Balık kategorisinden fish & chips ve kaşarlı alabalık, fish & chips ve kaşarlı alabalık işte. Birkaç kayda değer özelliği var ama klasiğe oldukça yakın.
Kyouka: "Hâlâ acıyor mu?"
"Kızım çatalı ne biçim batırmışsın ya? Hak ettim tabii, onu inkar edemem ama biraz acıyor. Bu acı senden geldiği ve hak ettiğim bir acı olduğu için onu bağrıma bastım, çok takma."
Yemeği çatalla biraz ittirdim.
Kyouka: "Pek balık sevmiyorsun, değil mi?"
"Balık kokusunu sevmiyorum ve balık eti balık gibi kokuyor."
Kyouka: "Bu normal değil mi?"
"Aromalar, baharatlar, soslar... Kokuyu bastırmanın bir sürü yolu var. Unagi nigiri ya da saşimi pek kokmuyor, o yüzden onlarla çok sorunum yok. Midye ve deniz kabukluları da balıktansa yosun gibi kokuyor ve yosun kokusunu seviyorum, balık kokusunun aksine."
Kyouka: "Yosun kulağa güzel geliyor, kız ismi olur bence."
"Evet, olabilir; ama başka kızımız olursa adına Mitsuki Nehir diyeceğimizi söylememiş miydik?"
Kyouka: "Gece'nin kızının adı olur belki?"
"Öyle bir şey olmayacak."
Kyouka: "Ah, hadi ama ya! Hiç beklemediğim konularda babama benziyorsun, Gece'yi kimseye vermeyecek misin yani?"
"Gece'nin onu üzebilecek hiçbir şerefsizle evlenmesine izin vermeyeceğim! Bu da basitçe hiçbir it oğlu itin kızımın parmağına bir yüzük takmasına razı olmayacağım anlamına geliyor."
Kyouka: "Evlenmek için ailemden izin isterken öyle demiyordun?"
"Seni üzmektense var olmamayı dilerim ama dünyada benim gibilerden pek yok, bilirsin. Çoğu şerefsizin teki, Gece'yi severmiş gibi yapıp sadece ona dokunmanın peşinde olacaklar, bir de üstüne aldatacaklar. Kızımı üzenin derisini yüzerim, kimse onu benden iyi sevemez!"
Kyouka: "Bir ortan yok. Ya kendini çok küçük görüyorsun ya da inanılmaz bir narsistlik içindesin..."
"Bu ikisi çelişki değil aslında."
Kyouka: "O ne demek?"
"Kendimden nefret etmemi iki şekilde bastırıyorum: Biri kendime sövmek, diğeri kendimi övmek. Dengesellik, yin-yang."
Kyouka: "Yin-yang'a senin kadar takıntılı kimseyi görmedim. Birkaç Çinli ve Koreli de tanıyorum, hiçbiri senin gibi değildi."
"Bu pek sembolize edilmez ama benim kültürümde de yin-yang önemli yer tutar. Dünya zıtlıklardan müteşekkil sonuçta: İyilik var ve iyiliğin ne olduğunu anlamamızı sağlayan kötülük var, hayat var ve hayatın anlamına kafa yormamıza vesile olan ölüm var, gökyüzü ve yer var, gece ve gündüz var, ruh ve beden var, su ve ateş var, insanlardan kadın ve erkek, canlılardan bitki ve hayvan var."
Kyouka: "Mantar ve bakteriler ne oluyor peki?"
"Protozoalar hayvan, bakteriler bitki; mantarlarsa denge. Yin-yangın küçük benekleri, bilirsin. Yıldızlar da onlardan; ay, güneş, yıldızlar. Zıtlıkların arasındaki denge, dünyada bu da var. Gökyüzü, yer ve dünya. Kadın, erkek ve çocuk. Yaşam, ölüm ve uyku. Su, ateş ve ağaç; Çin simyasında element kabul edilen ağacı diyorum. Evrende zıtlıklardan kurulu üçlü bir düzen var ve dengeyi bulmak içsel huzura erişmenin tek yolu. Kendime sövdüğüm ve kendime övdüğüm kısmın dengesi ise sensin, dünyadaki bütün şükranları yoluna sersem dahi yeterli gelmez ama teşekkürler."
Kyouka: "Aynı Zen hocam gibi konuşuyorsun, o bile Yin-Yang'a senin kadar takıntılı değildi gerçi ama bir yürü git ya."
"Sen Şinto rahibesi değil misin? Neden Zen eğitimi aldın ki?"
Kyouka: "Sen de şamansın ama cincilik eğitimi aldın, değil mi?"
"Türk tarzı cincilik büyük oranda şamanlık içerir, aslında şamanlığın İslami devamlılığından başka bir şey değildir. Arap, Fars, Yahudi ve Rum cinciliği de dahil oldu tabii içine."
Kyouka: "Ve ben de bir miko olarak esaslı bir meditasyon eğitimine ihtiyaç duyuyordum, o yüzden bizzat Çinli bir hocadan Zen dersi aldım. Sadece meditasyon değil elbette."
"Evet, Zen aslında Budizm'in bir mezhebi; onu biliyorum. O yüzden şaşırdım zaten."
Ana yemekler geldi.
"Neden 'etli makarna' gibi belirsiz şeyler istedin?"
Kyouka: "Ne geleceğini merak ettiğim için. Bir de sevmediklerimi yiyeceğin için."
"Hayatta kalma amaçlı ya da çeşitli ayinler, törenler için çok fazla garip gurup şey yiyip içtim ama benim de bir damak tadım var biliyorsun."
Pirzola ve etli makarna, evet... Kyouka'nın etli makarnası trenette biçiminde bir makarna; malzeme olarak kuşbaşı kırmızı et, jülyen tavuk şeritleri ve ayıklanmış derili filetolar halinde küçük balıklar (sardalya? Yok değil, tirsi sanırım) bulunuyor. Ayrıca hem kremalı hem de domatesli olan tuhaf bir sosu ve mantar ile brüksel lahanası var.
Kyouka: "Bu ne eti ki?"
"Bir sürü şey olabilir, ver bir koklayayım. (Koklama) Yoğun bir aroması yok."
Kyouka: "Burnu senin kadar iyi olmayan kişilerin de anlayabileceği gibi söyler misin lütfen, canım?"
"Küçükbaş ya da yabandomuzu değil, evcil domuz eti olmadığı kokusundan önce renginden belli. Deve de değil, yani ya sığır cinsinden ya da onun gibi bir şey."
Kyouka tadına bakmamı ister gibi duruyor, baktım.
"Basashi sever misin?"
Kyouka: "Nasıl?"
"Kesinlikle at eti bu, belki katır ama eşek ya da sığır değil."
Kyouka: "..."
"Öyle bakma, at eti güç açısından önemli. Binek ya da araba atı değil tabii ama birçok kez yedim, biz Erlikliler Orta Asya şamanlarıyız, unutma. Önemli olaylardan sonra ak koç, ak aygır ve kızıl buğra kurban edip bunların etiyle ziyafet veren bir gelenekten geliyorum ben. Buğra erkek deve demek bu arada."
Benim vişne soslu fıstıklı pirzolam iri ve neredeyse bütün denilebilecek Siirt fıstıklarıyla kaplanmıştı, sos bu fıstıkların altında kalan daha jöle tarzında bir sos ve bir de tabağa bir daire çizilen, içinde vişne parçaları olan daha ince bir tane olmak üzere iki çeşitti. Ağzıma bir parça attım, baharat olarak sumak, damla sakızı ve mango (aslında muhtemelen mango suyu) kullanılmıştı ve tahmin ettiğim gibi kuzu pirzolasıydı. İlk önce fıstıkların yağlı tadı alınıyor, hemen ardından bütün baharat karışımını içeren sos vuruyor ve en üstünde kuzu etinin sulu aroması ve dokusu ağızda dağılıyordu; ağızdaki parça bittiğinde ne etin kendi tadı sosun tadını tümüyle temizlemiş oluyor ama fıstıkların tadını bırakıyordu.
Kyouka: "Onu bırak da Gece'nin sevdiği biriyle olmasına da mı izin vermeyeceksin?"
"Gece seviyorsa karşı çıkmam ama işi yokuşa sürmek zorundayım. Babayım lan ben! Babası olarak sorumluluğum bu. Ayrıca damat..."
Söylemek bile midemi bulandırıyor, istemsizce kusuyormuş gibi yaptım.
Kyouka: "Abartma."
"Her neyse, o adı lazım değilin şerefsiz olmadığından emin olmam lazım. Kızımı üzmeyecek, el kaldırmayacak ya da başkasına bakmayacak. İnsanların çoğu -en az %80'i- şerefsiz ve bir erkek olarak bunu söylemem kulağa garip gelebilecek olsa da erkeklerde bu oran daha fazla, en az %85, o yüzden..."
Kyouka: "Daha var olmayan ve Gece'nin yaşına bakarsak uzun süre boyunca da olmayacak damadına Lord Voldemort muamelesi yapıyorsun resmen."
"Babana karşı niye o kadar saygılı olduğumu düşünüyorsun?"
Kyouka: "Benim yerime siz seppuku yapın demek ne türden bir saygı? Ama evet, genel olarak saygılısın. Ulgan amcaya ya da Erliklilerin çoğuna olmadığın kadar hem de. Niyeymiş?"
"Çünkü adamı anlayabiliyorum. Bir gün aniden daha önce hiç görmediğin dallamanın teki çıkıp senin başını okşamaya kıyamadığın kızını sevdiğini iddia ediyor ve yanında götürmek istiyor. Üstüne onun kılına zarar gelse yüreğinin parçalandığı kızına nasıl davranacağından, hatta onu gerçekten sevip sevmediğinden bile emin değilsin. Asıl sinirlenmese tuhaf olurdu."
Kyouka: "N'olur bu kadar tuhaf bir empati kurma."
"Doğru ama; adam beni istememekte sonuna kadar haklı."
Kyouka: "Peki, her neyse. Saçımı kısa kestirsem nasıl olur sence?"
"Kısa saç yakışana çok yakışıyor ama yakışmayana da hiç yakışmıyor. Aynı kakül ya da boyalı saç gibi. Boyalı saç derken sarıyı kastetmiyorum tabii, sarı boya neredeyse kimseye yakışmadığından onu direkt geçiyorum. Tanıştığımızdan beri uzun saçlısın, o yüzden kısa saç sende nasıl durur... Hmm... Kafanı hafifçe çevirsene bir."
Kyouka: "Hayal edersen kesin olduğundan daha iyi bir şeyler hayal edeceksin."
"Bana güven iki dakika."
Kyouka: "Hep güveniyorum."
Sandalyeme yığıldım.
"Bilerek yapıyorsun ama ya!"
Kyouka: "Daha soğuk ordövrler varken de söylediğim gibi: Evet, bilerek yapıyorum. Güvendiğim gerçek olsa da."
"Lütfen bana biraz acı. Tatlılığınla baş edebilecek kadar güçlü değilim."
Ve şimdi de "Tee~hee~" geldi.
"Gerçekten insansın, değil mi?"
Kyouka: "Hâlâ doğa kanunu ya da melek gibi bir şey olduğumu mu düşünüyorsun?"
"Hiç kimse senin kadar mükemmel olamaz ama!"
Kyouka: "Ben mükemmel değilim, sen de değilsin. Sadece birbirimize katlanabiliyoruz."
"Bana katlanabilmen bile mükemmel olduğunun kanıtı, ayrıca sana katlanmıyorum. Sevdiğim çok az şey var, daha da az insan var ve onlar -hem şeyler hem de insanlar- arasından en sevdiğim sensin, bir gün bunu 'katlanmak' kelimesiyle tanımlarsam elime tekrar bir çatal batırmaktan çekinme."
Kyouka: "Bunu bir süredir düşünüyordum da mazoşistsin sen."
"Biraz. Kendime zarar vermemi gerektirecek ayinlerde bulundum, zaten canımın ya da varlığımın benim için bir önemi yok."
Kyouka: "Benim için var."
Gökyüzüne baktım bir süre.
"Gerçeklik nedir, Kyouka?"
Kyouka: "?"
"Açıkçası... Beni sevebilen, 'canın benim için önemli' diyen biri... Bunu annem de söylüyor, Kardelen de. Ablam bile, o dışarıdan buz kraliçesi gibi görünecek denli tsundere olan ablam bile, birkaç kez söyledi ama onların sevgisi sadece kandan geliyor. Benimle o türden bir bağı yokken, üstelik yanında kendimden daha da tiksinmemi sağlayacak biçimde tamamen sahtekâr bir kişilik oluşturmadığım biri... Hem de aşırı sevimli bir kız... Açıkçası öyle birinin, yani senin beni sevme ihtimalindense şu an beyaz bir odada olduğum ve bütün bunları kafamda yaşadığım bana daha gerçekçi bir ihtimal gibi geliyor. Söylesene Kyouka, gerçek nedir? Ben... Seni seviyorum ama sadece bir hayali de sevebilirim, değil mi? Hayallerle gerçek arasındaki sınır nerede ki sanki?"
Kyouka: "Beni görünce nasıl hissediyorsun?"
"Kalbim dışarı fırlayacakmış gibi. Dokunsam cam gibi parçalanacakmışsın gibi. Sen bana dokunsan bu sefer de ben parçalanacakmışım gibi. Öylesine acı veriyor ki ölmek istiyorum, öylesine yanında durmak istiyorum ki sen yaşadığın sürece yaşamak ve aynı gün bile değil, aynı dakikada, hatta aynı saniyede ölmek istiyorum. Öylesine mutlu oluyorum ki zaten Şah Hatai'den beter hayatı olan ben sana karşı en ufak hata yapmaktan korkuyorum. Başka hiçbir şey düşünemiyorum ve cümlemin sonunu bile getiremiyorum, daha bunun üç katı kadar şey sayabilirdim oysa."
Uzanıp alnıma bir fiske vurdu.
Kyouka: "İşte o gerçek, daha fazlasına ihtiyacın var mı?"
"Tabii ki yok. Neden olsun ki?"
Ve sırada ara sıcaklar. Benim için mantar sufle, Kyouka için peynir sufle. İkimizin de tuzlu suflede ısrar etmesini komik buldum bir an, kendimi tutamayıp güldüm. Kyouka'nın yüzündeyse bundan mı yoksa az önceki konuşmamızdan mı bilemesem de kayısı çiçeğini andıran, hafif hüzünlü bir gülümseme var.
(Bölüm dışı not, açıklama ya da her ne haltsa: Bayağı bütün yemeği böyle ara bölümlerle yazmayı planlıyorum ben ama bakalım, mukadderat artık. Not2: Sırf bunu yazmak için araya açıklama bölümü koymak istemedim. Not3: Ulan kafa dağıtmak için yazmaya başladığım, hâlâ pek ciddiye almadığım hikaye nasıl bir anda gelecek planlarımın odaklarından biri oldu benim? Zaten bütün yemek kısmını yazmak isteme sebebim de o, deneysel ve bencil takılıyorum bu hikayede; ne istersem onu yazıyorum. Yazar olarak buradaki pozisyonum budur. Yalnız araya açıklama ekstrası eklesen eklenirmiş ha, bu niye bu kadar uzadı?)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder