Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

16 Kasım 2020 Pazartesi

Ejderha ve Mühür ~ 17. Bölüm: Hastalık

Diğer Bölümler İçin

Ateşli bir hastalık geçirip yatağımda yatarken Ezail başımda bik bik etmekle meşguldü; galiba bir yandan da iyileştiriyor ama konuşmasına odaklanmak zorunda kaldığımdan pek anlayamıyorum konuşmak dışında bir şey yapıp yapmadığını. Shiro hastalığımın "İlahi güçlerle bağlantılı" olduğunu söylediğinden Kyouka da Ezail'i çağırmış. İlk başta bir Şinto rahibesinin imamlık yapan bir kovulmuş melekle belli bir düzeyde de olsa iletişimi olması -tanıştıklarını bilmeme rağmen- garip gelmişti ama o Şinto rahibesiyle evli Müslüman bir şaman olarak önce kendime bakmam gerektiğini fark ettim.

Ezail: "Bütün bu sıkıntılarınızın kaynağı Yasak Meyve, biliyor musun? Hastalıklar, acılar... Siz insanlar kusurlu varlıklarsınız ama yasak meyveden önce irade ve duygularınızın sebep olduğu şeyler dışındaki kusurlarınız yoktu. Bok mu vardı da yediniz onu?"

"İnsan doğası..."

Zar zor konuşabiliyorum.

"İsyana meyillidir, baştan beri böyleydi; senin dediğin şu duygular ve irade buna yol açıyor işte. Açıkçası o yasağı deleceğimizin gayet aşikar olduğunu düşünüyorum. Hem Şeytan-ı Racim, Samael, Azazil ile Gadreel'in başını çektiği, senin de içinde olduğun grup o konuda büyük etki sahibi değil mi?"

Ezail: "Beni karıştırma, ben derhal kovuldum. 'Git de dünyayı hazırla' emri aldım, Azazil bile cennette benden uzun kaldı ki başta Heliel'i kışkırtan bile kendisiydi. Heliel, Efendi'den korkardı, çok korkardı; Azazil'in gazına gelmese gıkını çıkarmaz da secde ederdi. Bu arada Azazil de secde etti, göstermelik de olsa; levh-i mahfuz'dan kurtulamadılar tabii, ben de dünyayı hazırlama emrini ve boşa duran evreni o vakit anlamlandırdım."

"Heliel?"

Bu isim benim için yeni. Gerçi söylediklerinden Şeytan-ı Racim'i kastettiğini anlayabiliyorum. Yine de ailemden aldığım eğitim Heliel'i içermiyor, şu isimleri içeriyor: Lucifer, Şeytan-ir'Racim, İblis, Hêylêl, Yek, Satan, Ehrimen, Diablo/Diablous. Melek Tavus'un Şeytan-ı Racim mi yoksa Azazil mi olduğu ailem arasında tartışma konusudur, bir kısım "Melek" olarak tanımlandığı için Azazil olduğunu kabul eder, geri kalanlarsa Lucifer'ın da "Melek" olarak tanımlandığını söyleyip Şeytan-ı Racim olduğunu kabul eder. Tamamen farklı, melekten çok kutsal ruh tipinde bir varlık veya sonradan affedilmiş başka bir kovulmuş melek olduğunu söyleyenler ya da Samael olduğunu düşünenler de vardır. Ezail de affedildiğini söyledi, dolayısıyla olabiliyor demek ki böyle şeyler. Aslında bir an için gerçek ismini söylemekten kaçındığını hatırlayıp "Tavus olabilir mi?" diye düşünmüştüm ama öyle olsa camide değil Ezidi dergahında görev alırdı herhalde. Ohol Uğola, Erlik Han, Samael, Azazil, Beelzebub ve Elbis Han ise ailemde asla Şeytan-ı Racim ile bir tutulmaz, farklı varlıklar olarak görülür. Bir de... Heliel, "Tanrı'nın Süsü"; gerçekten de Tanah ve Kitab-ı Mukaddes'teki "Lucifer" tasvirine epey uyan bir isim.

Ezail: "O zamanlar Kovulmuş Şeytan'a öyle derdik. Lucifer sadece bir lakap, o zaman da öyleydi, daha doğrusu enokyanda Işıkgetiren diye çevrilen kelime öyleydi; nurdan değil ateşten yapılma kanatlarına ve karanlığı yaran kılıcına atıf yapardı."

"Çok fazla bilgi vermiyor musun?"

Ayrıca isim de mi çeviri yoksa olduğu haliyle mi? O zaman anlamı çökmüyor mu?

Ezail: "Bu kadarını söylemem yasak değil, şunu da söylemem yasak değil: Yasak Meyve elma falan değil, bir çeviri hatasına tutunup iki bin yıldır yerinizde sayıyorsunuz."

E peki, bu bilgiyle ne yapmam gerekiyor?

Ezail: "Doğam melekten çok insana benzemesine rağmen anlayamadığım şeyler var, mesela bir kadınla bir erkek gerçekten arkadaş olabilir mi? Sizin şu birliktelik durumlarınız var ya hani?"

Karımın önünde ne soruyorsun lan bana? Ayrıca binlerce yıllık soruyu cevaplama görevini neden bana yıktın? Bu his...

"Kanın Dürüstlüğü'nü kullanabiliyor musun?"

Ezail: "Ailenle bağım olduğunu kaç kez söylemem gerekecek? Dünyada var olmayan güçleri öylece icat ettiğinizi düşünmüyordun herhalde? Soruma cevap ver."

"Olabilir..."

Kyouka gülüyor ama devamını söylemeye zorlanıyorum.

"...Ama bu... Erkeğin... Arkadaşını... Kirli düşüncelerine..."

Bir an önce susmam lazım, beni iyileştirmeye gelmedin mi? Cehenneme tek yönlü biletimi kesmeye mi çalışıyorsun lan şerefsiz!

"...Alet etmeyeceği... Anlamına... Gelmiyor."

Ah, söyledim işte; Kyouka kızgın gibi görünüyor. Haklı tabii, ben olsam ben de kızardım. Öte yandan bu temelde insan doğasının parçası, benim elimde olan bir şey değil ki.

Kyouka: "Evet, ilgi alanına giren kişilerin listesini alayım."

Ciddi ciddi kağıt kalem çıkardı.

"Sen olduğundan beri başka kimse ilgi alanıma girmiyor."

Hehe, ne kadar sevimli bir utanma. Hasta olmasaydım gidip sarılırdım ama hem yataktan kalkamıyorum hem de bu ateşli bir hastalık olduğuna göre bulaşıcı olma ihtimali yüksek, ay ışığımı yataklara düşürme riskini göze alamam. Söylediğim gerçek bu arada, Kyouka'yla sevgili olduğumuzdan beri bir an olsun başka kimseyi düşünmedim.

"Ölüyorum sanırım... Kyouka'yla kutsanmam gerçek olamayacak kadar güzeldi zaten, uyanıyorum ve cezalandırılıyorum işte."

Kyouka: "Lütfen abartma, basit bir ateşli hastalık."

"Veba da basit bir ateşli hastalıktı, domuz gribi de öyleydi. Çiçek hastalığı ve sıtma da öyle. Sahi, Jinsan-no-Kami'nin ennichi'si ne zaman?"

Kyouka: "Ne işin var ki tapınak festivaliyle?"

"Ne demek istiyorsun? Kagura dansını kaçıramam!"

Kyouka: "Kagura yapmıyorum."

"Neden ki?"

Kyouka: "Birinci olarak beceremiyorum."

"Kesinlikle inanmam. Çok zarif ve çeviksin, nasıl Kagura yapamıyor olabilirsin ki?"

Kyouka: "İkinci olarak ben pek de Şinto inancına bağlı sayılmam, miko olsam da. Kamilerin varlığını gördüm ama başka inançlardan başka varlıkları da gördüm, evimizde bir kovulmuş melek var şu an."

"Tüh."

Kyouka: "Görmek mi istemiştin?"

"Evet ama yapmıyorsan yapacak bir şey yok."

Kyouka: "Tamam, yapacağım."

"..."

"Kendini zorlama."

Kyouka: "Asıl sen kendini zorlama, sus da dinlen artık."

Gözlerim hafifçe kapanırken Ezail'in gittiğini ve Kyouka'nın yanıma kıvrıldığını gördüm. Sabah, daha doğrusu ertesi gün akşamüstü Kyouka döndüğünde ben de epey iyileşmiştim, gidip kapıyı açtım.

Kyouka: "Anahtarım vardı, kapıyı çaldıktan sonra hatırlasam da."

"Sen olduğunu bildiğim için açtım, bu arada saçların güzel olmuş."

Kyouka: "Sadece kırıkları aldırdım, daha doğrusu Ayçiçek zorla aldı; fark edebiliyor musun?"

"Seninle ilgili her türlü değişikliği fark ederim ve iyi anlaşmanıza sevindim."

Kyouka: "Kilo almışım, onu fark edemedin ama."

"Hayır, almadın. Alsan fark ederdim; zaten -bundan hoşlanmadığımı söyleyemesem de- çok incesin, özellikle de kolların, biraz alsan çok bir şey fark etmez."

Kyouka: "Çok bir şey fark etmez ama sen fark edersin? Tartı yalan mı söyleyecek, almışım işte."

"Kesinlikle almadın."

Kyouka: "Sadece bakarak birkaç kiloyu fark edemezsin."

"Eğer seninle ilgiliyse edebilirim. Bakılarak fark edilemiyorsa niye umursuyorsun ki zaten? Mezura getireyim mi?"

Sonunda Kyouka tartıya çıktı ve...

Kyouka: "Evet, gerçekten aynı."

"Hayır, yanılmışım, üzgünüm."

Kyouka: "?"

"Bir gram almışsın, bak."

Kyouka: "Bunu da aklında tutamazsın artık."

"Dünyanın en tatlı kızıyla evlenmek büyük sorumluluk gerektiriyor, bunları aklımda tutmalıyım."

Kyouka: "Bana sorumluluk bırakmıyorsun gibi. Seni hasta bırakıp işe gitmeme kızmadın mı?"

"Üzüldüm ama kızmadım, kalabilecek olsaydın kalacağını biliyorum. Kahvaltı eminim ki çok güzeldi ama hâlâ pek tat alamıyorum, üzgünüm."

Kyouka: "Gereksiz yere özür dilemen hakkında ne demiştim?"

"Parmağına bir yüzük takıp seni kendime ayırma cüretini gösterebiliyorum, yeryüzündeki tüm özürleri yollarına sersem de yetmez. Birazcık telafi etmeme izin ver."

Kyouka: "Yine kısıtlamak hakkında mı konuşuyorsun? Kendini çok küçük görüyorsun."

"Hayır, kendimi küçük görmüyorum. Aciz, korkak, günahkar bir zavallıyım zaten; kendimi olduğumdan daha küçük görmem bilimsel olarak mümkün değil."

Kyouka: "İnanç Bürosu maaşlara zam mı yaptı? Düzen Bürosu'nun biliyor olması gerek."

Konuyu değiştirmekte çok iyi, şikayetçi olduğumu söyleyemem gerçi.

"Yapmadı, yapsa Düzen Bürosu'na bildirirdi."

Banka hesabını gösterdi.

Kyouka: "Burada fazlalık var ama."

Ha, şimdi anlaşıldı.

"Erlikli payı o, şu vergi ve gelir dağıtım sistemimiz hani?"

Kyouka: "Beni de mi etkiliyor?"

"Artık ailedensin, yani evet: Seni de etkiliyor."

Kyouka: "Vergi ve gelir dağıtım sisteminiz nasıl işliyor ki? Bir çeşit sosyalist ekonominiz mi var aile içinde?"

"Hayır, aslında benzemiyor bile. Vergilerin kullanılmak yerine doğruca vatandaşların banka hesaplarına yatırıldığını düşün. Aynı sistem. Birbirine yakın ama eşit olmayan şekilde paylaştırılıyor."

Kyouka: "Nasıl hesaplanıyor ki?"

"Yarara ve ihtiyaca göre, alınırken hemen her zaman onda bir alınıyor gerçi. Ben, Mühürdar olsam da pek bir işe yaramadığımdan en azından araştırmacı olan ve çoğunu kendisi için kullansa da şifalı bitki yetiştiren Simyacı Mete'den daha az Erlikli payı alıyorum, sense Gece'nin annesi olduğundan ondan fazla alıyorsun. Neyse ki artık bilgisayarlar var, eski zamanlarda tam bir çile olsa gerek bu hesaplamalar."

Kyouka: "O yüzden mi onda bir, hesaplaması kolay olsun diye?"

"Aslında, bu sistemi kuranlar olmasalar bile Günseyitlerin bu sistemde ciddi izi olduğunu düşünüyorum; onda biri böyle yorumlamayı tercih ediyorum ben. Bildiğin öşür vergisi bu."

Kyouka: "Peki, yemek istediğin bir şey var mı?"

Hava kararmış bile, konuşurken fark etmemişim.

"Sadece hasta yemeği bana yeter. Normalde senin sıran bile değildi."

Kyouka iç çekti.

Kyouka: "İstediğin bir şey var mı?"

Bastıra bastıra söyledi. Ama gerçekten hastayken canım bir şey istemiyor ki. Yalnız yemek kelimesini kullanmaması bir şey söylemem için fırsat doğurdu.

"Senin varlığın benim için yeterli, başka bir şey istemiyorum."

Kızsa mı sevinse mi karar veremiyor, çok tatlı ya!

Kyouka: "Senin yüzünden kötü kadın gibi görünüyorum, hiç sevgim yokmuş gibi."

"Kim diyor onu? Gidip..."

Çok ani kalktığımdan tekrar koltuğa yığıldım, Kyouka gelip sarıldı.

"Bulaşıcı... Olabilir."

Kyouka: "İlahi güçlerle bağlantılı bir hastalık bana bulaşmaz."

"Hayır, kaminin hizmetkârı olarak potansiyel risk altındasın. Kamiler de ilahi varlıklardır."

Kyouka: "Yemek istediğin bir şey var mı? Üçüncü kez soruyorum, yine cevap vermezsen limon dilimi kızartacağım."

"Limon cipsi mi diyorsun, Yuzrose'da olduğu gibi?"

Yuzrose (Üçlü şehir alfabesiyle Yuzrośe̽; okunuşu Yuzroz), Puklinya'daki meşhur -ve biraz da tuzlu- bir "fast food" restoranı; tam olarak fast food da değil aslında, daha çok... Üst segment bir burgerci gibi bir şey. Sadece burger yok tabii ama asıl konseptleri o.

Kyouka: "Hayır, dediğimi diyorum ama istiyorsan limon cipsi yaparım; aynısı olmayacağının farkındasındır. Bu sefer gerçekten son kez soruyorum: Ne yemek istiyorsun?"

"Tamam, köfte ve Yuzrose'da olduğu gibi limon cipsleri o zaman, aynısı olmayacağının farkındayım ama eminim seninkiler daha güzel olacaktır. Yanında belki birkaç şey daha, senin seçimine güveniyorum."

Kyouka: "Köftenin biraz geniş bir tanım olduğunun farkında olduğunu umuyorum."

"Evet, farkındayım. Tam olarak tsukune."

Gelip bir daha sarıldı.

Kyouka: "Sonunda söyledin."

"Hep bu kadar sırnaşık olacaksan hep hasta olsam keşke."

Kyouka: "Rüyanda görürsün; ama evde biraz daha sırnaşık olmayı dert etmem, hasta olsan da olmasan da."

Öpüp mutfağa kaçtı, bunu yapan genelde ben olurdum o yüzden bir süre kalakaldım. Sonra içeri seslendim.

"Çok tatlı olduğunu söyleyen oldu mu hiç?"

Kyouka: "Evet, bunu her gün söyleyen biriyle evliyim ve o kişiyi çoooook seviyorum, bir sorun mu vardı?"

"Yok, hiçbir sorun yok... Yani, bu konuşmaya devam edersek tatlılığın beni öldürecek ama onun dışında herhangi bir sorun yok."

Diğer Bölümler İçin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder