Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

13 Aralık 2020 Pazar

Ejderha ve Mühür ~ 24,4. Bölüm: Restoran (4)

Diğer Bölümler İçin

"Konuya dönersek, insan ömrü zaten çok kısa. İlk beş yılımız kayıp, kaplumbağalar yumurtadan çıkar çıkmaz hayat mücadelesine başlıyor. Belli bir yaştan sonra zaten pek bir şey yapamıyoruz; yani 120 yıl da yaşasan verimli kullanabileceğin sadece 50 yılın var. O elli yılın ilk yirmi, hatta yirmi beş yılı da gerizekalı insanların kurup gerizekalı insanların sürdürdüğü gerizekalı düzende yitip gidiyor; uyku, hastalık ve günlük hayat angaryaları da buna dahil. Diş fırçalamak, tırnak kesmek... Hayatımızdan gereksiz yere çalıyorlar, sırf bu yüzden Simyacı Mete'nin gönüllü deneği olmayı kabul ettim. Tırnaklarımda kendilerini onarmak dışında uzamalarına engel olan tılsım benzeri ama tam olarak rünik büyü ya da tılsım olmayan bir şeyler var, dişlerimde çürük ihtimalini azaltan... Vücut kıllarıyla ilgili kısım en beter kısımdı ama neticede artık sinir bozucu vücut kıllarım yok; arada sakalları da katletmeseydi iyiydi ama neyse, sadece bir denektim sonuçta. Çoğu Erlikli bunun evrenin düzenine karşı gelmek ve ilahi şekilde yaratılmış olanı değiştirmek olduğunu düşündüğünden soğuk bakıyor. Zaten Erlikliler simyacılara daima soğuk davranmıştır ama ben o zamanlarda da belamı aradığımdan Mete'nin deneği olmayı kabul etmiştim. Yani, ölsem bile umurumda olmayacaktı zaten. Sonuç olarak insanların kullanabilecek sadece yirmi beş yılı var ve dünyada ilginç olan bazı şeyler var. Okyanuslardaki tuhaf yaratıklar, açılmaması gereken lanetli tapınak kapıları, ormanların derinliklerinde hiç keşfedilmemiş böcekler, uzay... Bütün bu ilginç şeyleri görmek istersen yirmi beş yıl yetmiyor; elbette fiziksel kısıtlamalar da var ama aslında insanoğlunun şu anki, geçmişte de olan ve gelecekte de olacak beyinsizliği nedeniyle yetmiyor. Para, pasaport, bilmem ne... Tek gerekenin bir harita ve bir binek veya araç olması gerekir oysa ama yo', hiç olur mu? O zaman herkes mutlu yaşar. Ne anlamı var ki? Bir şeyler yapmaya çalışırken çar çur edilen yirmi beş yıl, bu yirmi beşin yarısı beklemekle ve bir şeyler yapmaya çalışmakla geçiyor. Eğer çok şanslı değilsen ya da sistemin açıklarını kullanan bir uyanık değilsen bunun meyvelerini toplayamıyorsun bile. Neden önemi olsun? Kyouka, benim için önemli olan bir tek sensin. Yanımda durmanı ve beni oradan oraya sürüklemeni istiyorum. Benim için buna katlanabilir misin?"

Kyouka elini benim elimin üstüne koydu.

Kyouka: "Sana nasıl hitap etmemi seviyorsun?"

"Herhangi bir şekilde."

Kyouka: "En çok sevdiğin?"

"'Kocacığım' demen epey öldürücü oluyor ama bunun tek sebebi bana çok nadiren öyle hitap etmen. 'Hayatım' iyi sanırım."

Kyouka: "Peki, hayatım. Yanında duracak ve hayatımı seninle çar çur edeceğim. Bir yerlere gidip görmek mi istiyorsun? Yapabiliriz, şu nefret ettiğin düzende bunu yapabilmek için ihtiyacımız olduğu kadar paramız var. Gerçek bir iz bırakmak istiyorsan... Şu Yeni Sekizler hedefine ulaşırsan o teşkilat var olduğu sürece hatırlanacaksın, değil mi? Bunun anlamı olmadığını düşündüğünü söyleme. Düzen Bürosundan Kam Utpa, kalbimin kilidini açabilen tek kişi sen oldun şimdiye kadar. Ben buna değer veriyorum. Eğer sen de veriyorsan..."

"Umursamaz herifin teki olarak çok fazla sorumluluğum var sanırım. Yine de senden geldikçe bütün o sorumluluklar için elimden gelenin en iyisini yapacağım."

Kyouka: "Yanında duracak ve gerektiğinde sırtını kollayacağım. Eşler birbirinin yoldaşıdır ve yoldaşlar böyle yapar. Sen Kam Utpa, sen de aynısını yapacak mısın?"

"Ecel kanımı saçıp canımı alana ve ruhum hapsedildiği toprak kafesten kurtarılana dek yanında duracağım ve gerektiğinde sırtını kollayacağım; ama asla sana sırt çevirmeyeceğim."

Kyouka: "Gece de öyle yapacak, evlenene kadar tabii."

Yüzümü ekşittim.

Kyouka: "Henüz var olmayan damadından şimdiden nefret ediyorsun, değil mi?"

"Kız çocuğunu evlattan saymayanlar dışında hiçbir kız babasının damadını sevdiğini sevmiyorum."

Kyouka: "Evet, tabii; kızımızın henüz çocuk bile değil bebek olması dışında bir sorun yok. Yalnız... Sizinki gibi kadim geleneklerin temsilcileri nasıl bu kadar eşitlikçi olabiliyor? Cinsiyet konusunda diyorum, ailenin ayrımcılıklarından bahsetmeye başlama durduk yere."

"Erlikliler bu konuda daima eşitlikçiydi. Biraz da erkek ve kadın bedeninin farklarından kaynaklanıyor: Kadınlar büyü gücünü miras almaya da aktarmaya da daha uygun, zaten ilk ak kamlar yani iyicil Orta Asya şamanları kadınlardı. Miko gücü de erkeklere istisnalar dışında pek aktarılamıyor, değil mi? Taşıyıcı olabiliyorlar en fazla. Neyse, erkekler başlangıçta sadece karanlık güçleri kullanıp kara kamlar olabiliyorlardı ama zaman içinde bu durum değişti; muhtemelen kamların başka kamlarla evlilikleri buna yol açmıştır. Kam Erlik'in dokuz oğlu ve yedi kızı vardı, oğullarından sadece üçü; kızlarınınsa hepsi onun güçlerini miras almıştı. İşte bu nedenle Erliklilerin asıl kurucuları olan o oğullar eşitlikçi bir yapılanma kurmaya gayret ettiler. Kadınların büyü gücünü miras almaya da aktarmaya da daha uygun bir vücutları olması -çünkü büyü gücü ironik şekilde ruhtan çok vücuda bağlıdır- zamanının cadı mahkemelerinde genellikle kadınların yargılanmasına neden oldu. Tabii Batı'nın cinsiyetçiliğinin de etkisi vardı ama temelde büyüye daha yatkın bedeni olan kadınları potansiyel cadılar olarak gördüler."

Benim mantar suflemde kültür mantarı, çörek mantarı ve chanterelle mantarı, ayrıca parmesan, kekik, tarçın, karabiber, şarap... Yok, değil; sirke... O da değil, üzüm suyu? Üzümden yapılan ama sirke ya da şarap olmayan mayalı bir şey kullanılmıştı. Muhtemelen Sinan'ın deneysel takılma işlerindendir, üzüm suyuna kuru maya atıp yemeğe katmış bile olabilir. Suflenin hamuru da birden fazla tahıl (muhtemelen buğday, arpa ve yulaf. Arpa yerine hamura bira eklemiş de olabilir, ondan çok emin olamadım. Renginden mısır hissi almıştım ama mısır tadı ya da kokusu almıyorum.) içeriyor. Kyouka ağzına kendi suflesinden bir parça attı.

Kyouka: "İyi gibi. Hamurunda zeytinyağı, kekik, hardal tozu ve üzüm... Yok, sirke? Şaraba benzemiyor, sirke sanırım, evet. Ve sirke var. Peynir olaraksa camembert, parmesan, keçi, comte, gouda ve gorgonzola kullanılmış."

"..."

Kyouka: "Öyle bakma, burnum senin kadar keskin olmasa da tat algım bayağı iyidir."

"İlk kez duyuyorum."

Kyouka: "Çünkü hiç söylemedim."

"Ama özetle Sinan eline geçen bütün peynirleri senin suflene basmış diyorsun?"

Kyouka: "Eminim daha fazlasını istediği an bulabilir, daha çok aklına gelen bütün peynirleri sufleme koymuş gibi."

İkimiz de güldük, o sırada da ara soğuklar geldi. Kyouka'nın sebze terininde yıldız şeklinde salatalık (öyle kesilmiş değil, öyle yetiştirilmiş; aslında bunu yapmak gayet kolay, dalındaki küçük salatalığa yıldız şeklinde bir boru takmak yetiyor.), kibrit patatesken arttığı için terinin içine konmuş gibi duran patatesler, çiçeklenmiş ama açmamış ufak brokoliler, arpacık soğan, mantar, kabak, kırmızı reyhan yaprakları ve baharat gibi duran farklı renklerde zerrecikler var. Benim pâtém ise... Neyden yapıldığı belli olmasa da dana jambona sarılmış ve içerisinde peynir ile yabani havuç parçaları var. Tadına baktım.

"Peynirin geyik sütünden yapılmasına hiç girmeyeceğim ama sülün etini de öyle kolayca bulabiliyor muymuş burası? Karkas değil de ciğer hem de."

Kyouka: "Buranın mutfağını görmemiş miydin? Bana anlattığın siparişleri ışınlayan bir dolapları olduğuydu."

Düzen Bürosu'nun denetimleri nedeniyle birkaç kez buranın mutfağında bulundum. Çok fazla değil çünkü bu konu aslında bizim Düzen Bürosu'nda "Çeşniciler" dediğimiz 6. ofisin konusu. Yeme içmeyle ilgili bütün yetki ve sorumluluklar onlarda, ben sadece iş 7. Ofis'in, dolayısıyla da kıdemsiz olan benim üstüme yıkıldığı için yaptım bunu.

"Evet ama malzemeleri yoktan var edemezler, temin eden birini bulmalılar. E, bir avcı ya da çiftlikle de anlaşamazlar; müşteri beklemeyi sevmez. Zaten o yüzden bunun gibiler değil de sıradan restoranlar ilk önce içecekleri getirip masaya ekstra bir şeyler koyar, müzik çalar, ortamı yönlendirir ki 'misafir' oyalansın."

Kyouka: "Amma gıcıksın ya. Restoranlara da mı gıcık oluyorsun?"

"Yo', hayır; restoranım olsa ben de öyle yapardım. Turizmcilerin misafir demesine azıcık sinir oluyorum gerçi, ben herhangi bir misafirden oda ya da kahvaltı ücreti talep etmedim şimdiye kadar zira."

Bir an düşündüm.

"İyi fikirmiş bak bu, emekliliğimizde bir kafe açalım, ne dersin? Güneş Gölü kıyısında olabilir, Ay Gölü kıyısında olabilir, bunları görecek bir tepede olabilir..."

Kyouka: "Hiçbir müşteri öyle metruk arazideki şüpheli şekilde bakımlı bir kafeye gelmez aşkım. Bir de bazı konularda neden klişeliğin tutuyor bir anda?"

"Yapacak bir şey yok."

Salata/kızartma kapsamındaki havuç salatası gayet sıradandı; kızarmış patateslerse baharatlı ve tereyağlıydı. Kyouka'dan önce ağzıma bir tane attım, sarımsak... Değil de sarımsak tozu da varmış üstünde, bence yakışıyor.

Kyouka: "Patatesimi geri ver."

Gülerek söylüyor tabii, şaka yaptığı belli. Belki de benim de şakaya vurmamdan zevk alıyordur? Bu cevabı vereceğimi düşünmemiş olmasının imkanı yok.

"Çok istiyorsan beni öpüp zorla alman gerekecek."

Kyouka güldü.

Kyouka: "Nasıl tam olarak beklediğim tepkiyi vermeyi başarıyorsun her seferinde?"

"O başarı size ait hanımefendi; zira bu aciz kulunuzu fevkalade tanımaktasınız."

Kyouka: "Bilerek yapıyorsun, değil mi?"

"Evet."

Sırıttım.

Diğer Bölümler İçin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder