Genjitsu no Yohane'nin başkarakterini (yani Yohane'yi) başta sevmemiştim ama bölümler ilerledikçe karmaşık hisler içindeyim. Hatun benim ideal hâlimin kız versiyonuna o kadar çok benziyor ki (ve ayrıca hiç de sevmediğim, ideal versiyonumda aslında asla olamayacak olan ama önemli bir kısmı kişiliğimin önemli parçaları olduğundan onları çıkarınca geriye benim ideal versiyonum değil sadece bir "ideal insan" kalacak çoğu özelliğimi de bire bir taşıyor) hem acıyorum hem seviyorum hem de gıcık oluyorum. Yumemiru Danshi wa Genjitsushugisha'nın 5. bölümündeyim ve bırakıp bırakmamakta çok kararsızım. Konu falan güzel ama Yesterday wo Uttaite'yi sırf o geri zekalı karaktere (adını bile hatırlamıyorum aq) dayanamadığımdan yarım bıraktım, bu anime de beni tsunderelerden nefret etme noktasına getirecek. Mashiroiro Symphony'nin kırmızı saçlı tsunderesi bana tsundereleri sevdiren karakterdi, bu Aichi mi ne denen geri zekalı turuncu kafa tsunderelerden nefret etme noktasına getirecek beni. Saç renklerini neden belirttim? Çünkü tsundere dediğin kızıl olur arkadaş (ve gördüğünüz gibi bahsettiğim iki karakter de kızıl), kızıl tsundere saç rengidir. Devam edersem "Ulan, 6. bölüme kadar izledim zaten... Bu muhtemelen 12, değilse de 24 bölüm olacak. Kısa saçlı kız (mal tsunderenin arkadaşı), başkarakterin ablası, 6. bölümde gelen hatun -ki yorumlardan da görebileceğiniz gibi herkese "Reis artık siktir et şu Natsukawa'yı, bunla ol ne güzel..." dedirtti- vs. de animeyi taşıyabilecek karakterler, MC'yi zaten anlatmaya bile gerek yok, görüyorsunuz..." biçiminde bir düşünce sürecinin sonucu olacak, "esas kız"ı olabildiğince görmezden gelmeye çalışarak devam edeceğim. Hâlâ animeyi siktir etme ihtimalim de var tabii. C Danchi çevrilmeye başlanmış. Niye "başlanmış" diyorum? Çünkü 2022'de çıkmış. Şimdi, genel olarak "korku animesi iyi olmaz" diye bir kural vardır. Gerçekten de korku animelerinin çok büyük bölümü kötüdür, ayrıca Ring gibi dünyanın en meşhur korku filmlerinin birinin orijinalini yapmış bir milletin bu basiretsizliği de beni hep şaşırtmıştır. Hah neyse, yine de son zamanlarda çıkan -zaten beceremediklerini bildiklerinden pek sık çıkarmıyorlar- korku animeleri genellikle güzel oluyor, bu da güzel. Bu arada asıl psikopat Kimi-chan'mış gibime geliyor ama... Hadi hayırlısı. Bir de "staja gelen yabancılar" Müslüman mıymış la, namaz kılmak gibi bir şey yapıyorlardı wklmdwşesdef. Nanatsu no Maken bilmem ne 6. bölümde ne hâle geldi lan, vay amk. Acayip oldu lan, bakın bunca yıldır anime izleyen biri olarak tavsiye veriyorum: Bu animeyi saldıysanız geri başlayın, 6. bölüm de hoşunuza gitmezse geri salarsınız ama oraya kadar dayanın. Bu arada Suki na Kanojo Megane, Takagi-san, Kubo-san gibi animelerde/mangalarda çok sinir olduğum bir şey var: İş "itiraf" bölümüne gelene kadar bokunun çıkması. Halbuki gayet açılıp sevgili olduktan sonra da aynı maskaralıklara devam edebilirler, biz de gayet ağzımızın suyu aka aka izleriz/okuruz. Bunun için kanıtım da var hatta: Nishikata ile (eski soyadı) Takagi'nin evlilik hayatını anlatan (Moto) Takagi-san (evet, "moto"nun etrafındaki parantezler resmî olarak adın parçası), gayet de orijinali kadar popüler bir manga (hatta ben Moto'yu orijinal Takagi-san'dan daha çok seviyorum), benzer türde mangalardan/animelerden Shikimori-san karakterler sevgiliyken başlıyor ve bu türü seven herkes gayet onu da sevip izledi, sonra isekaivari olduğu için (ama -çoğunlukla öyle tanımlansa da- isekai değil) pek popüler olmasa da Shin no Nakama var... Yani şunu diyorum: Gayet birbirlerine açılıp sevgili olduktan sonra da aynı maskaralıklara devam edebilirler, biz de gayet okuyup izleriz; ama ısrarla ikiliyi "arkadaşlığın bir üstü, sevgililiğin bir altı" seviyesinde tutuyorlar*. Bir yerden sonra sinir bozucu ve hatta yorucu oluyor, oysaki bu animelerin bütün olayı hayat zaten sinir bozucu ve yorucu olduğu için insana biraz nefes aldırmak (Rahatlatmak değil. O türe iyashikei deniyor ve CGDCT ve benzerlerini -mesela Danshi Koukousei no Nichijou- kapsıyor. Gerçi "teasing master" türü -ki Suki na Kanojo Megane bilmem-ne asla bir "teasing master" animesi değil- de aynı "reverse harem" gibi "fanspeak"in bir parçası, resmî bir tür değil.).
*Bu türe dahil olan Soredemo Ayumu farklı ama; onda bütün olay itirafta. Onu gerçekten gittiği yere kadar uzatmaları lazım. Bu tür bir manganın yapmaması gereken tek şeyi yaparak bir aşk rakibi de çıkardılar zaten, tam oldu. Hayır işin ilginç yanı o karakteri esas kızdan daha fazla seviyorum ama özellikle esas ikili -ve beta çifti- yerine ona odaklanılması çok sinir bozucu oluyor. Rin'e odaklanılacağına Maki'ye odaklanılsa çok daha memnun olurdum açıkçası (manganın en sevdiğim iki karakterinden biri -diğeri Sakurako- olup animesinde de en sevdiğim seiyuulardan biri -aslında kendimi "hayranı" olarak tanımlayabileceğim tek seiyuu, en azından seiyuuluğu bırakmamış olan tek- tarafından seslendirilmesinin konuyla kesinlikle hiçbir ilgisi yok).
Bu arada işin içinde olmayınca fark etmek zor ama tüm dünyada akvaristlik ve sürüngen hobisi arasında bir korelasyon var. Özellikle Türkiye'deki sürüngen hobicilerinin çoğu yola akvaryumdan çıkıyor, ha hem Türkiye'de hem dünya çapında tam tersi de oluyor ama sürüngen hobicisi konunun bir yerinde illaki akvaryuma bulaşıyor. İlginçtir, aksolotl başta olmak üzere amfibileri ve su kaplumbağası gibi amfibik sürüngenleri saymazsak akvaryumdan yola çıkıp sürüngene hiç bulaşmayıp akvaryumda kalan tonla kişi var. Korelasyon tek taraflı yani. Peki bunun sebebi ne? Kısmen hem balıkların hem sürüngenlerin/eklembacaklıların "evcil hayvan" deyince henüz toplumca (en azından Türkiye'de) tam olarak kabul edilmemiş olması, kısmen her üç canlının da soğukkanlı canlılar olması, ki toplumca evcil hayvan olarak kabullenilememelerinin en büyük sebeplerinden biri bu, kısmen tüm dünyada yasal olarak "evcil hayvan" tanımının bu canlıları kapsamaması (balıklar, sürüngenler, omurgasızlar yasada "evcil hayvan" değil "süs ve hobi hayvanı" olarak geçiyor ve bu tüm dünyada böyle), kısmen akvaryum markalarının teraryum ürünleri de üretmesi (mesela Sera'nın sürüngen/teraryum rehberi olmasa ben muhtemelen sürüngen işine bulaşmayacaktım, gerçi yılanlar başta olmak üzere sürüngenleri hep sevmişimdir ama beslemek ve besleme bilgisine sahip olmak bambaşka bir şey), kısmen "sürüngen hobisi" ve "akvaryum hobisi" arasındaki sınırların biraz bulanık olması*... ama işte bunların hepsi yan sebepler. Bir "asıl sebep" arıyorum ama yok, varsa da ben bulamıyorum. Hep yan sebepler var.
*Örneğin omurgasızlar -biyolojik açıdan sürüngen olmasalar da- sürüngen hobisine dahildir ama karidesler, kerevitler, Afrika dev salyangozu dışındaki neredeyse tüm evcilleştirilmiş salyangoz türleri, yengeçler (üstelik kara yengeçleri de dahil) akvaryum hobisine dahildir. Sonra doğaları gereği -her ne kadar biyolojik açıdan sürüngen olmasalar da- hem sürüngen hobisine hem de akvaryum hobisine dahil olmak zorunda kalan kurbağalar (karakurbağaları, ağaç kurbağaları ve zehirli ok kurbağaları hariç), semenderler (özellikle -istisnalar veya özellikle uğraşılması haricinde- metamorfoz geçirmeyip bütün ömrünü suda geçiren aksolotllar...), su kaplumbağaları, yumuşak kabuklu kaplumbağalar, hatta genelde yarı-sucul canlılar oldukları görmezden gelinip akvaryum konusunda hiç akla gelmeyen timsahlar falan var. Ya da örneğin bir paludaryum kurup sulak kısmında endler, karasal kısmında zehirli ok kurbağası** koyabilirsin ve paludaryumlar amasız, fakatsız, herhangi bir şaibe veya karanlıkta kalan kısım olmadan akvaryum hobisine dahildir; ama zehirli ok kurbağaları da aynı şekilde amasız, fakatsız, herhangi bir şaibe veya karanlıkta kalan kısım olmadan sürüngen hobisine dahildir (Çünkü aslında kara canlılarıdır. İribaşlarını yapraklarda biriken su damlalarına bırakan canlılar lan bunlar, akvaryum konusundan o denli uzaklar, düşün...).
**Yasal Uyarı: Akvaryumcularda zaman zaman görebileceğiniz pençeli Afrika kurbağaları (Xenopus laevis) dışındaki her türlü kurbağa türü benim bunu yazdığım vakitlerde Türkiye'de yasaklıdır, belli kurbağa türlerinin yasallaştığını görsek bile bu güzelim canlılar muhtemelen sırf adları nedeniyle -tıpkı yılanların her türünün de muhtemelen sonsuza dek yasak kalacağı gibi- yasak olarak kalacaktır. Pençeli Afrika kurbağalarının yasak olmamasının tek sebebi de bu konudaki yasaları düzenleyenlerin muhtemelen Şafii olmasıdır. Tabii mezhepler arasındaki hüküm farklarına hâkim olmayan birinin espriyi anlamasını beklemiyorum, o yüzden önce gerçekte neden serbest olduklarını söyleyip sonra espriyi açıklayacağım: Pençeli Afrika kurbağaları -diğer kurbağaların aksine- karaya çıkmaz, bütün ömürlerini suda geçirir, bu da tıpkı aksolotllara, karideslere vs. yapıldığı gibi yasaları yapıp denetleyen kimselerin kendilerine balık olarak davranmasına sebep olur. Böylece çiptir, belgedir uğraşmadan gidip akvaryumcudan alırsınız. Balıkların yanına koyarsanız da balıklara yer falan... Espriye gelelim: Şafiilikte karides, midye vs. gibi şeylerin helal olma sebebi İmam Şafii'nin "Denizin avı helaldir (Maide 96), bunlar da denizden çıkar, dolayısıyla helaldir. Yalnız yengeç sadece denizde durmaz, karaya da çıkar, yani denizin avı değildir, o yüzden haramdır." biçiminde hüküm vermesi. Hanefi'de neden mekruh, hatta bazı yorumlarında haram? Ebu Hanife de şöyle hüküm veriyor çünkü: "Necaset pek tabii ki haramdır (Bakara 168), börtü böcek necistir, hâliyle haramdır, karides, yengeç vs. sudan çıksa da neticede börtü böcektir, dolayısıyla necistir, dolayısıyla haramdır." Espri bu yani. Hâlâ anlamayan varsa bizim denetçilerin düşünce sürecini açıklıyorum: "Balık beslemek yasaldır, pençeli Afrika kurbağası suyun dışına çıkmadığı gibi akvaryumcuda satılır, dolayısıyla pençeli Afrika kurbağası beslemek yasaldır." Hâlâ da anlamadıysanız okuduğunuzu anlama kursuna gidin veya paragraf sorusu falan çözün, ne diyeyim? Benim daha yapabileceğim bir şey yok.
Hazır bir gün önceden, gözüm de takvime ilişip bugünün 28'i olduğunu görmüşken: 30 Ağustos Zafer Bayramı'mız kutlu olsun. Bu kadarla kesmek samimiyetsiz geliyor ama bundan fazlasını söylemeye çalışırsam da batıracağım, biliyo'nuz beni, yani... Öyle işte. Bu yazının bu kadar bekleme sebebi yazacak hiçbir şeyim olmaması bu arada. Şu üstteki paragrafı da normalde Şelale Projesi'ne yazacaktım (oraya da taşıyacağım zaten), sırf yazı çıksın da hâlâ intihar etmediğimi bilin diye yazdım. İntihar düşüncesi, ironik biçimde insanın hayatta kalmasına yardımcı olabiliyor. "İşler dayanamayacağım noktaya gelirse çıkış yolum ölmek" dediğinde, seni öldürmeyecek olan şeylere biraz daha fazla dayanabiliyorsun (güçlendirirler mi meçhul tabii...). Mesela ben şu kitabı (aşağıdaki imza mı ne haltsa ona bakın) düzeltip bu konudaki ilgili projelerimi bitirdikten sonra intihar etme planına sahiptim ama bunu düzeltme fırsatını bir türlü bulamadığım gibi aklıma devamlı bu konuda yeni projeler geliyor. Acı artık katlanılmaz olduğunda da "Kitap da iş de umurumda değil, sadece sevilmek istiyorum. Hatta sevilmesem de olur, sadece âşık olabileceğim bir hatunla tanışmak istiyorum. Sonucu umurumda değil, âşık olmasam bile olur." diye ağlayıp müzik (genelde Gumi + Teoman) dinliyorum işte... Yazı çıkmama sebebi hayatımın fazlasıyla monoton (=nispeten düzenli ama sıkıcı) ve "en bürokratik" dönemlerini yaşıyor olmam bu arada (Aynı sebepten az önce bahsettiğim, "kitapla ilgili projeler"i de bir türlü ilerletemiyorum. O benim için nefes almakla, yemek yemekle aynı şey, blog işiyse sadece nefeslenmek için yaptığım bir şey. Yani benim için kitap yazmak ihtiyaç, blog yazmak hobi.). Şu "şelale projesi" tamamlanabilirse biraz daha rahatlayıp daha çok yazabileceğimi düşünüyorum. İşin ilginci doluyum, acayip doldum ama bu dolulukları yazmaya değer bulmuyorum... daha doğrusu kısmi bir yazar tıkanması yaşıyorum. Kitapta sebebini biliyorum, bölüm bölüm ve kronolojik yazmak beni zorladığı için, bir de şu an uğraştığım şeyi "yazmak için yazmak (= sanat, sanat içindir = canım istediği için yazmak)" yerine belli bir amaçla yazdığım ve bu sırada yazmam gereken bir duruma kendimi soktuğum için onun daha ilk kısımlarını bile bitiremedim ama bloğa niye patlamadığım hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Oh be, doluluğumu azıcık boşaltabildim sonuçta. Demek ki gereken buymuş.
𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃
𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى
Erdem Ö. Hayalî
Delinin teki. Israrla umut etmeye
çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap*
yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık
servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu
arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog”
kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.
*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım
kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla
dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü
lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık
o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık”
diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini
yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)
𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى
INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne
RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral
*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok
biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.
☉♓︎ ☽♌︎ Asc♊︎ ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder