Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

18 Ekim 2023 Çarşamba

Yöresiz -8. Bölüm: Otomat

Deniz, otomata yaklaşınca beklediğinden daha "karmaşık" olduğunu gördü. Sadece birkaç içecek ve abur cubur beklemişti ama artık neden yöresizler, kampçılar, balıkçılar ve geri kalan her türden "gezenti" için popüler olduğunu anlayabiliyordu. Güneş "İyi, değil mi?" dedi garip, anlamsız bir gururla, "Bu şeyde kahveler, çaylar, meşrubat, hazır gıda, abur cubur, konserve, birkaç kişisel alet ve başka bir sürü şey var." Deniz "Evet..." dedi, "ama fiyatlar daha çok şaşırttı." Güneş "Pahalı mı?" diye sordu. Deniz kafa sallayıp "Bundan daha ucuz bir otomat görmemiştim." dedi, "Cidden yerleşkenizi beslemeye yetiyor mu?" Güneş "Yerleşkemizi çiftçiler ve balıkçılar besliyor." dedi, "Kısmen de turistler. Bu otomattan kazanılan paranın çoğu, otomat envanterini yenilemeye, otomatın bakımını yapmaya ve otomatın elektrik faturası gibi şeylere gidiyor. Pardon, faturaya gitmiyor. Köyde ürettiğimiz elektriğin çoğunu otomat yiyor." Deniz "Bu fiyatlarla tabii öyle olur..." dedi, "ama buradan geçen çoğu yöresiz de bu fiyatlar nedeniyle tüm otomatı alıyor olsa gerek." Güneş "O yüzden kısmen turistler dedim zaten." dedi, "Kimse yöresizleri turistten saymaz." Deniz "En başta yöresizlerin kendileri..." diye mırıldanıp otomattan bir kutu soğuk latte, bir kutu hazır Çin eriştesi, bir paket -konserve değil, paket- yaprak sarma, bir adet el oltası, bir paket cips, bir çikolata, bir paket bisküvi, bir adet protein bar, bir şişe su, bir şişe soğuk kerkede çayı ve bir bardak da "flat white" aldı. Güneş biraz daha tutumluydu, sadece karamelli çikolata ve kola almayı tercih etti. Sonra da yeniden yola çıktılar, az ilerideki bir sapaktan sağa döndüler ve çok az gidip sık yapraklı ağaçlar yerlerini çayırlığa bıraktığında artık kasaba gözlerinin önündeydi. Deniz, haritayı bir kez daha kontrol edip kasabanın haritada olmadığını tekrar teyit etti. Şaşkınlıkla Güneş'e baktı ama kız bunu umursamıyor gibiydi, aslında yaşadığı yerin haritalarda olmadığını bilmiyor bile olabilirdi.

Biraz daha ilerlediler ve nihayet ahşaptan yapılmış, eski ama süslü -en azından, yapıldığı sıralarda süslü- bir tabelaya denk geldiler. Tabelada "Akvaland" yazıyordu ve ardından da tarlalar başlıyordu. Tarlaların çoğu içlerinde bir de kümes olan karma tarlalardı, Deniz'in görebildiği kadarıyla domates, biber, salatalık, patlıcan, soğan, sarımsak, patates, farklı türlerde asmalar, frambuaz, yabanmersini, böğürtlen, çilek, elma, armut, şeftali, kayısı, kestane, dut, kavun, karpuz, mısır, ayçiçeği, buğday, nane, kekik, erik, lahana, ıspanak, sınırlı olarak da zeytin, pirinç ve turunçgiller -özellikle limon- gibi birçok farklı bitki yetiştiriliyordu; ayrıca Deniz'in çeşitli ormancılık, aktar veya kozmetik ürünleri üretmekte mi yoksa sırf gölgelik olarak mı kullanıldığını bilmediği, çoğu tarlada numune gibi yalnızca bir tane olan ve bazılarında da hiç olmayan söğüt, çınar, meşe, kavak, gürgen gibi ağaçlar ve kenar süslemelerine benzeyen ama hâlâ ticari amaçları olabilecek gül, menekşe, yıldız çiçeği, papatya gibi çiçekler vardı. Tarlaların çoğu "karma" tarlalar olsa da tek tük tek tür tarımı yapılan veya birden fazla ürün yetiştirilmesine rağmen kendi içinde sanki birden fazla tarlaymış gibi türlere göre bölünmüş tarlalar da vardı. Yer yer tarlaların bir kısmı veya tamamı -en azından kümes hariç tamamı- seraya çevrilmişti -Deniz bu seraların içini net göremiyordu ama kahve ve karabiber gibi, şu an bulunduğu coğrafya için aşırı tropik bitkilere benzettiği şeyler boldu- ve bazı tarlaların hem yola hem de yerleşkeye uzak olan köşesinde ufak çaplı arılıklar bulunuyordu. Öte yandan Deniz'in aklını asıl meşgul eden bu yerin adının nasıl okunduğuydu, Türkçenin mi yoksa İngilizcenin mi kurallarına göre. Sonunda pes edip "Yerleşkenizin adı nasıl okunuyor?" diye sordu.

"Bana mı sordun?"

"Burada başkasını görüyor musun?"

"Korkuluklar?"

"..."

"Peki, tamam. Öyle bakmana gerek yok. Yazıldığı gibi okunuyor, /ɑkvɑɫɑnd/ olarak."

İlerlerken Deniz "Bayağı bir şey yetiştiriyor gibisiniz." dedi.

"Dedim ya, atalarımız sürgünler ve doğaya dönüş hareketi mensuplarıydı. Neredeyse her şeylerini kendileri yetiştirip üretmek zorundalardı. Sonucunda da yerleşkemizi çiftçiler ve balıkçılar besliyor, kültürümüz de buna göre."

"Kümeslerde ne yetiştiriyorsunuz?"

"Temelde yumurta tavuğu ama etlik tavuk, süs tavuğu ve tavuk olmayan kümes hayvanları yetiştirenler de var. Normalde daha uzakta olduklarından köyde üretimimiz yokmuş gibi dursa da keçi ve koyun da yetiştiriyoruz. Yani... çünkü... bilirsin; bize yün ve süt de lazımdı. Ne yazık ki pek de özgün bir şeylerimiz yok, yiyip içtiklerimizin tamamı ulusal çapta bilinen şeyler ama reçellerimizin ve geri kalan ürünlerimizin bayağı müşterisi var. Başta bal ve balık olmak üzere tereyağı haricindeki hayvansal gıdaları ve zeytin ürünlerini köyün içinde tüketiyoruz; çünkü satacak kadar üretmiyoruz. Yine de restoranlarda veriyoruz gerçi... köyün dışına da satmış oluyoruz."

Deniz "Kargo teknolojilerinin gelişmesi iyi oldu tabii..." diye mırıldandı.

"Efendim?" dedi Güneş, çatıları güneş panelleriyle kaplı, canlı bir yeşil renkteki çayırlar üstüne ve renkli taşlardan yapılmış kaldırımvari yollar arasına kurulmuş, çoğunun alt yarısı taş, üst yarısı ahşapken arada tamamen taş, tamamen ahşap, hatta üstü, altı veya tamamı kerpiç binaların da olduğu, bahçeleri nispeten küçük -en azından böyle bir yerde olup kurucuları "doğaya dönüş hareketi" mensupları olan bir köye göre küçük- ve çoğu iki ya da "bir buçuk" katlı olan binalar iyiden iyiye görünür olup ikili onlara yakınlaşırken.

"İkinci Karanlık Çağ'dan önce, hatta o zamanların bile sonlarına yaklaşmadan önce köylere kargoların ve internetin hep sorun olduğunu okumuştum, özellikle kışın yapacak şey yokluğundan milletin birbirine sardığı köhneleşmiş, kötücül zihniyetlerin tutunup yapışması için iyi yerlerdi."

"..."

"Neyse, artık böyle şeyler pek olmuyor. İletişim ağı tüm dünyayı kapsıyor ve kıtlık, susuzluk gibi sorunlar da kalmadı. Ortadoğu bile kan gölüne dönmeden bir asır dayanabiliyor."

"Ne?"

"O konuya girersem çıkamam, o yüzden salla gitsin. Köyde restoranlar mı var?"

"Teknik olarak sadece bir tane ama..."

"Ama ne?"

"Farklı konseptleri farklı dükkanlar sayıyorlar ve..."

"Kasaba fonunuz var, değil mi? Aslında aynı dükkan ama hem adları hem sahipleri -en azından yasal sahipleri- farklı ve herkes kârının çoğunu fona aktarıyor, o fon da kasabaya dağıtılıyor. Daha önce de gördüm, İkinci Karanlık Çağ'ın ardından kurulan veya diriltilen küçük yerleşim yerlerinin çoğu bu şekilde hayatta kalabildi ve bu yüzden çoğu bunu yapmayı sürdürüyor. Nerede yememi önerirsin?"

"Her yer iyi aslında ama... Şu an için bence kahvaltı edebileceğin yer en iyisi olur. Bir fırın bir de kahvaltıcı var, hangisi?"

"Kahvaltıcı. Etle birlikte olmayınca hamur işleri o kadar da çekici gelmiyor."

Diğer bölümler için

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder