Yedinci Ofis'in odasına girer girmez yüzüm şaşkınlıktan nasıl bir hal aldı acaba, inanılmaz merak ediyorum. Herkes burada, en son bütün çalışanların burada olduğu... Benim işe başladığım zamandı, zaten tam olarak o yüzden oralardı; sonrasında çoğu kişi ofise nadiren uğradı, neredeyse hiç gelmeyen birkaç kişi bile burada.
Lider: "Gözün korkmasın ama bugün biraz fazla iş var, malum kış dönümü yaklaşıyor."
"Eee, bütün kış dönümü bayramlarını birleştirip tek festival mi yaptınız Bahar Festivali'nde olduğu gibi?"
Geçen sene Aralık boyunca çok meşguldüm, o yüzden ofise uğramamıştım bile; haliyle pek bilmiyorum.
Lider: "1. Ofis lideri öyle yapmamız için baskı yapıyor ama Noel'i iptal edersek pek hoş sonuçlar almayız; o yüzden hepsini ayrı ayrı yapıyoruz, bu da daha fazla iş demek."
"Puklinya'da gerçekten o kadar koyu Hristiyan nüfusu var mı ki?"
Soruma cevabı neredeyse hiç ofise gelmeyen biri, Maria verdi.
Maria: "Pek değil, daha çok Noel bu şehirde Roma döneminden beri devam edip neredeyse şehre mal olmuş bir festival olduğundan Puklinya'yla özdeşleştirilmiş, şehrin eskileri ve şehirde söz sahibi olan büyük ailelerin -Umaylılar bunlardan biri mesela- liderleri bu özdeşliğe biraz değer veriyor. Senin aksine, biz insanların çoğu daha rasyonel varlıklarız. Puklinya'da henoteizm harici herhangi bir inanç sistemini sağlıklı şekilde sürdürmek pek kolay değil. Pagan, putperest, Şintoist olabilirsin, a ama o da ne? Şehirde bir kovulmuş melek var; Semavi dinlere inanacaksan da Jinsan-no-Kami, put ruhları ve Pagan tanrıları gibi şeyler var."
"Onlar tin, dünyada hizmet eden ilahi varlıklar; Allah'ın kulları oldukları gerçeği değişmiyor, bazıları insanlara tanrı olduklarını söylemekte ısrar etse de."
Maria: "Bak, bunu diyorum işte. Tuhaf olduğunu söyleyen oldu mu hiç?"
"Puklinya'ya gelmeden önce bir sürü kişi, Puklinya'da birkaç kişi."
Maria: "Gördün mü? Burası için bile tuhafsın!"
Ayçiçek'e beni kurtarmasını istemek için baktım ama gülmemek için kendini zor tutuyordu, ondan bana hayır yok şu an.
Lider: "Uzatmayın da işimizi yapalım, çok iş var. Kendi başımıza bir sürü işimiz olduğu gibi her zamanki gibi üstümüze yıkılan işler de var, o yüzden..."
Belgeleri tasniflemek bile öğleni buldu, yemek vakti yaklaşıyor.
Ayçiçek: "Ne yiyelim?"
"Bugün ofisçe mi yiyoruz?"
Lider: "Başka zaman bütün ofis bir arada olmuyor. Bütün ofis bir arada olduğundan da Mǽçćhef'e gidelim."
Maria: "Parayı sen ödersen olur."
