaradı demek... Bu arada, yavaşça herkes odayı terk etti ve en son Tomoko, Daisuke ve ben kaldık.

3 Ekim 2015 Cumartesi

Stok Yenilemesi

Rutin şehir turlamalarımdan birini yaptım bugün. Markete girdim. Zaten uzun zamandır evde NUDO ve Makarneks yoktu, e hazır KungFu Ramen ve IndoMie Noodle'ın daha önce denemediğim türlerine rast gelince balıklama atladım.






2 Ekim 2015 Cuma

Ben bu duruma nasıl geldim? vol 2


Ben bu duruma nasıl geldim?

Beni bu hale getiren sisteme de, hayata da...

Sıkıldım, bıktım...

Biliyor musunuz, iyice sıkıldım artık.

Keşke böyle olsa. Ortada hayat diye bir şey yok.
Belki sonbahardan, ama bu aralar kötü hissediyorum.
Nedenini bilmiyorum...

İstekler, istekler, istekler... Hayaller - hayatlar durumu...

Of... Aslında içimi dökmek istiyorum; ama döke döke içim kalmadı be kardeşim. Daha azıcık dolup hemen dökülüyor.

Son zamanlarda fark ettim; kalbim çok hızlı atıyor. Aslında, ortaokulda bir deneyde zaten normal insanlardan daha hızlı attığını fark etmiştim; ama hissedilir şekilde hızlı atıyor. Korku? Heyecan? Aşk? Üçü de olamaz; ilk olarak, bu hayatta korktuğum fazla bir şey yok. Heyecan? Ne için? Beni heyecanlandıracak en yakın şey, ta seneye olacak doğum günüm. Onun da heyecanını bu günden hissetmem. Aşk? Kime? Ayrıca, uzun zamandır kimseyle görüşmüyorum. Neredeyse düzelmiş kambur yürüme biçimimi geri kazandım.

Neden? Bunu çok fazla sorguluyorum.

Her insanın istek ve şikayetleri olur; peki benim neden hiç bir isteyim kabul edilmeyip, şikayetlerim kaile alınmıyor?

Vücudum üşüyor; ruhumuysa akan kan gibi bir sıcaklık kapladı.

Zorla yutkunuyorum. Belki de hastayım... Ama rahat hareket edebiliyorum; ateşim de yok.

Belki çok abartıyorum. Ama her yolu denedim. Su akar yolunu bulur dedim, her şey daha berbat oldu. İnsan kaderini kendi çizer, dedim; kalemim kırıldı.

Bilmiyorum, bilmiyorum... Bu huzursuzluk bulutlarından kurtulmaya çalışıyorum. Neden, neden? Merak ediyorum...

Titriyorum, üşüyorum... Bu... Bu ne? Ölüm mü? Hayır, sanmıyorum. Bana eziyet etmekten zevk alan hayat; beni öyle kolay bırakmayacaktır muhtemelen.

Sebepler, sebepler... Sebepler sonuçları doğurur. Peki, benim bu halde olmamın sebebi ne? Sorumlusu kim? Ben, asla hayatımı bu hale getirecek bir şey yapmadım. Hatta korktuğum için, belki iyileştirecek şeyler de yapmadım. Hatırladığım ilk anı, mutlu bir andı... Ama geri kalanı hep karanlık ve yalnızlık...

Bu... Bu hissi sevmiyorum.

Artık sıkıldım, maskelerin arkasına saklanıp; kendi hayatımı uzaktan izlemekten bıktım. Başkalarının, benim adıma karar vermesinden ve gereksiz yere yargılanmaktan bıktım.

Bilmiyorum, belki yakında düzelecek.. Belki ölüme dek benimle kalacak.

Nedenini sorgulayıp durdum. Daima iyi biri olmaya çalıştım, kötülüklerden kaçınmaya çalıştım. Ve fark ettiğim her kötülük için, kendi ruhumu idam ettim. Belki de o yüzden bu haldeyim. Eğer, ben de iyilik yerine kötülük yapsam; dilencilere para vermek yerine hırsızlık yapsam, acımasız olsam belki mutlu olurdum. Tek bildiğim, bundan sonra yolumdan dönemem.