Aslında izin günüm olmasına rağmen sabah sabah ormanda bir yerlerdeyim. Neden mi? Çünkü Ezail çağırdı. Aslında gelmeyecektim ama beni sorgusuz sualsiz, hemen şimdi Cehennem'e yollamakla tehdit etmesi konunun -onun için- epey ciddi olduğunu gösteriyor. Kyouka işte değil de evde olsaydı siksen bu saatte Ezail'le buluşmaya gelmezdim, tabii tehdit ettiği kişi ben olmasaydım durum değişebilirdi.
Ezail: "Gelmeyeceğini sanıyordum."
"Niye çağırdın o zaman? Kyouka evde olsaydı katiyen gelmezdim."
Ezail: "Kafesin kapağı açıldı, 'Son' yakın. Şimdi, Kam Utpa; bir seçim yapmalısın: Dünyayı kurtaracak mısın yoksa bir alev denizine dönüşmesini mi seyredeceksin?"
Kahkaha krizine girdim.
"Bu dünyadan hep nefret ettim. Bu dünya üzerinde sevdiğim birkaç şey, sevgili eşim mesela, var ve onları koruduğum müddetçe geri kalanı umurumda bile değil. Hepsini yok et gitsin, bana ne faydaları oldu ki?"
Ezail: "Sen insanlardan nefret ediyorsun Kam Utpa, dünyadan değil. Dağları, denizleri, ormanları, nehirleri, ağaçları, hayvanları... Sen bunları ve bunların olduğu hoş görünüşlü dünyayı seviyorsun, sadece kendi türünden ve kendi türünün inşa ettiği bu çarpık sistemden nefret ediyorsun. Hatta kendi türünün eski zamanlarda inşa ettiği o binaları da seviyorsun, kültürünü çöpe atamaman bunun göstergesi."
"Ve o çarpık sistemi korumamı istiyorsun."
Ezail: "Kahraman olmanı istiyorum. Ben de istemiyorum zaten, Gökyüzü ve Cennet bunu istiyor. Hep kahraman olarak ölmek istemedin mi?"
"Kahramanca yaralanıp sevdiğim kızın dizlerinde onu sevdiğimi haykırarak son nefesimi vermek, evet. Bunu istemiştim ama şimdi Kyouka ve Gece var. O ikisinin kahramanı olabildiğim sürece kahramanca bir ölümüm olmasa da olur."
Ezail: "Tamam, işbirliği yaparsan Cennet müjdesi vereceğim. Sadece sana değil, eşine de."
"İhtiyacım olan tek cennet Kyouka'nın yanı."
Ezail: "Bu kadar günahla Cehennem'den kurtulmak için tek şansın bu."
"Dünya zaten cehennem gibi ve kurtarılma şansım zaten yok. Şimdiye kadarkileri affediyoruz, deseniz bile sonrasında tekrar boğazıma dek günaha batmam gayet olası bir ihtimal."
Ezail: "Peki, seni günahları yakan kutsal ateşle korkutamayacağım belli ki. Cennet tasvirlerini iyice hatırladığından emin misin? Tanah'ı, Yeni Ahit'i ve Kuran'ı okudun; tasvirleri yeterince hatırlıyor musun? Ve şunu söyleyeyim: O tasvirler işin çok küçük bir kısmı olup aynı zamanda kişinin algısına, isteklerine bağlılar. Muhammed'in devrinde, onun halkı için o tasvir gerekiyordu."
"İnsanların inançlarına müdahale etmemen gerekmiyor muydu?"
Ezail: "Karşımdakine bağlı olarak söyleyebileceğim ve söyleyemeyeceğim şeyler var. Sen Müslüman olduğun için Muhammed'in peygamberliğini onaylayabilirim ama ne sözlerini ne de kitabının belli başlı birkaç kısmı dışındaki kısımlarını onaylayamam ya da yalanlayamam. Hristiyan olsaydın İsa'yı onaylayabilir, Muhammed'i onaylayamazdım; Musevi olsan Musa'yı onaylayabilir, İsa'yı onaylayamazdım. Tasvirleri hatırlamıyorsun yani, böyle alakasız sorular sorduğuna göre?"
"Tasvirleri hatırlıyorum, senin anlamadığın şey ihtiyacım olmaması. İhtiyacım olan tek selam Kyouka'nın sesi, ihtiyacım olan tek şarap Kyouka'nın dudakları, ihtiyacım olan tek köşk Kyouka'nın koynu, ihtiyacım olan tek çeşme Kyouka'nın saçı, ihtiyacım olan tek meyve Kyouka'nın kokusu, ihtiyacım olan tek ipek Kyouka'nın teni, ihtiyacım olan tek taht Kyouka'nın kalbi, ihtiyacım olan tek gölgelik Kyouka'nın sarılışı, ihtiyacım olan tek inci Kyouka'nın gözleri, ihtiyacım olan tek huri Kyouka'nın ta kendisi. Ciddiyim, Kyouka benim bildiğim huri tanımına epey uyuyor: Çok iyi biri, güzel gözleri var, benden başkasına bakmayacağını biliyorum ki bana nasıl baktığını hâlâ merak etmemin konuyla alakası yok, yakın yaştayız..."
Ezail: "Atladığın bir kısım yok mu?"
"Söyletecek misin illa? Evlendiğimizde bakireydi. Tamam mı, memnun oldun mu?"
Ezail: "Olmadım. Sonsuza kadar ikinizin Cennet'te, birlikte olmasını ayarlayabilirim."
"Hah! Kaminin hizmetkârının Adn Cennetleri'ne girmesine izin vereceğinize inanmamı mı bekliyorsun?"
Ezail: "Eşin kaminin hizmetkârı ama ona tapmıyor."
"Ay ışığım Ehl-i Kitap'tan veya tek tanrılı bir inanç üzerine olsa, hatta Budist falan olsa, Deist, Omnist ya da Agnostik bile olsa; hatta ve hatta Satanist dahi olsa dediğine inanabilirdim belki. Kyouka neye inandığını kendisi bile bilmezken sen Kishuphel, iki kez kovulmuş melek, ona ve bana birlikte kalacağımız bir köşk mü vadediyorsun?"
Ezail: "Bana Kishuphel deme. Rabb'in sözü kesindir, melaike emre itiraz edemez."
"Senin gibiler ne olacak? Doğası tam anlamıyla melek olmayanlar hani? Samael gibi doğası cine yakın olanlar, senin gibi doğası insana yakın olanlar... Onlar da mı itiraz etmeyecek?"
Ezail: "Onların çoğu senden nefret ediyor zaten, ellerinden gelse ruhunu yakarlar."
"Bak, bu iyi bir fikir: Öldükten sonra benim ve Kyouka'nın ruhunu yak, böylece konu kapansın."
Ezail: "Kızın ne olacak?"
"Onu ikimizin ruhunun korumasına ihtiyaç kalmayacak kadar güçlü yetiştireceğim."
Ezail: "Ne istiyorsun?"
"İstediğimi yapacak mısın yani? Hayattan alacağımı ver o zaman. Evet, tamam, buldum: Kendi dünyamı istiyorum. Yegane kral ve kraliçe olarak Kyouka ile yaşayacağımız, en ince ayrıntısına kadar tasarlayacağım bir yer."
Ezail: "Bunu yapamam. Kam Erlik de aynısını istemişti."
"Neden olmasın? Mormonlar bunun Cennet'in doğası olduğuna inanıyorlar ve hiçbir kutsal metinde bu inanca itiraz edilmiyor. Farklı tasvirler, bilgiler var elbette ama bu görüşe dair bir itiraz ya da tasvirlerde bununla çelişen bir şey yok."
Ezail: "Ben kabul etsem bile diğerleri etmeyebilir. Düşün ve karar ver. Gökyüzü kahraman olarak seni görmek istiyor, Kam Utpa."
"Başkasını seçseler iyi olur."
Gün içinde pek önemli bir şey olmadı. Akşam uyudum ve bir rüyanın içinde uyandım. Çığlık atıyor gibi gözüken kızıl bir günbatımı, kana bulanmış gibi duran köpüklü bir nehir, çökmüş güneş ve yanmış gibi duran arazi. Tam karşımda bir kadın var. Esmer, iri gözlü ve siyah, kıvırcık saçlı. Beyaz bir elbise giyiyor.
"Burası neresi?"
Kadın: "Evim, bir zamanlar Aden denen yer."
"Aden Cenneti mi?"
Kadın: "Aden bahçesi. Burası hiçbir zaman Cennet'in parçası değildi."
"Peki... Siz kimsiniz?"
Kadın nazik duruyor, aurası tamamen lanetli ama aynı zamanda nazik.
Kadın: "Canavarların anası, Lilith."
"Kırgın ya da kızgın gibi durmuyorsun."
Karşımdaki gerçekten Lilith ise kafamı tutup yere sürtse şaşırmazdım, ayrıca Tanrı'ya da kırgın gibi durmuyor. Bence garip, sadece isim benzerliği mi?
Lilith: "Tanrı'ya mı? Hayır, Adem'e sözler öğretildiği gibi onunla aynı hamurdan yapılan bana da görevim öğretildi. Üstelik Kayra Han tarafından, Tanrı'nın tarif edildiği gibi yapılan Adem'in aksine ben tamamen Tanrı'nın Eli'nin ürünüyüm. Başından beri şeytanların ve canavarların annesi olmak için var oldum ben. Yine de Adem'e ve onun soyu olan sizlere kızgınım, yine de bu kızgınlık hakkında pek bir şey yapamıyorum. Bir görevim var, anlarsın ya."
"O neden?"
Lilith: "Adem beni olması gerekenden erken terk etti. Karnımda bir çocuk vardı, onunki. Her neyse, Azazil de ben de sadece görevimizi yapıyorduk. Azazil, Tanrı'yı bütün meleklerden fazla seven, ona bütün meleklerden daha sadık olan cini, İblis'i ve doğası insana, cine veya başka bir şeye yakın olan melekleri kışkırttı; ben de işimi yaptım. Kovulmuş meleklerin ilki, cinlerden olan ilk şeytan ve insanlardan olan ilk şeytan; biz üçümüz böylece göreve getirildik. Beelzebub da emir doğrultusunda dördüncümüz oldu, şeytanlaşmış kutsal ruh. Sonucunda da benim soyum oluştu: Adem'in çocukları olan insansı yaratıklar. Bilirsin, vampirler falan. İblis'in çocukları şeytanlar ve maridler, birini tanıyorsun. Beelzebub'un çocukları olan canavarlar: Kara köpek hayaletleri, deniz canavarları..."
"Ya Azazil?"
Lilith: "Ruhlar. Youkai, lanetli ruh, put iblisi ve her türlü kötücül ruh. Aslında, özür dilememe izin ver."
"?"
Lilith: "Tinleri kışkırtıp tanrılık iddia etmelerine neden olan bendim. Yanlış anlama, Tanrı'ya kızgın değilim. En başından ben de evren de bunun için yaratıldık. Havva'ya da kızgın değilim, dediğim gibi ne olacağı bana öğretilmişti. Plan başından beri buydu, Azazil de ben de sadece bize verilen görevi yaptık. Ama İblis gerçekten kızgın, planı öğrendikten sonra daha da kızgın. Benim kızgın olduğum tek kişi Adem, o yüzden sizleri kendilerine tapmak ve kurban vermek için kullanmaları gerektiğini, sizlerden üstün olduklarını söyledim tinlere. Hemen gaza geldiler. Yalnız seninkiler nedense bunu pek kabul etmediler birkaç istisna dışında, Kayra Han'ın konumundan olsa gerek. Bir süre sonra da kendi türünüzden kurbanlar vermenizi de istemeye başladılar... Aslında başlangıçta Tanrı da bunu istiyordu, Habil ve Kabil'in döneminde değil tabii; sayınız arttıktan sonra."
"Hz. İbrahim döneminde yasaklandı, evet; hikayeyi biliyorum."
Lilith: "Çok vakit kaybettim, bu da görevimin parçası ama ataların ya da Ezail müdahale etmeden önce seni Rüyalar Alemi'nin karanlık kollarına bırakmam gerek. Açıkçası, eşinde beni bile öldürebilecek bir kıskançlık potansiyeli var; o yüzden hadi eyvallah."
"Kyouka'nın yandere olduğunu sanmıyorum."
Lilith: "Seni öpersem eşin ne yapar?"
"Seni öldürür, daha önce öldürülememiş olman umurunda bile olmaz. Succubus'ın tekini bulup öldürmüşlüğü var."
Lilith: "Ah, succubus'lar demek. En sevdiğim kızlarım, ayrıca bana Kabala'daki 'Tohum Hırsızı' lakabımı kazandıranlar. Succubus ve incubus'lar diğer şeytanlardan farklı çünkü onlar İblis, Samael veya onlar gibilerin ya da ilk şeytanların çocukları veya torunları değiller; sizlerin, Ademoğullarının çocukları onlar. Bu arada daha önce öldürülmeye çalışıldığımı bilen birini ilk kez görüyorum."
"Erlikli kaynaklarında var, olmasa bile Kilise'ye bağlı şeytan kovucuların peşinde olmadığını düşünmek saçma olurdu."
Lilith: "Avvv, çok vakit kaybettim. Asıl söylemem gerekeni unuttum... Kam Utpa, bir seçim yapman gerek. Daima nefret ettiğin dünyayı yakmaya yardım mı edeceksin yoksa bu çürümüş düzenin devamlılığı için mi savaşacaksın?"
"Dünyayı yakmaya yardım edersem kaybeden tarafta olacağım, değil mi?"
Lilith: "Bunu söyleme iznim yok, söylersem bizzat Tanrı ruhumu yakar. Şu an şeytan olduğum için bedenim olmadığını, sadece ruhtan oluştuğumu düşünürsen oldukça kötü bu durum."
"Kazansam bile kötü adam olmak demek... Pek istediğim bir şey değil. Bir zamanlar yalnızdım, kahraman rolü de kötü adam rolü de aynı çekicilikteydi ama şimdi Kyouka ve Gece var. Dünyanın olmasa bile onların kahramanı olmak istiyorum, yani... Ezail de sen de kusura bakmayın ama sadece ailemin tarafında olacağım."
Lilith: "Ya, tabii; siz Adem'in torunları hep böylesiniz. Ailemin tarafında olacağım deyip sonra da genç bir kadın için ailenizi terk ediyorsunuz."
"Kyouka istemedikçe onu bırakmam. Genç kadın dediğin Hz. Havva mı oluyor?"
Lilith: "Evet, o oluyor."
"Hikayeler senin terk ettiğini söylüyor aslında."
Lilith: "Giden mi yoksa gitmeye zorlayan mı terk edendir sence?"
"Duruma göre değişir."
Lilith: "Neyse ne, söylemem gerekeni söyledim ama... Ben biraz başına buyruk bir tipim, fark etmişsindir."
"Eee, yani?"
Lilith: "O yüzden şunu soracağım: Musevi ve Hristiyan kaynaklarında adım geçerken İslam kaynaklarına neden alınmadığımı düşünüyorsun? İsrailiyat'ta bile yokum."
"Nedenmiş?"
Zerrece merak etmiyorum aslında ama karşımdaki de boru değil yani, ilk şeytanlardan.
Lilith: "Çünkü uzun, uzun yıllar boyunca, ölümsüz olan benim için bile uzun olan yıllar boyunca Adem'e, Havva'ya ve sizlere çok kızgındım. İsa'nın ve öncekilerin döneminde sizden intikam almakla, sizi ayartmaya çalışmakla ve öyle şeylerle çok meşguldüm; o yüzden bana verilen görevi pek yapmadım. Birazını yaptım elbette, sizi ayartmak da görevimin parçasıydı zaten ama asıl büyük hazırlığa ancak bin yıl önce ulaşabildim. İsa'dan sonra, Muhammed'den önce; artık düzgün bir şekilde görevimi yapmaya başladığım için de Muhammed'e ya da takipçilerine benim hakkımda bir şeyler denme gereği duyulmadı. Anlarsın ya, hikayede bir de benim varlığım gereksiz yere kafanızı karıştıracaktı."
"Peki... Benden ne istiyorsun?"
Lilith: "Seçim yapmanı. Dünyayı yakacak mısın yoksa kurtaracak mısın?"
"Ailemi kurtaracağım. Bu uğurda dünyayı yakmam gerekirse yakarım, kurtarmam gerekirse kurtarırım."
Lilith sıkıntıyla kafasını salladı.
Lilith: "Ağırbaşlı ol ama acele karar ver, Erlik Han'ın favorisi."
"Alınma ama aldığım kararlara karışmanı istemiyorum."
Lilith: "Acele işe şeytan karışır esprisi yapma bana! Ne zaman senin dilini konuşan biriyle konuşsam aynı şeyi duyuyorum, vallahi bıktım ya! İstifamı isteyeceğim artık, Tanrı'ya gidip beni şimdiden yakmasını isteyeceğim; bu neymiş ama! Nasıl olsa İsa'dan sonra hikayede gereksiz yer kaplamayayım diye hakkımda bir şey söylenmedi, yokluğum çok da fark etmez. Benim yerime başka bir şeytan yapar aynısını."
"Erlik Han'ın favorisi derken?"
Anca fark edebildim öyle dediğini.
Lilith: "Zamanım neredeyse doldu. Dokuzun üçü yaklaşıyor, Kam Utpa. Üçüncü ve yedinci en yıkıcılar olacak, dokuzuncu da hakiki olan olacak. Yaklaşıyor, unutma. İlk ikisi çoktan oldu ve senin görevin olan üçüncü de çok yakın. Evrenin ritmi değişiyor, kalp yavaşladı. Kapıları unutma, Kam Utpa. Eski Sarum, Brú na Bóinne, Bolshoy Zayatsky, Urušalim, Bekke, Callirrhoe, Bizantion ve Delhi'yi hatırla."
Lilith gittikten sonra Ezail'in Hikimmuvt dediği İhsan Derviş'in alıntı olmayan sözleriyle Lilith'inkiler arasındaki benzerliği fark etmeye kalmadan başka bir rüyanın içinde buldum kendimi; ama öylesine gerçekçiydi ki ancak dehşet içinde uyanıp sevgili eşimin yanımda kıvrılmış, her zamanki gibi aşırı sevimli bir yüz ifadesiyle uyuduğunu görünce rüya olduğunun ayırdına varabildim. Rüyamda Kyouka'ya sımsıkı sarıldığımı görmüştüm.
"Artık gitmem gerek, sevgili eşim. Bana hayatın bazen de olsa yaşamaya değer olabileceğini öğreten sendin. Beni sevdiğin ve bana katlandığın için sonsuz teşekkürler, Kyouka. Hiçbir dilin hiçbir kelamı sana minnetimi anlatmaya yetmez, zaten ne diyeceğimi de toparlayamıyorum. Eğer geri dönmezsem..."
Kyouka: "Geri dönmezsen kocacığım, o ruhun Cennet'te bile olsa bulup yakarım. Ve şimdi de senden bugüne kadar istediğim en bencilce şeyi isteyeceğim: Geri döneceğine söz ver, lütfen."
Ağlamaya başlamış ve Kyouka'dan hissini bu uyandığım zamanda bile iyice hatırladığım son derece müşfik bir öpücük aldıktan sonra her iki yanımda solumdakiler siyah, sağımdakiler beyaz dörder gölgeyle ardıma baka baka uzaklaşmıştım rüyamda. Kyouka'nın paçalarına yapışan ve onun ufak bir kopyası gibi gözüken kız çocuğu ağlıyor ama gitme sebebimi sorgulamıyor ya da karşı çıkmıyordu. Gözleri sanki dünyanın sırlarının ardındaki bilgeliği kavramış Şahmeran'ın etini yutmuşçasına anladığını belirten şekilde bakıyor ve yüz ifadesiyle gözlerindeki parlaklık, akan yaşlarıyla uyumsuz bir kompozisyon oluşturuyordu.
Neden hiç anime kısmına yeni öneri atmiyorsun?
YanıtlaSil