Merhaba, ben Kyouka. Utpa'nın hastalığı epey geçti gibi, yine de yanında kalmak istesem de işten izin alamadım; o yüzden... Kahvaltı hazırlayıp işe gideceğim. Bugün onun sırası mıydı? Öyleydi sanırım ama hasta adama yemek yaptıracak değilim, şimdi aklıma hafif üşüttüğüm zaman geldi. Sadece burnum biraz kızarmıştı ve hapşırıyordum, rahatlıkla iş görebilecek haldeydim ama hiçbir şeye elimi sürdürmemişti. Utpa'yı anlaması zor ama iyi niyetli olduğu belli, bana karşı biraz fazla iyi niyetli. Ayçiçek'le konuştuktan sonra, biliyorum ki bu iyi niyeti samimi. Önceden de pek şüphe ettiğim yoktu gerçi. Kocam hastayken pek koku ya da tat alamıyor, uyurken daha iyi görünüyor ama tat alsa da alamasa da yemesi gerek, o yüzden biraz bonkör olacağım. Kahvaltıyı hazırlarken Jin, yani Jinsan-no-Kami'nin beni "denemek" için gece tapınakta tuttuğu zaman aklıma geldi. Şimdi düşünüyorum da o günün sabahı Utpa'yla ilişkimiz için dönüm noktasıydı. Mesaim bittikten sonra tapınağa girmiştim.
"Evet, ne var?"
Jinsan: "Sakinleş, sana bir şey yapmayı düşünmüyorum. Mizu-no-Miko'nun torununa elimi sürersem İzanami'nin akşam yemeğindeki saşimi için et olurum zaten."
"Ne tür bir deneme o zaman?"
Jinsan: "Kendilerine Lanetin Dört Bilgesi diyen sıkıntılı tipler gelecek, ziyafet hazırlamazsam beni kazığa bağlayıp yakarlar."
"Reenkarne olmaz mısın?"
Jinsan: "O dörtlü tarafından öldürülürsem olamam, her halükarda dağ yeni bir kami doğurur ve tapınak boş kalmaz gerçi ama o yeni kaminin doğması uzun sürebilir, o zaman ne olacağını da biliyorsun."
"Kıtlık, deprem, tsunami... Puklinya civarında o kadar büyük bir su birikintisi yok. Yine de diğer varlıklar dağı tutamaz mı? Dağ iyesi gibi?"
Jinsan: "Shiro'nun bahsettiği şaman oğlanla mı ilgili bu?"
"Değil. Puklinya'daki tek dağ ruhunun sen olmadığından bahsediyorum."
Jinsan: "Evet, Japonya'nın aksine burada felaketler diğer dağ ruhları tarafından önlenebilir ya da hafifletilebilir ama zararı göze alamayız. Adem Dağı'nın öfkesi büyüktür, unutma. Lilith'in nefretini taşıdığını söylüyorlar."
"Sen Şinto tanrısı değil misin? Lilith ne alaka şimdi?"
Jinsan: "Boş ver onu, ziyafet hazırlayabilir misin? Tabii ki yapabilirsin ama Felaketin Dört Bilgesi farklı kültürlere, farklı zevklere sahipler. Tam bir karın ağrısı."
"Felaketin Dört Bilgesi ne ki her şeyden önce?"
Jinsan: "Dedim ya, arızalı tipler. İsimsiz, karanlık varlıklar. Tam olarak kami oldukları söylenemez, şeytan da değiller; daha çok... Kadim ruh veya ne bileyim, lanet... Evet, tamam: O dördü cisimleşmiş lanetler. Japonya'nın felaketi Ren Sama, Kore'nin felaketi Park Mi, Çin'in felaketi Hui Nung ve son olarak da Dördüncü Bilge."
"Dördüncü Bilge'nin adı ya da ülkesi yok mu?"
Jinsan: "Tam tersine, çok fazla ülkesi ve çok fazla adı var. Başlangıçta Hindistan'ın felaketiydi, sonra Moğol Hanlığı'nn felaketi oldu, sonra Vietnam, Kamboçya... Şimdilerde Tayland'ın felaketi sanırım, yine de her şekilde ona Hint yemeği hazırlasan memnun olur. Bir ziyafette doğru düzgün hizmet edebildiğinden emin olmam gerek, o dördü memnuniyetsiz olursa... Adlarının yeterli olduğunu düşünüyorum."
"Peki, deneyeceğim. Ne yapmamı istiyorsun tam olarak?"
Avvvv, neredeyse yumurtayı yakacaktım. Hatıralara biraz fazla dalmışım. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra yatak odasına geçip Utpa'nın yanağına hafif bir öpücük kondurdum, bunu bilemeyecek olması ne acı. Ah, hâlâ pijamalarlaymışım; üstümü değiştirmeliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder