Aralık'ın 25'inde gerekli alışverişi yapmış döndüğüm evimin kapısında biri yeşil, diğeri mavi giysiler içinde; her ikisi de kürklü elbiseler ve kürklü külahlar giymiş, ak sakallı iki ihtiyarla karşılaştım.
"Geleceğinizden haberim yoktu. Kaçak olduğunuzun farkında mısınız?"
Mavili: "Düzen Bürosu'na belgeleri verdik, sadece sana sürpriz olması için not düştük."
Kapıyı açıp girdim.
Kyouka: "Hoş geldin, canım."
"Evet; ama... Keşke boş gelseydim. Ay ışığım, iki tane tanrı misafirimiz var. Gerçek anlamda tanrı misafiri; iki kişilik daha yemek yapmam gerekiyor, of ya."
Mavili: "Ben bir sülün alayım."
Yeşilli: "Ben de beçtavuğu."
"Lokanta değil burası, ikiniz de tavuk yiyeceksiniz; o da Kyouka, Gece ve benden artacak kadar kalırsa."
Kyouka: "Eee... Bunlar kim?"
Muhtemelen auralarını fark ettiğinden çekingen konuşuyor.
"Çekinme, pek öyle 'Asarım, keserim' tadında tipler değiller. Mavili olan Ayaz Ata, Türk-Moğol panteonundan kış ve soğuk ruhu. Öbürü de bugünle tam olarak ilgili biri: Noel Baba, nam-ı diğer Aziz Klaus."
Kyouka: "..."
Kyouka: "Noel Baba gerçek miymiş ya? Aziz Nikolaos hikayesine ne oldu?"
Klaus: "Sizin şu anda bildiğiniz anlamda bir Noel Baba asla gerçek olmadı. Aziz Nikolaos ise benimle savaşıp yendi ve beni İsa'ya tabi hale getirdi. Ben yaratılan ilk doğa ruhlarındandım, insanların prototipi olan ilklerden. Tanrı'yla birebir görüşüp ondan emir alanlardandım, dolayısıyla beni bağlaması çok da zor olmadı aslında."
Kyouka: "Kırmızı giyinmen ve iyi çocuklara hediyeler vermen gerekmiyor mu senin?"
Klaus: "Ben hediye veren biri değilim, kış ve soğuk ruhuyum. Geyiklerin çektiği bir kızağa değil doğrudan geyiğe biniyorum, adı Hrodulf. Doğa ruhu olduğumdan yeşil giyiniyorum, ilk tasvirlerim de genelde yeşildi zaten; kırmızıyla sonradan özdeşleştirildim. Bu arada... Elflerin tamamı, ister ışık alfleri olsunlar ister toprak elfleri, ister su perileri... Hepsi benden nefret ediyor."
Tekrar kapı çaldı.
"Bugün ne oluyor böyle ya?"
Kapıyı açtığımda karşımda duran figürü görür görmez kaşlarım çatıldı. Baştan ayağı mor dantellerle süslü siyah bir pelerin giyip yüzünü Kıpçak tarzında maskeli bir miğferle kapatıyor; pelerinin başlığının kenarları, etekleri ve kol yenleriyse sıra sıra kırmızı püsküllerle süslü.
"Hanım, kılıcımı getir."
Misafir: "Sakin ol, Kam Utpa. Beni Karanlık göndermedi."
Sesi tamamen kimliği, hatta cinsiyeti bile anlaşılamayacak şekilde çıkıyor; maskenin ardında buna yarayan bir tılsım var. Ben bir şey demeye kalmadan pelerinli tuhaf tip içeri girdi, Kyouka'yı aşıp yemek masasına oturdu ve maskesini çıkarıp kenara koydu: İşte o zaman tanıdık bir yüzle karşılaştım.
"Artık Kara Bölük'e önüne geleni alıyorlar mı?"
Misafir: "Kabasın, Utpa abi. Böyle güzel biriyle evlenmeyi nasıl başardın?"