Menüsü olmayan, sipariş edileni yapan bir yer ve fiyatı malzemeler, işçilik, zaman gibi şeyler üstünden yemeği hazırlarken belirlediklerinden ne kadar ödeyeceğin hakkında herhangi bir fikrin olmayan bir yer. Yine de ciddi bir iş yemeği ya da romantik bir akşam yemeği gibi şeyler için ideal, Kyouka'yla ilk buluşmamız orada bitmişti; sonra bir daha gidemedik gerçi, oturdun mu en az 3 saatini harcaman gerektiğinden zamanımız olmadı pek. Şimdilerde daha çok zamanımız var ama Gece biraz daha büyüse daha iyi olur sanırım. Restoranın Puklinya'da olması büyük bir avantaj; termokinezi, ısı büyüsü ya da çalışanların vücutlarının doğal yapıları gibi şeyler sayesinde normalde bir gece buzlukta bekletilmesi gereken yemekleri bile sipariş üzerine hazırlayıp sunabiliyorlar, aynısı soğumaması gereken yemekler veya bazı kısımlarının sıcak, bazı kısımlarının soğuk olması gereken tabaklar için de işe yarıyor. Restoranın müşteriler için bazen avantaj bazen dezavantaj olan bir özelliği de menü olmadığından eğer etraflıca bir sipariş ya da nokta atışı bir usul belirtmezseniz yemeğinizin neye benzeyeceği konusunda tamamen şefin insafına kalmanız. Büyük, yuvarlak masanın kenarlarına geçtik; yine de iki farklı masa kullanmamız gerekti. İnsan doğasının gereği olarak 7. Ofis'te de gruplaşma var, o yüzden kimin nereye oturacağı çok sorun olmadı. Ben, Ayçiçek, Hayk, Lider, Maria ve iki kişi daha bir masadayız; diğerleri başka bir masada.
Garson: "Evet, başlangıç olarak ne alırsınız efendim?"
Böyle sıra sıra sorulması beni hep geriyor, neyse ki Lider kağıt ve kalem çıkarıp dağıttı.
Lider: "Buranın usulünü bilmeyen yok zannımca? Sırayla yazın istediklerinizi."
Minnettarım, gerçekten. Daha sonra teşekkür edeceğim, adını unuttuğumu çaktırmazsam daha iyi olur... Ama Maria ve Lider biraz fazla yakın sanki, Maria hep hatırı sayılır derecede patavatsız biri olmuştu ama Lider'e "Parayı sen ödersen olur." gibi bir şeyi söyleyecek kadar patavatsız tek 7. Ofis üyesi her zaman bendim.
Ayçiçek: "Evet, bana da her zamankinden daha yakın geldiler."
Madem ne düşündüğümü anlayabiliyorsun, neden ofiste beni Maria'dan kurtarmak yerine gülmemeye çalışmakla meşguldün? Ha, ne düşündüğümü anlayabildiğin için, tamam. Aman, neyse ne. Magazin peşinde koşan biri değilim. Ana yemekler gelene kadar pek konuşmamıştık, başlangıçları yemekle meşguldüm, diğerleri de öyleydi herhalde; ben kuzu kaburgasından, kemiksiz bir güveç istemiştim ana yemek olarak.
Maria: "Hayvanlarla konuşamıyor muydun sen, Köpek Sözü müydü?"
"Köpek Sözü evet ve konuşabiliyorum, ne olmuş?"
Maria: "Önümde et varken bunu söylemem gerçekçi mi emin değilim ama... Hayvanlarla konuşabilsem vejetaryen olurdum muhtemelen."
"O iş öyle işlemiyor. Erlikli efsanelerinde bitkilerle konuşan kişilerden de bahsedilir, hayvanların birbirleriyle konuştuğu bir ortak dili var ama onlar da birbirlerini yiyorlar. Doğa... Pek öyle işlemez, canlı olan bütün varlıklar kendi istikbali için diğerlerini öldürmek zorundadır. Zehirli bitkiler böcekler ve otçullar kendilerini yiyince ölsün, böylece soyları devam edebilsin diye zehirlidir mesela."
Herkes: "..."
Lider: "Saçma bir açıklama değil mi bu?"
"Yetersiz olduğunu kabul ediyorum ama benim gibi şaman geleneğinden gelen biri için bitki öldürüp yemekle hayvan öldürüp yemek arasında bir fark yok, canlı şeyleri yememek için ya hapla beslenmek ya da taş, toprak falan yemek gerekiyor. Onun üstünde de mikroorganizmalar var gerçi."
Şimdi de herkes Ayçiçek'e döndü.
Ayçiçek: "Bizim aldığımız Erlikli eğitiminin iki temel noktasından biri 'Öl ya da öldür', diğeri 'Hayata saygı duy'du. Ama hayata saygı duy ilkesi sadece insanlar için ya da sadece insanlar ve hayvanlar için değildi; bakteri, bitki, mantar, hayvan, alg... Hepsi için geçerliydi, o yüzden Erlikliler arasında birkaç frutaryen dışında et yemekten çekinen biri yoktu, eğitimimiz ise vejetaryenlik ve veganlığı ikiyüzlülük gibi görmemize neden oluyor çoğunlukla. Hayvanları öldürmeyelim, tamam, öldürmek kötü bir şey zaten ama bitkileri katletmekte sorun yok mu yani?"
"Bir de birçok hayvanda yamyamlık görülür: Yılanların neredeyse hepsinde, tavuklar ve bir sürü başka hepçil kuşta, tarlafarelerinde, sincaplarda, kedilerde, bazı balık çeşitlerinde... Normal şartlar altında tamamen otçul olan tavşanlar bile bazen yamyamlık yapabilirler. Kendi kendilerini yemekten çekinmeyen varlıkları yemekten neden çekineyim ki? Alabalıklar kendi yavrularını yemekten çekinmez, ben neden onları yemekten çekineyim? Yemekten çekinmemem gidip psikopatça, zevk için zarar vereceğim anlamına da gelmez tabii, konuşamasaydım da 'Hayata saygı duy' ilkesine aykırı bu. Bir de: Doğada sadece yamyamlık değil, biz insanlar için iğrenç veya yapay görünen birçok başka şey de yaygındır, burada örnek vermek istemiyorum."
Maria: "Tamam, her neyse..."
Bir an gözü herkesin yemeklerine takıldı, sonra tekrar konuştu. Bütün diyeceklerini biriktirip mi geldin, ofise gelmediğin sürede ne soracağını mı düşünüyordun?
Maria: "Tamam, inancını sürdürebiliyorsun ama kuralların yarısına uyup yarısına uymuyorsun. Şarap içiyor ama domuz eti yemiyorsun, o niye?"
"Onun inançla ilgisi yok, 'Ne yiyorsun osun.' Duymuş muydun hiç? Şaman geleneğinde yaygındır, cesaret için yürek yenir mesela, yılan eti de bilgelik içerir. Genel olarak bütün hayvanların etlerinin olumlu ve olumsuz etkileri vardır ama domuz etinin olumsuzluğu, olumluluğuna kıyasla çok fazla; özellikle de yabandomuzundan değil evcil domuzdan bahsediyorsak. Günlük hayatta tercih etmesem de Erlikli anlaşmaları nedeniyle başka seçenek yoksa yerim, yine de aura üzerindeki etkilerini temizlemek zor olduğundan tercih etmiyorum. Buda, takipçilerine hayat almamak için et yemeyi yasaklamadı; yasakladı çünkü hayvansal ürünlerin aksine bitkilerin aura üzerinde olumsuz etkisi yoktu, tütün ve kenevir gibi birkaç istisna var tabii. Hz. İsa'nın pesketaryen olduğu sıklıkla dile getirilen bir iddiadır, Köktenci Hristiyanlar genelde bunun -eğer gerçekse- koşer olmayan şeyleri yemekten kaçınmak için olduğunu söyler, Erlikliler arasında yaygın Hristiyan nüfusa sahip Yıldız Nesli ise -yine gerçek kabul edildiğinde- deniz ürünlerinin aura üzerinde kara hayvanlarının etlerine kıyasla daha az, daha hafif ve daha kolay temizlenen olumsuz etkiye sahip olmasına bağlar. Ayçiçek Göktengri'ye tapıyor ama o da yemiyor fark ettiyseniz, aldığımız eğitimin geleneğiyle ilgili bir durum bu."
Lider: "Aynı büyücü soyundan gelen iki kişiyi aynı anda işe almamalıydık belki."
Ayçiçek: "Beni Kam Erlik'in değil Merlin'in torunu olarak işe aldın, hatırlatmam gerekiyor mu?"
"Benim sana fazla içmemeni hatırlatmam gerekiyor, üstüme kalmanı istemiyorum."
Ayçiçek: "Lisedeyken yanından ayrılmayayım diye ne hallere girdiğini unutmuş gibisin."
Lider bana dönüp kısık sesle sordu.
Lider: "Sarhoşluğu çok mu kötü?"
"Daha beter sarhoş olan kimseyi görmedim, sızsa ayrı sızmasa ayrı dert. Eğer burada içkiden uzak durmasını söylememiz gereken biri varsa kesinlikle Ayçiçek."
Lider: "Yalnız sen de çok az içiyorsun be."
"Kendimi biliyorum çünkü; çoğu Erlikli alkole dayanıklıdır ama yine çoğu Erliklinin sarhoşluğu tümüyle çekilmezdir, benimki de dahil. O yüzden mümkün mertebe sarhoş olmayacağım kadar içmeye çalışırım, zaten günlük hayatta daha çok kafeinli soğuk içecekleri tercih ediyorum. Soğuk kahve, soğuk çay falan... Ayçiçek de çoğu Erlikli gibi çekilmez bir sarhoş olsa da çok çabuk sarhoş oluyor, onun yüzünden başım defalarca derde girdi."
Ayçiçek: "Beni mi çekiştiriyorsun, sevgili kuzenim? Unutamadın mı yoksa? Eşin için üzülüyorum, çok hoş biri oysa..."
Evet, sarhoş oldu bile. Dikkatinizi çekerim, henüz ana yemekteyiz; bunun daha ara sıcağı, salatası, tatlısı (ya da her neyse artık) var.
Lider: "Ne diyor?"
"Beni Ayçiçek tercümanı olarak kullanma, rahatsız edici. Ben seni Maria tercümanı olarak kullanıyor muyum?"
Lider: "Ha, sizin haberiniz yok, doğru. Eee, evet... Ani olacak ama... Maria ile evleniyoruz."
Lider: "..."
Lider: "Şaşırmanızı beklemiştim."
Ayçiçek: "Buraya geldiğimizden beri kızın dibindesin, nasıl haberimiz olmayabilir? Çoktan fark ettik... Neyse, ayılınca hatırlarsam eğer düğüne gelirim."
Şu aşamada Ayçiçek'le diyalog kurmaya çalışmanın faydası olmadığını bildiğimden Lider'e döndüm.
"Kesinlikle hatırlamayacak. Daha sonra söylerim; ama fark edildiği konusunda haklı. 'Hesabı sen ödersen olur.' Burada bunu senin gibi cimriliği bilinen birine söyleyecek kadar patavatsız tek kişi benim."
Eee, evet; sonuç olarak Ayçiçek'i evine kadar götürmek zorunda kaldım. Sızmadığı için ne kadar şükretsem az, taşımam gerekmedi en azından.
Ayçiçek: "Gerçekten eşin için üzülüyorum, evde bekliyor ve sen beni eve bırakıyorsun."
"Ve bu kimin suçu?"
Aslında işi Hayk'ın üstüne yıkmak istemiştim ama Mühürdar olarak bir Erliklinin sorumluluğunun bana ait olduğunu ilan edip sıvıştı.
"O kadar içmesen böyle bir derdimiz olmazdı, yat uyu ve beni rahat bırak."
Bir an önce Kyouka'yı görmek istiyorum ben ya, saat daha ikindi. Eeeh, sikerler; eve gidiyorum ben, ofiste işim kalmadı zaten. Eve gidip Kyouka'nın dizlerinde kıvrılıp uyumak istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder