Akvaryumda peyda olan ölümlerden mütevellit sıkı bir araştırma ve deney yapıp planarya suçlu deyü lakin daha sonra Pistia'ların fazla üremesinden mütevellit sudaki oksijenin azalmasının sebep olduğunu anladım.
Su ilindeki bitki ve balukları başka, küçük mir su iline aktarıyorum. Mengiçe iyi olaçak. Su bitkilerini ayırıp hava sayısını artırıp iyi olmasını istiyurum. Amma bir ılan baluğu ve bir çöpçü balugu par iki mir türlü yakalayamadım.
Mecha (Meka diye okunur)
Nİ: Mekanik?
Otaku: Dev robotlaaar!
Nİ: Fuck
Otaku: Kuso!
Nİ: Aptal
Otaku: Baka!
Alın bandı
Nİ: Şu egzersizlerde kafaya takılan şey
Otaku: Konohagakure! Sunagakure! Shinobi! Hokage! Akatsuki!!!
Bankai
Nİ: Banka?
Otaku: Getsuga tenshoooooou!
Jabancı dil
Nİ: İngilizce, Almanca
Otaku: Japonca
Ayrıca; bir Otaku günlük hayatında çok fazla anime izlediğinden diğer otakularla anlaşmak için Türkçe-Japonca karışımı bir dil kullanır. İşin içine kavramlar da girince, tam cümbüş olur... Mesela bir Otaku başka bir otakuya "Günaydın" yerine "Ohayo" der. Eğer Otaku bir topluluğa hitap ediyorsa "Ohayo minna" der. Mesela bir otaku yemeğe "İtadakimasu" diye başlar -hele ki ramen yiyorsa-.
OVA
Nİ: Az eğimli yerler
Otaku: Anime için yapılmış ek bölüm
One Shot
Nİ: İngilizce bir şey
Otaku: Tek bölümlük manga
İtalya
Nİ: Bir ülke
Otaku: Hetalia
Hetalia
Nİ: Bir ülke herhalde
Otaku: Tüm ülkelerle dalga geçen bir anime/manga
Filler (Okunuş: Fillır)
Nİ: (Yazılış) Filin çoğulu (Okunuş) Ha?
Otaku: Mangada olmayan ama animede olan şeyler. Dikkat! OVA'lar filler değildir!
Aslında bu her şeyi anlatmış:
Ayrıca; Otaku beyni ile normal insan beyni oldukça farklıdır. Üst düzey bir otakunun beyni şöyledir:
Daha düşük seviye otakular, hafif otakular ve animeci hikikomorilerin ise beyninin %50 - %70'i arası animeye ayrılmıştır. Geri kalan her şey için %50 - %30 yer kalır. Onun da yarısı Japonya, Uzakdoğu, Japonca gibi şeylerle doludur. Böylece geriye %20 kalır... Onun da %10'u günlük hayat, iş, okul... Geriye %10 kalıyor. Bu da başka her şeye ayrılır...
Bıçak için kullanabileceğiniz tek malzeme çakmak taşıdır, onun da neye benzer bilmek gerekir ve adı üstünde taş bu, hemen kesmesini beklemeyin. Uğraştırır, bıçak gibi düzgün olmaz...
Doğada halat yapımı, Artun'un yazısında var ama peki ya ip elde etmek istersek? Isırgan otu, sarmaşık ve ıhlamur kabuğundan yapabilirsiniz. Isırganın kabuğunu soyun ve suyunu akıtın (Isırganın küçük dikenleri vardır ve kabuğunu ayırırsanız "sokamaz") Söğüt ağacının iç kılıfından da ip yapılıyormuş mesela.
Mesela, puf mantarından merhem yapılıyormuş... Bu arada; puf mantarı, şekli yuvarlak bir mantardır; üstüne bastığınızda "patlar" ve etrafa sarı-yeşil (daha çok yeşil) bir toz fışkırtır. Uzaklaşın! Bu toz, solunduğu halde zehirler. Tozların yere düşmesini bekleyin, sonra onu yaraya koyun. Böylece siz değil, mikroplar zehirlensin.
Olta için, boğaz iğnesi zaten... Ama başka yöntemler de var, bekleyin, onları da anlatacağım. Doğada dişiniz ağrırsa? Deniz kenarında iseniz, deniz suyuyla gargara; tatlı suya yakınsanız söğüt ağacın iç yüzeyi vs vs.
Olta için...
Kuşburnu dikeni:
Yalnız şu bğaz iğnesi yüzmez mi? Belki de yüzmesi gerekiyordur...
Ayrıca şu:
Çam iğnesi...
Peki ya böğürtlen dikeni? Olmaz mı? Olur...
Ayrıca, atık içecek kutusu varsa onun açma halkasından da yapabilirsiniz.
Ayrıca, mızrak...Bıçağınız varsa, onu sopaya takın... Çakmak taşı da iş görür.
Açma halkasından olta:
Kerpeten ve törpü ile kesip şekil verin.
Şimdi, iki farklı mızrak biçimi var (sadece sopa kullanacaksanız).
1. Düz.
2. Ayrık
Düz olanı, bildiğimiz kazık.
Ayrık olan ise iki uçlu (ama uçlar aynı yöne bakıyor). Ama bu öldürmüyor, delmiyor; sadece sersemletiyor. Bu, aborjinlerin (Avustralya yerlileri, hala doğayla iç içe yaşarlar; Avustralya şehir halkının tamamı İngiliz'dir) yöntemi... Durun, Serdar Kılıç'ın videosunu koyuyorum: https://www.facebook.com/video.php?v=2170897683880
Hazır oltalardan bahsediyorken, şu tuzağı da geçemeyeceğim:
Tuzağımız teorik olarak bu:
Ama şöyle de olabilir ki videodaki adam öyle yapmış.
Nasıl çıkamadığını çözdüm nihayet. Sopanın üzerinden giriyor, ama sopanın diğer yönü havada olduğundan çıkamıyor. Bu tuzak, suyun cep yaptığı bölgelerde yapılır...
Video:
İşte böyle... Ayrıca, zeytingiller (kurtbağrı, dişbudak, zeytin, akçakesme vs.) ve şimşirlerden de güzel ok yapılır, iyi olur... Yalnız önce soyuyoruz, yeşil kalıyor; sonra kurutuyoruz ve ardından şekil veriyoruz. Ayrıca odunsu gülgillerden de (kiraz, gül ağacı) iyi yay yapılıyormuş. Ayrıca meşe, kızılcık, hünnap, akçaağaçtan da yay yapılıyormuş.
Hah, Serdar Kılıç'ın videosunu buldum:
Ayrıca, incir ve cevizden de yapılıyormuş. Hah...
İçi akağaç, dışı karaağaçtan; ortası da cevizden yapılabiliyormuş. Ya da tek başına akasyadan yapılabiliyormuş.
Okun arkasına tüy takın ama milimetrik takmazsanız gitti o iş... Önüne ise pirinç (metal olan) konuluyormuş. Ama biz doğada pirinci nereden bulacağız? En iyisi iyice sivriltip öyle yapmak.
İp kısmı da zaten ısırgandan, sarmaşık içinden, söğüt içinden...
Karmakarışık bir yazı olacak. Ansatsu kyoushitsu'yu tanıtacağım...Basitçe, öldürülemez ahtapotsu bir yaratık 3-E denen ve devamlı kötülenen okul yönetiminin baskısı altında kalan bir sınıfa ders veriyor ve bizimkilerin bunu (Koro senseeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeyyğğğğ) öldürmesi gerekiyor. Niye anlattım bunu? Çünkü Nagisa diye bir karakter var, erkek olduğunu öğrendiğim anda yanındaki kız (Kayano) ile ship'ledim.
Nagisa:
Hep fanart var, anime daha Japonca olarak 8. bölümde olduğundan anime resmi yok. Fanart ve manga resmiyle idare edin (Bu arada kız kıyafetiyle çizilmiş fanartlar var, görünüşü kıza benzemesine rağmen Nagisa erkek. Ne bu hideyoshi merakı?
Fanart:
Bu da mangadan resim:
Kız gibi görünüyor ama bu Japon'lar boşuna yapmaz, mangasını okuyanlar geçmişi yüzünden diyor, hadi bakalım. Ha, anime çizimiyle aynı bir "tanıtım resmi" buldum:
Bu da Kayano:
Ve, bir Nagisa x Kayano resmi de buldum ama nedense bu şekilde aradığımda bulamamıştım.
Tamam, resim kalitesi kötüydü; nagisa x kayano diye aratıp buldum.
Bir de Nagisa x Karma ship'leyenler var (ki Nagisa'yı kız sandıklarını umuyorum); ikisini birden ship'leyen bir fanart:
Manga resimlerinde de Nagisa'nın kız gibi giyinmiş şeyleri var, Kayano'yla da öyle tanışıyorlar sanırım. (Bu arada Nagisa, Karma'ya hayranlık duyuyor ve Kayano en iyi arkadaşı. Karma da çok zeki ve derslerde çok başarılı ama psikopat davranışları yüzünden son sınıfa -E sınıfına End'in baş harfi olarak E diyorlar; Japonya'da sınıflar 1-A, 1-B diye değil 1-1, 1-2 şeklindedir; E sınıfının dışlandığı her halinden belli olsun diye 3-5 yerine 3-E demişler, orta 3 bu arada bunlar- atmışlar. Kendimi gördüm lan...)
Neyse... Kamp için malzeme biriktiriyorum. Tuz, bıçak, teneke kutu, sopa (orada sanki bulamayacağım), cam ve plastik şişe, teneke kutunun açma düğmemsi şeysi -ben bile anlamadım lan-, misina...
Ha, neden koştura koştura Nagisa x Kayano ship'ledim? Çünkü ağır işsizim.
Şimdi, hiç bir şekilde ship'leme yapamadığım elimi kolumu bağlayan animeler de var. SAO, çünkü daha yeniyim. Durarara, zira insanlar arasında tuhaf bir bağ var. Yarı-psikolojik acayip bir anime, herkese tavsiye ederim. (Dikkat! Gintama'ya bile konu bulanlar, eğer sizi konu bulmakta zorlayacak bir şey arıyorsanız Durarara!! izleyin.) Yalnız 1. bölümde "hadi ilk bölüm..." diyorsunuz ama 2. ve 3. bölümden sonra kendinizi boş boş duvara bakarken bulabilirsiniz. Durarara, bazı kişilerce yarı-psikolojik ve garip bir şekilde sosyalojik, bu da yetmezmiş gibi parapsikolojik bir anime olduğundan sıkıcı bulunabiliyor. Ama gayet güzel bir anime, özellikle atlama-atlamama ve Dullahan kısımları süperdi. (Bu spoiler değil çünkü ilk beş bölüm içinde). Yalnız süper karakterler var, sırlar, sıradan insanların sıradışı kader ağlarıyla örülü Dünya'sının içi... Neyse, bu nedenle kimseyi kimseyle ship'leyemiyorum. Fairy Tail... Erza x Jellal (midir Gerard mıdır her kimse) zaten mangakaca taraf alındı, o yüzden ben ship'lemiş olmuyorum. Şimdi, ben Natsu'yla kimi ship'liyim? Lucy mi, Lisanna mı, Wendy mi, Gajeel mi, Happy mi? WataMote (Uzun isim: Watashi ga Motenai no wa Dou Kangaetemo Omaera ga Warui!) de elimi kolumu bağlıyor. Tomoko'yla ship'lenebilecek tek kişi Tomoki -ki o da kardeşi. Neyse, Tomoko bu haliyle iyi... Bakuman... Zaten anime başında herkesi mangakalar ship'ledi. Hotarubi no Mori e, kızla adamı mı ship'liyim ne yapayım? Nichijou... Lan ne yapmamı istiyorsunuz, Yukko ile Mai mi ship'liyim ne olsun istiyorsunuz? Rock Lee no Seishun Full-Power Ninden, Naruto parodisi la bu...
Artun hala yazmadı barınak yazısını ama haklı sebepleri var (Bilgisayara ulaşamıyor adam :( Ulaşamıyor dedim de el konuldu yani... )
Bu arada üç yazarımız da 11. sınıf (Bizim zamanımızda lise üçtü ama şimdi lise kaç bilmiyorum)...
Ha, kobaya döndük... Ne kadar saçma sapan değişiklik varsa bizim üstümüzde denediler, olumlu olan her şeyi bizden bir sonrakiler arasında yaptılar.
Hayır deney faresi değiliz biz, insanız!
Konu nereden nereye geldi...
Ha, yeni nick'ler...
Paludaryum nicki akvarist yazılarında; ama Uzakdoğu yazılarında bana Urahara diye hitap edin (Urahara-san hiç fena olmaz hani... Ama chan da demeyin, o kadar da değil. Sama hiç demeyin; o ayrı bir konu... Ama başka otaku'lar dono diye hitap edebilir. Urahara-dono... Yok, siz san diyin en iyisi.) SC yazılarında ise nick'im Balık... Yok ya, balık olmasın... Ne olsun? (Niye balık olmasın; su kenarında direkt balıklara yöneliyoruz, o yüzden balık olmasın) Yengeç mi olsun? Yok, o da denizde çok sıkıntılı. Ne olsun, ne olsun? Çam ağacı mı olsun? Yok yok olmasın... Bıçak? O da olmasın... Daş olsun daş... Şaka şaka...
E, off....
Ha; boğaz iğnesi yapımı videosu;
Bende yemi nasıl komple takıyor diyordum, düşündüğüm gibiymiş...
Bu arada, survival'da bıçak bulamazsan öldüğünün resmidir. Çakmak taşıyla da yaparsın ama bıçakla 5 dk.da yapacağın işi çakmak taşıyla 5 saatte yaparsın.
Bu video işine de iyi alıştım...
Şu an boğaz iğnesi üzerine çalışıyorum.
Neyse... Akvarist yazılarında "semender" diyin bana... Evet, semender iyi. SC yazılarında da "bıçak" olsun... Yok yok, daş olsun daş...
O değilde ortalıkta sade gazoz kalmamış, hepsi limonlu ya da meyveli...
Of... İşte... Ha, otaku yazılarında Tomoki de diyebilirsiniz... Yok, yok; Urahara iyi, Urahara güzel. Imm... Değişik yani... Puff...
Tepee ve otağ'lar var mesela... Çadırın atalarından... Aslında ilk iki çadır türübunlar, çadırın atası ise kubbe barınak ve iglo...
1. Lise denen lanet şeyi bitirmek (Harbi biri bana hayatın skip tuşunu göstersin)
2. Üni.de part time çalışmak (Aslında Amerikan kültürünü de pek sevmem. Bazı kültürler gibi nefret etmiyorum ama çok da sevmiyorum... Nötr denilebilir)
2. Üni.de Aquatlantis için bir ortak bulmak (Bulabilir miyim ki?)
Ha; ilk önce Google adcense (doğru mu yazdım bilmiyorum) alacağım.
3. Asya turu (Harbi birazcık kafa dağıtmam lazım, lan niye bu hayat denen şerefsiz bu kadar zor? Hayat, duyuyor musun, sana inat yaşayacağım ulan!) (Bu Asya turu esnasında yürüyerek-otostopla-kamp yaparak gideceğim. Malzemeler ve rotamı belirledim bile! Tabii rota o kadar esnek olacak ki...)
Ulan bir haberleri izleyeyim dedim (Aslında TV'de bu saatte başka şey olmadığı için) ülke resmen komedi filmine dönmüş... Trajikomedi... Sonra Türkiye neden gelişemiyor... Resmen sinirden gülüyorum şu an... Hayır demokraside durum buysa saltanata dönelim bence, en azından suç işlemekten korkarlar biraz... Bu ne arkadaşım? Muhalefet hükumete, hükumet teröre, sonra hepsi bahçıvana suçu atıyor. (Bir de sırf muhalefet yapmak için muhalefet yapanlar var, o apayrı bir konu. Adamların hayat felsefesi "hükumeti suçlayamıyorsan bunun için hükumeti suçla) Hayır ülke olarak öyle saçma sapan bir hale geldik ki; haber bültenleri artık senaryosu hemen anlaşılan dizilere döndü... Hani şu üç ay sonra bile kaldığı yerden devam eden, her bölümü aynı ve ne kadar ara versen de yine her şeyi bıraktığın gibi bulduğun diziler gibi... Menü de bugün de siyasi atışmalar, mevsimlik olarak kar haberi var... Kesin cinayet ve hırsızlık da vardır... Gerçi onların yerine meclis kavgası vardı bugün, onlar olmayabilir.
Neyse, devam...
4. Bir işe girmek
5. Aquatlantis'i ve Erudo Ramen ve Uzakdoğu Lokantası'nı açmak.
6. Kendimi işten kovdurmak (Psikopat olduğum doğrudur, biraz mazoşistlik de var... Az ama)
7. Her şeyi mi planlasaydım? Kendimi sırt üstü bırakırım bundan sonra, artık ne olursa...
Aslında, CRS diye bir pet markası fikrim vardı uzun zamandır; Türkiye'nin Sera'sı, Tetra'sı, JBL'si... Gerçi boş ver bunu... Belki Aquatlantis bünyesinde bir şeyler olur...
Ha; evi unuttum... Ev...3. şıkta ev de var.
Bir de, zengin olursam (ben zengin olduğumun ertesi günü komple paraları harcarım o ayrı konu da) ada alırım... Şu Survival Camping'cinin çok (ama gerçekten öyle böyle çok değil) parası olsa ne yapar muhabbeti...
Of...
Sonuç: Muhtemelen hiç biri gerçekleşmeyecek ve ben yine soğuk sulu bir uyanış yaşayacağım... (İnşallah gerçekleşir yaa)
Bir Survival Camping restoranı nasıl olurdu diye düşünüyordum... Sonra 2. gün mühürleneceği aklıma geldi. Sonuç olarak yılan, çekirge, örümcek, tilki... Bunlarla birlikte tamamen SC yöntemleriyle arıtılmış sular...
Yine de yolunu bulabilen olur diye etraflıca açıklayayım:
Kendin pişir-kendin ye... Tabii isteyene biz de pişiriyoruz.
Mesela menü... Tarantula burger, çekirge kavurması, ballıbaba salatası (ballıbaba, bal ve bir kaç malzeme daha)...
Doğada neler gereklidir? Aslında; 4 element, doğada ihtiyacımız olan 4 şeydir: Su, ateş, toprak (barınak) ve hava (oksijen). Barınak yazısını Artun yazacak zaten... Su için yazı yazdı... Ateş...
Her şeyden önce; ateş, yabani hayvanları sizden uzak tutar, odun kömürü üreterek su arıtımına katkıda bulunur, yemek pişirmeyi sağlar (Kim çiğ bir et yemek ister ki?), ısıtır, ışık sağlar ve daha neler neler... (Bkz. başka örnek bilmiyor)
Ateş, nasıl yakılır? Önce; doğada malzemesiz ateş yakmak çok zordur. Çünkü ateş, sürtünmeyle ortaya çıkar. Şu odun üstünde dal yuvarlama yöntemi için bile elinizde oyuk açacak ekipman olmalıdır. Tabii eğer küçük bir oyuğa, girintiye sahip bir odun varsa; o olacaktır...
Ama bu yöntem fena şekilde uzun sürer ve yorar. Bir sır vereyim mi? İnsanların ayak basmadığı yerlerde, insan çöpleri vardır. Ateşi şu malzemelerle yakabilirsiniz:
Çakmaktaşı ve demir
Bulaşık teli ve V9 pil
Kalın kalem pil ve sakız/çikolata kağıdı (içi beyaz)
Alüminyum içecek kutusu ve bez
Pet şişe ve kağıt
Gördüğünüz gibi, ateş tek malzemeyle yakılamıyor. Ama, bazı şeyler... Mesela kömür... Aman, ateş konusunda cahilim arkadaşım... Ama bir yerde ayakkabı bağcığıyla bir ateş yakma görmüştüm, bakalım ona...
Kampçılık türleri diye bir yazı buldum, Doğaya Kaçış'ta. İlk sırada SC var. Hayat idame kampı diye çevirmişler. Kısaltması ne oluyor? HİK? Yok, en iyisi ben SC demeye devam edeyim.
Survival Camping için bir çok kamp malzemesi koydum. Ama Survival Camping'de doğadan elde etmemiz gerekmiyor muydu? En iyisi o malzemelerle başlayıp, yavaş yavaş azaltmak ve sonunda malzeme sayısını 3'e kadar indirmektir. Bu arada, testereli bıçak almayın; onun yerine tel testere kullanın. Ya da direkt bıçağı testere olarak kullanın. Mesela, ben malzemeleri azalttım bile... Çünkü taşımak zor ve pek çoğu doğadan elde edilebilecek şeyler. Aslında, SC'nin en üst aşaması; çadır, uyku tulumu ve bıçak olmadan gitmektir. Ben malzemeleri azalttım ama çadır, uyku tulumu ve bıçak yine var. Aslında, en mantıklısı; şu 3'e indirilmiş malzemeyi bu üçüne indirgemektir ama tecrübeye, ortama göre değişir tabii.
Evet, malzemeleri azalttım; yeni listeye buyurun...
Çadır
Uyku tulumu
Bıçak
Alüminyum tencere
Atık pet şişe
Tuz
Temiz ben
İlkyardıma dair bir kaynak
Kıyafetlerim (Üstümde olanlar sadece)
Misina
Tel testere
İğne
Şimdi, biraz daha indirgeyelim. Çadır yerine barınak, uyku tulumu yerine orman yatağı, alüminyum tencere yerine içe doğru oyuk bir taş, atık pet şişe insan ayağı basmayan yerde bile bulunmasıyla birlikte çeşitli şeylerden aynı görevde şeyler yapılabilir, tuz deniz ve kayalardan elde edilebilir, temiz bez yerine geçirgen yapraklar, tel testere yerine bıçak, iğneyi doğadan elde edebilirsiniz. Yani; bıçak, atık pet şişe, misina kaldı. Misina için de bitkilerden ip çıkarabilirsiniz. Sonuç olarak; malzemeleri yavaştan azaltarak, en sonunda sadece bıçakla doğaya gitmelidir. Nasıl insanın doğadan kopup kendini beton bloklar içine hapsetmesi ve içgüdülerini yok etmesi zaman aldıysa, doğada hayatta kalma başarımını elde etmek de zaman alacaktır. Ve bu birinci olayın asırlar sürdüğü düşünüldüğünde, ikincisi de nesilden nesle aktarılarak zamanla gerçekleşecektir. Ama doğadaki tüm varlıklar -insan da dahil- özüne dönmeye eğilimlidir. Bu yüzden özüne dönmesi, kolay olacaktır. Ayrıca, doğanın farklı yerlerde farklı olması, insanı zorlayacaktır. İnsan, doğanın farklılığından; betonlar içine kaçarak kurtulmak istemiş. Survival Camping ise insanın özüne dönme çabasının bir ürünü... Tıpkı organik tarım gibi, avcılık gibi, vejetaryenlik gibi (Aslında ot-yiyicilik daha doğru olur burada. Kast ettiğim ot yemekle sorunu olmayan insanlar), yüzme gibi... Hepsi insanın özüne dönme çabalarının ürünü. Farklılıklar ve hatta zıtlıklar var; ama hepsi ortak amaca hizmet ediyor... Hepsi daha farklı biçimlerde, daha farklı hızlarda, daha başka yöntemlerle ve daha başka psikolojilerle insanın özüne, doğaya dönüyor. Hatta, insanların köyden şehre gelmesi; birinci etkenin amaç ve sonuçlarındandı... Şimdi ise insanın doğayla zıtlaşması, sürtüşmesi yavaşladı ve pek çok insan içgüdülerini dinleyerek özüne dönmeye başladı. Tabii hala sürtüşmeyi hat safhaya ulaştırmamış ve geri dönme şansı bizlerden çok daha yüksek bireyler olduğu gibi, hat safhadan yükseğe çıkmaya çabalayan ve hala akıllanmayarak doğaya üstünlük kurmaya çalışan bireyler var. Aslında, doğaya üstünlük sağlamaya çalışmak; insanın DOĞASINDA var. Ve bu içgüdü bile insanları SC'ye yöneltebiliyor.
Aslında, insan; doğaya üstünlük kurabilecek tek canlıdır. Buna rağmen, doğadan en çok korkan canlı da insandır. Hatta sadece insanlar ve evcil hayvanlar doğadan korkar.
İnsan, özüne döndükçe; içgüdüleri de geri dönüyor. Günümüzde, insanda sadece iki içgüdü kalmıştır: Hayatta kalma ve bir de burada söylemek istemediğim bir şey. Hayatta kalma içgüdüsü, aslında en temel iç güdümüzken bastırılmış, sindirilmiş, parçalanmış, kaybolmuş ve sadece "savaş ya da kaç" gibi en basit tepkimiz kalmıştır. Oysa hayatta kalma içgüdüsünün en önemli kısmı -ve tercihen en çok bastırılması gereken kısmı- doğaya üstünlük kurma içgüdüsüdür. Ateş, bu içgüdünün sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İnsan, yapısı gereği; aslında tüm hayvanların yetenek ve içgüdülerine sahiptir. Ama insanın farkı, zamanla bunları bastırarak aletlere, ekipmanlara muhtaç hale gelmesidir. Şifalı bitkilerden yararlanma, bu hayvan içgüdüleri ve yeteneklerindendir; ilaç yapma ve onlara bağımlı hale gelme de insanın diğer hiç bir canlıda olmayan saçma sapan sebeplerle kendini doğadan soyutlama fantezisinin bir sonucudur.
Doğaya ve kendinize insanın ve onunla eşitlenin! Sonra da kozlarınızı orijinal halinizle paylaşın... Unutmayın, insan; doğaya kaybedeceği kesin olmayan tek canlıdır.
Ve bununla birlikte insan, şu anki haliyle doğanın en kolay alt edeceği canlıdır.
Doğaya kafa tutma ey insan! Onunla bütünleş ve özüne dön!
Evet, ok ve yay götürmekten bahsetmeyeceğim... Aslında, bahsedeceğim sanırım. Önce, doğada ok ve yay yapabilir miyiz? Eğer bıçak ve artık metalimiz var ise, bu mümkündür. Zeytingiller (Zeytin, kurtbağrı, şimşir) ve huşgiller (huş, fındık, gürgen) iyi ok ve yay olur. Ama ben yine de doğrum düzgün bir ok yay alıp onu kullanma taraftarıyım. Okun arkasındaki tüy mühimdir, aman dikkat. Önüne de eritilmiş metal ya da keskin taş parçası kullanın. Taşın keskinliği ve hafifliği önemli...
Yalnız, SC'ye asla komplike ok yayla gitmeyin! Olabilecek en basit yayı kullanın... Yoksa Survival Camping bir anda Hunter Camping veya Warrior camping'e dönebilir.
Ha, olta peki?
Doğada, olta yapmak da kolaydır. Büyük balıklar için böğürtlen dalı...
Ama; başka balıklar için de çeşitli oltalar yapılabilir...
Isırgandan misina, bitki dikenlerinden, hayvan kemikleri veya dişlerinden, hatta taşlardan ve dallardan olta iğnesi yapabilirsiniz.
Açıkçası, daha önce doğada iğnenin nasıl yapılacağını hiç merak etmedim. Ama şu an araştırıyorum. En kolay olta iğnesi, "boğaz iğnesi" imiş. İki ucu sivriltilmiş ve ortası kısmen oyuk bir dal parçası. Aslında, pratiğime ve diğer teorik bilgilerime bakarak; bu iğne hakkında şöyle kanılara vardım:
1- Boyutunu ayarlayabileceğiniz için pek zorluk çekmezsiniz.
2- Düz yapılı olduğundan, bazı sıkıntılar çıkabilir.
3- Batmayabilir ama bu olumlu bir özellik mi yoksa olumsuz mu onun kararını size bıraktım.
4- Şekli dolayısıyla yem takılamaz ya da yeme gerek kalmaz.
Şekli deyip durdum, işte şu:
Az daha araştırdım, yem ile tamamen kaplanıyormuş. Balığın iğneyi tamamen yutması gerekiyormuş, bu nedenle küçük balıkları tutmak mümkün değilmiş.
Ha, Türkiye'de pek çok yerde ateş yakmak yasak olduğundan ağlaya ağlaya ocak götürmek zorundayız... Ama bizim kamp yerinde muhtemelen ateş yakmak yasak olmayacak. Yine de, her ihtimale karşı ocak götüreceğim.
Bir şey söyleyeyim mi? Eğer su kaynağı yakınındaysanız, balık yakalamak sizi büyük bir yükten kurtarır. (SC'ci umduğunu değil, bulduğunu yer) Ve unutmayın, Survival Camping, adı üstünde; hayatımızı ortaya koyarak girdiğimiz bir zeka ve yetenek testidir. Ölümle bitebilen bir oyun, taktik dönen bir kumardır ve bu kumarda doğa asla kaybetmez. Ya berabere kalırız, ya da biz kaybederiz ki ortaya koyduğumuz şey ölümdür.
Korkmayın canım... Zeka ve yetenek testi diye boşuna demedim. Doğa, kendine saygı duyanı ve işini bileni zorlamaz. Asıl zorlanacak, doğayla arası olmayanlardır...
Tuzak arıyorum ama pek bulamadım... Sadece balık tuzakları var. Yine de size bir link vereceğim:
http://bc.vc/jodbOn
Burada güzel olta yapımı, tuzaklar vs. var. Ama biraz kastırıyor, hemen çıkarmıyor istediğin sonucu. Hem yazarak anlatmış, hem de video koymuş...
Evet, kış kampı için de uygun ipuçları var... Bu siteyi şimdiye kadar nasıl fark etmedim ben ya?
Yenilebilirlik testi, hayvan ayak izleri gibi yazılar var...
Bu, özellikle gece zifiri karanlık olan yerlerde yaptığınız kamplarda işe yarayacaktır.
Ha, SC'de çadır ve uyku tulumu şart mıdır?
Cevap: HAYIR.
Doğada, yapabileceğiniz pek çok barınak vardır. Ayrıca, farklı şekillerde yataklar da yapılabilir. Barınaklar temek olarak "Ağaç altı", "yer altı" ve "çadır" olarak ayrılır. Ağaç altı barınakları, daha az malzeme gerektirmesi ve malzemelerin neredeyse hepsi orijinal boylarını koruduğu için en uygun barınaklardandır. Yer altı barınakları, ısı olayını ayarlamaya gerek kalmaması ve tek ihtiyacınız olan malzemenin taş toprak olması nedeniyle eğer kazıcı ekipmanınız varsa en kolay ve en işe yarar barınaklardandır. Ancak, börtü böcek gelmesi ihtimali kuvvetlidir. Çadır barınaklarının arasında ise iglo, kubbe barınak ve tepee vardır. Bunlar, "çadır" denilen yapının atalarıdır. Hatta tepee atası değil, direkt kendisidir çadırın. Bunlarda; bükülebilecek malzeme bulmak gerektiği ve barınak boyundan kısılmak zorunda olunduğu için biraz daha zordur. Ayrıca, bunlarda; iglo haricinde, ısı olayını ayarlamak için ısıtıcı ya da en azından deri parçası konulmalıdır.
Yataklar da, "Yükseklik yatakları", "yer yatakları" ve "Tulumlar"dır. Yükseklik yatakları için bu ve şu adrese bakabilirsiniz. Yer yatakları için, çam yapraklarından, otlardan yapabilirsiniz. Sistem şu:
En alta odun, üste dal, üste ot... Ama bu yatağı her gün değiştirmek gerekiyor. Ya da hayvan postlarından yer yatakları yapabilirsiniz. Ancak, konu burada tıkanıyor. Bu iki yatak çeşidi; yorgan gerektirir ya da açıkta uyursunuz. Tulumlar ise uyku tulumunun atasıdır. Sistem şudur: Yatağın döşek kısmı, aynı zamanda yorganı. Bunun için, baza kısmı yoktur. Genel olarak tulumlar; bir hayvan postundan ya da artık kumaşlardan yapılma rulo biçimindedir.
Aynı sitede, kömür yöntemi mantığıyla yapılmış bir filtreye rastladım. Yapmaya çalıştığım ama beceremediğim bir tasarımdı...
Açıkçası, şu kamp var ya hani; yine üçümüzden başka kimsenin katılmayacağını bilsem de kural yazdığım, heh işte; ona su götürmeyi düşünmüyorum. Yemek zaten götürmeyeceğim...
Resimde yok ama kömür de var... Aslında, sıralama şöyle (ya da tam tersi, fark etmiyor): odun kömürü tozu, iri taneli kum, çimen/ot, çakıl taşı... Hepsi sıkıca yerleştirilecek... Ben kömür tozu değil de bir parça kömür koyacağım...
İşte böyle...
Yani, sonuç bu...
Ayrıca, doğada, her şeyde olduğu gibi avlanmada da en yakın arkadaşınız yine bıçaktır. Ve doğanın insana vermeyeceği tek ekipman, bıçaktır. Bıçak sahibi insan; doğada olmayan bir ekipman elde etmiş olur. Ha, belki bıçak yerine kullanacak şeyler bulabilirsiniz ama bunlar metalden olmadıkça ateş yakamazsınız.
Her şeyde olduğu gibi; SC'de de ekoller var. Aslında, "ekol" yanlış bir kullanım; tarz daha uygun olur sanırım. Çünkü ekol olması için ortada bir eğitim olması gerek. Ama çoğu SC'ci SC okuluna gitmemiştir. Türkiye'de zaten bırak SC'yi, normal kamp yapmak bile çok zorken SC Okulu olmasını bekleyemeyiz ama diğer ülkelerde de pek bu tarz bir yerler olduğunu sanmıyorum.
Varmış...
Neyse...
Hm... Önce, kaç ekol var; onu bir belirlemeliyiz.
Boş verin ya... Test yapmayayım...
SC'ciler temel olarak "Her şeyi doğadan elde eden", "Malzeme götürmeye karşı olmayan (Abartılmadıkça)" ve "Tüm malzemeleri götüren hatta planlanan sürede hayatta kalabilecek kadar yemek de götüren" olarak üçe ayrılırlar. Bu 3. grup ile 2. grubu iyi ayırmak gerekiyor; zira 2. grup bazı gıda maddeleri götürebilir ama bu bir gün bile yetmeyecek kadar bir yiyecektir. Ancak günde bir öğün çok az yenirse bir kaç gün hayatta kalınabilir. Tabii o çok zor... Ha; tuz ve baharat götürmek gıda götürmeye girmez. 1. grup, gerçek bir survival durumunda daha şanslı ve tecrübelidir ama kamp boyunca 2. ve 3. gruplar daha çok başarı elde edecektir.
Bir de; Survival Camping ile Survivor Camping'i iyi ayırmak gerekiyor. Survival Camping'de amaç doğada hayatta kalmaktır, Survivor'da ise ödüle ulaşmak ki bu yüzden 3. gruptan biri olmalıdır.
Ayrıca, SC'deki düzen de önemlidir. Yemek paylaşılacak mı, yoksa kişisellik mi var? Kişisellik, grup kamplarında çok büyük tehlike arz eder. Tek başınaysanız ise zaten paylaşım pek yapılabilecek bir şey değildir.
Bir de stok var...
Bazıları bulduğunu bulduğu zaman tüketirken kimi de stok yapıp azar azar kullanır. Stok olayında yöntemler önemlidir, çünkü açıkta bırakırsanız o yiyeceğin kırıntısını bulamazsınız. Hemen tüketme ekolü ise eğer fazlaca yiyecek topladıysanız orada patlar. İlla ki biraz artar. Neyse ki, pek çok depolama yöntemi var... Toprağa gömme, suya koyma... Tabii serin su olması lazım ve elbette toprak ve su geçirmez kapta olması gerekiyor, bir de suya kapılıp gitmemesi!
Elbette, yiyeceği saf haliyle çiğ olarak yemek, sadece pişirerek yemek, ezmek, kırmak, dikmek, yemek yapmak, çorba içmek gibi ekoller de var. Bence vaktiniz ve ateşiniz yoksa çiğ yiyin, ateşiniz var ama vaktiniz yoksa az pişirin. Gerçi SC bu, ne vakti? İş koşan ve saat bekleyen mi var? SC'de tek saat, Güneş saatidir! O da ateşle gece kalınır.
Halat yapmayı bilmek önemli... Artun'un yazısında vardı.
Aslında şöyle bir yıl kalacaksın kampta, acayip olgunlaşırsın; hem doğanın kendi felsefesi ve insanları takmamak konusunda dersler alırsınız. O sırada barınak marınak da yapacaksın, ohhh mis...
Pek çok SC'ci, vejataryen değildir; çünkü bitkisel besinlerin çoğu, sonradan insan eliyle üretilmiştir. Brokoli, karnabahar, hardal ve lahana, yaban hardalından; buğday, bir ot çeşidinden; domates ve biber Orta Amerika köklü subtropikal bir su bitkisinden; elma ekşi elmadan; armut ahlattan üretilmiştir. Buna rağmen, doğada bu besinlerin çoğu yenmez. Domates ve biberin atası zehirlidir.
Ama; bir SC'ci, hayvanların değerini de bilir.
Ha, ayrıca yenilebilir otların çoğunun tadı kötüdür. Ve doyuruculuğu besin değeriyle genelde ters orantılıdır. Zaten çoğu ot iştah açar. Gecenin bir yarısı kendinizi aç ama midesi kabul etmediği için kusarken bulabilirsiniz.
Ha, arkadaşlar; duyurumu yapayım... Yazın kamp projemiz var, isteyen gelsin ama şartlar var:
1- Kendi çadırını, bıçağını kendin getireceksin. "Ben barınak yapmak istiyorum" gibi mazaret kabul etmiyoruz ama en fazla üç kişi olmak şartıyla ortak çadıra girebilirsiniz.
2- Yer belirlenmiştir, Bilecik, Pazaryeri, Küçükelmalı. Bursa'dan, İstanbul'dan filan minibüsler kalkıyor, hiç olmadı GPS diye bir şey var... Üç yazar toplanıp gideceğiz.
3- Kaç gün süreceği belli değildir, ilk gün başlamayabilir.
4- Gözlük, lens gibi özel ekipmanların sorumluluğu size aittir, bize sorumluluk yıkmayın.
5- Kamp yapmayacak ama fotoğraf, video çekecek arkadaşlar gelsin; bize de yararı olur. (Orada hayatla oyun oynuyoruz, bir de foto/video mu çekelim?)
6- Telefonlar kapalı olacak.
7- Yiyecek/Eşya saklanacaksa haber verilmeli, kaydı tutulmalı.
8- Paradan bahsetmeyin. Ne parası? SC bu... Ver tilkiye parayı, kabul eder mi?
9- Katılımda gönüllülük esastır.
10- erkek kız aynı çadırda kalamaz.
11- Sanki biri yazıyı görüp takıp gelecek de... Ben kural belirliyorum... İşsizlik forever...
Ha; o ortamda olan hayvanları sıralıyorum...
Kertenkele, yılan, balık, böcek, tarantula (Çok nadirler, bulduğunuz yere bırakınız), köpek, ayı (biz ayıdan uzağız), domuz (Bizim kamp yapacağımız yer domuza da uzak)... Ha, bir de bazı kuşlar var...
Yemiş için ise sonbahar olsaydı böğürtlenlere dadanırdık ama yazın yemiş zor... Gerçi dört mevsim ekşi elma var. Ekşi elmanın çorbası yapılır, çok lezzetli olur. Ama Bilecik'in farklı yörelerinde farklı yapılıyor. Kimi elmadan nar ekşisi tarzı bir şey yapıp ondan çorba yapıyor, kimi direkt elmayı kaynatıyor...
Yaz: Susuzluk hat safhadadır, otlar yenemeyecek biçimde buruşmuştur; ama sıcak hava seven soğukkanlı hayvanlar kolay bulunur ama aynı zamanda sinirlidir.
İlkbahar: Hemen hemen tüm bitki ve hayvanlar bulunur ama hava dengesizdir.
Sonbahar: Su bulmak kolaydır, otlar gür ve yeşil ayrıca en besleyici dönemindedir, yerler çamurludur ve yağmurlar sorun çıkartır.
Kış: Yiyecek bulmak zordur, soğuktur ama su toplamak ve biriktirmek kolaydır.
Evet, bunlar Türkiye benzeri iklim kuşağı içindi. Marmara bölgesi için...
Bir de; iklimler için...
Ekvator iklimi: Isınmak ya da yemek pişirmek için ateşe gerek yoktur. Ama eğer su kıyısında değilseniz her an susuzluktan ölebilirsiniz.
Tropikal yağmur ormanı iklimi ve tropik yakın subtropikal iklim: Yağmurlu dönemde iseniz su sıkıntınız olmaz, kurak dönemde iseniz de susuzluktan ölmek gibi derdiniz olmaz; hatta su kenarında olmasanız bile eğer çöl ortamında değilseniz su toplamak kolaydır. Meyve bulmak kolaydır ama içlerinde genelde zehirli börtü böcek vardır. Kuş ve balık bulmak kolaydır.
Çöl: Zehirli canlılarla çok sık karşılaşırsınız, su bulamazsınız ama ateşi kolay yakarsınız.
Tundra: Bkz. kış. Ayrıca her zaman mantar bulabilirsiniz.
Buzul: Balık bulmak kolaydır, su bulmak kolaydır ama kuru odun hatta kurusunu bırak odun bulmak çok zordur; penguen gibi kuşlar vardır. Ha; bir de otta çok zor bulunur.
Pek anime izleyemedim, zaten Kore dizilerinden iyice koptum. WataMote'de iyice güldüm ama... Özellikle "Yazın ne yapılır" diye araştırıp korku hikayelerine sarması çok iyiydi, aynı ben. (Cidden yaptım bunu). Sonra tek başına tuvalete gidememesi filan... FT'de Ogi sağ olsun bölüm atlaya atlaya gittiğimden "ne oluyor lan?" diye kaldım. Peri ışıltısı büyüsü, Cana'nın Gildarts'ın kızı olması filan... OP izleyemedim. Bleach'de de Vaizard'lar Arrancar'lara düşman mıymış lan, diye kaldım.
SC Raporu:
Kışın yiyecek bulmanın zor olduğunu fark ettim. Buzul iklimlerinde kamp yapmak acayip zor olur. Ama özellikle Tundra ikliminin hakim olduğu bir yerde SC yapmayı isterdim. Yalnız ballıbaba'lar ve otlar var... Aslında, tam Mart'ın sonlarına doğru kamp yapmak çok iyi olur; kışın zorluğunu çekmezsin ama ilkbahar'ın bolluğuna da erişemezsin.
Akvarist raporu:
Hiç bir rapor yok :(
Ha, bir de Tomoki ile Tomoko'nun küçüklüğündeki video iyiymiş, ona çok güdüm.
Dur, bir kış SC yemeği için malzeme toplamaya çıkıyorum.
Yazmam lazım... Bir de ne diyebileceğimi bulsam, tam olacak.
Ulan dört tane yazar var ikisi iki yazı yazıp gitti biri tek yazı bile yazmadı. Bak İbo, yazı yazmazsan ban atarım. (Orochi admin forever asdasfdadsdasad. Tabii NİT'ten olmayanlar anlayamadı. Face'e yazın Naruto İmparatorluğu Türkiye. Gerçi kage bunshin'leri çıkmış ama hemen fark edersiniz, oradan N.I.T Anime Ailesi grubuna gelin. Naruto sevmek zorunda da değilsiniz.)
Ha...
Hm...
E...
Sürüngenlerle tuhaf bir ilişkim var, oldukça gizemliler ve bu yüzden beni çekiyorlar. Omurgasızları ise sanki başka bir Dünya'danmış gibi göründükleri için seviyorum. Balıkları ise neden sevdiğimi bilmiyorum. Belki de burcumdandır. (Balık burcuyum).
Ha, bu arada; buradan sesleniyorum; hayatımı asla bilemezsiniz.
Şu ST defterini bulayım bir...
Face'te takılıyordum da, şu espriye istemsizce güldüm (Evet, resmen refleks olarak güldüm ya la):
+Hocam Sözlüme Neden 0 Verdiniz.?
-Senin Sözlün Kim.?
+Geber Lan Ver Ver -999 Ver
Bir de şöyle bir yazı buldum...
ÇOCUKLAR OKULDAN NEDEN NEFRET EDERLER
- okul 6 bazilarinin 8 saat günün 8 saati uyusak 16 saati gittimi hayatımızın kaldi 8 saat senden gunde okuldan anlatilanlari calismani odev yapmani istiyolar 3 saatte ordan git 19 saat okula giderken yolda gecirdigin zaman wvw gelip yemek yemende 2 veya 3 saat ertimi sana 22 23 saat biz ne zaman disari cikip sosyallesecegiz ne zaman dinlenecegiz cevap yok
- okuldaki piskopat hocalar var yani öğrenci lerle sidik yarıştıriyor yav çocuk 1 puanla kalio gecirsen olurmusun zaten bu cocuk kaliyorsa sen anlatamadigin icin zayif aliyor
- derslerin 40 tenefuslerin 5 dk olmasi. Kimse bana tenefus 10 dk demesim sinifta zil caliyo özellikle matematik hocalari soruyu bitirmeden cikmiyor 2 dk gitti kapidan cikip tuvalete gitmemle zil caliyor tuvalet yapip geliyon hoca sen neden gec kaldin deyip kiziyor
- Sınavlarin acaip zorlugu. Ulan derste öğrencilere 4×4=16 yi ogretiyon sinava gelince neden 2 (4×+10). (5×2×)/25 i soruyon ayıp degilmi
- Anne Baba baskısı. Lan cocuk belki muzisyen futbolcu ressam olmak istiyor neden baski kurup doktor ol muhendis ol diyon kafa basmiyo belki cocugun
- heh ve son olarak yavsak ogrenciler. Notlari senle ayni bile olsa sirf hocaya yavsadigindan hoca ona 80 sozlu notu verirken sana 40 veriyorsa s...mişim oyle dersi ben
Psikopat hocalar... Bizim Geometri hocası mesela... Adam bir şey anlatmıyor ki, sınavda da değer vermiyor. Hayır, bari şeklin türünü söyle; kare de, deltoit de, eşkenar üçgen de... O bile yok... Derste dik bu deyince nereden biliyorsun diyor bir de. Sınavda nereden bileceğiz lan? Allah rızası için hayatın skip tuşunu göstersin biri bana...
Ders tenefüs şeyi beni pek ilgilendirmiyor, zira teneffüs hemen bitiyor.
Sınav zorluğu, he bazı kolay soran ya da iki kez aynı soruyu soran hocalar da var ama Geo sınavı dedim...
Ulan o değilde, annem istemiyorsan üni. okuma dedi. Liseye katlanmamın tek sebebi üni. okumak istemem lan!?
O son şey hakkında yorum yapmayacağım, çünkü öyle bir şey başıma gelmedi.
Neyse...
MC'yi yedirmeyiz bu arada... Eee...
Abayo!
11 Şubat 2015 Çarşamba
Evet, önce videoyu koyayım:
Biraz saçmaladım... Ve evet, R'leri söyleyemiyorum. (Ama sesim reelde bu kadar berbat değil. Yine berbat da, bu kadar değil).
Eveeeeeeeeet....
Gelelim fasulyenin faydalarına...
Şimdi... Bir video vardı, onu bulabilirsem...
Evet, dün sukiyaki yaptım ama içine pirinç koymayı unuttum. Tadı pek hoş değildi, belki de hala Miso'nun etkisidir.
Ha; daha önce "Yaprak sarma ve sushi aynı şey" demişken neden "İyisiyle kötüsüyle Uzakdoğu Mutfağı" yazısına "Yaprak sarma seviyorsanız sushi yiyin" yazmadım? Çünkü sonra yaprak sarma boğazınızdan geçmiyor. (En azından ilk günler)
E...
Evet, MC'ye kaptırdığım üçüncü yazı ama şu dangalaklar MC'nin gerçekte ne olduğunu öğrenene kadar yazacağım. Onedio'ya sardım şu sıralar...
Ha, MC'de Creeper görünce öldürmemek için kaçanlarla köpek korkmasın diye yolunu değiştirenlerin aynı kişiler olduğu tespit edildi. (Biri de benim)
Ruhun hangi Dünya şehrine ait, testi yaptım; Seul çıktı ya la. Al işte, ruhun hangi millete ait testinde de Koreli çıktım.
Aslında, Türkler de Uzakdoğulu zaten. (Allah rızası için başka kim çöp şiş denen bir şey icat eder ki? Lan, canım kebap çekti; neyse...)
Ona dair de bir liste yapacağım. Ben Türkmen'im bu arada.
Hadi, ben kartopu oynamaya çıkıyorum; bir de bulabilirsem değişik bir SC tarifi yapacağım.
Ulan o GTA'nın tanımını Mine'ın tanımı diye yedirmeye çalışan gerizekalı, senin ananı... Neyse... Profesör denen kadın böyle gerzekçe konuşuyor... Vallaha ben anladım bu ülkeden neden biliminsanı çıkmadığını... Bir de buradan "Kanlar sıçrıyor" diye çığıran, "araba da çalabiliriz" diyen beyinsiz ana oğula sesleniyorum... Ne içtiniz siz kuzum? GTA lan o, Mine ile alakası yok... Hay Allah'ım ya... Aha böyle işsizlik forever kafasında devam edersek... Teknoloji tasarım dersinde de çocuklar silah tasarlayabiliyor bak, çok zararlı... Hey Allah'ım... Yahu, oyunda öldürdüğümüz tek şey canavar denen zararlı "mob"lar ve malzeme çıkan hayvan "mob"lar. E, sen değil misin ulan kurbanda çocuğuna kesilmesini izleten? (Kurbana karşı değilim, yanlış anlaşılmasın; et yemeyi severim hatta) Canavarlar desen, zaten hastalıkları filan temsil ediyor... E, mikroplara şiddet uyguluyorsun; antibiyotik verme o zaman çocuğa. Hem, Mine da seviye mi var? Sadece enchant olayı için bir XP ve level sistemi var ama oyunda aşama diye bir şey yok... Ya sabır... Böyle damdan düşer gibi iki gündür Mine yazısı yazıyorum ama, SC'cilerin (Survival Camping'i kısalttım, öğrenin artık) Mine'dan haberi vardır büyük ihtimalle. Oyuna kulede başlıyor, birini öldürdükçe puan kasıyormuşuz... Lan aynı MC'tan mı bahsediyoruz? Vallaha iki MC'nin farklı olduğunu düşünmeye başladım. Hayır, eş diye bir şey de yok zaten... "Kule" kısmına da destekçi olsun diye "Muratabi"nin "Satılık kelepir ev" videosunu koymuşlar... Hatta onu da buraya koyayım,
Al, basit bir şaka...
Bir de; "eşini öldürme" kısmını doğrulamak için Steve skinli biriyle kız skinli birinin (Diğerinin hangi skin olduğunu bilmiyoruz aslında) VS'sini -ki bu da şaka- koymuşlar.
Bu ülkede böyle gerzek profesörler, GTA ile MC'yi birbirine karıştıran dangalaklar, Mod ile Vanilla'yı ayırt edemeyen Gamer'lar, MC ile alakası olmayan bir suçlamayla MC'yi bakanlığa ihbar (!) eden "aydınlar", sırf ekmek çıksın diye kafasına estiği gibi yapan, istediği yere çekilecek biçimde haber yapan üstüne de toptan taraflı olan -taraflı olmanın da bir edebi var Allah Allah, ben de taraflıyım ama tarafımın kötü yönlerini de bilirim- haberci, gazeteci, sunucular -aslında sunucuların pek bir suçu yok burada, onlar da emir kulu sonuçta- vs. vs. oldukça, bu ülke SİTTİN SENE GELİŞMEZ, Milyon yıl da geçse AB'YE GİREMEZ. Bu ne kardeşim? Bak göründüğü kadar masum olmayan akvaryum canlıları yazısı yazacaktım, onun yerine bunu yazdım. Bu arada; https://www.change.org/da Minecraft diye aratın, bir çok kampanya var; ben hepsini imzaladım.
Hayır, bak... Gamer'ından, SC!'cisinden, Otaku'sundan tepki alıyorsunuz, genç nesiliz, aklınızı alırız. (Coştu bu yine)
EDİT:
Bakın misal aşağıdaki arkadaş (ya da abi) çok güzel açıklamış olayı.
Bir de şu var... Amma güldüm ya...
Adam harbi doğru söylüyor... Aynı kişinin videosu:
Bu arada, adam sırf dalga geçmek için mod yüklemiş...
Başka videolar da buldum...
Dedikleri şeyler anca modlarla yapılabiliyor, Mojang da modları bitirmek istiyor. Bunu 1.4, 1.7 ve 1.8 güncellemelerinden çok net anlıyoruz.
Blogger öyle bir video yok diyor, o yüzden şu videonun linkini veriyorum: https://www.youtube.com/watch?v=f2Dia1-B6kw
Bu...
En iyisi ben de bir video çekeyim. Bekleyin, koyacağım...
Arkadaşım mine'da teksin lan. Bu kararı veren bakan ve soruyu soran gazeteci bonzaiyi içkiye katıp çekmiş herhalde. Ne eşi ne puanı, ne kanı, ne arabası?
Danimarka ve İsviçre'de coğrafya dersi müfredatı içinde minecraft var, bizimkilerin kafaya bak!
Şimdi; bu soruyu soran gazeteci geri zekalı... Lan sen koskoca bakansın, GTA'dan filan haberin yok mu? Tabii mine microsoft'un, hemen ezin.
Hele bir yasaklayın, isyan çıkar isyan... Zaten... Neyse, sinirlendim; Minecraft'a girip eşimi keseyim bari! Tıtıtı... Bir kere, minecraft çocuk oyunu değil ama onların bile oynayabileceği basitlikte. Ama bu basitlik ileriye dönüp her şeyi yapabiliyorsun... Mesela ben nehir tipleri ve dağ çeşitleri, farklı iklimler yapmıştım...
Aslında; Minecraft kısıtlı imkanlarla her şeyi yapabilmeyi öğretiyor ki ülkemiz için çok önemli bu mevzu (bence)
Hem, Notch, Mojang, Microsoft...
Oyunda gece canavarlar çıkıyor ki bunların temsil ettiği şeyler var.
Hem, siz hiç sokakta odunu alıp "bunu nasıl tahta yapacağım? Envanterimi açamıyorum" diyen ya da taştan kılıç yapmaya çalışan veya eline kazma alıp inek kovalayan çocuk gördünüz mü?
Minecraft... He amk he, nefes almayı da yasaklayın bari...
Hayır ona bakarsan balık sevmeyen, turşu yemeyen, erişteyi beğenmeyen de var. Hangi Türk'ün damak tadı? Ayrıca; damak tadına uymayan, uyan, uymayan ama bu sevdadan vazgeçemediği için tarifleri değiştirip yiyen kişiler olarak üçe ayrılır Uzakdoğu manyakları.
2. Sonuçta, tüm dünyanın damak tadına uyan ramen ve noodle gerçekleri de var.
İster sade, makarna çorbası halinde; ister soslu, ister sebzeli, ister etli, ister balıklı, ister suyunu süzüp hatta isterseniz salçalı yiyin. Ramen bu, her şeyi katabilirsiniz; yeter ki abartıp iğrençlik boyutuna ulaştırmayın. Hem, buharda pişmiş, haşlanmış, kızartılmış, hatta yumuşatılıp çiğ şekilde bile yiyebilirsiniz.
3. Tabii Japon'lardan başkasının yiyemeyeceği miso çorbası ve sushi de var...
Ve tabii Çinliler ile bazı Korelilerin... Miso çorbası, aslında Japon mamasıdır. Bebeklikten alışıyorlar.
4. Baharat sevenlere nefis köri
Hem de acı sevenler için acı, tatlı sevenler için tatlı, tuzlu sevenler için tuzlu ve sarı gıda boyası isteyenler için pek tadı olmayan versiyonları var. Tabii Japonlar genelde tatlı ya da tuzlu, Koreliler daha çok acı tercih ediyor.
5. Baharat sevmeyip acı sevenlere bin bir çeşit acı sos
Acılı ekşili, acı tatlı, sriacha ve daha niceleri...
6. Acı sevmeyip sos sevenlere soya sosu
Hem her şeye yakışıyor ama tuzlu olduğundan az koymak lazım.
7. Çiğ köfte bağımlılarına: Wasabi
Tabii çiğ köfteyi hepimiz on on beş tane yiyebilirken wasabi'yi ağır acıcılar fena isotçular dışında yiyebilen çıkacağını sanmıyorum.
8. Veganlar için en uygun mutfak
Uzakdoğu mutfağı'nın üç önemli kaynağı vardır: Deniz, soya ve pirinç. Deniz ürünleri katılmayan yemek pek olmasa da aslında Uzakdoğu mutfağında özünde et olarak sadece deniz ürünleri ve kuşlar vardır; Hint etkileşiminden dolayı kırmızı et Uzakdoğu mutfağına sonradan girmiştir. Veganlar, rahatça tofu (Uzakdoğu peyniri) ve Uzakdoğu yoğurdu yiyip sütü içebilir. Çünkü onlar inek sütü değil, soya sütü kullanıyor. Ayrıca hamurların çoğu (hemen hemen tamamı) pirinç unundan ve soya sütü gibi şeyler içeriyor; sadece ramen hamurunda bazen yumurta kullanabiliyorlar. Ama hazırlarda yumurta yerine tuhaf bir kimyasal kullanıyorlar.
9. Balık bağımlıları vs. şeker bağımlıları
İkisi için de en uygun mutfak. Adamlarda balık suyu ve balık bulyon var ya... Bir de hemen hemen her şeyin içine bolca şeker atma huyları var. Hem, doughnut denilen yiyeceğin (Doğrusu donut değil mi ya?) aslında bir Çin tatlısı olduğunu biliyor muydunuz? Ayrıca, pilav, şehriye ve erişte de Uzakdoğu mutfağına ait; aslında bu da Türklerin de Uzakdoğulu olduğunun kanıtlarından. Aslında, her türlü pirinç unu içeren tarifin kökeni Uzakdoğu çünkü pirinç ve de doğal olarak pirinç ununun kökeni de Uzakdoğu.
10. Şiş kebap
Türk mutfağına ait olan şiş kebabın Japonya'da en sevilen "yabancı yemek"lerden olduğunu ve Kore'de her yerde Türk kebapçısı bulunduğunu; Çin yemek çubuğu (Kuaizi) ile çöp şişin tasarım olarak aynı olduğunu biliyor muydunuz?
11. Turşunun dayanılamaz ekşiliği
Turşunun Türk mutfağına özgü olduğunu düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Çin, Kore ve Japon turşuları da var; hem de bizimkiler gibi tuzlu ve sarımsaklı. Tabii bazı farklar da var ama sonuçta turşu turşudur.
12. Pisboğazlık
Kendimizi kandırmayalım, her Türk'te biraz pisboğazlık vardır. İşte bu, özellikle de en olmayacak yemekleri karıştırma huyu ve sefer tası kültürü; Uzakdoğu'da da var. Tabii Japon sefer tası olan obento bizimkinin "aman karışmasın" tasarımından ziyade "karışsın ama şekilli dursun, cool olsun" kafasında.
13. Sirke vs. soya sosu
Soya sosu, Uzakdoğu'nun hem sirkesi, hem salçası, hem de nar ekşisidir. (Aslında şu durumda soya ekşisi)
BONUS: Ramen mi noodle'dan, noodle mı sobadan?
Şimdi; nasıl bir bonus bu? Japon'lara göre ramen, noodle filan hepsi soba türü. Çinlilere göre soba, ramen filan hep noodle türü. Korelilere göre alayı "Pasıta" (Makarna) türü. Bu, erişte mi makarna, makarna mı erişte yoksa farklı şeyler mi, tartışmasından farksız. Bakın; noodle=şehriye, shiratake=Tel şehriye, Udon=Erişte, Ramen=Spagettiye benzemeye çalışan erişte, soba=Karabuğday makarnası, dang-meon: Spagetti, bu kadar... Ama hangisi hangisinin türü? Alayı makarna (Pasıta/Dang-meon) mı, alayı noodle mı, alayı ramen mi, alayı soba mı, alayı spagetti mi, alayı udon mu? Avrupalılara göre alayı noodle bu arada, İtalyanlara göre belki alayı makarnadır. Ha, bir de vermicelli var; o ne hiç bir fikrim yok. Avrupa noodle'ıymış sanırım.
Miso çorbası ve bento yenilgisinden sonra, daha savaşın
yaraları sarılmadan bugün de saçma sapan bir kahveyle -güya içinde dağ çileği
varmış- bir savaş yaptım, çok ağır kayıplar versem de kazandım. Neyse... Şu
sushico'ya biraz daha söveyim. Bir kere, garson işi bilmiyor. Bize ters
tarafından tutturdu geri zekalı, sivri değil yuvarlak tarafından; beyinsiz.
Sushi'yi sosa istediğin taraftan ban diyor, he Japonya'da da yapayım da misafir
olduğum için gülüp içlerinden sövsünler değil mi? Bir kere, ortamda hiç Çin ya
da Japon esintisi yoktu. Ben açacağım Uzakdoğu restoranında Japon evleri dekoru
yapacağım. Ayakkabıyla girilmeyecek bir kere, şu basık uzun sehpalardan (orta
sehpa galiba adı) olacak. Gelenlere ücretsiz kimono tahsis edilecek, eğer
isterlerse parayla satın alıp eve götürebilecekler. Bir bonsai olacak, duvarda
yin-yang tablosu; dekor feng shui şekilde. Tütsü olacak, isteyene yakacağız.
Bir akvaryum, içinde Japon balıkları. Ha, Japon balıkları Çin'de üretildi bu
arada, ataları da koi'ler. Koi aslında Japonca sazan demek, Koreliler de Koi
balığına sazanın Korece'sini söylüyorlar. Çinliler artık pek takmasa da Japon
ve Koreliler için koi çok önemli. Bir de Takashi Amano tasarımı akvaryum
koyacağım. Bir kere, daha çubuğu ters tutan; sushi'yi sosa her taraftan banan
garsonları almam. Önce bir test, sonra uygulama testi yaparım. uygulama
testinde çubuk tutuşu, tütsü yakışı ve sözlü mülakat yaparım; testi de koyayım:
Doğru cevaplar kırmızı.
1) Sushi sosa nasıl banılır?
A) Önden/Arkadan B) Yandan C) Üstten
D) Alttan E) Fark etmez
2) Fugu nedir?
Çok zehirli bir balık ama Japonlar
yer.
3) Ramen nedir? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
A) Noodle B) Noodle'a benzer ama
biraz daha farklı C) Bir çeşit noodle D) Erişte E) Makarna çorbası
4) Bonsai nedir?
A) Bir uyuşturucu/Zehir B) Bir bitki
düzenleme sanatı C) Bitki türü
5) Uzakdoğu hakkında düşüncelerinizi yapın
6) Çubuk türlerini yazın (Ve açıklamasını)
Hashi: Japon yemek çubuğu.
Köşelidir.
Jeosgarak: Kore yemek çubuğu.
Yuvarlaktır.
Kuaizi: Çin çubuğu. Çöp şişe benzer.
Waribashi: Tek kullanımlık çubuk
Ha, sadece waribashi koymam; dört çeşit çubuğu da koyarım,
isteyen istediğini kullanır. Hatta o çubukları eve götürebilecekler. Hem, tofu
filan alınabilecek bir market kısmı da olur. Yemekler Japon'un yapacağı, Çinlinin
yapacağı, Korelinin yapacağı, Türk'ün (Ben) yapacağı ve kimin üstüne kalırsa
onun yapacağı olmak üzere beş gruba ayrılır. Ha, çay seremonisi için de ek
bayan garson alırım ama adına geyşa demem. Belki de derim. Neyse... Bir kere,
masada şeker, soya sosu ve wasabi bulunur direkt. Hadi, ben minecraft
oynayacağım.
05.02.2015
Tam "boş yere günahlarını almışım" diyorum sushico
için (susuz ramen), sonra aklıma başka bir şey geliyor, yine sövdürüyor
kendine. Bir kere bento öyle olmaz... Hem hiç yemeğe saygıları yok, onigiri,
obento demiyorlar. Ja ne!
AKŞAM
Bir kere, TV koyarım; bilgisayara bağlayıp sabahtan akşama kadar anime ve Uzakdoğu filmi/dizisi yayınlarım. Ama spoiler yememelerinin imkansız olduğu bölümler ve ilk bölümler sadece; bazen de tek bölümlükler ve filmler, mangayla ilgileri olmuyor sonuçta (Naruto The Last Movie hariç) Ayrıca masalarda katalog oluyor ya; manga olur.
Anneannemlerin evine reklam yaptım, neyse... Testte belli puanlama yok; kafama göre.
Damak tadıma uyarlanmış tarifler... Hepsini veriyorum, "kilit" yazdıklarım dışındaki malzemeleri değiştirmenizde sakınca yok. Bazılarına da yanına "şunu veya şunu da kullanabilirsiniz" yazacağım. Önce listesi...
Gohan, oyako donburi, andong jjim dak, omuraisu, sukiyaki (bunu az önce Watashi ga Motenai no wa Dou Kangaetemo Omaera ga Warui! -kısaca WataMote- izlerken öğrendim ama aslında Gintama'da da görmüştüm), ve o an aklıma gelecek bir şeyler, yakisoba filan yapacağım. Dur, dünkü yazıma bakıyorum. Hah, sadece patates kroket varmış; Kore usulü, körili...
Oyako donburi...
Malzemeler:
Bitkisel yağ
Şeritler halinde kesilmiş derisiz kemiksiz tavuk göğüs (Kilit)
İnce dilimlenmiş soğan (Soğan sevmem ama donburi'ye gidiyor)
Şeritler halinde dilimlenmiş mantar (Shiitake'yi Türkiye'de nereden bulacağız Allah aşkına? Kültür mantarı kullanın, gayet güzel.)(Kilit)
İnce çubuklar halinde kesilmiş havuç
Beyaz şeker (Normalde iki yemek kaşığı ama ben bir çay kaşığı koyuyorum. Miktar önemsiz, hiç koymasanız da olur)
Soya sosu
Tuz
Çırpılmış yumurta (Kilit)
Tarif:
Orta ateşte büyük bir tavada yağda Tavuk ve soğan, 5 ila 7 dakika pişene kadar sote edin.
Mümkün olduğunca fazla sıvı olarak boşaltın.
Tavuk suyu karıştırın ve 2 dakika pişirin. Mantar ve havucu ekleyin ve şeker, soya sosu ve tuzu karıştırarak birkaç dakika kaynamaya bırakılır. 3 dakika daha pişirin. Yavaşça karıştırın. Yarısında Dövülmüş yumurta tavuk karışımı üzerine dökün ve yaklaşık 10 dakika, yumurtalar pişene kadar pişirin. Japon yapışkan pilav üzerinde servis yapın.
Kore makarnası (Ya da noodle ya da ramen ya da spagetti)(Kilit)
Kuru biber (Olmasa da olur)
Sosu:
7 yemek kaşığı Soya sosu (Kilit)
1 tatlı/çay kaşığı Bal (Ya da şeker)
Çok çok az yarım diş sarımsak
2 yemek kaşığı Sıvı yağ
1,5 bardak Su
Üstüne:
Susam yağı (Kilit)
Susam (Kilit)
Tarif:
Tavuk parçalanır. Kaynar suda 20 dk. haşlanır. Süzgeçten suyu çıkarılır. Tavaya yağ dökülüp sarımsak ve kuru biber sotelenir. Patates, havuç ve kuru soğan ilave edilir. Sosu hazırlanır ve ilave edilir, kaynamaya bırakılır. Makarna suda biraz yumuşatılarak ilave edilir. 10 dk. daha pişirilir. Susam yağı ve susam eklenip az daha pişirilir.
Hadi geri kalanını internetten bulun ama sukiyaki bulamazsınız.
Sukiyaki
Malzemeler:
Güveç ya da derin tava (Kilit)
Sığır eti (Kilit)
Peynir (İstenirse, soya peyniri olursa iyi olur ama ben mecbur normal peynirden yapacağım)
Mantar
Noodle/Ramen/Spagetti (Eğer shirataki bulursanız ondan yapın ama ben el mecbur NUDO'dan yapacağım. NUDO bana para ödemiyor bu arada, üreticisi de değilim... Ama ne yapayım, ramen krizimi bastıran güzide yiyeceği ve markasını seviyorum)(Kilit)
Pirinç (Kilit)
İstediğiniz sebzeler (Mesela Çin lahanası/Kore marulu filan ya da soğan moğan)
Sosu: (Kilit)
Sukiyaki sos, hazır bulursanız da almayın; içinde pirinç şarabı olabiliyor. Onun yerine et suyu/tavuk suyu, soya sosu ve hafifçe şekeri karıştırın; içine susam yağı, taze soğan da ilave edebilirsiniz.
Hepsi güveçte/tavada pişirilir, güveçten/tavadan yenir, tabağa konulmaz. Az pişmişi makbul ama ben yeterince pişireceğim, bir daha Miso çorbası vakası yaşamak istemiyorum.
Shiratake'yi ilk defa duydum, dang-meon'un (Kore spagettisi) Japon versiyonu anladığım kadarıyla.
Şimdi, neden böyle atarlı bir başlık attım? Nihayet beklediğim fırsatı buldum ve yaklaşık bir aydır planladığım Uzakdoğu restoranı ziyaretini gerçekleştirdim. Ama hiç mi hiç memnun kalmadım. Bir kere; ortam hiç Japonya, Çin veya Tayland esintisi taşımıyordu. Çubuklar waribashi'ydi ama onlar güzeldi, bir de daha kolay tutmamız için bir aparat getirdiler. Kabul, deyip başladık. Miso çorbası, tavuklu ramen ve bento no 6 söyledik. Miso çorbası için o küçük kaşıklardan getirdiler, onu da cebe atmayı düşündüm bir an. Seramikti sanırım, parlak siyahtı.
Önce ramenler geldi. Ama ramen çorbası ve ramen noodle diye iki ayrı şey olmasından kıllanmalıydık zaten, susuz ramen mi olur lan? Burada; zaten size noodle, udon, ramen, soba dersi verdim. Bu "ramen"ler de, Bento no 6'daki sebzeli noodle da spagettidendi. Arkadaşım al bir NUDO, hepsini ondan yap bari ama spagetti nedir Allah aşkına? Kendi markalı waribashi'nizi üretmeyi biliyorsunuz ama. Ramenler spagettiden olması dışında güzeldi. Aslında, waribashi'yi sorduk nereden alıyorsunuz, diye; adamın cevap süper: "Bilmiyorum ki..." Tamam, bbilemeyebilirsin; ama o kendi markanızın paketinde arkadaşım, Allah Allah... Neyse... Ha, waribashi istedik; beş tane daha verdiler sağ olsunlar. Bu arada mekan adı Sushico. Miso çorbası geldi. İçinde miso, deniz yosunu ve tofu vardı. Ama tofuları bütün koymuşlar. Bir damla tattım, hemen Emre'nin (Kuzenim) önüne attım. O kokladı, hala burnum yanıyor, diye. Herkes birbirine paslıyor. Ama mümkünatı yok yenmezdi o çorba. Yosunu da berbattı. Tofu'yu sonradan bulduk zaten, üstüne çorbanın iğrenç kokusu çökmese yenilebilecek gibiydi o. Neyse... Ha, yanında Japon çayı istedik, yemekten sonra biz hatırlatınca "hala istiyor musunuz?" diye kayıtsızca sorarak getirdiler. Neyse... Bento no 4 geldi. (6 söylemiştim ama belli bir saatten sonra servisleri yokmuş. Aslında, bu biraz da benim mallığım; 6'da edadame, Çin mantısı, tatlı ekşi soslu tavuk, sebzeli pilav vardı. Ama ben mal gibi sebzeli noodle, ebi ten roll sushi, sake ten roll sushi ve tavuk topu içeren bento no 4'ü seçtim. Oysa Çin Böreği, İnce Kıyım Biberli Dana Eti, Sebzeli Pilav, Acı Lahana Salatası içeren Bento no 1 ya da Çin Mantısı, Zencefil Soslu Çıtır Tavuk, Sebzeli Noodle, Acı Lahana Salatası içeren bento no 2 almamak benim mallığım, kabul.
Üstteki benim aldığım. Yeşil şey wasabi, yanındaki de zencefil. Turuncu üstlüler sake ten roll sushi. İçinde somon tempura, avokado, hıyar, marul ve masago (bu da neyse. Üstündeki havyarı diyor herhalde) var. Diğerleri ise ebiten roll sushi; içinde karides tempura, avokado, masago (aynı turuncular bunda da vardı ama üstünde değil içindeydi) ve üstünde de susam vardı. Siyah şeyler de yosun.
Ramen... Susuz ve spagettiden... Evet, masago Japon havyarı yani roe imiş. Sushiden ikisinden de iki tane yedim, midem ağzıma geldi. Soya filizinin tadı berbattı, sanırım çiğdi. Wasabi... Çubuğu önce wasabi'ye, sonra ağzımıza değdiriyoruz. Sonuç mu? O an dilini koparıp atma isteği...
Ebiten roll:
sake ten roll:
Orada foto çekmedim bu arada, resimlerin hepsi net'ten. Tavuk topları güzeldi, ona lafım yok. Eve dönünce bu iğrençliği bastırmak için Gohan, oyako donburi, andong jjim dak (Aslında bu da bir çeşit ramen, aslında ramyeon çeşidi. Aha, al işte; susuz ramen varmış, ne artistlik yapıyon?) ve yakisoba yapacağım. Oh... Ne güzel... Belki omuraisu da yaparım... Hem Kore hem Japon yemeği, Çin'de de yeniyordur muhtemelen. Aslında ördek söyleyecektik ya...
Gohan:
Japon yapışkan pilav.
Oyako donburi:
Uğruna elimi kestiğim, gohan üstünde servis edilen ve pek lezzetli olan tavuklu mantar yemeği.
Andong jjim dak:
Tavuklu patates artı eser miktarda ramen.
Yakisoba:
Kızarmış soba ya da noodle.
Omuraisu:
Pirinçli omlet.
Portakallı pekin ördeği:
Oh... Ne güzel evde yapar yerim arkadaş, hem de spagettiden değil noodle'dan yaparım. Canım soba çekerse eşek değilim ya, gider karabuğday makarnası alırım...
Bak...
Noodle:
Aslında ramen de, udon da, soba da noodle çeşidi ama normal noodle.
Ramen:
Sarı renkli, kıvırcık, çok ince ve kalıplı noodle. (Şimdi fark ettim, NUDO noodle filan değil, bildiğin ramen)
Soba:
Karabuğdaydan yapılan kahverengi çubuk makarna.
Udon:
Kalın ve bembeyaz noodle çeşidi.
Ha, adamların boş yere günahını almışım; spagetti değil, normal noodle'dan yapmış adamlar. Ama rameni normal noodle'dan yaparsan ne anladım ben o işten?
Nigiri de sadece sushi halinde vardı, hem hiç yemeğe saygıları yok; onigiri, obento yerine nigiri, bento demişler. Tavuk topları:
Oh... Kore usulü patates kroket de yaparım evde... Oh...
Aslında restoranda Japonca show yapacaktım da aşçı Japon değildi galiba. Ama Uzakdoğulu'ydu, ondan eminim. Dönerken donut aldık, teyzemlerde de sulu köfte, yaprak sarma (Sushi etkisi olsa gerek zorlandım yerken ki normal zamanda tencerenin yarısını göçürmüş adamım) ve şimdi hatırlamadığım bir şey daha yiyip sessiz sinema oynadık ki Uğur abinin anlatışları süper oluyor. Ha, zoo tycon ortamlarına da geri döndüm; uyarayım (Bir GTA yükleyeyim dedim 13 gün sonra dedi amk. Bir de süre azalmak yerine artıyor. Lan n'oluyo' oldum yani.)