Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

30 Kasım 2020 Pazartesi

Ejderha ve Mühür ~ 21. Bölüm: Anılar

Diğer Bölümler İçin

Ne zamandı ki? Üniversitedeydi şüphesiz ama tam zamanını hatırlayamıyorum. Çoğu Erliklinin aksine gerçek bir okula gittim, üniversiteye bile. Bana çok şey kazandırdı: insanların tamamına yakınına, insanlığa ve dünyaya nefret gibi. Toprak yolda ilerlerken nedense aniden aklıma geldi. Kim olduğunu da hatırlayamıyorum ya da neden kavga ettiğimizi. Hatıram herifin kelebek çakı çekmesi, benim de bileğinden tutup çekmemle başlıyor. Bileğinden tutup çekmiş ve elimi aşağıdan yukarı, tam dirseğine gelecek şekilde sanki bıçakmışçasına savurmuştum. Bunun bazı riskleri var ama karşındaki kişinin elindeki bıçağı düşürmek ya da almak için en iyisi bu, ayarını tutturamazsan karşındakinin kolunu ekleminden koparabilirsin, benim amacım o değildi.

"Bıçak gerçekten güvenilir bir silahtır."

Elinden bıçağını aldığım ve boştaki elimle alnına omzumdan düz çıkan, avuç içim ile verdiğim bir darbeyle düşürdüğüm rakibime karşı, o güne kadar sessiz ve muhtemelen -o sebepten- güçsüz biri olarak görülen ben sakin ve soğuk bir sesle nutuk çekmeye başlamıştım.

"Ateşli silahlardan daha güvenilirdir en azından, kınından çıktığı sürece daima keskin ve tehlikeli olduğunu bilirsin. Tabancayı boş sanman gibi bıçağı bileysiz sanman mümkün değildir, tehlikeli olduğunun her zaman bilincindesindir."

Bıçağı atıp namlusundan tuttum.

"Yine de ders 1: İnsan bıçağa değil, kendine güvenmelidir. Bıçağa güvenen insan bıçağı elinden alınınca elini kolunu kaybetmiş gibi olur. Ders 2: Eğer bıçağı doğayla değil de insanlarla kavganda çekiyorsan ve o bıçağı kana bulamadan kınına sokmaya niyetliysen bıçağını kaybetmen çok kolay olur. Kana bulamayı göze almadığın bıçağı çekmeyeceksin."

Kıyafetimi sıyırıp gümüş çakımı gösterdim.

"Son olarak, ders 3: Eğer arkamı dönüp giderken bıçağı saplamaya çalışmak gibi malca bir şey yapmaya kalkarsan o bıçağı alır, bir tarafına sokarım."

Nedense aklıma başka bir şey daha geldi, bugün anılardan kafamı kaldıramayacağım herhalde. Bu sefer liseden bir anı, benim için hayatın olağanlığında bir şeydi. Nedense birileri ruh çağırmaya karar vermiş ve beni de davet etmişlerdi.

"Ruh çağırmaya falan gelmek istemiyorum."

Biri: "Hadi, biraz eğleniriz."

Tabii ruhani şeylere gerçek anlamda inanmayan bu kişilerin benim gibi ruhani bir kültürün varisi olarak doğan birini anlaması çok mümkün değildi.

Ayçiçek fısıldadı: "Merak etme, müdahale için ben de orada olacağım. Sınıf arkadaşlarımız yaptıkları şeyin ne kadar tehlikeli olduğunun farkında olmadığı için onlarla gitmeyi kabul ettim, lütfen destek ol."

"Peki madem."

Neden itiraz edemediğimi... Anlamışsınızdır herhalde. Mehmet, lisede iyi iletişimim olduğu kişilerden biri, kolunu omzuma attı.

Mehmet: "Kuzenine karşı gerçekten zayıfsın, değil mi?"

"Ayçiçek ile kuzen değiliz. Bırak direkt kuzen olmayı 3. derece kuzenden bile daha uzak akrabayız... Aslında geniş kullanımı baz alırsan, yani Ayçiçek'in yaptığı gibi, bize kuzen diyebilirsin ama bu durumda önemli bir kısmıyla hiç tanışmadığım, sayamayacağım kadar kuzenim var demektir. Kuzenin o kadar uzak bir akraba olmaması gerekiyor, yakın olmalı."

Mehmet: "Aşkını meşrulaştırmaya mı çalışıyorsun?"

"Çalışmıyorum. İlla soyağacı üzerinden mi anlatmam gerekiyor?"

Mehmet: "Neyse, kimi çağırsak acaba? Süleyman yapacakmış işi, 'Her şeyi bana bırakın' demiş."

Gelmemem için daha büyük bir sebep, o adamın aurası beni rahatsız ediyor. Sonuç olarak gittim, biraz gecikmeli bir şekilde.

Mehmet: "Gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım. O çanta ne?"

"Önemli bir şey değil."

Ayçiçek beni kenara çekti.

Ayçiçek: "Cidden önlem alıp mı geldin?"

"Kullanmama gerek olmamasını umduğum önlemler."

Ayçiçek: "Gümüş çakı yetmez miydi? Sadece seninki değil, benimki de var."

Bütün Erlikliler yanında gümüş çakı taşır, daha önce aile geleneği olduğunu söylemiştim.

"Hayalete ya da cisimleşmemiş cine gümüş bıçak mı saplayayım?"

Süleyman bayağı iyi bir ortam hazırlamış. Bu kadar mükemmel olması beni korkutuyor, sırf internetten okuduklarınla böyle bir ortam hazırlayamazsın. O kadar profesyonelce hazırlanmış ki aslında ayinin parçası olacak çeşitli biblo, resim, yazı ve onlar gibi şeyler dekor gibi görünecek biçimde ama tam da ayinde kullanılacakları yerlere yerleştirilmiş. Cidden bu adam beni çok rahatsız ediyor.

Süleyman: "Hemen başlamayalım, gerginsiniz sanırım."

Benden başka gergin olan kimse yok, belki çok hafif Ayçiçek. Zaten bu herifin delici bakışlarını da üstümde hissedebiliyorum. Nesin sen?

Süleyman: "Önce biraz eğlenip gevşeyelim."

Böyle bir ortamda mı? Bir sürü liseli erkek ve iki kız. Yok, üç taneymiş; üçüncüyü şimdi gördüm. Bu kesinlikle gevşeyebileceğim bir ortam değil, az sonra salakça bir şeye kalkışacağımızı bildiğim için.

Süleyman: "Bir saniyede söyle oyunu oynayalım, ne dersiniz?"

Oyunun ayrıntılarını pek hatırlamıyorum; Süleyman, adının Buse olduğunu öğrendiğim kişiyle oynarken tam duyamadığım ama kesin bir şekilde Semitik bir dilden geldiğini anlayabildiğim bir laf etmişti. Bir de zaten gıcık olduğum biri Ayçiçek ile eşleştiğinde çıkma teklif edip bir saniyede siktiri yemişti, onun yerinde olabilirdim ve aynı şey yaşanırdı muhtemelen ama yine de hâlâ düşündükçe mutlu olduğum bir andır. Artık Kyouka olduğu için bundan hâlâ mutlu olmam suçlu hissettirse de ben kusurları olan bir adamım nihayetinde, bu konuda hesap vermem gereken tek kişi de sevgili eşim zaten. Onun merhametine sığınıyorum. Sonra nihayet ayin yapıldı. Çoğu kişi pek ciddiye almıyordu ama kesinlikle gerçek bir ayin olduğunun farkında olduğumdan çantama sıkı sıkıya sarılmıştım. Ayinden sonra bir süre sessizlik oldu, Buse kalkıp gümüş bir aynaya doğru yürüdü ve elini koydu. Transa geçmiş gibiydi, aslında gibisi fazla.

Buse: "Neden ağlıyorsun?"

Herhangi biri: "Dalga geçme!"

Süleyman'ın yüzünde "şeytani" kelimesini tam olarak karşılayan bir sırıtış var, Ayçiçek hafiften ürkmüş gibi görünüyor, Buse transta ve ben... Gerçek anlamda dehşete düştüm. Diğerlerinin hiçbiri onu göremiyor gibi, aynanın içinde ağlayan küçük kız çocuğunu.

Aynanın hayaleti: "Körleri dışarı çıkar."

Doğrudan Süleyman'a bakarak söyledi, sesinde sadece öfke vardı.

Süleyman: "Tamam, tamam... Bir şaka yaptırmadınız. Gidebilirsiniz; ben, Ayçiçek, Buse ve Utpa kalıp buraları temizleyeceğiz."

Süleyman'ın tepesine binip yere devirdim.

"Beni buna alet etme. Hepimiz lanetlendik bile, perili bir aynayı nereden buldun?"

Süleyman: "Onlara gerçeği söylemek istiyorsan söyle, sanki inanırlar da. İşini daha çok ciddiye alsaydın böyle olmazdı, şaman. Ayini engellemeliydin."

Şaman mı dedi? Nereden biliyor?

"Sadece adımı temizle, ruhani varlıklarla dalga geçen biri olarak anılmak istemiyorum. Onun dışında, göremeyen bu kişileri çıkarsak iyi olur ama fazla uzaklaşmamalılar. Aynadan çıkamıyor, değil mi?"

Süleyman: "Yakında çıkabilecek. Sen, Ayçiçek ve Buse'ye teşekkür ediyorum buradan."

"Sen... Nesin?"

Süleyman: "Bir çeşit doğa kanunu olduğumu söyleyebilirsin belki."

Bir çeşit doğa kanunu... Ah, tamam.

"Gerçekliği bozanları mı avlıyorsun? Dengenin Kılıcı, kimsin sen?"

Süleyman: "Adım hiçbir şey çağrıştırmıyor mu?"

Kaşlarım çatıldı. Hz. Süleyman olmasına imkan yok ama bu adın ima ettiği başka bir şey var ki...

"Cin melezi misin?"

Süleyman: "Adımı Solomon olarak düşünsen daha iyi olabilir sanırım."

Daha fazla düşünmeme gerek yok.

"Nefil misin? Kovulmuş meleğin oğlu."

Süleyman: "Evet, en azından bedenim öyle. Ve senin sayende var olabildim, Mühürdar."

Sonra seslendi.

Süleyman: "Tamam, tamam, Utpa'nın da haberi yoktu ve Ayçiçek'in de. Daha gerçekçi olması için o ikisini davet ettim ama söyleseydim gelmezlerdi, birine söylesem diğerine söylerdi. Yine de pisliği temizlemekte katılmaz mısın?"

Ayçiçek okulda falcılık konusunda epey ünlü, bana gelince... Taşlar ve ağaçlarla oynayan tuhaf tipin aynı zamanda falcının akrabası olması onun "şeytan" olarak mimlenmesi için yeterli. Ayçiçek'in hizmetkâr ruhu olduğumu düşünen biri vardı sınıfta, kendisi eğitim almamış, tamamen kendi kendini eğitmiş; dolayısıyla insan olduğumu ya da olmadığımı fark edemeyen bir cadı. Gerçi hem Ortaçağ efsaneleri hem günümüz Vika inancı hem de başka şeyler, Asyanın bögü ve cazu efsaneleri gibi şeyler, o kişinin cadıdan çok "amatör büyücü" olarak anılmasını gerektiriyor ama kendisi hiç utanmadan "cadı" olduğunu ilan ettiğinden sorgulamıyorum, bu bile eğitim almış gerçek bir cadı olmadığının kanıtı; cinciler ve eskinin bilge şamanları gibi toplumca nispeten kabul edilen istisnalar haricinde büyücülerin ve ruh-doğa sanatçılarının kendilerini gizlemesi işin tabiatında vardır. Simya, astroloji, parapsikoloji, hatta kriptozooloji gibi temelde büyü kapsamına girmeyen ama bir şekilde ilgili uygulamalara "ruh-doğa sanatları" deriz biz Erlikliler.

"Mecburum sanırım."

Fısıldadım.

"Daha sonra hesaplaşacağız. Dengenin Kılıcı'nın neden aurası bile zar zor hissedilen sıradan bir insanı aynanın hayaletiyle yüzleştirdiğini anlatacaksın, ben de ona göre seni gebertip gebertmeyeceğime karar vereceğim.

Olayla ilişkisi olması gerekmeyen herkes gittikten sonra Süleyman'ı sorguya çektim.

"Bunu durdurmazsak hepimiz lanetlendik. Ben, sen ya da Ayçiçek savunmasız değiliz ama diğerleri öyle. Her şeyden önce bir doğa kanunu nasıl cisimleşebildi ki? Muazzam miktarda ruhani enerjinin bir yerde toplanması gerekmiyor mu?"

Süleyman: "Evet, gerekiyor. O tür yerler sahipleri tarafından korumaya alınır: Örneğin siz Erliklilerin evleri gibi toplu halde yüksek şamanların bulunmasının doğal olduğu yerler. Peki, sıradan bir lisede... Kovulmuş meleğin kanı, Merlin'in kanı, Kam Erlik'in kanı ve lanetli bir objenin kan bağıyla bağlı sahibi bir araya gelirse ne olur ve Doğa Kanunu, hangisinin bedenini kullanır?"

"Gördüğüm en beter şeysin. Buse o bahsettiğin lanetli eşyanın sahibi mi?"

Süleyman: "Bir doğa kanununun iyi olmasına gerek yok. Hep taktığı bilekliği fark etmiş miydin? Etmemiştin sanırım, gözün Ayçiçek'ten başkasını görmediğinden."

"Sus lan! Hesap vereceksin!"

Devamını pek hatırlayamıyorum ama aynanın hayaletini yok ettik. Aslında Araf'a göndermek istemiştim ama Süleyman kendi kafasına göre yaktı, yakmak bir ruhu yok eder; aynayı arındırdık, Buse'nin kan lanetini bozduk. Kırk gün boyunca süren bir ayin gerektirdi, Kanlıca ailesinin emaneti olan ve o zamanlar benim Kaderi Kesen Kılıç diye bildiğim Kutlu Kılıç'ı bulabilseydim (arıyordum çünkü; Başkamın emri ile) kolayca lanetle Buse'nin kan bağını koparabilirdik oysa. Ha bir de gidip Süleyman'ı öldürdüm, insan görünümüne sahip bir şeyi öldürdüğüm ilk seferdi.

Süleyman: "Hah! O gümüş bıçak beni öldürebilir mi sandın?"

"Üstünde yıllardır gelen bir iksir var. Doğaüstü olan her şeyi öldürebilecek kutsal bir zehir, yapımı kırk yıl dokuz gün üç saat sürüyor; Erliklilerin yıllardır gelen gizli tarifi."

Yağmurun altında, elim ve çakım yarısı insan olan bir bedenin kanına bulanmış ve dünyada artık bir nefil ile bir cisimleşmiş doğa kanunu eksilmişken öylece durdum.

"İnsan etini kesmek iğrenç hissettiriyormuş. Bir daha yapmama izin verme, olur mu?"

Ayçiçek: "Etraftaysam engellemeye çalışacağım."

Ah, o sözün o zaman o kadar acı verdiğini unutmuştum. Aaaah, Kyouka'yı görmek istiyorum ama daha evden yeni çıktım ve işe gidiyorum. "Her zaman etrafında olmayacağım." Ayçiçek'in bunu söyleme şekliydi kurduğu cümle. Bu kez aklıma başka bir şey geldi, yine üniversiteden. Adını hatırlamadığım o kişiye A diyeceğim. A, nedense bana sevgili bulmaya takmıştı ki nedenini hâlâ merak ederim. Öyle samimi olduğum biri falan değildi, kişilik açısından da iyi niyet elçisi konumunda değildi.

A: "İnat etme de seni bir kızla tanıştırayım, yalnızlıktan şikayet etmiyor musun?"

"Tanıştırsan ne olacak ki?"

A: "Anlaşırsınız belki."

"Birbirimizi beğendik, kafamız uyuştu, 'çıkmaya' başladık. Peki sonra başka birine aşık olursam ne olacak? 'Kusura bakma, sevdiğim birini buldum.' Karşımdakine saygısızlık değil mi bu? Peki ya ben başkasını sevmeye başlamışken o da beni gerçekten sevmeye başladıysa? Kimsenin hayatını karartmayacağım, hayır."

Sonra da gidip varlığımdan bile haberi olmayan birine tutuldum zaten.

A: "Bu yüzden sevgilin yok işte. 'Benim üzülmem daha iyi.' Senin için olay bu, değil mi? Mazoşistliği kes! Başkalarını incitmemek için kendini mutsuzluğa mahkum etmek onurlu bir tavır falan değil! Sadece bencillik bu!"

Ah, hatırladım. A'nın ikinci üniversitesiydi ve ona -her şeyden çok tiksindiği- gençliğini hatırlattığımı söylemişti.

"Öyleyse ne olmuş? Hiçbir zaman bencilliğimi ya da kötülüğümü inkar etmedim ben."

Yakama yapıştı.

A: "O zaman geceleri ağlama! 'Zaten kötü ve bencilim.' Öyle mi? Kalbi donmuş etten bir tabuta dönüşmeyi umursamıyor musun yani? Yalanına sokayım! Mutlu olmak istemiyorsan bunu kendine itiraf et!"

"İstemekle mutlu olunmuyor! Zevkten mi yalnızım sanıyorsun? Ben çok istediğim için her gün ruhum intihar ediyor, öyle mi? Başkası beni istemezken ben ne yapabilirim, bu konuda da bir fikrin var mı Ulu Bilge!"

A: "İstemekle mutlu olunmuyor, bir yere kadar haklısın ama sorun zaten senin mutlu olmak istememen! Gidip gidip ya varlığından haberi olmayan ya da sana asla bakmayacak kızlara ilgi duyman da bu yüzden zaten! Onlara ilgi duyuyorsun çünkü sana karşılık verebilecek birine ilgi duyacak olursan sorumluluk alman gerekecek ve mutlu olma ihtimalin olacak, mutlu olmaktan korkuyorsun sen! Mutsuzluğunla mutlusun resmen!"

"'Hayat yaşamaya değer.' Bunun kadar nefret ettiğim bir laf yok. Zaten mutlu olamayacaksam mutsuzluğu istemenin nesi yanlış! Elindekiyle mutlu ol, bütün inançlar ve kültürler bunu der ama elimdeki mutsuzluksa ne yapabileceğimi neden söylemiyorsunuz!"

A: "İyi, git intihar et o zaman!"

"Onu bile yapamayacak kadar korkaksam eğer ne olacak? Lafla gelme bana! Güzel bir şey olacağı yok işte, benim de elimden bir an önce ölmek istemekten başka bir şey gelmiyor."

A: "Zayıflığını kendine kalkan yapanlardan daha çok tiksindiğim hiçbir şey yok. Mesele bu, değil mi? 'Duygularımdan emin olmalıyım.' Bunu beklediğin kişinin varlığından haberi var mı sence, ha?"

"Bana bağırarak kendine olan nefretini azaltamazsın! Sen de benden farklı değilsin, farklıymış gibi davranma!"

A: "Farklı olmadığım için seni kendine getirmeye çalışıyorum! Boş bir kabuk olarak mı hayatına devam etmek istiyorsun yani!"

"İstemiyorsam bile öyle olacak zaten! O zaman ben de isterim!"

A: "Senin için tek bir dileğim var, dünyanı alt üst edecek bir kız bul. İşte o, kendi kendini kurtarmaktan aciz olan senin kurtarıcın olacak."

Ayağım takılınca Düzen Bürosu'na kadar geldiğimi fark ettim. "Dünyamı alt üst edecek biri" demek... Evet, kesinlikle Kyouka. Eve gidince ona teşekkür etmeliyim veya sadece mesaj atayım. Sadece "Teşekkürler" diye bir mesaj atsam ay ışığım endişelenir. En iyisi arayayım, sesini de duymak istiyorum zaten.

Diğer Bölümler İçin

28 Kasım 2020 Cumartesi

Ejderha ve Mühür ~ 20. Bölüm: Mısır ve Ayzıt

Diğer Bölümler İçin

Düzen Bürosu'na girer girmez Lider, elime bir turistle ilgili bir dosya tutuşturdu. Düzen Bürosu şehre giriş çıkışları da ayarlıyor ve diplomatik ziyaretler gibi özel şeyler haricinde bu olay hiçbir ofisin görev tanımına dahil olmadığından doğal olarak 7. Ofis'in üstüne kalıyor. Yalnız elimdeki dosyada şehre geleceği söylenen kişi oldukça ilginç, sanırım bu yüzü bembeyaz kesilmiş Ezail'i ve sabahın köründe burada ne aradığını da açıklıyor. Etrafta "Allah'ın ezası" adıyla gezen birini bu hale getiren turist kim olabilir sizce? Belgede şöyle yazıyor:

Adı: Ra

Sınıf: Tanrı

Geliş sebebi: Canının istemesi.

"Mısır panteonu en kibirli olandır."

Bir an için kulaklarımda bana tinler hakkında ders veren hocanın sözleri yankılandı. Mısır panteonunun tinleri açık ara en güçlü olanlar ki kibrin bir kısmı da bundan kaynaklanıyor, yine de Ezail -kovulmuş bile olsa- bir meleğe göre biraz fazla korkmuyor mu? Üstelik bu belgeye sınıfını "ruh" olarak yazması gerekirken tanrılık iddia eden birine katı olmalıydı ama sadece korkuyor.

Ezail: "Hayır, olamaz, olamaz... Mümkün değil..."

Neden bahsettiği hakkında bir fikrim var aslında ama yine de sordum.

"Sorun ne? Daha önce Zeus da gelmişti."

Ezail: "Ra... Ra öldü."

"Tinler ölse de anında reenkarne oluyorlar, tabii adları hatırlanıyorsa. Ben de Zeus'u öldürdüm."

Bu arada tinler evlerinde reenkarne olur. Roma-Yunan panteonu için Olimpos Dağı, İskandinav panteonu için Yggdrasil'in dünyaya köklerini saldığı yer.

Ezail: "Hayır, hayır, öyle değil."

Bir an için derin bir nefes aldı.

Ezail: "O gece Mısır'dan geçeceğim. Mısır'ın bütün ilahlarını yargılayacağım. Ben Rabb'im."

"Tevrat'tan değil mi bu? Çıkış bölümü. Gerçi eksik okudun."

Ezail: "Bu gerçek, atladığım kısım da dahil olmak üzere geri kalanı hakkında bir şey söyleyemem ama bu O'nun sözü. Tanrı'nın Eli sadece yaratmaz, geri döndürülemez şekilde yok edebilir de. O gece Yaratıcı bütün Mısır panteonunu katletti. Bunu hiçbir meleğe bırakmadı; ne İsrafil'e ne Azrail'e ne Dumah'a ne de diğerlerine... Bizzat kendi katletti onları, Mısır panteonu yok oldu. Ra... Ra olamaz, olmamalı. Olduysa vakit yaklaşmış demektir."

"Neyin vakti?"

Ezail: "Güneş... Güneş hâlâ doğudan doğuyor, yaşam çiçeği henüz açmadı. Otorite Dabbe'de değil, Mesih ve Samael henüz savaşmadı. Ruhların kalpleri hâlâ görüyor."

Evet, tahmin ettiğim gibi kıyametten bahsediyor. Son dediği şeyin ne olduğu hakkında bir fikrim yok gerçi.

Lider: "Konuşmanız bittiyse, başka biri daha var. Aslında ona tam olarak turist denemez, hem bundan hem de başka bir sebepten ilgini çekeceğini düşünüyorum."

Yine başıma bir sürü iş alacağım kesin. Of ya, Kyouka'dan beri şansım artmıştı halbuki.

Lider: "Bence söylemesem daha iyi, Göl'e git; orada bekliyor."

"Hangi göl?" Sırf gıcıklığına bunu sorabilirdim, yine de dediği şeyler beni biraz meraklandırdı ve paniklemiş Ezail ile aynı ortamda kalmak beni geriyor, o yüzden şehrin çevresindeki tek göle (aslında bir tane daha var ama oradan bahsetse deniz derdi) gittim. Kendisi kutsal bir göl, şaşırtıcı olmasa gerek. "Ay Gölü" deniyor, beyaz kumu geceleri yeryüzündeki ikinci bir aya benziyormuş. O gölü gece gördüm aslında, tabii uzaktan gördüm ama bence aydan çok ay ışığını yansıtan gümüş bir hedef tahtasına benziyor. Gölün kenarında... Bir kadın bekliyordu. Su perisi değil, bütünüyle kutsal ve göksel bir aurası var. Tin falan sanırım, bu elimdeki seçenekleri daraltıyor; korkumu da azaltıyor. Başında beyaz bir börk var, omuzlarını açıkta bırakan elbisesinin üstüneyse yine beyaz bir atkı atmış. Başındaki börkten ayağındaki çizmelere dek üzerindeki her kumaş parçası kuğu tüyünden yapılma. Taktığı deri heybeden altın rengi bir kitap seçiliyor. Bu kişiyi tanıyorum, çok iyi tanıyorum: Ayzıt, Türk-Moğol panteonuna bağlı güzellik tini. Daha doğrusu aşk ve güzellik tini.

"Ayzıt Hanım... Sizi buralarda beklemiyordum."

Ayzıt: "Ben de seni seven birinin olacağını beklemiyordum, Kam Erlik'in derisi."

Bu konuyu mu açıyorsun? Yalnız seviyem gitgide düşüyor ha: Varis, beden, deri...

Ayzıt: "Konuya dönersek, seni tebrik etmeme izin ver."

Ayzıt Hanım beklediğimden daha soğuk biri. Ya da Kam Erlik'in torununa karşı mesafeli, Umay Ana'nın emirlerini umursamayan adamın torunu için kibarlığa gerek duymuyor.

Ayzıt: "Cidden ama ya... Artık durumun beni de üzmeye başlamıştı."

Bir anda yavru kedileri seven liseli kızların girdiği türden bir karaktere büründü. Aslında ondan beklediğim karakter buydu, o yüzden değişimin aniliği dışında pek de şaşırdığım söylenemez.

Ayzıt: "Senin için ne kadar uğraştığımdan haberin var mı? Çocuklarının olması Gökyüzü açısından biraz önemliydi de. Yine de bir türlü işin olmuyordu, inanılmaz! Tek başıma da uğraşmadım; bir sürü farklı tinden destek aldım. O kendilerini insanlara tanrı diye tanıtan kibirli, kafir panteonlardan bile destek aldım! Yine de bir şekilde mal gibi kalmayı başardın."

Tavrını zerrece değiştirmeden bana hakaret etme aşamasına geldi.

Ayzıt: "Bir türlü, bir türlü... En son dua edip meleklerden yardım istediğimde çağrıma Samael cevap verip seni öldürmemi ve mührün Yaprak ya da Cengiz'in çocuklarında çıkmasını ummamı söyledi."

"Yani, sonuç olarak... Tatlı ve iyi bir eşim var."

Ayzıt: "Evet, hiç beklemediğim şekilde seni gerçekten seven biri."

"Ne demek 'hiç beklemediğim şekilde'?"

Ayzıt: "Daha önceki duyguların ve yakınlık kurduğun kişiler için ne kadar uğraştığımdan haberin var mı? Onların kalbini sana doğru itmemize rağmen sende sevilesi bir şey bulamadılar, sonra o kız bizim ilgi alanımız dahilinde bile değilken bir anda bunlar oldu. Araştırmam gösterdi ki Ookuninushi için de eşinin başka bir kadim şaman ailesinden biriyle birliktelik kurması önemliymiş, siz bir araya gelince ve o kızın da sana duyguları olunca hemen işleri düzenlemiş. Eşinin Tsukuyomi-no-Mikoto'nun soyundan geldiğini biliyor muydun? Yok, hayır; öyle değil. Mizu-no-Miko, Tsukuyomi'nin bir insandan doğan kızı. Eşin muhtemelen kami soyundan geldiğini bilmiyordur, gizlemeni rica edeceğim yoksa Amaterasu beni öldürür. Reenkarne olurum tabii, ben bir doğu tini olarak kami olan Amaterasu'dan üstünüm ama yine de öldürülmek, yaşamak istediğim bir deneyim değil."

"Kader" amma da garip bir şey. Ay ışığım, ayın hükümdarlarından birinin soyundan geliyor demek. Gece ve ay bağlantısı bütün hayatımı etkiliyor, şimdi de karşımda Rabb-ül'âlemîn tarafından öldürülmüş olması gereken "Güneş ve Işık" Ra var. Bak şimdi aklıma geldi, Kayra Han "kozmik plan işliyor ama buna laf edenler olabilir" derken böyle bir durumu kastetmişti herhalde.

"Bu kadar tek tema üstünden gitmek sinirimi bozuyor. Neyse, Ookuninushi işe dahil olmasaydı ne yapacaktın?"

Ayzıt: "En son Kardelen'i itmeyi düşünüyordum, sana sevgi besleyebilecek tek kişi oydu."

"Azıcık susar mısın? Midem bulandı da..."

Ayzıt: "Neden? Sevimli bir kız, tam senin tipin değil mi?"

"Kardelen'i ablamdan farklı görmediğimin farkında mısın? O Altın Kitap ne işe yarıyor acaba?"

Ayzıt: "Soruma cevap vermediğin için 'evet' dedin varsayıyorum, o kız da işe yaramazsa Yaprak'ı da itmeyi düşünüyordum."

"İğrençleşme lan! Yasa buna izin vermiyor ayrıca, farkında mısın?"

Ayzıt: "Yasa izin verse sorun olmayacak mıydı yani?"

"Bilirsin, bu tür şeyler biraz da topluma ve dünyaya bağlı. Bunun normal karşılandığı bir toplumda doğup büyüseydim sorun olmazdı. Yine de bu, o kadar ileri gitme hakkını sana vermiyor; haksız mıyım?"

Ayzıt: "Durumunun dışarıdan ne kadar acınası gözüktüğünün farkında değildin herhalde? Eve gidince hanımına benim için de teşekkür et, bizi büyük bir yükten kurtardı. Kam Erlik'in ikinci annesi, demek."

E, tamam... Eğer Kam Erlik benim bedenimde dirilecekse burada önemli bir sorun var.

"Bu... Beni kim yapıyor?"

Ayzıt: "Bana iğrençleşmememi söyleyip öyle şeyler mi düşünüyorsun? O zaman o durum da çok sorun olmazmış."

"Dediklerin başka türlü yorumlanamıyor ki! Kam Erlik'in derisi ben olacaksam ve ikinci annesi de Kyouka olacaksa bu ikimizi ne duruma sokuyor? Neyin peşindesin lan sen?"

Ayzıt: "Gerçekten Kam Erlik'in dirilişine dair her şeyi neden unuttunuz ki? İkinci Anne fiziksel bir bağ değildir. Sevgi, şefkat ve hocalıktan oluştan bağdır. Bu tam olarak ikinizin evliliğini tanımlıyor, haksız mıyım?"

Değilsin, yine de bu terimi kim bulduysa onu fena bir benzetmek istiyorum. Kesin Sungur Ata'dır, isimlerin vericisi. Bula bula bunu mu buldun?

Ayzıt: "Bir de Freud'a bana ettiğin kadar laf etmedin."

Freud karşıma geçip eşim hakkında zevzek zevzek laflar etmediğinden olabilir belki? Neden çoktan ölmüş adama kitaptan okuduğum teorileri üzerinden söveyim? Tahmin edersiniz diye söylemeyecektim ama evet, şaman eğitimim psikoloji eğitimi de içeriyordu. Pek ilgi alanıma girmiyor, o yüzden bazı temel ve genel geçer şeyler dışında pek bir şey bildiğim söylenemez. Zaten bir doğu tini neden batılı bir nöroloğun fikirlerinden haberdar tam olarak?

"Peki, bu kadar mı?"

Ayzıt: "Evet, bu kadar. Ha, bir de: Benim için kendine Ezail diyen kişiye söyle, zaman yaklaşıyor. Teñri artık kafesin kapağını açmasını emrediyor. Erlik yeryüzüne gelecek."

Ne diyorsunuz siz ya? Ezail de saçma saçma konuştu, şu rüya da var. Beni elçi olarak kullanacaksanız konunun dışında bırakmayın bari. Arkamı dönüp giderken bir an için döndüm.

"Ayçiçek'i de bana doğru ittirdin mi?"

Ayzıt: "Durumunun ne olduğunu sanıyorsun sen? O kız ilk aşkındı, tabii ki ittirdik! Tanrı'nın hakkı üçtür, neyse ki daha fazla seninle uğraşmama gerek yok."

"Üç, demek... Daha fazlası zaten olmayacaktı. Kyouka olmasa kalbimi mühürlemiştim."

Ayzıt: "O senin kontrol edebileceğin bir şey değil, mühürlü bir kalbin olması işimizi biraz zorlaştırırdı da."

Göğe baktım iç çektim.

Ayzıt: "Ben tam buradayım."

"Evet, evet... Her neyse."

Hepiniz, hepiniz kafamı çorba etmeye ant içmiş gibisiniz. Eve gidip Kyouka'nın dizlerinde uyuklamak istiyorum ben ya, neden bilmiyorum ama üstüme çok fazla sorumluluk yüklenmiş gibi hissediyorum. O kadar güçlü biri değilim ki ben, üstümdeki ağırlığı devirmeden ayağa kalkamam.

"Bunu gayet iyi bilmiyor musun sanki?"

Son kez göğe bakıp bu sözleri fısıldadım. Hafif hafif kar yağmaya başladı. Doğru ya, çoktan Aralık ayındayız. Günlük hayatta saat ve tarihle pek işim olmadığından sadece cadı saati ve gündönümleri gibi büyüsel açıdan önemli şeyleri fark etmem yetiyor, kış gün dönümü yaklaşıyor demek...

Diğer Bölümler İçin

25 Kasım 2020 Çarşamba

Ejderha ve Mühür ~ 19+3. Bölüm ~ 7. Ekstra: Arkadaşlar ve Hayranlar

Diğer Bölümler İçin

Bu hatırat iyice karıştı, bir istisna yapıp bunu önceye alıyorum. Ryouma (kendisine öyle denmesini istiyor, muhtemelen yaşı gereği benden nefret ediyor olmasının payı var bunda) beni tuhaf bir "erken aile tanışması" için kullandı ama Kyouka'ya haber verdi mi acaba? Bence vermeli. Şu sıralar benimle pek konuşmuyor ama 17 yaşındaki bir erkek çocuğunun babasından nefret etmesi garip bir şey olmadığından şimdilik ilişmiyorum. İkizler arkadaşları için canla başla evi hazırlıyorlar, elimi bir şeye sürmemem konusunda Ryouma tarafından uyarıldığım için oturup onları izlemekle meşgulüm. Ryouma ve Nehir'i böyle panik içinde ve çocukluklarındaki gibi uyumlu çalışır halde görünce aklıma ikisinin doğduğu gün geldi. Heyecandan yerimde duramıyordum.

Hemşire: "Kyouka hanımın eşi siz misiniz?"

"Evet."

Çok ani kalkmıştım, az daha tekrar hastane sandalyesine yığılacaktım.

Hemşire: "Tebrikler, bir oğlunuz ve bir kızınız oldu."

"Görebilir miyim? Onları ya da annelerini."

Hemşire: "Tabii. İsim düşündünüz mü? Ah, şey, bizim doğumcular arasında ilk çocuğunuzun ismi hakkında bir geyik döner de."

"Ehehehe... Hikayeler abartılmıştır eminim ama uydurma değiller, keşke öyle olsalardı. İsimleri uzun zaman önce belirlemiştik, o zamanlar iki farklı cinsiyetteki ikizler olmalarını beklemiyorduk gerçi."

Odaya girdiğimde Kyouka biraz panikti, bebekleri görünce nedenini anladım. Ryouma'nın kahverengi saçları vardı ama Nehir'inkiler kızıldı.

Kyouka: "Bak, gerçekten... Gerçekten senden başkası..."

"Sakinleş."

Gidip muhtemelen doğum hormonlarından dolayı kafası olması gerekenden fazla karışmış Kyouka'ya sarılmıştım, başka şartlar altında Kyouka bu konuda çelik gibi sağlam ve kaya kadar kendine güvenli dururdu, şaka yollu bile en ufak imaya izin vermezdi.

"Biraz daha panik olursan gerçekten bir şeyler yaptığını düşünmeye başlayacağım ama Nehir'in saç rengi benden geliyor."

Kyouka kendine gelince ilk cümlem yüzünden cezalandırılacağımı cümle bitmeden önce fark etmiştim, nitekim öyle de oldu. Kyouka'nın intikamları acıdan çok tatlı oluyorlar gerçi, özellikle onun için bana kestiği ceza hayatımın en güzel anlarındandır hâlâ. Hiçbir şey Gece'nin doğumunu geçemez gerçi, elim ayağıma dolaşmıştı o zaman da.

Kyouka: "Hm?"

"Kızıl saçlı doğrudan atalarım vardı, aslında birkaç istisna dışında neredeyse tüm dünyadan temel fonetik özellikler var kanımda, yeşil göz, mavi göz, sarı saç, kehribar göz, beyaz ten, esmer ten... Aslında sende de varmış, çekinik gen bu sonuçta; kayıt tuttuysanız soyağacında böyle bir şey belirtilmiştir. Bunun dışında: Saçlarındaki desenleri fark etmedin mi?"

Kyouka: "Desen mi?"

"Saçı kuru sonbahar yaprakları gibi desenli, Toprak Mührü'ne sahip olduğunun işareti bu; aynı zamanda sana güvenmem için bir kanıt. Aslında kardeşinin saç rengine bakarsak Toprak Mührü, tıpkı benim siyah olması gereken saçlarımı yeşile boyadığı gibi Nehir'in saçlarını da kızıla boyamış olabilir. Zaten yaprak desenleri ya da kızıl saçlı atalarıma ait bilgim olmasa bile senden şüphe edebileceğimi nasıl düşündün ki?"

Kapının çalmasıyla kendime geldim, Nehir ve Ryouma gelen kişiyi çekiştire çekiştire içeri getirdiler, ben de gidip sarıldım.

"Hoş geldin. Yalnız, kardeşlerin sana bayağı düşkün; zamanında beni başından atıp onlara musallat etmeye çalıştığını bilmiyorlar tabii."

Gelen sevgili misafir, kızım Gece güldü, tam tahmin ettiğim gibi 20 yaşındaki Gece aynı tanıştığımız sıralardaki Kyouka gibi görünüyor -ve onun gibi gülüyor.

Gece: "Bayağı hararetli bir ortam. Ne iş?"

"Ryouma'nın onun sevgilisi olduğundan haberi olmayan bir sevgilisi varmış da; tanıştırmak için hazırlık yapıyor."

Gece: "İkizlerden erkek olana en kötü genlerini vermeyi nasıl başardın?"

"Ben de merak ediyorum ve bu biraz da onun suçu, iyi genleri kapmaya çalışsaydı; hepsini gidip kardeşine kaptırdı. Belki de sırf önce doğan o olduğundan abilik yapası gelmiş ve onları Nehir'e paslamıştır."

Gece: "Annem nerede?"

"Bazı işleri var, hâlâ kasabada ama; arasan bulursun. Yakında da gelir zaten."

Gece: "İkizler ne kadar büyümüş böyle. Bu arada yakın zamanda damadınla da tanışman gerekiyor."

"Bildiğim kadarıyla Nehir'in sevgilisi yok."

Gece: "Baba, hadi ama."

"Onaylamıyorum."

Gece: "Kim olduğunu bile bilmiyorsun daha."

"Kim olduğu umurumda değil, seni üzebilecek kimseyi kesinlikle onaylamıyorum, tamam mı?"

Gece: "Şimdiye kadar beni hiç üzmedi."

"Sonrasında üzmeyeceği anlamına gelmez."

Gece: "Yeni Sekizlerden olduğunu söylesem fikrin değişir mi?"

"Hangi şerefsiz o, hemen yapılanmadan atacağım onu. 'Kızıma göz koyan şerefsiz hanginiz veya hanginizin tanıdığı?' Evet, sonraki kurultayın konusu bu olsun."

Gece: "Baba, daima senin sevgili kızın olarak kalacağım ama artık o küçük kız değilim; bir sal beni."

"Seni çekici bulan hiçbir sapığı onaylamıyorum, tamam mı?"

Gece: "Çekici değil miyim yani? Öte yandan nişanlım sapık falan değil."

"Hayır, bütün erkekler sapıktır. Ve çekici olmadığını söylemedim, baban olarak sağlıklı bir karar vermem zor gerçi."

Gece: "Sen de erkeksin."

"Evet, istisna olduğumu söylemedim zaten. Dur, nişanlın mı? Benden habersiz nasıl nişanlanabiliyorsun?"

Gece: "Sen annemle onun ailesini tanımadan nişanlandın, değil mi?"

"Tanışmaya giderken evlilik teklif ettim, o sayılmaz."

Gece: "Tamam, ben de tanıştıracağım işte."

"Seninle aynı yatakta yatmayı, seni çıplak görmeyi ve bedenine dokunmayı hayal eden kimseyle tanışmayacağım, tamam mı?"

Gece: "Saf, masumane duyguları olmadığını nereden biliyorsun ki? Hem mesele buysa üçünü de çoktan yaptı zaten."

"!"

Gece: "Hahahaha! Sakin ol, elime dokundu sadece."

Sonrasında fısıldadı.

Gece: "Ve dudağıma; diğer ikisini yaptığı doğru ama."

"Seni duydum! Gerçekten o şerefsizi öldürmeye gidiyorum, adres ver!"

Ryouma: "Abla, baba; ben neyse de kardeşimin önünde yapmamanız gereken tartışmanız bittiyse neredeyse gelirler."

Gerçekten bu çocuk sadece birkaç dakika önce doğduğu için abilik yapma isteği mi duyuyor? İkizlerin arkadaşları geldiğinde... Evet, kim olduğunu hemen anladım. Gidip tam olarak 17 yaşındaki benim tutulabileceğim bir kız bulmuş, Kyouka olmasa ve aynı yaşta olsak şimdi de tutulabileceğim aslında, en kötü yanlarımı miras almışken ileride de benden nefret etmesi muhtemel. Bu çok da kötü bulduğum bir özelliğim değil gerçi, var olan en tatlı kızla kutsanmamı sağladı sonuçta. Ryouma'yı kenara çekip gösterdim.

"Oradaki değil mi?"

Ryouma: "Nasıl hemen anlayabiliyorsun?"

"Tam olarak benim kadın zevkimi miras almışsın, nasıl fark etmeyebilirim? Annene söyleme."

Ryouma: "Kesinlikle söyleyeceğim."

Neyse, Ayçiçek'i bilen Kyouka onunla şu anda yakın arkadaş olduğuna göre çok da başımı ağrıtmayacaktır. Bu arada, evet... Bu çocuğun hali gerçekten içler acısı, kızın yanında girdiği salak haller benim için ekstra utanç kaynağı. Yalnız kız rahatsız olmuş gibi değil, belki bir şansı olabilir. Tekrar kapı çaldı, ikizler ve arkadaşlarının beklemediği anlaşılıyor.

"Hoş geldin canım."

Gelen misafirin kulağına eğilip fısıldadım.

"Oğlunun büyüdüğünü görmek duygusal olabilir ama ağlamamaya çalış, tamam mı?"

Kyouka: "Yine ne saçmaladığını bilmesem de duygusallaştın mı sen? Ryouma'ya karşı mı?"

"Babasıyım ben onun, tabii ki duygusallaştım."

Kyouka içeri girdi, Ryouma'yı, yakın durmaya çalıştığı kızı ve havalı davranmaya çalışmasını gördü.

Kyouka: "Ha, mesele buymuş. Bu çocuğun senden nefret etmesinin yaşından dolayı olduğundan emin misin? Nehir'le aranı düzelttin tamam ama... Ne kadar kötü özelliğin varsa Ryouma'ya aktarmışsın, bu gidişle yalnız ölecek."

"Ben seninle kutsandım ama."

Kyouka: "Ben istisnayım, sen de öylesin."

Ryouma: "Eee, evet... Baba, anne, abla. Bunlar, evet... Arkadaşlarım, çoğu okuldan."

Hepsi okuldan değil yani? Yine de bu konuyu sorgulamayacağım. Ryouma hepsini tek tek göstererek tanıttı, kimden başladı sizce? Kızın adı Gökçe'ymiş.

Gökçe: "Şey, ben... Büyük hayranınızım."

Tamam, gerçekten Ryouma konusunda sorumluluk kabul etmiyorum artık! Nefret ettiği babasına hayran olan bir kıza tutulmak, tam benlik, dolayısıyla onluk bir hareket. Allah da benim belamı versin, ne diyeyim? İstemsizce içimden geçirdiğim bu sözün dua olarak algılanıp Ezail'in -şaka yollu takılmak için bile- gelmediğini teyit ettikten sonra Gökçe'ye döndüm ama... Hayranlarla nasıl baş edilir bilmiyorum ki! Sahne korkum var benim!

Gökçe: "İmza... Alabilir miyim?"

Amma heyecanlı.

"Tabii."

Desem de neye imza atacağım ki? Neyse ki kendisi beni bu dertten kurtarıp bir parça kösele deri çıkardı.

Ryouma: "Gökçe'nin ailesi dericilikle uğraşıyor."

Hadi canım? Ben de herkesin yanında kösele deriyle dolaştığını sanıyordum. Ve az önce elin ayağına dolaşıyordu, havalı davranmaya çalışmayı kes! Aptal gibi görünüyorsun. "Aşık bir adam aptal bir adamdır." Bu benim sözümdü, doğru.

Gökçe: "Şey, şey... Kyouka-sama'yla nasıl tanıştınız?"

Ryouma'ya baktım ama kafa salladı, şehirde Kyouka'ya -sama saygı ekiyle mi hitap ediyorlar ki? Göğe bakıp gülümsedim.

"Canım, bu senin de bilmediğin bir hikaye. Anlatayım mı?"

Kyouka: "Benimle ilgili kısımlarda destek veririm."

Ve anlatmaya başladım:

Puklinya'daki ilk günümdü. Beni bu işe sürükleyen uzak akrabamın önceden ayarladığı eve eşyaları öylece koyup hemen Düzen Bürosu'na gidip kaydımı onaylamak için dışarı çıktım. O akrabanın, Samur neslinden Börteçine oğlu Börühan'ın beni götürmesini bekliyordum aslında ama ev Puklinya'da çalıştığı sürede kendi eviymiş ve hem evin devri hem çıkış işlemleri hem de onlarla ilgili birkaç başka şey için başka yerlere gitmesi gerekiyormuş. Sonuç olarak şehir içi yer yön duygusu pek olmayan biri olan benim elime bir harita tutuşturup defolup gitti. Puklinya gibi dağlarla çevrili, nispeten küçük bir şehirde kaç kez kaybolabilirsiniz sizce? Üçüncü sefer yanlış yola girdikten sonra pes ettim ve dağlara çıkıp sonra inerek gitmeye karar verdim. Az öncekinden sonra bunu söylemem gerçekçi gelmeyebilir ama ormanlarda yönümü daha kolay buluyorum.

Kyouka (Anı dışı): "Doğru söylüyor, ilk seferinde ben de şaşırmıştım ama şehirde kaybolup ormanda kaybolmuyor."

Neyse, dağlara çıktım; iyi ilerliyordum, sonra karşıma tuhaf bir tip çıktı. Her tarafından çaputlar sarkan gri, yün bir elbise giymiş, bir bastona dayanmış, saçı bin yıldır yıkanmamış gibi duran yaşlı bir nine. Böyle kişilerden korkun, illa bir terslik vardır.

Nine: "Nereye gidiyorsun, benden dilek dilemeden buradan geçemezsin."

"Sen nesin? Auran insan gibi, çığlık atıyor ama yine de insan gibi."

Nine: "Bir çeşit... Cadı.. Değil de 'Bögü' olduğumu söyleyebilirsin."

Bögü, şaman ve cadı arasında bir büyücüdür; daha çok üfürükçü ve düğüm büyücüsüdür aslında. Eğer Kuran'ı okumuş olanınız varsa, Felak suresinde "E'n-neffesati fil ukad" yani "Düğümlere üfürenler" olarak tanımlanırlar, daha çok "Düğümlere üfüren üfürükçüler" diye çevrilir. Her neyse, bögüler genelde kötücül ya da kötücüle yakın büyücülerdir, tarzları budur; günümüzdeki "cadı" algısının aksine aslında tarihin başında cadılar daha çok iyilikle özdeşleştirildi ve sonrasında bile "Ak Cadı" denen iyicil ya da kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan cadılar boldu. Gerçi bunu siz Puklinya çocuklarına söylememe gerek yok.

"Evet, kaç ruhu çaldın şimdiye dek? Ne istiyorsun?"

Nine: "Benden dilek dilemeden buradan gidemezsin."

"Ruhumu sana teslim etmemi istiyorsun yani? Hayatta olmaz."

Nine: "Sadece çaput bağla, ben de geçmene izin vereyim."

"Ruhumu yakabilecek birine dilek çaputu teslim etmeyeceğim, tamam mı?"

Tabii ninenin ikna olmayacağını biliyordum, o yüzden kaçmak için hazırlık yaptım. O cazip bir teklif düşünürken yanından sıyrılıp kaçtım, çok kaçamadım ama. Sarmaşığın tekine takılıp düştüm, muhtemelen o bölge ninenin hazırladığı tuzaklarla doluydu ama o sarmaşık onlardan biri miydi emin değilim tabii. (Gülüşmeler.) Dağın eteklerine doğru yuvarlandım, Allahtan buna dair hem eğitimim hem de merakım vardı; pek hasar almadım. Kıyafetlerim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim elbet. Sonrasında bir kara kedi, bir kara köpek, bir siyah kuğu, bir de penguen -evet, bildiğiniz penguen- tarafından kovalandım.

Gökçe (Anı dışı, doğal olarak): "Kedileri sevdiğinizi düşünüyordum?"

(Hatırat dışı) "Seviyorum, sinekler ve hamamböcekleri dışında bütün hayvanları seviyorum. Tam da bu sebepten hangi hayvanın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum, kediler kesinlikle tehlikeli. Kuyruklarıyla adam dövebilmeleri bir yana dört pençeleri ve bir de keskin dişlerle dolu ağızları var. Hatırata devam ediyorum."

Nihayet kovalanmalarım beni 3. Cadde'nin oralardaki Şinto tapınağına getirdi. Haritada yakın olduğumu teyit ettikten sonra, tapınağın sekisini süpüren inanılmaz sevimli bir kız gördüm; o güne dek gördüğüm en şirin şeydi, hâlâ da öyle.

Kyouka (Anı dışı): "(Güldü) Romantizm kasma da anıya devam et."

Öhöm... Devam ediyorum: Gördüğüm anda "Lütfen kişiliği iğrenç olsun, lütfen kişiliği iğrenç olsun..." diye içimden dua etmeye başladım, bir de kişiliği iyi olursa onunla aynı ortamda üç saniyeden fazla kalmanın benim açımdan iyi olmayacağını düşünüyordum, şimdiye kadar gördüğüm en şirin şey bir de iyi biri çıkarsa... Sanırım Kyouka'dan önce aşk konusunda ne kadar şanssız olduğumu bilmeyen yok, o yüzden iyi biri çıkarsa farkında bile olmadan, tam olarak iyi ve nazik biri olduğu için ağzıma sıçacağını düşünüyordum. Daha önce hep öyle olmuştu, biri dışında; o doğrudan bilerek yaptı muhtemelen ama kim olduğunu çocuklarımın önünde söylemeyeceğim, Kyouka biliyor zaten. (Ryouma tam olarak kimden bahsettiğimi anlamış gibi bakıyor, "tanıştırmam lazım" diye haberi bile olmadığı halde getirdiği kızı görünce bu çok da şaşırtıcı olmaz aslında.) Yine de yol sormam lazımdı, kötü bir kişiliği olduğunu da teyit etmiş olacaktım, sormak için elimi kaldırdım ama sonra indirdim.

Nehir (Anı dışı, doğal olarak): "Neden?"

Üç sebepten: Birincisi, sosyal anksiyetem var. İkincisi anadilinden emin olamadım. Şinto tapınağında olduğu için Japon olduğunu tahmin ettim ama ya başka millettense? Üçüncüsü... Japonca olarak yön tarif etmeyi ya da yol sormayı bilmiyorum, Çincenin dört farklı lehçesinde -Standart Mandarin, Şangay Wu'su, Standart Kantonca ve Jin Çincesinde- sorabilsem de eğer Japon, hatta Koreliyse bile Şinto miko'sunun Çince bilmesi gerekmiyor, Çin, Çinliler ya da Çinceyle hiçbir ilgisi olmayan bir inanç sistemi sonuçta. Şey, açıkçası... Kişiliği iyi de olsa kötü de olsa beni bütün Uzakdoğuluları aynı tutan bir tip olarak görmesi istemediğim bir durumdu, bir Türkiye Türk'ü olarak Avrupa'da bütün Ortadoğuluları bir tutanlarla benzer tecrübelerim oldu da. Sonrasında Kyouka seslendi.

Kyouka: "Türkçe biliyorum."

Aaah, o zaman hem sevinmiş hem üzülmüştüm. Bu kadar nazik ses tonuna sahip birinin kötü biri olmasına imkan yoktu, o yüzden de yol tarifini aldıktan sonra Kyouka'dan uzak durma kararı aldım. İki saniye sonra da tapınağa yaklaşıp kararımı bozmuş oldum. Yine de beni hangi dili kullanacağım derdinden kurtardığı için şükretmiştim. Neyse, sonra Düzen Bürosu'nu sordum, sonra da doğuştan şansımdan şikayet etmeye başladım. Bir an sonra fark ettiğimde tuhaf ya da yargılayıcı olmayan, hatta nazik de olmayan, sadece sıradan bir manzaraya bakan bakışlarla karşılaştım. Evet, o zamandı. Kyouka, aslında teknik olarak sana o zaman aşık oldum. Neyse, devam ediyorum.

"Ben Utpa, şamanım. Yani.. Daha doğrusu şaman soyundan geliyorum. Miko musunuz?"

Kyouka: "Evet, Mizuno Kyouka; Mizuno soyadım. Kibar konuşmaya gerek yok aslında, ben de memurum ve aynı yaşlarda gibi gözüküyoruz. İnanç Bürosu'na bağlıyım gerçi."

Yeri gelmişken Kyouka canım, tanıştığımızda 23'tün, değil mi? Ben 22'ydim. "Aynı yaşta gibi görünüyoruz." Kesinlikle o zamanlar da olduğundan genç gösteriyordun, gerçi Erlikliler içinde de olduğundan genç gösteren kızlarla çevriliydim, aile içinde yakın olduğum çoğu kişi öyle. Annem, Kardelen, Ayçiçek, ablam, başka birkaç kişi... Standart Erlikli fenotipinin parçası herhalde, hafif çekik gözler, koyu kumral saçlar ve kızıla çalan beyaz ten gibi. Demişken, bu özellikler Kam Erlik'ten değil Ozan Gökçen'den geliyor, ikisini de gördüm; Kam Erlik kesinlikle "Standart Erlikli fenotipi" ile uyuşmuyor, Ozan Gökçen ise -saçının koyu değil açık kumral olması dışında- tamamen uyuşuyor, genç göstermesi de dahil. Neyse, o yüzden bir kişi genç gösterse bile aslında o kadar genç olmadığını anlayabiliyorum genelde. Anlayamasam o zamanlarda 17 falan olduğunu düşünürdüm ya da en azından 19'dan fazla olmadığını düşünürdüm, anlayabildiğim için itiraz etmedim sana. Neyse, sonucunda biraz sohbet ettik ve kendisine güvenebileceğime iyice emin oldum, bu benim için sorundu gerçi. Neyse, işte bu kadar.

Gökçe: "Hmm... Beklediğim kadar romantik değil pek."

"Kyouka'yla sevgili olmamızı hiç anlatmayayım o zaman."

Kyouka güldü.

Kyouka: "İlk buluşmamızı anlatabilirsin bak, o gayet romantik."

Ryouma yanıma yanaştı.

Ryouma: "Aslında gitmelerini bekleyecektim ama... Ayçiçek halama mı aşıktın, cidden mi?"

"En azından ben beş yaşındayken evlenme teklif etmedim ona."

Ryouma: "Çocuktum o zaman! Oyuncak bir yüzük vardı!"

"Hâlâ çocuksun ve ortamda onun dışında kadınlar da vardı."

Ryouma kafa sallayıp kızın yanına gitti.

Kyouka: "Hiç şansı yok, değil mi?"

"Aslında var, hemen şimdi teklif etse kabul edilmek için azıcık da olsa bir şansı olabilir; yine de o azıcık şansı kaybedene kadar açılmayacak."

Kyouka: "İki adı da yüce isimler, bu çocuk neden böyle oldu?"

"Benden dolayı, üzgünüm. Gerçekten başkasını seçmeliydin."

Kyouka: "Artık gereksiz yere özür dileme diyecek takatim bile kalmadı ve başkasını istemiyorum. Boşanmak için yol mu yapıyorsun?"

"Öyle bir yolu yapmaya kalkanın kafasına dağ fırlatırım."

Kyouka: "Neyse, hâlâ sevdiğini bilmek güzel."

"Kendim ve insanların çoğu için kullanmadığım, dolayısıyla ömrüm boyunca bitiremeyeceğim kadar birikmiş sevgim var. Sen, çocuklar ve birkaç kişi için kullanıyorum işte; çoğunu sen, Gece ve Nehir için."

Kyouka: "Kendin için de kullanmayı denemelisin, Ryouma'ya da daha fazla vermelisin."

Sevginin depolanabilen bir şey olup olmadığı konusunda espri yapmasını beklemiştim aslında.

"Ryouma'ya şu anda ne kadar sevgi verirsem vereyim memnun olmayacak, onu kendi haline bırakmam sevgimi ve saygımı gösterme şeklim. Yirmi yaş civarına geldiğinde onu tekrar siz üçünüzün seviyesine yükseltmeyi düşünüyorum."

Kyouka: "Her zamanki gibi kendinle ilgili kısmı görmezden geliyorsun... Eh, neyse; aslında bu huyunu sevmeye başladım, biraz geç oldu, kusura bakma. Gece'nin işi ne oldu?"

"Ne olmuş Gece'ye?"

Annesine çoktan söylemiş demek.

Kyouka: "Bilmezden geldiğine göre söylemiş. Ben damadı onaylıyorum, biliyor musun?"

"Beni de onaylıyorsun, o yüzden... Kusura bakma ama bu konuda kararına pek güvenebileceğimi düşünmüyorum."

Kyouka: "En azından tanışıp onaylamayacaksan da sonra onaylamasan?"

"Benim sevimli, masum ve nazik kızımı sikmeyi hayal eden kimseyle tanışmayacağım, tamam mı?"

Kyouka: "Bu teknik olarak Gece'nin etrafındaki aseksüel ya da eşcinsel olmayan hiçbir erkekle tanışmayacağın anlamına geliyor."

"Öyle zaten."

Kyouka: "Kaçarak evlenmesi daha mı iyi?"

"Gelsin, tanışalım."

Kyouka: "Tanışmayacaktın hani?"

"Tanışmayacağım ama gelenekleri doğru düzgün uygulamayan kimseyi de kabullenmeyeceğim."

Kyouka: "Konuyu tamamen imkansızlaştırıyorsun, fark etmediğimi sanma. Geliyor bu arada."

Peki, mecburum sanırım. İkizlerin arkadaşları gittiğinde Nehir, neredeyse bayılacak olan kardeşini ayakta tutuyordu.

Ryouma: "İyi... Oldu mu sence?"

Nehir: "Oldu, oldu. Yarın gidip açıl."

Ryouma: "Hahahahaha! Asla olmaz!"

"Kardeşini dinle, Ryou. Şu an birazcık şansın var, uzatırsan kaybedersin."

Ryouma: "Tavsiye isteyen olmadı."

Kyouka: "Senin şu Japonca isimlerin son heceleriyle ne derdin var ya?"

Sevgili eşimin cevap beklemediğini bildiğim için Kyouka'ya değil Ryouma'ya cevap verdim.

"Hayır, tavsiye istediğini gayet net hatırlıyorum. Tam olarak benim annenizle tanışmamdan önceki durumdasın şu an."

Ryouma: "Sen o yüzden annemle kutsanmadın mı? Kendin diyorsun."

"Öyle; ama o kızı basamak olarak mı görüyorsun sen? Onunla kutsanmak istemiyor musun?"

Nehir: "Eğer öyleyse, lütfen bir dahakine saç rengi benimkinden farklı birini bul. En nadir saç rengini gidip bulmayı nasıl başardın?"

Ryouma: "Özel mi aradım yani? Denk geldi işte! Gökçe basamak falan değil ayrıca."

Vay, gözlerindeki öfkeyi ve sesindeki soğukluğu gördüm, kesinlikle -en azından şu sıralar- onunla kutsanmak istiyor. Kapı çaldı, Gece... Kime öyle sevgi dolu bakıyorsun ama ya! Geleni görür görmez yüzümü ekşittim.

"Peki, Gece. Bu herif dışında herkes olur! Kimi getirirsen kabul edeceğim!"

Gelen: "Sakin ol, Utpa amca."

"Tilki neslinden Hüddamcı Sungur. Gece, lütfen. Bunun nasıl bir şerefsiz olduğunu bilmediğini söyleme."

Kam Erlik'ten miras aldığımız klasik fesatlığa sahip, aslında çoğu Erlikliye göre iyi biri bile sayılır; yine de taviz vereceğim anlamına gelmiyor.

Sungur: "Utpa amca, gerçekten kalbimi kırıyorsun."

"Kafanı kırmadığıma dua et."

Sungur: "Eee, konu o mu bilmiyorum ama... Gece'nin istemediği hiçbir şeyi yapmadım."

"Bir de yapsaydın! Gidip bir cinle evlensene, kızıma mı göz koydun?"

Sungur: "Açılan oydu, tabii ki çekici buluyordum ama..."

Refleksleri iyiymiş, kafasına fırlattığım vazodan iyi kaçındı. O vazoyu sırf böyle bir şey gerekir diye tutuyordum aslında, Gece 18 olduğunda almıştım; sade, hatta çirkin bir vazoydu ama sevmeye başlamıştık aslında, ikiye ayrıldı sadece; çok parçalanmadı, Kyouka kintsugi yapmayı biliyorsa öyle birleştiririz zira ben bilmiyorum, o da bilmiyorsa normal bir yapıştırıcıyla veya başka bir kille falan yapıştırırız.

"Al işte! Kesinlikle onaylamıyorum."

Sungur: "Gece'nin yalnız ölmesini mi istiyorsunuz?"

"Şerefsizin tekiyle evlenmesinden iyidir."

Sungur: "Ne şerefsizliğimi gördünüz?"

"Kızımın sevgilisisin, bu yeterli."

Sungur: "Bu korumacılık değil artık, başka bir şey. Gece, baban iyi mi?"

Gece: "Muhtemelen sevdiği şeyleri paylaşmak istemediğinden."

Kyouka: "Daha kötü izah edemezdin, şimdi Utpa bu dediğinden kesinkes Sungur'a laf çakacak bir şey çıkartacak."

Of, neyse...

"İyi, peki. Kızıma layık olduğunu kanıtlarsan fikrimi tekrar gözden geçirebilirim."

Sungur: "Tamam, ne yapmam gerekiyor?"

"Kendin bul."

Benim bezgin tavrım ve Sungur'un şaşkın bakışları arasında Kyouka ve Gece kahkahaya boğuldular.

Gece: "Tam da dediğin gibi oldu."

Kyouka: "Sana derken çok emin gibi görünsem de aslında gerçekten bunu yapıp sorumluluğu Sungur'a yıkayacağını düşünmüyordum. Hahahha!"

Sungur: "Eee... Bir şey mi kaçırdım?"

"Bak, iyi fikir. Ne kaçırdığını fark et, bu ilk testim olacak."

Kyouka: "Çocuğa imkansız bir görev verme. Yapılabilecek bir şey bul, tamam mı kocacığım?"

Bu kelimeyi bu kadar nadir kullanması hasarının da çok büyük olmasına neden oluyor.

"Tamam, Ker Yutpa'nın başını getirirsen seni onaylarım."

Kyouka: "Lütfen, aşkım. Yapılabilir bir görev ver."

Yalvaran kişinin Sungur olması gerekiyordu ama ya! Sana itiraz edemediğimi biliyorsun. Kyouka gerçekten iki tarafı keskin olan ve balçağı olmayan bir bıçak gibi. Kabzasından tuttuğun sürece sorun yok; ama elin namluya kaydığı anda bitersin.

"Peki, peki... Kendin 'Gece'ye nasıl layık olabilirim?' diye düşünüp bir şeyler yap, ona göre bakarız."

Sungur: "Bunu her gün düşünüyorum ama tatmin edici bir cevap bulamadım. Saçlarında yıldızları, gözlerinde ayı, gülüşünde de güneşi saklayan kızınıza asla layık olamam."

İç çektim. Hoşuma gitmiyor ama bu Gece'yi gerçekten sevdiğini gösteriyor, cevabı önceden hazırlamadıysa tabii.

"Tamam, her neyse. Böyle bir şey dedikten sonra kızımla evlenmezsen seni öldürürüm."

Sungur yutkundu, Gece ise gülüyor.

Sungur: "Tabii, babacığım."

"Höst ulan! Onun için çok erken daha! Getir aileni tanışalım."

Neyse, en azından Sungur'un "Zaten tanıyorsunuz" deyip dememek arasında kıvranmasını gördüm, verimli bir gün oldu.

Diğer Bölümler İçin

24 Kasım 2020 Salı

Ejderha ve Mühür ~ 19+2. Bölüm ~ 6. Ekstra: Baba ve Oğul

Diğer Bölümler İçin

Merhaba, ben Ryouma. Kam Erlik soyundan Oğuz Ryouma. Küçük bir şey için araya giriyorum da. Babam şu an yapılmakta olan Zeçise'nin yakınında Yeni Sekizler başkamlarıyla görüşüyor, yanında mührün sahibi ve babamdan sonraki Yeni Sekizler ilterişi olarak ikiz kardeşim Mitsuki Nehir var.

Utpa: "İlterişlerim, beylerim, başkamlarım ve dahi vezirlerim. Buradaki Yeni Sekizlerin on iki Sekiz Oğuz beyleri, toyu başlatıyorum.

Yaklaşık yarım saat konuştular, alınan kararlardan biri de Erlikli başkamının sonraki İlteriş'ten itibaren İlteriş'e diz çöküp bağlılığını bildirmesi tahta çıkış töreninde değil, daha önce olacağı ve kurultaylara, toylara katılsa bile tahta çıkış töreninde bulunmayacağıydı.

Yaprak: "Küçük kardeşime diz çökeceğim bir günün geleceğini hiç düşünmemiştim."

Utpa: "Başka bir itiraz yoksa kurultayı sonlandırıyorum."

Dışarıda aniden beni görünce ürktü, pek yanına yaklaşmıyorum bu sıralar; doğal olduğunu düşündüğünden olsa gerek pek bir şey demedi.

"Baba, biraz... Özel konuşabilir miyiz?"

Bir şey demeden beni takip etti.

Utpa: "On yedi yaşındaki bir erkek çocuğu babasıyla özel konuşmak istiyorsa durum gerçekten ciddi demektir. Dinliyorum."

Konuya nasıl girsem ki? Kolumu sıkarken önüme bir kadeh rakı koydu.

"On yedi yaşındayım ben, farkında mısın?"

Utpa: "Ne fark edecek ki? Daha önce içmedin sanki."

Ben bir yudum aldıktan sonra devam etti.

Utpa: "Konu... İç mi dış mı?"

"?"

Utpa: "Açıklama yaptırma bana, evsel eğitim alıp gerçek bir okula gidiyorsun. Konumuz iç mi dış mı?"

"Dış."

Utpa: "Eee; annen, ablan ya da Nehir bilgisayarındaki pis şeylerini mi buldu?"

"Hayır! Gizli sekme... Ne dedirtiyorsun bana? Dış dedim hem."

Bilgisayarımın şifresini de hiçbiri bilmiyor, abi olarak Nehir'e karşı bir sorumluluğum ve onun nezdinde bir itibarım var. Sadece birkaç dakika önce doğmuş olsam da öyle.

Utpa: "Heh. Sadece gerginliğini azaltmaya çalışıyordum. Evet, adı ne?"

"Kimin?"

Utpa: "Bu konuşmayı yapmamıza neden olan kişinin! Başka neden benimle konuşasın ki?"

Bu kadar kolay anlaması hoşuma gitmiyor.

"Önemi var mı?"

Utpa: "Benim için yok ama senin için olmalı. En azından seni, yaşın gereği katlanamadığın babanla özel konuşturacak hale sokan kişinin adını unutmamalısın. Nasıl biri?"

"Çok güzel. Kızıl saçları var, biliyor musun?"

Yargılayıcı bakışlarla bakma bana.

Utpa: "Hakkında hiçbir şey bilmiyorsun yani? Kız kardeşine benzemesinden başka?"

İkiz kız kardeşim Nehir'in de kızıl saçları var ama beni neyle itham ediyorsun, baba?

"Bilsem bile neden sana anlatmak zorundayım? Saç rengi dışında hiç benzemiyorlar ayrıca."

"Onu tanımıyorsun, sadece güzel olduğunu düşünüyorsun." Söylediği bu değil ama iması tam olarak bu.

Utpa: "Değilsin... Ama şu an tam olarak neden konuşuyoruz, benden nasıl bir beklentin var ki?"

Kalbimi tuttum.

"Bu kadar acı vermesinin... Doğal olup olmadığını merak ediyordum."

Utpa: "Yaşadığını fark ettirip ölmek istemeni sağlayacak kadar yüksek olan, sanki göğüs kafesinde kor yanıyormuş gibi hissettiren acıyı mı diyorsun? Tamamen normal, evet. Biz halk arasında 'aşk' diyoruz ona."

"Bunu... Sevmem mi gerekiyor?"

Utpa: "O acı birini sevdiğinin kanıtı ama hayır, acının kendisini sevmen gerektiğini sanmıyorum. Yine de başka bir beklentin mi var benden? Annenin beni zorla sevgilisi ilan ettiğini biliyorsun değil mi, bir şeyler sormak için doğru kişi değilim. Tek bir şey söyleyeceğim: Aşık bir adam aptal bir adamdır ve aptal bir adam en büyük yıkımı yaşar."

"Ne öneriyorsun? Sosyopatın tekine dönüşmemi mi?"

Utpa: "Umudu öldür, sevgiyi öldür. Özetle evet: Eğer hayatla mücadele etmekten korkuyorsan duygularını öldür, böylece acı çekmezsin. İnsan olmaya da devam etmezsin gerçi ama ufak bir bedel, insanların bu dünyaya ne hayrı var ki zaten?"

"..."

Utpa: "Eh, başka bir aptal adamdan bu sözleri duymanın pek yararı olmayacak. Senin yaşındayken bütün bu sözler anlamsız laf salataları gibi geliyor, üstüne umudu öldüremediği için dünyadaki en sevimli kızla kutsanmış biri söylüyorsa."

"Annem bunu duysa sevinirdi eminim."

Utpa: "Gerçek bir tavsiye istersen: Sevgiyi öldüremesen bile öldürmüş gibi yap ve sanki önemsiz bir şeymiş gibi acının kaynağının yakınlarında bulun."

"Sahtekar olmamı öneriyorsun."

Utpa: "Hiçbir insan bütün gerçeğiyle var olamaz. Herkesin onaylanmayan bir şeyleri var: Kendisinin onaylamadığı, toplumun onaylamadığı, inancının onaylamadığı, yakınlarının onaylamadığı, devletin onaylamadığı... Hayat dediğin şey rol yapıp kendinden tiksinmekten ibaret, fazla vakit geçirmeden seni törpüleyecek ama dur dediğinde de duracak birini bulursan en azından bazen kendin olma fırsatı yakalarsın. Aksi halde sahtekar olmaya mecbursun. Veya gidip insanlıktan uzakta bir yerde yaşayacak ve yapayalnız, gerçek anlamda yapayalnız, öleceksin."

"İçimi kararttın."

Utpa: "Öyle mi? Senin yaşındayken hayat güzel olsa bile sevilmez, çoğunlukla zaten güzel değildir tabii."

"Birkaç... Arkadaşım gelecek, evde olmanı istiyorum."

Utpa: "Olmamamı değil de olmamı mı istiyorsun? Olmamamı isteseydin nedenini sormazdım ama şu an merak ediyorum."

"Puklinya'da biraz ünlüsün de."

Utpa: "Tabii canım, kesin ondandır. O da aralarında olacak, değil mi? Bir çeşit... 'Erken aile tanışması' istiyorsun?"

Beni bu kadar iyi anlamasından nefret ediyorum. Göğe baktı, sonra tekrar bana döndü.

Utpa: "Peki, olurum. Seni bu hale getiren kişiyi merak ediyorum zaten. Kardeşinden uzaklaşmanın sebebi de o mu?"

"Değil."

Utpa: "Evet, muhtemelen onun sebebi sadece büyümenizdir. Büyüdüğünüzü sanmanız daha doğrusu."

"Ablam da sen de neden büyüdüğümü sandığımı söylemekten bu kadar zevk alıyorsunuz?"

Utpa: "Çünkü öyle."

Diğer Bölümler İçin

23 Kasım 2020 Pazartesi

Ejderha ve Mühür ~ 19+1. Bölüm ~ 5. Ekstra: Yeni Sekizler

Diğer Bölümler İçin

Merhabalar, ben Kam Erlik soyundan Kurt Nesli'nden İlteriş Kam Ozan oğlu Kam Yıldırım. Toprak mührünün varisi, Yeni Sekizler'in sıradaki ilterişi. Atam İlteriş Kam Utpa, Yeni Sekizler birliğini kurduğunda toprak mührü, Yeni Sekizler'in yöneticisi olan "ilteriş" unvanını almak anlamına gelmeye başladı; Erlikli başkamı artık toprak mühürdarı olmak zorunda olmadığından boşa çıkmış Mühürdar'ı işe koşmak ve biraz da Erlikli başkamının Yeni Sekizler iletirişi olup aşiret içi sıkıntılarda Erliklilerden yana tavır almasını engellemek için alınan bir önlem. Babam kırk gün önce öldü, dolayısıyla etrafımda biraz sinir bozucu olan tahta çıkma hazırlıkları var.

"Önce mühürdarlar, sonra başkamlar, en son da dış temsilciler bağlılıklarını bildirecekler."

Yanımda konuşan kişi tuhaf beyaz ve uzun saçları olan biri, Arda. Kutsal Yılan Shiroryuu'nun soyundan geliyor, atam Mizuno Kyouka'nın evcil hayvanının. Mühürdarlar ateş, su ve hava (gökyüzü) mührünün sahipleridir; başkamlar ise Yeni Sekizler içindeki ailelerin liderleridir. Aslında Erlikliler dışında mühürdarın başkam olması geleneği devam ediyor. Atam Kam Utpa, Sekizler Aşireti'ni bir araya getirmeyi başarmıştı ve üstüne bunlarla ilgili başka kişileri de bulup çıktı. Verdikleri savaş... Yeryüzü hâlâ yerinde duruyor, Tanrı bize bir şans daha verdi. Veya belki de başından beri planı buydu, bozulmuş insanlığı kısmen ortadan kaldırmak; tufanda olduğu gibi. Dış temsilciler ise bir şekilde Yeni Sekizler ile bağlantılı ama onlara dahil olmayan birkaç topluluğun temsilcisidir, örnek olarak Mizu-no-Miko soyunu verebiliriz. Yeni Sekizler, şu anda karargâh olarak Puklinya yakınlarında Zeçise adlı bir köyü kullanıyor (Kam Utpa, bu ismi Zhe Qi Si'den çıkarmış; aslında Zeçisi olacakmış ama kulak tırmaladığını düşünmüş), bir Üçlü Şehir'e bağlı olan ilk yerleşim birimini. Birden karşımda gördüğüm kızla irkildim. Dünyadaki en mükemmel varlık karşımda dikilirken sakin olamam ki ya... Benden iki yaş büyük olan, kadim Mizu-no-Miko soyunun temsilcisi: Tanaka Hina, Tanaka soyadı. Her seferinde belirtiyor. Atalarımdan Mizuno Kyouka'yla aynı soydan gelen biri ve... Cidden, İlteriş Kam Utpa'nın iyi yanları da kötü yanları da anlatılagelir ama ondan bana miras kalan tek şey neden Uzakdoğulu kızlara olan düşkünlük? Gerçi Arda, "Kam Utpa'nın onları çekici bulmadığını söylesem yalan olur ama düşkün olduğu tek kişi Kyouka'ydı, bir de Gece Sora." deyip duruyor bu konu hakkında. Cidden! Ah, bir de yirmi yaşına kadar üst düzey şanssızlıkla lanetlenmemiz var; mührün bir etkisi. Veya "İlteriş Kam Utpa'nın Göçerken Dünyaya Attığı Son Kazık, Ömrü Boyunca Beklediği Gol." Toprak mührü buna neden oluyor, Venüs'ün Reddi'ni yirmilere kadar aktarıp sonra bozuyor. Tabii kendi kızı Mitsuki Nehir, o sıralarda yirmi yaşından büyük olduğundan onu etkilememiş bu durum.

Hina: "Daha evsel eğitimini bile tamamlamamış bir çocuğa diz çökmek istemediklerini söyleyenler şimdiden konuşuyor."

"Sorun değil."

Ama bunu senin söylemen, sadece elçi olsan bile, acıtıyor. Bu şanssızlık bir süre daha benimle olacak, o yüzden yirmi yaşıma gelene kadar, sadece dört sene daha bekle lütfen, tamam mı? O zaman açılacağım.

Hina: "İlteriş Kam Utpa'dan ala ala umursamazlığı aldığına inanamıyorum."

Bir şey daha varmış demek ki. Bir gün ruhunu çağırıp benden nefret edip etmediğini sormalıyım sanırım. Şu kayın ağacından, yılan şeklinde oyulmuş ve zümrütlerle süslenmiş taht beni her seferinde rahatsız hissettiriyor. Adına saray desek de büyük bir çadır ve birkaç ek bina ile kocaman bir bahçeden oluşan, Zeçise'nin ortasındaki bu yer tümüyle İlteriş Kam Utpa'nın zevklerine göre tasarlandı. Bir de Mizuno Kyouka'nın: Sevdiği kıza itiraz edemeyen erkeklerdenmiş anlaşılan benim o Kıyamet Savaşçısı, Yılan Dilli, Kam Erlik'in Ahir Zaman Gölgesi, Şifacıların En Ölümcülü, Kovulmuş Melek'in Lanetli Kutsaması, İzanami'nin Manevi Oğlu, Erlik Han'ın Favorisi, Kovulmuş Şeytan'dan Beter Günahkar ve daha niceleri olan atam. Tahta oturdum ve önümde, ayakta duran insanlara baktım. Önde üç tane, ortada sekiz tane, en arkada da birkaç tane. Benim arkamdaysa İlteriş Kam Utpa tarafından Sekizler Aşireti ve Erliklilerin Gizli Tarihi kitabının "Sekizlerin Birleşmesi ve Yeni Bir Başkam Yapılanması Üzerine: Yeni Sekizler ve Erliklilerin İlteriş Başkamı" bölümünde tasarladığı sancak yer alıyor. En öndeki üçlüden biri itiraz etti.

Kişi: "Evsel eğitimini bile tamamlamamış bir çocuğa diz çökecek değilim! Toprak Mührü bunun için yetersiz!"

Şolomsoyların başkamı Davut.

Davut: "Kanıtla o zaman!"

"Babamın kırkı yeni çıktı, biraz sakin ol. Ateş mührü mü içini böyle yakan? Tamam o zaman."

Davut bir anda yere yığıldı.

"Biraz başına buyruk olsan da babamın en iyi danışmanlarından biriydin, benim de kılıç hocamsın. Şolomsoylar arasında da seviliyorsun, seni Gelmiş Geçmiş En İyi On Şolomsoy Başkamı arasında gösteriyorlar şimdiden. Yaşam ateşini söndürtme bana. Toprak bedendir, ruh ateştir, su kandır ve hava zihindir; o yüzden Toprak mührü diğerlerini kapatabilir. İnsan mı olacaksın yoksa hayalet mi? Seç, Hz. Süleyman soyundan, Erlikli boyundan Demirci Başkam Yusuf oğlu Kemanger Başkam Davut!"

Davut: "İ... İnsan..."

"Bunu bağlılığını bildirmişsin olarak sayıyorum. Tahtına geç ve mührün hüküm sürmeye devam etsin."

Hemen önümde sıralanan ve diğerlerine bakan, bir nevi benim dağlardaki tahtımı alttan koruyan üç tahttan solumdaki, ateş şeklinde oyulmuş bakkam ağacı olana geçip oturdu.

Sıra diğer ikisindeydi.

Umaylı: "Kam Teñri soyundan, Başkam İlker oğlu Başkam Pusat Ali. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Mühürdar Yıldırım'a baş eğip diz çöküyorum. Sözüm ve kılıcım emrinize amadedir."

Hemen önümdeki kayın ağacından yapılma ve kenarları uçan güvercin oymalarıyla süslü tahta oturdu.

Ülgenter: "Kam İlay soyundan, Başkam Seyit kızı Başkam Dilek. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Mühürdar Yıldırım'a baş eğip diz çöküyorum. Sözüm ve kılıcım emrinize amadedir."

Sağ tarafımdaki, söğüt ağacından yapılmış ve üst üste konan balıklar gibi oyulmuş tahta geçti. Şimdi sırada Mühürdar olmayan başkamlar var.

Yafesoğlu: "Kam Tengri'nin hayırsız evladı Korkak Bahadır soyundan, Başkam Gül oğlu Başkam Tunç. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Kam Yıldırım'a baş eğip diz çöküyorum. Sözüm ve kılıcım emrinize amadedir."

Kapıdan sol, bana sağ yanda sıralanmış ejderha şeklindeki iki adet, çam ağacından yapılma tahtlardan bana yakın olana oturdu.

Günseyit: "Hz. Hüseyin soyundan, Ülgenter boyundan İmam Salih oğlu İmam-ı Azam Yunus Emre. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Yıldırım Baba'ya baş eğiyorum lakin Allah'tan başkasına diz çökmem. Sözüm ve kılıcım inanca, adaletim ise emrinize amadedir."

Kapıdan sağ, bana sol yanda sıralanmış kartal şeklindeki, iki adet çam ağacı tahttan bana yakın olana oturdu.

İlterişoğlu: "Kam Aysu soyundan Başkam Gündoğdu kızı Başkam Güneş. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Kam Yıldırım'a baş eğip diz çöküyorum. Sözüm ve kılıcım emrinize amadedir."

Sol tarafımdaki ikinci tahta oturdu.

Kanlıca: "Kılıç Dumrul soyundan Başkam Tuğrul kızı Başkam Ceren. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Kam Yıldırım'a baş eğip diz çöküyorum. Sözüm ve kılıcım emrinize amadedir."

Sağ tarafımdaki çam tahtlardan diğerine oturdu. Çam tahtların ardında ikisi sağda, ikisi solda iki adet daha taht var: Her ikisi de kavak ağacından yapılmış ve her ikisi de gerçek tahtlar gibi oyulmuş. Sıradakiler, Yeni Sekizlerin yeni aileleri.

Yetkiz: "Ozan Gökçen soyundan Bakşıbaşı Çiçek kızı Bakşıbaşı Müge. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Yıldırım Ağa Bey'in korumasını kabul ediyorum. Sözüm ve kılıcım yardımına amadedir."

Yetkizler, bir zamanlar Yedikızlar diye de anılan ve Kam Erlik'in kızlarının soyundan gelen bir aile. İlk Sekizler yapılanmasını nedeni hâlâ bilinmeyen bir şekilde reddedip Kam Utpa'nın çağrısına nedense olumlu cevap veren bir aile. İlteriş için kullandıkları "Ağa Bey" tanımlaması, ağabey çağrışımı oluşturmak için bulunmuş. Kam Erlik'in kızlarının soyundan geldikleri için anaerkile yakın bir yapılanmaları var. Bakşıbaşı Müge, sağımda kalan tahta oturdu.

Seryılan: "Kılıç Tuğrul'un hayırsız evladı Yılancı Serhat soyundan Başkam Hakan oğlu Başkam Orhan. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Kam Yıldırım'a baş eğip diz çöküyorum. Sözüm ve kılıcım emrinize amadedir."

Seryılanlar büyük çaplı bir isyan başlattığı için takipçileriyle birlikte aforoz edilen, sonra da takipçileri sayesinde kendi yapılanmasını kuran bir Kanlıca olan Yılancı Serhat'ın -ve takipçilerinin- soyundan geliyor. Yılancı Serhat'ın kartviziti bayağı kalabalık: Simyacı, cinci hoca, imam, Enderun'da silahlar tarihi hocası, çevirmen, şifacı, zehirci, suikastçı... Seryılan başkamı Orhan, solumda kalan tahta oturdu.

Altıbölük: "Geyikli Baba soyundan, İlterişoğlu boyundan Alpagu İhsan Veli oğlu Alpagu Turgut Veli. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Yıldırım Ata'ya baş eğerim lakin yalnız Allah'a diz çökerim. Sözüm inanca, kılıcım size amadedir."

Altıbölük de bir yandan Geyikli Baba, diğer yandan Kam Aysu soyundan gelen, ailenin kalanının kafir olduğu gerekçesiyle kendi kendini ve altı müridini (ailenin adı da buradan geliyor zaten) aforoz etmiş Şeyh Hami'nin soyundan geliyorlar, Alpagu ... Veli şeklinde ilginç bir aile lideri unvanı kullanıyorlar. Solumda kalan tahta oturdu.

Aykurtluk: "Merlin soyundan, Erlikli boyundan Kam-druid Semih oğlu Kam-druid Utpa Bozkurt. Sekiz Oğuzların yeni ilterişi Mühürdar Yıldırım'ı kabul ediyorum. Sözüm ve kılıcım yardımınıza amadedir."

Aykurtluklar ise Şamandan Çok Druid Ayçiçek'in soyundan geliyorlar. Aslında aforoz olayı yok burada, sayı karışıklığı nedeniyle Kam Utpa ve Druid Ayçiçek'in birlikte aldığı kararlar sonucu bu aile oluşturulmuş. Utpa Bozkurt, sağımda kalan tahta oturdu; boynunda Kam-druid Ayçiçek'ten ve daha eskiden kalma olan, Aykurtluk Kam-druid'i olduğunu belirten "orijinal" Altı İnancın İlahisi var. Sırada temsilciler var, temsilcilerin her birinin tahtları sarayın kapısının yanında, bu tarafa bakan şekilde sıralanmış durumda.

Hina: "Mizu-no-Miko soyundan Tanaka Hina. Damat ailemizle işbirliğinin devamını umuyorum."

Tamamen Japon tarzında yapılmış tahta geçip oturdu. Sonrasında beş diğer kısmen ilgili aile de işbirliğinin devamını dileyip tahtlarına geçti. Kam Utpa'nın ilteriş için hazırladığı özel emanetleri kuşanmakta sıra. Öncelikle başıma, tamamen Kam Utpa'nın zevkine göre yapılmış, adına "Taç" dediğimiz süslü, kotuzlu bir börk takıldı; sonrasında ilteriş kılıcı denen son derece süslü ve zarif, kemeri de kendisine bağlı olan eğri kılıcı kuşandım ve en son da dokuz tuğlu Yeni Sekizler sancağını kuşandım. Sancağın tuğlarından her biri farklı bir malzemeden yapılma: Yılan derisi, kurt kuyruğu, kartal kanadı, at kuyruğu, geyik boynuzu, keçi kılı, pars kuyruğu, kayın ağacı kabuğu ve metal (altın, gümüş, bakır karışık teller). Her bir kişiye, "cülus" dediğimiz ama aslında tek bir tane sembolik, altın bile olmayan ve gerçekte kullanılamayacak bir para verdiğimiz işlem de bittikten sonra ben de şehirde gezmeye çıktım. Muhtemelen bekleyeceğinizin aksine öyle çok da büyük teknoloji yok buralarda. Sebeplerden biri şimdilerde Büyük Yıkım olarak anılan "Kısmî Kıyamet"in dünyadaki teknolojinin içinden geçmiş olması, diğeri de Yeni Sekizlerin alıştıkları bu az teknolojili hayattan taviz vermemesi. Gençler arasında bile dışarıdaki daha yüksek teknolojili yerlere gitmek isteyen pek kişi yok. Zeçise yapay bir dağın üstüne kurulu; aslında ortalarında bir büyük dağ olan dört yönde dört dağın üstünde. Hepsi yapay tabii. Kuzeydeki Su Dağı'nın tepesinde büyük bir göl, her yerinde de bir sürü nehir, dere, göl ve benzeri şey var. Doğudaki Ot Dağı baştan aşağı tarla, bahçe ve bitkilerle kaplı. Şifalısı, sadece güzel görüneni, bal için olanı, tahılı, meyvesi... Ağaçlar ve ağaç kümeleri ile nehirle sulama kanalı arasındaki şeyler de var tabii. Güneydeki Meşe Dağı ise tepeden tırnağa ağaçlarla kaplı: Çoğunluğu meyve ve kuruyemiş ağaçları ile kerestelik ağaçlar oluşturuyor; dilek ağaçları ve benzeri şeyler ile bol bol meyve çalısı ve mantar da var. Batıdaki Altın Dağ'ın üstü Semerkant'tan parça parça taşınan Büyük Kütüphane, Söğüt'ten parça parça taşınan Anadolu Evlilik Otağı, hastane ve onlar gibi şeylerle; ayrıca talimhaneler, restoranlar, yüzme havuzları (ki biri bildiğin yapay deniz), hayvan çiftlikleri gibi şeylerle kaplı. Ortadaki dağ, en yükseği ve Ulular Dağı diyoruz; onun dışında Ulu Dağ, Allahuekber Dağı, Tanrı Dağı, Dağ-ı Âli ve Tengri Dağ ismi de kullanılıyor burası için. En tepesinde saray ile etrafında Yeni Sekizlerin evleri, atölyeleri gibi şeyler var (iş yerleri gibi şeyler ise Altın Dağ'da). Etrafta çok çeşitli hayvanlar var, dağlarda yaşıyor onlar da. Bir kısmı kendi gelmiş, büyük kısmı buralar yapıldıktan sonra salınmış. Geyik, tilki, sincap gibi hayvanların yanı sıra koyun, tavuk, sığır gibi hayvanlar da var. Hele göller tamamen Kam Utpa ve ailesinin (eşi ve çocuklarının) zevkine göre tasarlandığından içindeki bitki ve hayvan çeşitliliğinde coğrafi uygunluk ve çevredeki su kaynaklarının faunası ile florası neredeyse hiç önemsenmemiş. Burası Yeni Sekizlerin yönetim ve köken merkezi ama hâlâ eskisi gibi dünyanın her tarafına yayılmış durumdayız, atam Kam Utpa'ya göre muhtemelen eski, gerçek Sekizler yapılanması da bu durumdaydı.

Diğer Bölümler İçin

22 Kasım 2020 Pazar

Ejderha ve Mühür ~ 19. Bölüm: Aşık Atışması

Diğer Bölümler İçin

Kyouka: "Geçmişimi hiç merak etmiyor musun, kıskanç biri olmana rağmen? Konak ve arovana konusunu da sonrasında açmadın."

Kyouka'nın ani sorusuyla, tam olarak uyanamamış ben Kam Utpa, tamamen ayıldım. Kyouka'yı üzmekten ölesiye korktuğum için bu konuda soru sormamıştım.

"Ben... Yalancının tekiyim."

Kyouka'ya mı cevap veriyorum yoksa kendi kendime mi konuşuyorum ben bile bilmiyorum.

"Hiç kimseye, kendime bile tamamen dürüst olmadım bugüne dek. Yine de sen... En gerçek halimi bilen kişisin ve her zamankinden daha dürüst cevaplar hak ediyorsun."

Bir süre, düşüncelerimi toparlayıp cümleye dökmek için durdum.

"Geçmişini merak etmediğimi söylemem yalan olur, hele seni sadece bir yılan olan Shiro'dan, hatta kızımız Gece'den bile kıskanıyorken. Ama eski sevgililerini ya da öyle biri veya birileri olup olmadığını, eski hislerini bilmem neyi değiştirecek? Zamanda geriye gidip onları silemem ya... Hem bir yolunu bulup yaparsam sen hâlâ tanıdığım Kyouka olur musun? Hâlâ sevgisinden şüphe etme hakkım olmayan, bana kendimi sevmeyi öğreten, çok sevdiğim o neşeli ve nazik kız olmaya, kalbimin yarısını verdiğim kişi olmaya devam eder misin? Kendini nasıl görüp tanımladığını bilmiyorum ama benim için sen gecemi aydınlatan, kalbimdeki buzları eritip koca boşluğu dolduran kişisin. Diğer konuya gelince: Puklinya'nın pek sevgili kayısı çiçeği, ailenin ekonomik durumu hakkında en ufak merakım yok. Adına 'hayatım' dediğim anlamsız ve asla komik olmayan komedinin böyle masalsı bir sona girmesini beklemiyordum, prensese aşık olan köylü oğlan iyi sona kavuştu, ha? Sen sevgili eşim, ailenden gelen maddiyat, maneviyat ve unvan ne olursa olsun benim prensesimsin. Artık kendime -ve Tanrı'ya- dünyaya ne gibi bir faydam olduğunu, neden hâlâ yaşadığımı sormuyorum. Artık biliyorum ki ölünce arkamdan ağlayacak, beni özleyecek biri gerçekten var."

Biraz durup söylediklerimi hâlâ yanımda, yer yatağımızdaki yorganı dizlerine kadar çekmiş oturan sevgili eşimin iyice anlamasını bekledim.

"Doğrusu, bende ne bulduğunu, nasıl bir ışık gördüğünü hâlâ anlayamıyorum. Bilgimin tek sebebi eğitimim, yaptığım onca hata çok zeki olmadığımı gösteriyor zaten, yani zekadan hoşlansan bile kadro dışıyım. Tuhafım, beceriksizim, korkağım, çarpık zihinliyim, utanmazca bencilim, kıskancım, çirkinim, pek iyi biri de sayılmam..."

Kyouka: "Bu konuda yanılıyorsun işte."

Sessizce dinleyen ay ışığım birden itiraz etti.

Kyouka: "Birçok kişi beceriksiz kişileri sevimli bulur, biliyor musun?"

"Dojikko karakterlerden bahsediyorsan o sadece kızlarda işe yarıyor."

Kyouka sözünü kesmeme aldırış etmeden devam etti.

Kyouka: "Tamam, çok yakışıklı olmayabilirsin ama çirkin de değilsin, hatta ortalamanın üstünde sayılırsın. İyi biri değilsin ve bencilsin, öyle mi? Bu konuda sabıkası olduğunu bildiği sahte dilenciye dayanamayıp para veren Shiro muydu peki? Fark edince kendi yarasıyla uğraşmayı bırakıp elindeki son malzemelerle, üstelik korkmasına ve yarasını bir an önce temizlemezse ölüm tehlikesi altında olmasına rağmen, sokak köpeğinin patisine ilkyardım yapıp diken de babamdı herhalde? Sana kendini sevmeyi öğrettiğimi söylüyorsun ama bunlar kendini seven birinin sözlerine benzemiyor. Kendin hakkında söylediklerinden doğru olanlar sadece yalancı ve korkak olman! Seni neden sevdiğimi mi merak ediyorsun? Çünkü bana 'tapınak hizmetçisi' ya da 'İnanç Bürosu memuru' değil de Kyouka olarak yaklaşan tek kişisin! O beğenmediğin tuhaflığın hakkında sevdiğim bir sürü şeyden sadece biri! Kötü biri böyle bir yaklaşım sergiler miydi?"

Kyouka'yı ilk kez bu kadar kızgın görüyorum, sonlara doğru sesindeki nezaket de kayboldu; pek sevgili kayısı çiçeğim şimdi kelimelerini bana, benden öç almak isteyen bir kılıçmışçasına savuruyor.

Kyouka: "'Hiçbir iyi yanım yok, sevilesi bir tarafım yok.' Bunu söyleyip duruyorsun, sevgimden şüphe etmediğine nasıl inanacağım o zaman? Peki ya ben? Sen, Düzen Bürosu'ndan Kam Utpa, benim neremi seviyorsun? Sadece benim sevgime mi karşılık veriyorsun? Beni kızımızdan bile kıskandığını söylüyor, 'kayısı çiçeğim', 'ay ışığım', 'sevgili eşim', 'kraliçem', 'kalbimin yarısı' diye sesleniyorsun. Ev işlerini sıralı paylaşmamızdan hiç bahsetmiyorum; ama daha önce beni övdün mü hiç? Gözüne nasıl göründüğümü bilmiyorum, sen ise her seferinde söylememe rağmen inanmıyorsun! Benim durumum daha kötü değil mi?"

Bir anda Kyouka'ya sarıldım, sanırım daha devam edecekti ama sustu. Hafiften güldüm.

"Eğer şımartılmak istiyorsan prenses, söylemen yeterliydi. Ve ne kadar tatlı olduğunu defalarca söyledim."

Nazlanıyor ama itiraz da etmiyor, gerçekten inanılmaz tatlı ya!

"İyi olan taraflarını mı merak ediyorsun? Öncelikle sevimlisin ki iyi özelliklerini listelersek son sıraya ancak girer bu özelliğin!"

Kyouka: "Başka?"

Kalbimin yarısı, yüzünde dünyadaki en masum bakışla devamını bekliyor. Aslında ilişkimizde talepkâr olanın ben olacağımı düşünüyordum ki zaten bugüne kadar öyle olmuştu, kendimi tutamayıp kıkırdadım.

"Zekisin! Gerçekten, bunu saklayıp saklamadığını, hatta farkında olup olmadığını bile bilmiyorum ama -en azından benden- zeki olduğunu kesin olarak söyleyebilirim. Benim gibi birinde bile iyi yönler görebilecek kadar nazik ve bilgesin! Bunca zamandır kendi kendine bile katlanamayan birine katlanabilecek kadar sabırlısın! Şehirde yürürken kavga edenlerin durduğundan haberin var mıydı? Hem sana zarar gelmesin diye hem de sen onları azarlama diye, sadece benim gözümde değil bütün Puklinya'da saygın birisin ve bu itibarı elde etmek için epey güçlü olmak gerek. Fiziksel güç -veya en azından sadece fiziksel güç- anlamında değil tabii, herhangi bir güçlülükten söz ediyorum. Sonra... Neşeli olmaktan ötesin, etrafa neşe saçıyorsun resmen! Saçların inanılmaz parlak, giyim tarzın muhteşem! Üniformandan bahsetmiyorum yalnızca, evde giydiklerin de öyle; sana inanılmaz yakışıyorlar. Ayrıca çok tatlısın! Kıskançlığını belli etmemeye çalışman çok tatlı! Sinirliyken kendi kendine söylenmen çok tatlı! Bir şey düşünürken dalıp gitmen, aklında başka şeyler olduğundan bir şeyleri yarım yamalak dinlerken toprağa, suya veya masaya elinle ya da çubukla şekiller çizmen çok tatlı! Karanlıktan korkman çok tatlı! Soğuğa karşı dayanıksız olman çok tatlı! Sana Kyou-chan diye hitap ettiğimde verdiğin ani 'Adımı kısaltma' tepkisi çok tatlı!.."

Kyouka: "Dur... Dur lütfen."

Kendimi kaptırdığımdan Kyouka'nın kıpkırmızı kesildiğini fark etmemiştim, yine de biraz kendimi hemen durduramadığımdan biraz da intikam istediğimden devam ettim.

"Bu da çok tatlı işte, övülünce utanman da çok tatlı! Tamam, seni neden romantik anlamda sevdiğimi sorgulayabilirsin ama dünyada senden hoşlanmayacak kimse olamaz! Varsa da kalbi taşlaşmıştır!"

Kyou: "Öyle mi?"

Aha! Pis pis sırıtıyor.

Kyouka: "Beni neden romantik anlamda seviyorsun o zaman, sorabileceğime göre?"

"Bak, zeki olduğunu söylemiştim ki sebeplerden biri bu. Az önce saydıklarım arasında da sebepler var ama sana esas vurulmamı sağlayan merhametin ve sonsuz sevgindi. Bana duyduğun, konuşmalarımıza rağmen hâlâ daha anlam veremediğim aşktan bahsetmiyorum, bütün dünyayı alabilecek kalbinden bahsediyorum."

Kyouka: "Ben... Cidden o kadar iyi biri değilim."

"İnsanlar, suçlayacak kimse kalmadığında kendilerini, Tanrı'yı, hayatı veya dünyayı suçlamaya meyillidirler. Kendini suçlamak önce bağımlılığa, sonra nefrete, en son da kavgaya dönüşür. Sen ve ben, hayatla olan kavgalarını kendi içine çekmiş bizim gibi kişiler kendi iyi yönlerini görmekte zorlanır, sevgiyi sorgular. Aslında Puklinya'ya 'Belki birini kızdırırım da kafamı keser.' umuduyla gelmiştim, biliyor musun? Gerçi artık sen ve Gece varsınız, hayatta kalmam gerek. Benim kalbim gerçekten o kadar büyük değil, insanların çoğundan nefret ediyorum; ama sen, işte senin kalbin tek bir kişi dışında tüm dünyaya yetecek büyüklükte. O tek kişinin kendin olması ne acı... Şimdiye kadar bu kadar acı çektiğini fark etmemiştim, lütfen beni affet. Hadi, gözlerinin kurumasını istemeyiz."

Hâlâ Kyouka'yla sarmaş dolaş otururken bulutlanmış ela gözlerin kıyısındaki yaşları parmağımla sildim.

Kyouka: "Peki o zaman, beni neden romantik anlamda seviyorsun?"

Sorusunu tekrarlamış gibi duruyor ama cevaptan tatmin olmadı, ayrıca bu soru görünüşte aynı olsa da aslında farklı. Romantik anlamda sevginin hoşlantı, sevgili olarak sevmek veya makbul bulmak, aşk, köpek gibi sevmek, deli divane olmak gibi bir sürü çeşidi var.

"Eh, seni 'sevgili' olarak sevmemin nedenlerini anlatmamı istiyorsan anlatırım; aşka gelince... Aşkın nedeni olmaz, sadece aşık olursun."

Kyouka beklentiyle bakıyor.

"Hiç konuşmadan sadece yan yana durabilmemizi seviyorum mesela. Tek bir kar tanesi düşer düşmez pencerenin yanına mevzilenmeni veya. İşe geç kaldığındaki o sevimli paniğini seviyorum, gülümsemenin ışıltısını ayrıca."

Kyouka hafifçe güldü.

Kyouka: "Divan-ı Aşeka'da yoktu bu."

"Şimdi yazdım ve tam da bundan bahsediyordum. Kraliçem, gülüşün kalbimi güneşten âlâ ısıtıyor."

Kyouka bir an iç çekti. Milletinin iç çekmekle ilgili düşüncelerini yüzüne vurmadan bekledim.

Kyouka: "Yine de... Sevimli olduğumu söylediğini biliyorum ama görünüşüm..."

"Nesi varmış görünüşünün?"

Kyouka: "Şey, boyum kısa ve göğ..."

"Ben daha çok 'Flat is justice' tipiyim aslında, biliyor musun? Ayrıca boyun sevimliliğine katkı sağlayan şeylerden biri, Japon ortalamasına göre kısa bile sayılmazsın zaten."

Kyouka: "Lolicon musun?"

"HAYIR! Nasıl bunu böyle dümdüz sorabiliyorsun?"

Kyouka: "Beklediğimden fazla tepki verdin, şimdi gerçekten öyle olduğunu düşünüyorum."

"Ama senle evliyim, değil mi?"

Kyouka kıkırdadı. Cidden, ne yaparsan yap bu kadar tatlı olmayı nasıl başarıyorsun? Beni azarlarken bile çok tatlı!

Kyouka: "Farkında mısın bilmiyorum ama ben bir lega..."

"Deme onu işte!"

Kyouka: "Hm..."

Şimdi de pis pis sırıtıyor.

Kyouka: "Neyi demeyeyim?"

Bir süre durduktan sonra yine hüzünlü gibi görünmeye başladı.

Kyouka: "Ama gerçekten... Pek güzel de sayılmam, değil mi?"

"Benim için dünyadaki en güzel kız sensin."

Kyouka "Boş boş konuşma" der gibi bakıyor ki amaçladığım şey buydu.

"Böyle bayağı ve inandırıcılıktan uzak bir laf etmemi bekliyorsan çok beklersin, yine de düşündüğünden çok daha güzelsin, bunu belirteyim. Bir de ne var biliyor musun? Ben sevimli kızları güzel kızlara tercih ederim ve sen sevimlisin. Bu yetmez mi? Hem kişiliğin bu kadar mükemmel olduktan sonra görünüşün mükemmel değil aşırı iyiyse bile ne olmuş yani, göremeyenler kendilerini sorgulamalılar. Sen, ay ışığım, gerçekten kendini çok hafife alıyorsun. Tek bir şey daha: Aşık bir adam gerçekten tamamen aptal bir adamdır ve ne kişilik ne görünüş anlamında sevdiği kişiden daha iyi kimse yoktur. O zaman, bu aptalın en sevdiği olarak kalmaya devam eder misin lütfen?"

Kıkırdıyor. Ah, bu kızla evli olmak kalp sağlığıma iyi gelmiyor cidden. Her an kalp krizi riskiyle yaşıyorum, bu kadar tatlı olmanın yasadışı olması ya da en azından silah sayılması gerek ama ya!

"Bu arada, canım... Bugün kahvaltı sende, hatırlatayım dedim. Hâlâ yatakta bekliyoruz, neredeyse öğlen oldu."

Kyouka: "Zaten bu saate kadar şikayetlenip uyanamadığını söylemeyecek miydin? Ama of ya... Saçlarım dağınık ve daha yüzümü yıkamadan ağladım, bakma bana, çok utandırıcı bu!"

Pis pis sırıtma sırası bendeydi.

"Dağınık saçların ve yeni uyanmış yüzün de -her halin gibi- çok tatlı aslında. Ve sen farklı mı düşünüyorsun emin değilim ama bence çok daha utanç verici hallerini de gördüm, bir çocuğumuz var hatırlars..."

Kyouka yüzüme bir kırlent fırlattı, hak ettim tabii orası ayrı. İyi ki iki farklı yastık yerine tek bir uzun yastık kullanıyoruz.

Kyouka: "Özel istediğin bir şey var mı?"

"Yok herhalde... Ah, hayır, dur, dur, dur. Var."

Bilinçli olarak oluşturduğum tuhaf sessizliğe ay ışığım daha fazla dayanamadı.

Kyouka: "Evet, nedir?"

"Bir öpücük, belki? Hehehe... Ah; ve onigiri."

Kyouka: "Yine mi? Dün yemekler sendeydi ama önceki gün de onigiri istemiştin ve ondan bir önceki seferde de. Onlar öğle yemeği içindi gerçi."

"Senin yaptığın onigiriler çok güzel oluyor, ne yapabilirim? Ya diğer konu?"

Kyouka: "Gece'nin önünde olmaz."

"Beşikteki bebekten mi utanıyorsun? Hem de bir öpücükten, dün geceye rağm..."

Yüzüme bir kırlent daha yedim. Patavatsızlığım hakkında bir şeyler yapmam gerek. Belki yatak odamızda daha az kırlent tutmak konusunda sevgili eşimle konuşmam da iş görür.

Kyouka: "Tek bir kısa öpücükle bitirmeyeceğini biliyorum, o yüzden şimdilik onigiriyle yetineceksin. Ayrıca dün gece kızımız odanın dışındaydı, bilmem hatırlar mısın?"

Gülümseyerek dil çıkardı ve seke seke odadan çıktı. Şeker komasına girip öleceğim şimdi, çok tatlı ya!

"Bu arada..."

Kyouka: "Evet?"

Kapının önünde beklediğini biliyordum, ben odadan çıkana kadar öyle yapacak.

"Daha önce giyim tarzından bahsettim ama pijamaların her zaman giydiklerine kıyasla çok açık değil mi?"

Fazla abartılacak bir şey değil aslında, şort ve nasıl adlandırıldığını bilmediğim, şu sporcuların giydiği atlete benzeyen şeye (onun da adını bilmiyorum, evet) benzeyen bir üst ama bu, Kyouka'nın en açık kıyafetinin pijaması olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Kyouka: "Kışın, dolayısıyla şimdi de giymeme rağmen bunlar yazlık sonuçta. Ve... Şey... Eğer gören sen olacaksan... Umursamıyorum."

Aha, içeri kaçtı. Takip etmekten başka çarem yok sanırım, yönümü ancak ay ışığımı takip ederek bulabilirim. Neden bu kadar tatlısın ki? Geliyorum, her neyse. Kahvaltımızı ederken Kyouka'nın gülümseyerek beni izlemekte olduğunu fark ettim. Tamam, bana öyle bakmaya devam edersen (olmayan) havalı tarafımı göstermek için saçma sapan şeyler yapmaya başlayacağım, kes şunu lütfen!

Kyouka: "Pijamalarımı sormuşken... Giyim konusunda başka tavsiyen var mı?"

Şimdi de dalga geçiyor. Eh, eğer benimle dalga geçecek olan bu kadar tatlı bir kız olup üstüne evlendiğim kadın olan Kyouka ise umursamıyorum. Yine de oyununa gelmeyeceğim, canım.

Kyouka: "Günlük giyimden bahsediyorum tabii, tavşan kulakları ya da tuhaf şekilde aşırı ayrıntıcı ve kurallı kıyafet fetişin gibi şeylerden değil."

"Öhhö!"

Kahvem boğazıma kaçtı. Neden şimdi bu konuyu açıyorsun? Tamam, ayak uyduracağım sanırım. Eh, kediyle değil kaplanla evlendim sonuçta; böyle olacağını biliyordum.

"Boğaz aksesuarı belki? Ve dizüstü çorap."

Kyouka: "İkinci dediğini geçiyorum çünkü bu bahsetmediğimi söylediğim kısma giriyor ama boğaz aksesuarı derken tam olarak neyi kastediyorsun? Kolye?"

"Kemer 'choker' ya da onun gibi bir şeyler. Ayrıca dizüstü çoraplar günlük hayatta da kullanılabilir, üniformanı şu kırmızı dikişli beyaz çoraplarla tamamlayabilirsin; eğer beyaz eteği giymeye devam edeceksen çorabın renklerini de ters çevirebilirsin, sana kalmış. Gerçi eteklerin onun için fazla uzun, doğru."

Kyouka: "Günlük hayatta tasma mı takmamı istiyorsun?"

Çorap kısmını tamamen görmezden geldi ama bunu yapacağını tahmin ettiğimden üstünde durmadım.

"Görmek isterdim aslında ama hayır, kaplana tasma takabileceğimi düşünmüyorum."

Kyouka: "Kaplan... Neyden bahsediyorsun? Kıyafetler hakkında konuşmuyor muyduk?"

"Sevdiğim kızın sevimli bir ev kedisi değil de yırtıcıların kralı olan beyaz kaplan olduğunu düşünüyordum, kendisi 'günlük kıyafet' ayrıntısını bir örnekle taçlandırdığından beri."

Kyouka: "Beni Byakko olarak mı düşünüyorsun?"

"Evet, bu sana daha çok uyuyor. İlişkimizin başlarında tilki olduğunu düşünüyordum ama... Eh..."

Kyouka: "Kardelen haklıymış, Seiryuu olduğunu düşünmüştüm ama gerçekten ejderha değil de yılansın sen! Yeri gelmişken, gece için olan kıyafetlerimde tasma var zaten, bunu biliyorsun. Her neyse, Shiro'dan betersin. Hatta yılan bile değil, balık daha uygun."

Güldüm.

"Koi balığından mı bahsediyorsun? Eğer tema ejderhaysa ve ben ejderha olmayıp yılandan da beter bir balıksam koi veya yayın balığı olmalıyım, değil mi? Belki de arovana? Hem istesem de Seiryuu olamam zaten, Ker Abra ve Ker Utpa kötü niyetli, acımasız ve zalim muhafızlardır ve ejderhaların en beterleridir, Batı kültüründeki kara ejderlerden bile korkunçlardır. Yer altına açılan geçitte, Erlik Han'ın sarayının sınırını oluşturan denizi korurlar. Bizzat Erlik Han'ın davet ettiği şamanlara, hatta göklerden gelen kutsal ruhlara bile saldırırlar. Özellikle de yılan olan ve Erlik Han'ın davetine icabet eden şamanları koruması gereken Abra'ya kıyasla benim adını aldığım Ker Yutpa timsahtır ve boş boş takılıp gördüğü her şeye saldırıp yutmayı tercih eder. Yine de bir kuşa ve bir kaplumbağaya ihtiyacımız var, Suzaku ve Genfu'nun hatırı kalır yoksa."

Kyouka: "Tamam, vazgeçiyorum. Kültürümün hayvan mitolojisi hakkında neden bu kadar bilgilisin? Eee, ne tam olarak tür bir aksesuar?"

"Aslında... Vazgeçtim, öyle bir şey taksan bile kendime saklamak istiyorum. Bencilliğim için kusura bakma. Yani... Takacaksan da evde tak, her zaman olduğu gibi. Tekrar, bencilliğim için üzgünüm."

Güldü. Cidden güneş açmış gibi gülüyor ya! Ertesi gün Kyouka, başımda dikilip beni uyandırmaya çalışıyordu.

Kyouka: "Of, hadi ama ya! Bugün yemek işi sende, biliyorsun. Uyan artık!"

Beni sarsıyor ama bu konuda çok nazik olduğundan beşikte sallanıyormuş gibi daha çok uykum geliyor. Kyouka kulağıma kadar eğilip fısıldadı.

Kyouka: "Gözünü açarsan sana bir sürprizim var."

En azından yatakta doğruldum ve gözümü azıcık açtım.

"Vay, bugün çok cüretkarsın."

Şimdiye kadar görmediğim bir etek, dizüstü çorap ve gül şeklinde tokası olan bir 'choker'.

Kyouka: "Tam uyanamadın sanırım. Her neyse, buna karşılık kahvaltıda menemen istiyorum."

Yanıma kıvrılıp yattı, yorganın üstüne.

"(Esneme). Beni uyandırıp kendin geri mi yatıyorsun? Neyse, dünkü konuşmamızın üstüne gidip aniden yeni kıyafetler almanı beklemiyordum. (Tekrar esneme). O değil de yeni etek almana ne gerek vardı? (Esneme, yine)"

Kyouka: "Diğerleri dizüstü çorapları tamamen kapatırdı, baş başa olduğumuz özel durumlarda giydiklerim haricindekiler yani. Ayrıca bakıp durma, utandırıcı bu. Günlük kıyafetler olması gerekiyordu ama öyle bakmaya devam edersen bunları da sadece o durumlarda giyebileceğim."

"(Esneme) Tamam, tamam, her neyse. Bu yeterli bir ödül değil biliyorsun, soğan doğramam gerekecek; o yüzden önce tatlıyı istiyorum."

Üstüne eğilirken yüzüme bir kırlent çaldı. Bu odada niye bu kadar çok kırlent var?

"Öpecektim sadece, başka bir şey yapmayacaktım ki."

Kyouka: "Ben de yedim! Kesinlikle daha ileri gidecektin; ama kahvaltıdan sonra bir şeyler düşünebilirim belki."

Utangaçça göz kırptı! Cidden aşırı tatlı ya! Kyouka'nın yüzüme çaldığı kırlent beni -tekrar- yatağa devirdiğinden yan yana yatıyorduk.

Kyouka: "Baksana. Beni ilk gördüğünde böyle bir hale gelebileceğimizi düşünmüş müydün?"

"Düşünmemiştim. Aslında 'Yuh amma şirin, bari kişiliği leş ola da bu kıza aşık olmasam!' diye düşünmüştüm. İlk konuşmamızdan sonra da sana pek yaklaşmamaya karar verdim zaten, aldıktan bir saniye sonra bile uygulamadığım bin beş yüz karardan biri, çok takma."

Kyouka: "O niye?"

Somurtuyor, hâlâ çok tatlı ya! Öleceğim, öleceğim, pes ediyorum!

"Çünkü bana -ne senin ne de bir başkasının- asla bakmayacağını düşünüyordum. Sana aşık olursam... Uzaklaşmam gerekirdi, anlarsın ya; 'arkadaş kalmak' kulağa güzel gelse de seven tarafa çok yük bindirip bütün sorumluluğu ona yüklüyor, o yüzden pratikte çalışması mümkün değil." 

Kyouka: "Ya şimdi?"

"Şimdi... Seninle kutsandığım için kendimi saldım. Bana her sarıldığında bayılacak gibi oluyorum, hâlâ!"

Kyouka: "Farkındayım. Peki ben seni sevmesem veya sevsem bile bunu içime gömsem ne yapacaktın? Uzun zaman boyunca seni uzaktan izledim sonuçta."

"Her zamanki gibi devam ederdim herhalde. Kendime sevgili olarak et golemi yapmayı düşündüğüm zamanlar oldu be!"

Kyouka: "Yapay ruh mu koyacaktın içine?"

"İçine yapay ruh koysam beni terk ederdi."

Kyouka: "Simyacı Mete'yle dalga geçiyordun bir de."

"Altın takıntısı için dalga geçiyordum. Aslında geçmişin batılı simyacılarından bile gerçekten kafayı kırmış olanlar ve elementin özünün tek olduğunu düşünenler dışında metalleri altına çevirmeye çalışan yoktu. Hem doğuluların hem de batılıların esas gündemi ölümsüzlüktü, altına çevirme bir çeşit... 'Kraldan, derebeyinden gelen harçlığımız kesilmesin, millet ölmüş ölmemiş umurlarında değil ama zengin edeceğim sizi dersek desteğe devam ederler.' mantığı üstüne kuruluydu, çoğunlukla yani. Elementin özünün bir olduğunu düşünenlerse her şeyin her şeye dönüştürülebileceğini ve ölümsüzlüğe de bu yolla ulaşılabileceğini savunuyordu."

Kyouka: "Çocuk istemiyor muydun? Et golemi hamile kalabilir mi ki?"

"Normalde kalamaz ama sağlam ve yeniden çalıştırabilir ya da halihazırda çalışan insan yumurtalıkları bulabilirsen yapılabilir ki bunu elde etmenin en kolay yolu da büluğ çağını yeni yeni geçmiş bir bakireyi doğurganlıkla ilgili bir varlığa, örneğin Umay Ana veya Bona Dea'ya, kurban etmektir; kulağa pek hoş gelmese de."

Tiksinmiş ifademden öyle bir şey yapmaya niyetli olmayacağımı anladığını varsayıyorum.

"Ya sen?"

Kyouka: "Ne ben?"

"Beni ilk gördüğünde ne düşünmüştün?"

Başından beri bunu sormaya niyetliydim ama et golemi muhabbeti kaynattı.

Kyouka: "Tuhaf biri olduğunu."

"Yani, savaştan çıkmış gibi görünüp doğuştan şansının düşüklüğünden şikayet eden bir tipi herkes öyle düşünürdü."

Kyouka: "Lafımı bitirmemiştim. Tuhaf biri olduğunu ama azıcık da... Im, şey... Nasıl desem... Yakışıklı... Değil de..."

"Çirkin olduğumu biliyorum, zorlamana gerek yok."

Kyouka: "Azıcık da sevimli olduğunu."

Karım sevimli olduğumu söyleyince sevinmem iyi mi ki? Yine de mutluyum sanırım.

Kyouka: "Ayrıca daha önce de defalarca söylediğim gibi: Düşündüğünden çok daha iyi görünüyorsun. Bir de şu var ki: Biraz daha beklersek kahvaltıyı öğle yemeği vaktinde yapmamız gerekecek, sen de ödülünü kaybedeceksin."

"Uykulu yüzünü izlemenin çok daha büyük bir ödül olduğunu düşünüyorum, o yüzden boş ver gitsin."

Kyouka: "Hile ama bu! Adil oynamıyorsun... Hem nasıl evliliğimizi 'romantizm' ve 'şehvet' şeklinde iki kesin sınıra ayırabiliyorsun? Yin-yang bile daha benzer!"

"Ne? Kusurları olan bir adam olabilirim ama o durumda da gayet romantik olduğumu düşünüyordum!"

Kyouka: "Yani, istemediğim şeyleri yapmıyor ve durmanı söylediğim anda duruyorsun en azından. Peki menemen için istediğin ödülde romantizm tam olarak nerede?"

Bir süre sustum ama sebebi cevap aramam değildi, Kyouka'yı izlememdi.

"Tamam, artık enerji doluyum!"

Birkaç yalandan esneme hareketi yaptım.

"Peki, dünyanın en tatlı ve en mükemmel kızının aç kalmasını göze alamayız; o yüzden kahvaltı hazırlamaya gidiyorum."

Kyouka: "Biraz daha beklersen dışarıdan söyleyip öğle yemeği ve kahvaltıyı birleştireceğiz, ekstra işten kaytarmak için mi yapıyorsun?"

"Kaytarmak çekici, ben de üşengeç ve tembel herifin tekiyim zaten. Sadece şu var ki kalbimin yarısı, konu sevdiğim kızsa tembellik yapmam."

Kyouka: "İsmimi unutmuş olabilir misiniz acaba, Toprağın Mühürdarı? Hiç kullanmıyorsunuz da."

Ah, "eskimiş resmi dil"i bana karşı kullanacağını hiç düşünmemiştim. Yine de bu savaşı kazanamazsın sevgili eşim, üzgünüm.

"Ne? Kırmızı ipliğin ruhuma kazıdığı ismi nasıl unutabilirim, Kyou-chan?"

Kyouka: "Adımı kısaltma!"

İlginç, yüzüme tekrar bir kırlent çalacağından emindim; onun yerine tespih böceği gibi büzüştü. Tespih böceklerinin sevimli olduğunu düşünüyorum, yani Kyouka'yı onlara benzetmem sorun teşkil etmiyor. Gerçi tekrar düşününce, bu daha büyük bir sorun da olabilir.

"Aslında işin ilginç yanı şu ki: Kyou-chan, Kyouka'dan daha uzun. Latin harfleriyle iki harf, hadi Ch tek ses olduğu için bir harf diyelim, hiragana ile üç hece daha uzun. Hiragana için de Chi ve Ya'yı tek harf kabul edersek iki hece daha uzun oluyor."

Kyouka: "Saçma açıklamalar yapmaz mısın lütfen, kocacığım."

Hm, "kocacığım"ın verdiği hasar beklediğimden fazla oldu, ölüyordum neredeyse!

"Tamam, kahvaltı hazırlamaya gidiyorum ama gerçekten zor bir iş. Onu yakmamak zor."

Kyouka: "Dedi bir önceki sefer akşam yemeğinde yedi yemeklik menü çıkartan kişi."

"O cidden daha kolaydı! Menemenin ayarı zor, soğanları yakmamak bir yana onları keserken gözüm yanacak. İşte o sebepten avans alıyorum."

Aniden Kyouka'yı öpüp içeri, mutfağa, kaçtım. Şaşkın bakışlarını daha uzun görmek isterdim aslında ama şaşkınlığı geçer geçmez sinirlenecek, neyse ki kahvaltı hazırlanıp bitene kadar o da geçer. Kıskandığı zamanlar haricinde kızgın kalamaması da aşırı tatlı ya!

Diğer Bölümler İçin

20 Kasım 2020 Cuma

Ejderha ve Mühür ~ 18. Bölüm: Rüya

Diğer Bölümler İçin

Karanlığın içinde sakince durdum. Bu bir rüya, anlayabiliyorum; birazdan ortam oluşacak. Yine de bu sıradan bir bilinçaltı rüyası değil, biri tarafından özellikle gösterilen bir kurgu. Kutsal lanetli bir his alıyorum, Erlikli ailesinde "Şeytani İlahi rüyalar" denince akla ilk gelen dedemiz Kam Erlik'tir. Ah, ortam oluştu; devasa bir otağın içindeyim. Önümde, donmuş ateşten yapılma bir tahtta oturup pis pis sırıtan biri var. Ölü yılanlardan (Yılan derisinden değil, gerçek anlamda ölü ve bütün yılanlardan) yapılma bir kaftan, Çin ejderi başı şeklinde gayet gerçekçi çizmeler ve Erlikli tacını (Şu güvercin tüylü börk) giyiyor. Tahtın hemen sağında üst üste koyulan kurt, pars, geyik, keçi, sığır ve koyun postlarından yapılma bir tahtta şimdiye kadar gördüğüm en güzel kadın oturuyor. Koyu kestane, parlak ve hafif dalgalı saçları, bembeyaz teni ve gök grisi gözleri var. İki tahtın önünde, benim yanımı saran sağda dokuz, solda on taht sıralanmış durumda. Arkamdaysa yedi farklı taht var. Sağda ve solda oturanların çoğu erkek iken arkamdakilerin tamamı kadın. İşte bunlar atalarım. Önümde oturan yılandan kaftan giyip pis pis sırıtan kişi Kam Erlik ve gördüğüm en güzel (Kyouka'dan da güzel, evet; bunu düşünmekten gurur duymasam da öyle) kadın da Ozan Gökçen.

Kam Erlik: "Ⱨoş geldin, nicedir beklediğim kişi. Ben Kam Erlik, atañ."

"Fark ettim. Dokuz Oğullar ve On Bilgeler'in Dokuz Oğuzlar ve On Uygurlarla paralellik kurmak için sonradan uydurulduğunu sanıyordum."

Dokuz Oğullar, Kam Erlik'in dokuz oğludur; ilk Erlikliler. On Bilgeler ise her biri bir başka oğlun soyundan gelen (biri devşirme kökenli), Erliklilerin on büyük neslinin (Kendi deyimimizle Ak Erlikler, diğerlerinin deyimiyle Gök Erlikliler) ataları. Arkamdaki kadınlar ise Kam Erlik'in kızları, üçünün yanında ayakta bekleyen erkekler, kocaları, var; o üçünün soyundan gelenlere Yedikızlar (Yedizler, Yetkizler diye de söylenir) deriz, iç millet sisteminde Erlikliler ile aynı yerde bulunsalar da çoğumuz onları akraba bir halktan fazlası olarak görmeyiz. Sekizler parşömeninde bile onlardan bahsedilmediği için Sekizler yapılanmasına da dahil olmamışlar herhalde ama Yeni Sekizlere kesinlikle dahil olmaları gerekiyor, zaten Erlikliler ve Yedikızlar istedikleri zaman kolayca iletişim kurabilecek durumdalar, sadece iki aile de birbirini pek umursamıyor. Kam Erlik küçük, kuru bir kahkaha attı; eski filmlerdeki kötü adam kahkahalarına benzeyen bir kahkaha.

Kam Erlik: "Ḑokuz Oƣullar da On Bilgeler de tamamen gerçek! Bilgiñizi yeñiden çıkaracak kişi... Ah, sewgili bedenim; son yaklaşıyor. Teñri bəñə söğledi, gayrı gerçeğin yerdinçe inmesine çok az kaldı! Beğler, kendiñizi tanıtıñ. Has varisime diz çöküp baş eƣin! Dili amma değiştirmişsiñiz, ölümün bilgeliğine sahıp olmama, yani diller hakkında sorunum olmamasına rağmen zar zor konuşuyorum."

Çıkaramadığın, daha doğrusu çıkardığın ama bizim artık çıkarmadığımız seslerden anlamıştım zaten. Sağ baştan başladılar.

Yanında üstünde bir eğri kılıcı saran yılan ve kılıcın kabzasından uluyan bir kurt olan siyah zeminli altın sancağı bulunan, altın tahttaki kişi önümdeki sedire Beni Künmusa sancağını koydu; yeşil zeminde kırmızı Kırgız güneşi ve altında iki adet mavi çatallı kılıç.

Altın tahttaki: "Ben Kam Erlik oğlu Badruk, Erlikli tamgalarının çizicisi."

Sonraki gümüş tahtta oturandı, gelip önüme bir kitap koydu.

Gümüş tahttaki: "Ben Kam Erlik oğlu Alkan, Yasa'nın yazıcısı."

Erliklilerin her halükarda riayet ettiği, aforozun başlıca sebebi olan yasalar. Birkaç temel madde var, ne inancın ne de devletin kurallarına uymayan Erlikliler bile Yasa'ya uymaya gayret eder.

Demir tahtta oturup tam takım bir zırh (çelik lamellar göğüslük, çelik miğfer, tunç kolçak, zincir baldır zırhı, altın plakalı çizme) giymiş kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Temür, kılıcın dövücüsü."

Gelip önüme oldukça süslü ve devasa denebilecek, kınsız bir kılıç koydu. Başkama verilmesi gereken emanetlerden biriydi bu kılıç, Bakşı Kılıcı denirdi ona ama tarihin bir yerinde kayboldu veya Erliklilerin çoğunun inandığı şekilde çalınarak yok edildi.

Çelik tahtta oturup bembeyaz giyinen kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Bakşı Satuk, sözün yayıcısı."

Gelip önüme bir parşömene çizilmiş harita benzeri bir şey koydu. Bakşı Satuk'u biliriz, ilk dönem kayıtlarındaki olayların çoğu -sözel olarak da olsa- ona dayandırılır.

Cam tahtta oturup altınla kaplanmış ipekten yapılma, mücevherlerle süslü kıyafetler giyen kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Bayundur, paranın sahibi."

Erliklilerin ekonomik durumlarının iyiliğini dayandırdıkları kişi, bundan hiçbirimiz gurur duymasak da kendisi dolandırıcı, yavuz hırsız ve Deli Dumrul (destanın başındaki, köprücü Deli Dumrul elbet; sondaki değil) karışımı bir profil olarak anlatılır. Gelip önüme altın bir para koydu, daha önce hiç görmediğim bir para.

Kayın ağacı tahtta oturup deri ve hasır giysiler giymiş kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Böri, çiftliğin hakimi."

Erliklileri, kurduğu çiftlik ile açlıktan ölmekten kurtaran kahraman; gerçi Kam Erlik'in oğlu değil torunu olarak anlatılırdı. Hâlâ onun kurduğu çiftliğe sahip olsak da bu çiftliğin Erliklilerin sahip olduğu çiftliklerden tam olarak hangisi olduğu belli değil. Gelip önüme bir koyun kafatası koydu.

Kızılçam tahtta oturup tamamen siyah giysiler giyip yüzünü de Kıpçak miğferi ile kapatmış kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Ayaz, infazcı."

İnfazcı Ayaz... İlk nesilden en uzun yaşayanlardan biri ve Yasa ile Söz'ü acımadan uygulamasıyla meşhur, bunun bir kısmı da idamdan geçiyor. İdam ettikleri arasında Semiz Bayındır (Cam tahtta oturan) ile Çoban Börü (Kayın ağacı tahtta oturan) de var. Gelip önüme bir yay koydu.

Mermer tahtta oturan kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Bağadur Yabgu, okulun kurucusu."

Batıryabgu da gerçekmiş demek, Gökçen Ana da gayet rahat duruyor, demek ki o da yasal eşten gelme bir çocuk. Önüme bir telek koydu.

Kil tahtta oturan kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Suñur, isimlerin vericisi."

Nesil isimlerinin daha nesiller oluşmadan, fal ve düzen içinde belirlendiği anlatılırdı; kastettiği o sanırım. Gelip önüme bir çeşit yıldız haritası koydu, daha dikkatli baktığımda Babil astrolojisine göre çizilmiş, bana ait yıldız haritası olduğunu fark ettim. Daha sonra sıra On Bilgeler'e geçti, On Bilgeler'in hepsi ahşap tahtlar üstünde oturuyorlardı.

Kayından tahttaki kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Beyrek soyundan, Ejder neslinin babası Toktamış."

Cevizden tahttaki kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Alkan soyundan, Yıldız neslinin babası Ultız."

Gülden tahttaki, başında Başkam tacı olan kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Demir soyundan, içinden esas varisi çıkaracak Kurt neslinin anası Hilal."

Neslimin atası Gümüşgöz Hilal, lakabından belli olan gümüş rengi gözleri (onlar da gerçek anlamda gümüşten yapılma toplar gibi parlaklar) haricinde yakından tanıdığım bir torununu fazlaca andırıyor: Ayçiçek'i eğer otuzlarının sonu veya kırklarının başında hayal etseydim buna epey yakın bir görüntü düşünürdüm muhtemelen. Şimdilerde Kyouka'dan başkasının ileride nasıl görüneceğini merak etmiyorum gerçi, Kyouka'nın yaşlanmayıp benim çökmemden endişeleniyorum aslında; yirmi altı yaşında hâlâ yirmilerinin başında gibi gözüküyor sonuçta, bense kesin biçimde yaşlanacağım. Öyle bir şey olursa "Birlikte yaşlanmaya söz vermiştik hani, niye sözünü tutmadın?" şakası yapma fırsatım olur gerçi, neyse. Kyouka'ya muhtacım sonuçta, onun kendi başına yaşayabilmesinin aksine. Tam da bu sebepten bir gün gitmek isterse onu tutmaya hakkım yok, umarım asla öyle bir gün gelmez.

Palmiyeden tahttaki kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Satık Bahşı soyundan, Hançer neslinin babası Yakup."

Hançer nesli günümüzde soyu tükenmiş, daha doğrusu birkaç farklı nesle ayrılmış bir nesil; ayrıca Memlük Erliklilerinin yönetici soyu ile Umman Erliklilerinin çoğunun geldiği nesil.

Bambu tahttaki kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Bayındır soyundan, Aslan neslinin atası Aybars."

Kızılçamdan tahttaki kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Börü soyundan, Koç neslinin atası Arslanbek."

Söğütten tahttaki kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Ayaz soyundan, Yağmur neslinin atası Kaya Tekin."

Elmadan tahttaki kişi: "Ben Kam Erlik oğlu Batıryabgu soyundan, Keklik neslinin atası Alpdoğan."

Kara çalıdan tahttaki kişi: "Ben Kam Erlik evlatlarından Şeytancı Petrus Kaya soyundan, Katır neslinin atası Utman."

Erliklilerde Türk olmayan devşirmelerin adlarının Türkçe anlamlarını veya onlara yakın bir kelimeyi isim olarak verip orijinal ve Türkçe isimle ikili hitap yaygındı devşirme sisteminin ilk başlarında, Alexandros'ların hepsinin adı Alexandros İskender, Maria'ların hepsinin adı ya Maria Bengü (İslam öncesi) ya da Maria Meryem (İslam sonrası), Christ'lerin hepsinin adı Christ Kıraç oldu örneğin.

Kam Erlik: "Evet, işte On Bilgeler ve Dokuz Oğullar! Hadi, hepiniz bedenime selam durup diz çökün! Ak Erliklilerin kurtarıcısına diz çökün!"

Dokuz Oğullar ve On Bilgelerin diz çöküp etrafımı sarmasından ve Yedi Kızların önüme konulan şeyleri kuşanmama yardım etmesinden sonra bu rüya bulut gibi ortadan kalktı ve az öncekine benzer ama lanet kısmı daha az, kutsallık kısmı daha fazla yeni bir rüya gönderildi. Yine büyük bir otağın içindeyim, duvarlar altından yapılmış. Önümde, sağ tarafta kayın ağacından kartal şeklinde oyulmuş bir tahtta, sol tarafta da taştan, yılan şeklinde oyulmuş bir tahtta birerden iki kişi oturuyor. Sağ yanımda kayın ağacından kartal tahtlarda, sol yanımda taştan yılan tahtlarda üçer kişi var. Yılan tahttaki konuştu.

Kişi: "Biz Sekizlerin kurucularıyız. Ben Kam Erlik soyundan, Ejder neslinden Başkam Sungur oğlu Toprak Mühürdarı Başkam İsa Toktamış Bey. Sekiz Oğuz beylerim, Kam Erlik soyundan, Kurt neslinden Başkam Afşin oğlu İlteriş Kam Utpa'ya selam durun ve kendinizi tanıtın! Umaylılardan Göktekin Bey, Ülgenterlerden Ayça Katun, Şolomsoylardan İshak Bey, Yafesoğullarından Olcay Bey, Günseyitlerden Hasan Veli, İlterişoğullarından Satuk Bey, Kanlıcalardan Savçu Bey."

Göktekin: "Ben Kam Teñri soyundan, Başkam Tanrıbermiş oğlu Gökyüzü Mühürdarı Dalkılıç Kam Göktekin Bey, Umaylı başkamı ve emanet sahibi."

Ayça: "Ben Kam İlay soyundan, Başkam Cengiz kızı Su Mühürdarı Kam Ayça Katun, Ülgenter başkamı ve emanet sahibi. Bu arada epey yakışıklısın."

İsa Toktamış: "Torunuma sulanma, Kam Ayça Katun. Zaten bir sürü talibin yok mu?"

Neyin içindeyim ben şu an? Sormak istediğim birkaç soru daha var, biri de tam olarak neremin yakışıklı olduğu ama tanıtımlarını bitirmelerini bekleyeceğim.

İshak: "Ben Kam Erlik'in hayırsız evladı Sarı Konrul'un torunlarından ve Hz. Süleyman soyundan, Başkam Yahya oğlu Ateş Mühürdarı İshak Bey, Şolomsoy başkamı ve emanet sahibi."

Olcay: "Ben Kam Tengri'nin hayırsız evladı Korkak Bahadır soyundan Başkam Kılıç oğlu Atçı Kam Olcay Bey, Yafesoğlu başkamı ve emanet sahibi."

Hasan: "Ben Hz. Hüseyin nesebinden ve Kam İlay'ın en hayırlı evladı Zülfikar Saltuk Hoca Hazretlerinin soyundan, İmam Ali oğlu Sûfî İmam Hasan Veli, Günseyit imam-ı azamı ve emanet sahibi."

Günseyitler başkam değil de imam-ı azam diyorlar demek liderlerine, bu bilgiyi edindiğim iyi oldu.

Satuk: "Ben Kam Aysu soyundan, Başkam Saltuk oğlu Kam Satuk Bey, İlterişoğlu başkamı ve emanet sahibi."

Savçu: "Ben Kılıç Dumrul soyundan, Başkam Ayhan oğlu Kam Savçu Bey, Kanlıca başkamı ve emanet sahibi."

Biz Kılıç Toñrıl'a Kılıç Tuğrul demeyi tercih ederiz ama kendi soyu Kılıç Dumrul diyor demek, bunu da not alayım. Artık sorularımı sorabilirim.

"Şey... İlteriş derken?"

İsa Toktamış: "Anlamı..."

"Anlamını biliyorum, nereden İlteriş olduğumu soruyorum."

Ayça: "Hahahaha! Torunun hakkında bir şeyler yap, İsa Toktamış Bey. Neden bu rüyayı gördüğünü bile bilmiyor."

İsa Toktamış: "Senin görevin bu: Sekizleri yeniden bir araya getirmek. Umaylılar dünden razılar, başlangıçta bizi reddeden Yedikızlar da muhtemelen seni reddetmeyecektir ama diğerlerini ikna etmek zor olabilir, Sekiz Oğuzlar kötü dağıldı ve o zamanın beyleri tarafından bir daha toparlanamayacak şekilde unutturuldu. Ey Sekizlerin ikinci kurucu, Kam Erlik soyundan, Ak Erliklilerin Kurt neslinden Afşin oğlu İlteriş Kam Utpa, mührün sahibi, Sular Rahibesinin kocası..."

Eh, bunu kendi kendime görev edindiğimi sanıyordum ama çoktan böyle seçilmiş demek; Yedikızların neden Sekizler yapılanmasında olmadığına dair merakım da giderilmiş oldu. Dur, Sular Rahibesinin kocası mı?

"Dur, dur, dur! Kyouka, Mizu-no-Miko'nun soyundan geliyor olabilir ama..."

Ayça: "Senin şu dağıtımda ve bilgi aktarımında rol alan torunun işini ne kadar iyi yapmış böyle. Of... Senin sevgili eşin, Mizu-no-Miko'nun bedeninin taşıyıcısı."

"Ha?"

"Bedeninin taşıyıcısı" nasıl bir cümle ki? Bedeni değil de...

"Mizu-no-Miko da mı dirilecek? Bugünlerde amma çok kişi diriliyor, iş günlük dizilere döndü."

Göktekin: "Dalga geçme, ciddi bir konu bu. Kızın Gece, Mizu-no-Miko'nun bedeni."

Gerçekten Tanrı benden nefret ediyor olabilir mi, sadece soruyorum. Bu arada...

"Bir şey sorabilir miyim? Kam Ayça Katun, acaba... İsa Toktamış Bey'e aşık olabilir misiniz?"

Ayça: "N-Ne!? Nereden çıkarıyorsun onu!"

Kafama fırlattığı tahttan son anda kurtuldum. Evet, oturduğu tahtı kafama fırlattı ama böylece emin olmuş oldum: Kesinlikle aşık. Şimdi düşündüm de; Sekizler yapılanmasında aile dışı evliliklerde gelen kişi aileye dahil ediliyor, o tamam; ama Sekizler içindeki aileler arasında bir evlilik olursa nasıl olacak? Kıdem yönünden bazı aileler daha üstte mi olacak (örneğin Erlikli kadınıyla evlenen Umaylı erkeği Erlikli sayılır, tersi durumda gelin de Erlikli sayılır şeklinde) yoksa aile içinde olduğu gibi Yeni Sekizler arasında da erkekten mi devam edecek? Öyle olursa başkam varisinin kadın olduğu durumlarda ne yapılacak peki? Nesil değişiminin önemi yok ama hiçbir aile başka bir aileye bağlı birini Başkam kabul etmeyecektir. Yeni Sekizler yapılanması için bunun kesin bir kurala bağlanması gerekiyor, bu rüyayı göndermeleri iyi oldu. Ben düşünmekle meşgulken bir anda ortamda benim de İsa Toktamış Bey'in de gözlerinin fal taşı gibi açılmasına neden olan bir figür belirdi: Kam Erlik.

Kam Erlik: "Diğerleri tamam ama sen bunu bana nasıl yaparsın, sevgili torunum? Benden habersiz bedenime rüya göndermek de ne oluyor?"

Çektiği kılıcının herhangi bir boynu kesmesini engelleyen şey bir çeşit ışındı. Tanıdık bir yüz daha ama Kam Erlik dışındakiler onu tanımıyormuş gibi.

Kam Erlik: "Ezail... İşime engel olma, soktuğumun meleği!"

Ezail: "Göklerin kararı kesindir, Kam Utpa'nın Sekiz Oğuzların İlteriş'i olması gerekiyor."

Kam Erlik: "Bedenimle kafanıza göre oynamayı kesin! Hep böylesiniz... Siz melekler, şeytanlar, tinler, hepiniz! 'Tanrı'nın planı bu, kader böyle, görevin şöyle, onu yapma...' Başka bir bok bildiğiniz yok mu sizin!"

Atamı bir anda diz çöktürüp sağ elini sırtına dayayıp kelepçeye alan kişi, kanlı göz yuvalarına, soluk dudaklara, yıpranmış ve üstünde kurtlarla böcekler gezinen siyah saçlara sahip, kimono giymiş bir kadındı.

Kam Erlik: "Bırak beni! Kimsin sen?"

Kadın: "Ben İzanami, yer altı dünyasının kraliçesi. Erlik Han sana engel olmam için beni gönderdi, kendisinin daha önemli işleri mi varmış neymiş."

Sonrasında yüzünü bana çevirdi.

İzanami: "Merhaba, Mizu-no-Miko'nun babası. Sana biraz ilgim var, o yüzden atana engel olmam gerek."

Burası iyice mitoloji kuşağı gibi oldu ama... Kendi rüyamdan kaçmamın da bir yolu yok ki. Yalnız bana tek şekilde hitap edin, Mizu-no-Miko'nun babası mı Sular Rahibesinin kocası olduğuma bir karar verin önce. Ha, Sular Rahibesi Kyouka'yı diğeri de Gece'yi anlatıyor, tamam; şimdi oldu. Birdenbire gökten gelen bir ses duyuldu.

Ses: "Kam Erlik'i bırak, İzanami. Bu bir emirdir."

Ses gök gürültüsünü andıran, tok ve hiddetli bir sesti; yine de kalbime huzur vermişti. Aynı huzuru Sekiz Oğuz beylerinin yüzlerinden de okudum ama İzanami, Kam Erlik ve Ezail bizimle aynı fikirde değil gibiydi. İzanami'nin yüzü öfke ve korku karışımı bir duyguyla çatılmış, Kam Erlik'in yüzü kararmıştı, Ezail durduğu yerde korkudan titriyordu.

Ses: "Bu bir emirdir, İzanami. Kim olduğumu biliyorsun. Ben yaratılanların en eskisi, en yücesi ve en mükemmeli, var olan her şeyin babası Kayra Han. Yıldırımımı bırak, İzanami!"

İzanami korkuyla Kam Erlik'i bırakıp çekildi.

Kayra Han: "Sana gelince Kam Erlik, plana uymalısın. Bir daha affı olmayacak. Bu sefer ruhunu Erlik Han'ın döşeğindeki yılanlara parçalatır, sonra da itaatkar bir şekilde tekrar birleştiririm! Benim öfkem Tanrı'nınkinden büyüktür, unutma!"

Kam Erlik: "Planınıza sokayım."

Kayra Han'ı anladım da atam niye bu kadar öfkeli?

Kam Erlik: "Uymayacağım işte!"

Kayra Han: "Kim olduğumu hatırlamıyor gibisin, Kam Erlik. Ben o kurbanlar vererek elde ettiğin gücün sahibi olan Erlik Han'ı yeraltına süren kişiyim. Bay Ülgen'den, Umay Ana'dan, Zümrüd-ü Anka'dan, Öksökö'den, güneşten, aydan, yeryüzünden bile daha eskiyim. Hayat ağacını ben diktim! Toprağı, suyu, ateşi ve havayı ben inşa ettim! Meleklerin iradesini ben söktüm, kanatlarını ben taktım! Siz insanlar benim suretimde yaratıldınız! Tanrı'nın verdiği çamura şekil veren bendim! Adem'in, Havva'nın ve Lilith'in ilk gördüğü bendim! İnsanları, Tanrı'nın yarattığı farklı dillere ve milletlere ayıran bendim! Sen, benim ordum olan Turan halklarının en inançlıları olan Türklerin soyundan ve benim en hayırsız evlatlarımdan Kam Erlik; itaat et, bu sefer cezasız kalamazsın!"

Bu kez bağıran Kam Erlik değil Ezail'di.

Ezail: "İşimize karışma, kutsal ruhların kralı! Burada senin aklının alamayacağı oyunlar dönüyor."

Kayra Han: "Tanrı'nın emrini size iletiyorum ve böyle mi karşılanıyorum? Sen, şimdilerde Ezail adını kullanan zavallı... Affedilmene rağmen fesatlığa devam mı edeceksin, o asla anlaşamadığın Samael gibi mi iş tutacaksın? Ben Mikail'den de Cebrail'den de daha eskiyim! Ben o şerefsiz PKR'den daha eskiyim! Kendine tanrı diyen, insanlara öyle öğreten kafir tinleri üretip doğa görevlerine koyan benim! Kamilerin, titanların, meleklerin babası benim! Ben evrenin kendisinden daha eskiyim! Alemlerin rabbinin sağ koluyum!"

PKR, Puklinya'nın Kadim Ruhu anlamında bir kısaltma. Daha önce bahsettiğim, caminin karşısındaki sadece domuz eti ve şarap sunan restoranın sahibi olan varlığı işaret ediyor.

Kayra Han: "Şimdi gelmiş, sen Tanrı'nın elçisi... Kam Utpa'nın koruyucu meleği Kishuphel, bana işine karışmamamı mı söylüyorsun? Yani sen Ezail, emirlere karşı çıkmayı sürdürecek misin? Yeniden alaşağı edilme niyetinde misin, Babil'de geçirdiğin süreyi unuttun mu!"

Anlayamadığım bir sürü şey oluyor ama Kishuphel'in Kishuph kısmı İbranice "Büyü" demek, yani Ezail'in şimdiki ismi "Allah'ın ezası" demekken eski ismi "Elohim'in büyüsü" demek. Ezail'e bir bakış attım.

Ezail: "Peki, peki... Buraya kadar geldik. Kovulduktan sonra bir süre evreni gezdim, sonra insanların arasında yaşamaya başlayıp büyü öğrettiğim için cezalandırıldım, çok acizdiniz ve hiçbir şeyi beceremiyordunuz! Harut ve Marut benim muhafızlarımdı, dünyada cezamı çekip çekmediğimi görmek için eşlik ediyorlardı; sonrasında o bildiğiniz Zühre -veya Esther, ne derseniz artık; gerçek adı ikisi de değildi sonuçta- hikayesi yaşandı, kovulduklarında o ikisi Babil'e baş aşağı durmaya gönderildi; ben de kıdemlileri olarak gökyüzünde Venüs'e denk gelecek ruhani bir demir bakire içinde kaldım. Ne kadar süre boyunca tövbe ettiğimin haddi hesabı yok ama sonunda İsrafil gelip affedildiğimi ama artık başka bir görevim olduğu için dünyada kalmaya devam etmem gerektiğini söyledi. Dünya epey değişmişti tahmin edersiniz ki."

Kam Erlik: "Hikayeni anlatmayı bitirdin mi, Kishuphel? O Tanrı'nıza söyleyin, onun planına uymayacağım. Salçuk Tengri olacağım."

"Hiç duymadım."

Kam Erlik'in oyuncağı olmayı istemediğimden Ezail ve Kayra Han'dan yana taraf aldım, tam olarak aynı tarafta gibi de durmuyorlar gerçi. Kutsal Göklerde bile iktidar kavgası olduğunu görmek de ilginç oldu.

Kam Erlik: "Tabii, bedenimin cahil kalmaması gerek. Dedem Bilge Salçuk, kibirliydi. Siz torunlarım benim kibirli olduğumu düşünüyorsunuz ama o var ya... Kendine Salçuk Teñri derdi, bize de öyle dedirtirdi, Tanrı'nın sol koltuğunu hedeflerdi. Kayra Han ile birlikte, Tanrı'nın -ikinci- gözdesi olmayı isterdi. Bütün tinlerden ve meleklerden yukarıda! Cebrail'den de Mikail'den de Umay Ana'dan da yukarıda! Ben onun kadar kibirli değilim, Tanrı'nın sol koltuğunu istemiyorum. Sağ koltuğu istiyorum, Kayra Han'a ait olanı. Bir de mümkünse evrenin yönetiminin bana bırakılmasını."

Ezail: "İsteğinin ne olduğunun farkında değilsin! Acı mı çektin, intikam mı istiyorsun? Hadi oradan!"

Bir anda ortalık kör edici beyaz bir ışıkla aydınlandı, sonra kendimi ne kadar ileride olduğu belirsiz beyaz duvarlar ve beyaz tavanla kaplı bir odada buldum. Mavimsi beyaz zeminde kırmızı işlemeler vardı: İçten dışa üçgen, dört köşeli yıldız, beş köşeli yıldız, altı köşeli yıldız, yedi köşeli yıldız, sekiz köşeli yıldız, dokuz köşeli yıldız, on iki köşeli yıldız, on üç köşeli yıldız ve ondokuzgen. Ben, üçgenin ortasında bulunuyordum; karşımda dört tane tüylü kanatları olan insanımsı varlık vardı. İkisi erkek, ikisi kadın görünümündeydi ve her birinin üçer sağ, üçer soldan altışar kanadı vardı; erkek görünümünde olanların birinin yeşil kanatları, yeşil gözleri ve yeşil saçları; diğerinin siyah kanatları, gri saç sakalları ve ne gözbebeği ne de irisi olmayan bembeyaz gözleri vardı. Bu kişi diğer üçünün genç-orta yaşlı görünümünün aksine oldukça yaşlı görünüyordu. Kadın görünümünde olanların birinin sapsarı saçları, simsiyah gözleri ve kan kırmızı kanatları vardı, diğerinin saçı siyah, kanatları beyaz, gözleriyse kan kırmızısıydı.

"Aslında iyi bir tahminim var ama... Kimsiniz?"

Sarışın kadın görünümünde olan: "Başmelekleriz. Bizi duydun, hakkımızda okudun, gücümüzü bile kullanmaya çalıştın. Ben savaş meleklerinin komutanı ve vahiy meleği Cebrail; Allah'ın gücü."

Yeşil saçları olan: "Muhtemelen anlamışsındır ama yine de söyleyelim, bunlar gerçek görüntümüz değil; dünyasal bedenin nurumuza dayanamayacağı için oluşturduğumuz illüzyonlar. Ben başmeleklerin başı ve doğa meleği Mikail, Allah'ın kölesi."

"Evet, tahminim doğruymuş. Yaşlı amca İsrafil, ölüm kadar siyah saçları olan da Azrail o zaman?"

İsrafil: "Doğru, boynumdaki Sûr'dan da anlayabilirdin; ben İsrafil, Allah'ın şifası."

Diyene kadar boynundaki tuhaf şekilde kıvrık olan boynuz borazanı fark etmemiştim. O Sûr'un gerçek şekli mi yoksa zevkine bir illüzyon mu merak ettim şimdi, muhtemelen cevap vermezler gerçi.

"Yalnız hiçbir fikrim olmayan bir şey var. Neredeyiz biz?"

Azrail: "Gökteki köpek, Sirius. Zaten söyledin ama yine de kendimi tanıtayım: Ölüm ruhlarının efendisi ve ölüm meleklerinin başı Azrail, Allah'ın sağlamlığı. Senin soyun bana zamanında Aldaçı Han da derdi."

"Yıldız olan Sirius mu?"

Tanıtımını görmezden gelmişim gibi dursa da onun hakkında söyleyecek bir şeyim yok.

Azrail: "Yıldıza bağlı olan. Bir insanın yükselebileceği en yüksek aşama bu, Şi'ra göklerinden ileri sadece ölüler ve peygamberler -onların da hepsi değil, sadece seçilmiş olanlar; örneğin İsa ve Muhammed- gidebilir ve sen kesinlikle onlardan biri değilsin."

"Beni kafayı neyle bozduğunu anlayamadığım atamdan kurtardığınız teşekkür ederim ama... Sadece uyandıramaz mıydınız?"

Cebrail: "Bir seçim yapman gerek, hangi tarafta olacağına dair."

"Her zaman kendi tarafımda olurum."

Mikail: "Bunun hata olduğunu söylemiştim, Kam Erlik'ten farklı değil o da."

Cebrail: "Kafama göre iş yapmıyorum herhalde, emirlere karşı mı geliyorsun? Sen mi? Heliel'i unutma."

"Eee, muhtemelen bilmeyeceğimi düşünerek söylediniz ama... Heliel derken kimden bahsettiğini biliyorum."

İsrafil: "Kishuphel'i dünyada bırakmak hataydı, Rıdvan, Mâlik ve Samael'e söylemiştim bunu. Ağzını tutamıyor işte."

Mikail: "Neyse ne, emir buydu. Güleceğim zaman yakın."

"Cehennem ateşinin tutuşturulduğu günden beri gülmediğin doğru o zaman?"

Mikail: "Çok gücümü harcıyor, ateş benim yetki alanımda sonuçta. Beni bırak sen: Tarafını seç."

"Sadece kendi tarafımda olacağım; ve sevdiklerimin tarafında. Özellikle de ailemin, Erliklilerden bahsetmiyorum; kendi ufak ailemden bahsediyorum."

Bir anda etraf sarsıldı.

Kayra Han: "Emri uyguladığınızın farkındayım ama benim söyleyeceklerim de vardı belki, ne dersiniz?"

Cebrail: "Hiç kimse alemlerin rabbinden üstün değildir ve biz sadece onun emirlerini uygularız."

Kayra Han: "Allah'ın Kuvveti adına sahip birinden beklenecek sözler tabii. Sen, Kam Utpa; ailen benim için biraz önemli, unutma. Sonrasında gelip bunun hakkında laf edenler olabilir ama her şey Kozmik Plan'a uygun ilerliyor. Sen, ordumun en inançlıların soyundan gelen Kam Utpa ve ordumun en fazla ruhani güce sahip olanlarının soyundan gelen eşin."

"Şey, bana ordularınız hakkında bir liste verebilir misiniz?"

Kayra Han: "Dalga geçme. Seni çarparım, Kam Utpa. Üstüne yıldırım fırlatırım, benim öfkem Tanrı'nın öfkesinden büyüktür ve ben onun kadar merhametli de değilim. Kavimleri helak eden bendim, en azından çoğunu. Kafama göre yapmadım elbet, her halükarda Tanrı'nın emrini uyguladım."

Cennette bürokrasi olması ve Kayra Han'ın bu bürokrasideki yeri hakkında biraz hayal kırıklığım var ama neyse. Bir an düşüyor gibi hissettim, yok, hayır; süne ruhum rüyalar aleminden, hatta Şi'ra göklerinden dünyaya, bedenime geri düşüyor. Uyandığımda Kyouka'yı biraz endişeli gördüm.

Kyouka: "Sonunda uyandın."

Sarıldı.

"..."

"Ne kadardır uyuyorum?"

Kyouka: "Her zamankinden fazla değil, endişemin sebebi seni uyandıramamdı."

Elimi uzatıp saçlarını karıştırdım.

"Evde yapabileceğimi söylemiştin d'i' mi?"

Kyouka: "Bir tür astral seyahatte falan mıydın?"

Saçını karıştırmamı sevdiğini neden itiraf etmiyorsun, yüzünden hemen belli oluyor; onun yerine konuyu değiştiriyorsun. Tabii endişeli olan sevgili eşime bunu söyleyemem, endişelenmiş hali de inanılmaz sevimli ama onu bir daha böyle görmek istediğime emin değilim.

"Pek değil. Ruhum, daha doğrusu hareketli ruhum, bedenimde değildi gerçi, orası doğru. Gece boyunca atalarımla ve kutsal varlıklarla uğraştım durdum."

Kyouka: "Tuhaf bir rüya mı?"

"İşaretçi bir rüya, hatta işaretçiden ziyade gönderilen bir rüya. Eee, şey, bir de..."

Kyouka: "?"

"Senden daha güzel bulduğum bir kadın oldu, üzgünüm. Affedebilecek misin?"

Kyouka: "Beni nasıl görüyorsun tam olarak? Kimden bahsediyorsun ki?"

"Ozan Gökçen."

Kyouka: "Atan olan, hani Kam Erlik'in eşi?"

Başımla onayladım.

Kyouka: "Salak mısın?"

"Gh."

Bu ağır oldu.

Kyouka: "Kim kendi annesini çirkin bulur ki; niye bunun için kızayım? Bilmem kaç nesil önceki doğrudan atanı kıskanacak kadar çarpık biri değilim ayrıca."

"Seni seviyorum."

Aha, ittirdi.

Kyouka: "Şöyle şeyleri aniden söyleme ya!"

Hehe, cidden çok sevimli utanıyor ya.

"Önceden uyarınca sürpriz olmuyor, romantikliği de azalıyor."

Kyouka tekrar yatağa yuvarlandı, daha doğrusu kendini bıraktı.

Kyouka: "Endişeliydim, biliyor musun? Erken evlenmemiz konusunda yani; ama iyi ki çok beklememişiz diyorum. Hayatımda yaptığım en iyi şey seni sevmekti, kesinlikle öyleydi."

"Vay, biraz daha devam edersen şımaracağım ama."

İkimiz de güldük ve ben de Kyouka gibi yeniden yatağa uzandım.

"İyi ki senden önce ilişkim olmamış, sabrın sonu selamettir diye bunun için mi diyorlar acaba?"

Kyouka: "Sanmıyorum ama iltifat etmeye çalışıyorsan doğru yoldasın."

Diğer Bölümler İçin