Kyouka: "Eee... N'oluyor? Ve bunu daha önce de sormuştum: Neden etrafında bu kadar çok kız var?"
"Bu... Aysu, Kardelen'in kardeşi; onun aksine bana asla yakın davranmadı. Eee, Kara Bölük'ün üniformasıyla olduğun halde neden geldin?"
Aysu: "Karanlık'tan aldığım bazı işler olsa da hazır buraya kadar gelmişken selam vereyim ve eşinin gerçekten ablamın bahsettiği kadar güzel olup olmadığını göreyim dedim. Bu kadını hak etmiyorsun bu arada."
"Bence de ama o öyle düşünmüyor."
Kyouka: "Tamam, Kara Bölük ne tam olarak?"
Aysu etrafa bir bakış attı.
Aysu: "Üç Erlikli, iki tin. Anlatmakta sıkıntı yok."
"Erlikliler için bile ağır, pis, karanlık işleri yürüten bir teşkilat; aile içi suikastçısı, kraliyet hazinesi hırsızı, bilmem ne... Ha, bu konudan bahsederken; Hasan Sabbah'ın zamanında Kara Bölük'te çalışmış ve günümüzde çoğu kişinin hem haksız hem de mantıksız bulduğu bir nedenle aforoz edilmiş bir Erlikli olduğunu biliyor muydun? Haşhaşiler teşkilatlanması Kara Bölük'ten esinlenildi. Aslında Kara Bölük son zamanlarda neredeyse hiç kullanılmadı, bir zamanlarsa savaşan iki Erlikli neslinden birinin yanında açıkça kendilerini gösterebilecek kadar güçlü ve kalabalıklardı."
Aysu: "Kara Bölük'ün tepesinde bugünlerde Karanlık Prens demeyi tercih ettiğimiz Kara Tigin vardır, Kara Tigin ise Yasa'ya, Söz'e ve Kitap'a uygun olduğu sürece her şeyi yapabilir; ama Mühürdar ya da Başkam ona emir verebilir ve bu üçünden birine uygun olmayabilecek işlerden önce ikisinin birden onayını almak zorundadır. Aslında Kara Bölük'te Mühürdar, Başkam'dan üstündür yani bu herif ve babası bana birini yapsam diğerini yapamayacağım iki emir verirse Utpa Abi'ninkini uygulamam gerekiyor."
Kyouka: "Yasa dediği Erlikli yasası, diğerleri ne?"
"Söz, sözel olarak aktarılan gelenek ve kurallardır; özellikle Kara Bölük'ün tabi olduğu Ölümlü Söz, Erliklilerin geri kalanına kıyasla daha ayrıntılı ve daha kısıtlayıcıdır. Kitap ise Kara Bölük'ün kurucuları tarafından yazılıp sonrasında Kara Tigin'ler, bazen de Mühürdarlar tarafından emsal kararlar, 'Bu işi Kara Bölük yapmadı, şu yaptı' şeklinde notlar gibi şeylerle devam ettirilen Erlikli Grimoire'ı ya da Kara Bölük ortaya çıktığı zamanlardaki adıyla Karabölük Yazıtı'dır. Gerçekten Grimoire usulü kullanılıyor bu arada: Koyun kanından yapılma kırmızı bir mürekkeple insan derisinden yapılma sayfalara yazılıyor ve siyah ciltlerle kaplanıyor."
Tekrar kapı çaldı. Bugün amma çok kapı çalıyor ya. Gelen... İki -aslında üç- Erlikli ve bir Umaylı. Samur neslinden Gece'yle yaşıt bir çocukları olan bir çift ve Ulgan Hoca.
Kyouka: "Amma çok misafir geliyor böyle. Çocuklu çift Erlikli, değil mi?"
"Nereden anladın ki?"
Ulgan: "İstediğin raporu hazırladım ama... Tam olarak niyetin ne?"
"Doğru. Bak burada biri batılı, biri Orta Asyalı iki tin, bir Umaylı, birkaç sıradan Erlikli, kadim bir Şinto miko soyundan gelen biri ve bir de Kara Bölük'ten Erlikli olduğuna göre konuşmak için çok iyi bir zaman."
Ulgan'ın beti benzi attı.
Ulgan: "Kara Bölük'ün... Yok edildiğini sanıyordum."
Aysu gelip Ulgan'a baktı.
Aysu: "Merhaba, Umaylı temsilcisi."
"Umaylıları biliyor musun?"
Aysu: "Kara Bölük'te biliriz, çoğumuz ismen bilmeyiz gerçi ama ben biraz özel bir konumdayım, anlarsın ya."
Ve nihayet Yeni Sekizler planını anlattım, herkesi birbiriyle de tanıştırdım tabii.
Ulgan: "Raporlar bunun için demek? Tarih, inanç, kültür, yayılım... Peki yaygın fenotip raporuna ne gerek vardı?"
"Eski tarzda bir anlatı yazmayı düşünüyorum, Yeni Sekizler için."
Ulgan: "Ha... Ama Mizu-no-Miko soyunu araştırmadım."
"Nedense Kyouka yapılanmaya dahil olmalarını istemiyor."
Kyouka: "İstememekle ilgisi yok, Kam Erlik ile benim ailemin hiçbir bağı yok. Dahil etmeye çalışmak hem siz hem de onlar açısından sorunlu olurdu."
Bir kez daha kapı çaldı. Cidden bugün niye herkes bizim evde toplanıyor? Ve karşımdaki... Kesinlikle en son beklediğim kişi bile değildi, içeri davet ettim. Ulgan gidip elini öptü.
Ulgan: "Baba, ne arıyorsun burada?"
Bu arada Ulgan Hoca'nın babası değil, oradaki "Baba" saygı anlamında.
"Eeee, evet... Ulgan Hoca tanıyor görünüşe göre. Aysu, senin de tanıdığını varsayıyorum?"
Başıyla onayladı.
"Şimdi... Bu kişi Akyıldız'ın Bekçisi, Demirkazık'ın Şahı. Öldü ve gömüldü, sonrasında mezarından çıkıp hayatına devam etti. Yemek yiyor, su içiyor, tuvalete gidiyor... Zombi falan değil yani, aslında ölmediğini varsaysak bile kalbi durdu, nefesi durdu ve gömülene kadar bir gün geçmişti zaten. Yıkanmıştı da. Neyse, geri döndüğünden beri sadece alıntılar, semboller ve sayılarla konuşuyor. Alıntılar genelde kutsal metinlerden -özellikle de Kuran'dan- ve büyük filozofların ettiği laflardan müteşekkil. Tanıştırayım: Kam Erlik soyundan, Yılan neslinden Turgut oğlu İhsan Derviş. Ölümün ötesi yüzünden aklı kararan yolcu."
İhsan, Klaus ve Ayaz Ata'ya bakıp iç geçirdi.
İhsan: "Gördünüz değil mi Lat, Uzza ve üçüncü olan Menat'ı? Allah onlara öyle bir yetki ve güç vermemiştir."
Ayaz Ata: "Ben put ruhu ya da put iblisi değilim, alo? Asla tanrılık iddiasında bulunmadım."
Klaus: "Beni zaten aziz bellediler, bana bakma."
İhsan: "Göklerde nice melekler vardır ki, Allah'ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce şefaatleri hiçbir işe yaramaz."
Shiro: "Bu ihtiyar nedense sinirimi bozuyor."
Bir de sen salça olma, dur durduğun yerde.
İhsan: "Kıyamet günü Allah herkesi huzurunda toplayacak, sonra da meleklere: 'Şunlar size mi tapıyordu?' diye soracak. Melekler ise: 'Seni noksan sıfatlardan ve herhangi bir ortağının bulunmasından pak ve uzak tutarız. Bizim dostumuz, sahibimiz ve koruyucumuz ancak sensin! Bizim onlarla bu manada hiçbir münasebetimiz olmamıştır, olamaz da! Hayır, onlar, bize değil cinlere tapıyordu ve çoğu onlara inanıyordu.' diye cevap verecekler."
"Bu laf sanaydı, Shiro."
Shiro: "Cine ya da meleğe benzer bir halim mi var?"
Hazır melek demişken, Ezail de gelsin tam olsun bari.
Klaus: "Bana kimse hiçbir zaman tapmadı, sonra da Aziz Nikalaos tarafından elim kolum bağlandı zaten. Buna ne diyorsun?"
İhsan: "Allah’ı bırakıp da din âlimlerini, rahiplerini, özellikle Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa tek bir Tanrı’ya kulluk etmekle emrolunmuşlardı."
Klaus: "Aslında bu hoşuma gitmeye başladı."
"Uzak da olsa ve içinde hâlâ bir ruh olup olmadığını bilmesem de akrabamı eğlence malzemesi olarak kullanma."
Ulgan: "Doğru ya, bir misafir daha gelecek. Yani en azından benim bildiğim bir kişi daha var."
Bunu der demez de kapı çaldı.
"Hepimize yetecek kadar yemek yok ki."
Kapıyı açar açmaz geri kapattım.
Kyouka: "Kimmiş?"
"Yanlış numara."
Ulgan: "Sırf eşin kıskanmasın diye kızı dışarıda bırakma."
"Peki, kimsiniz acaba?"
Karşımda yosun yeşili gözleri ve sol elinde Yunan, sağ elinde Orhun harfleri olan bir kız duruyordu. Siyahmış gibi duran saçı aslında maviydi. Sol elinde sağdan sola Zita, Pi, Alfa ve İta harfleri; sağ elinde sağdan sola yuvarlak ince (Ö ve Ü okunan) tamga, yuvarlak kalın (O ve U okunan) tamga, "Er" tamgası ve "Ak" tamgası bulunmaktaydı.
Kız: "Kam İlay soyundan Mühürdar Yosun. Ulgan dayı geleceğimi söylemiş olmalıydı, ağabey soyunun mühürdarı."
"Kyouka?"
Kyouka: "İçeri al."
Yosun: "Kam Erlik'in, o küstah herifin ruhunun mühürdar olarak seçtiği kişinin tasmasını hanımına vereceğini hiç beklemezdim."
"Sadece iyi bir kocayım. Kam Erlik de Ozan Gökçen'e itiraz edemiyor gibiydi, ikisini gördüm. Böyle bir koca istemez miydin?"
Yosun: "İstemezdim. Bana mı yürüyorsun?"
"Kyouka varken kimseye yürümem. Parmaklarındaki dövmeler ne? Güç için tamam, onu biliyorum: El ve eklemler güç içerir, o dövmelerin olduğu yer de en çok ruhani gücü barındırır başparmağa yakın oldukları için. Ama neyin tamgaları onlar?"
Yosun: "Dört batı -daha doğrusu Roma-Yunan- ve dört doğu -daha doğrusu Türk-Moğol- tininin baş harfleri. Onların gücünü kısa süreliğine ödünç alabiliyorum. Buraya Yeni Sekizler hakkında bir şeyler duyup heyecanlandığım için gelmiştim ama fos çıktın."
"Hayır, Yeni Sekizler kurulacak. Ülgenterler de buna illaki dahil olmalı."
Yosun: "Destekçin olabilirim ama beyleri tutmak zor olur, yine de bir test yapacağım: Parmaklarımdaki harfler kimlerin baş harfi? Bilirsen Ülgenterler ve Yeni Sekizler konusunda ben Suyun Mühürdarı, Başkam varisi Yosun sana yardımcı olacağım."
"Bizim hatıralarımız Kam İlay'ın kibirli olmadığını söyler, sen niye böylesin?"
Yosun: "Annem bir Umaylı, babaannem ise bir Erlikli. Yok, hayır; bir Meşalesiz. Yani daha doğrusu Meşalesiz soyundan gelen biri. Pek Ülgenter havasında değilim ben anlayacağın. Yosun adını da su mührüne sahip olduğumu görünce bulmuşlar, dalga geçme."
"Ulgan Hoca söylemiştir muhtemelen ama adım Utpa'yken kimsenin adıyla dalga geçecek durumda değilim."
Yosun: "Erlik Han'ın muhafızının adı demek... Neyse, parmaklarım?"
"Batı tinleri Jüpiter, Neptün, Plüton ve Vulcan. Yunan harflerine bakarsak Yunanca isimlerini baz alıyorsun. Yani Dias veya Antik Yunanca ve bizim aşina olduğumuz adıyla Zeus, Poseidon, Hades ve Hephaistos. Doğu tinleriyse Bay Ülgen, Umay Ece, Erlik Han ve Kayra Han. Kayra Han'ı niye sona attın?"
Yosun: "Bunlar bana halüsinasyonlarda bahşedildi, o sırayı takip ettim. Evde bir çocuk var demek?"
"Çoktan kırkı çıktı, Kara Umay gücü işe yaramaz."
Yosun: "Beni kötü biri olarak mı görüyorsun?"
"Sadece tanımadığım ve ne yapacağı hakkında en ufak fikrim olmayan biri olarak."
Yosun: "Peki, neyse. Yemekte ne var?"
"..."
"Bu hale nasıl düştüm ben? Gri Hacı'nın teki kapıma 'Hırsız iyi bir iş, bolca macera ve makul bir ödül arıyor' işareti mi koydu? Bir bitmiyorsunuz ve kendimize kadar aldığım yemeği istiyorsunuz."
İhsan: "Evrenin kalbi yavaşladı. Ritmi duymuyor musun, Mühürdar Utpa?"
Kaşlarımı çattım ve istemsizce sesli düşündüm.
"Bu alıntı değildi."
İhsan: "Zaman yaklaşıyor, insanlık üçüncü sınavıyla karşı karşıya. İlk ikisini kaybettiniz bile, dokuza kadar çok zaman var ve yedincinin yıkıcılığı hepinizin üstünde olacak. O zaman geldiğinde sizi ne rüzgar ne de güneş kurtaracak."
Ve tekrar kapı çaldı, bu kez gelen üstü başı perişan haldeki Ezail'di. İçeri bakıp İhsan Derviş'i tuttuğu gibi götürdü ya da daha doğrusu öyle yapmaya çalışırken benim sözümle durduruldu.
"Ateş almaya mı geldin, hayırdır? Zaten bir sürü kişi burada."
Ezail: "Bu adamı senden derhal uzaklaştırmam konusunda emir aldım."
İhsan Derviş, Ezail'in kafasına elini koydu.
İhsan: "Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar."
Ezail'in yere yapışmasını görmeyi hiç beklemiyordum.
Ezail: "Ne yaptın sen?"
İhsan: "1, 30, 40. Kapıları aç, Kishuphel. Artık senin de zamanın kalmadı. Çevresi mübarek kılınan yerde kanatların yakılmadan önce diğerlerini boş vermelisin. Sınavın bu, Kishuphel! Tekrar Çolpan'ın alevinde kavrulmak mı istiyorsun? Zemherir'i unutma, Kishupel!"
Ezail'in korkuyla titrediğini gördüm, İhsan Derviş boş gözler ve asla sahip olmadığı gür bir sesle, bağırarak konuşuyor. Konuşan gerçekten o mu ki her şeyden önce?
Ezail: "Aldığım emir bu. Zorluk çıkarma, Hikimmuvt!"
Hikimmuvt? İbraniceden "Bilge Ölüm" diye çevrilebilir.
"Mevt'ül-Hikmet'i unutma, Kam Utpa."
Bu da Arapçadan "Bilgeliğin Ölümü" diye çevrilebilir. İhsan Derviş bunu dedikten sonra çıkıp ortadan kayboldu, Ezail de rapor vermek üzere gitti. Bir yandan yemek yerken bir yandan da kararlaştırılması gereken şeyleri konuştuk, tabii önce az önce yaşadığımız "O neydi lan öyle?" hissini atlatmamız gerekti.
Yosun: "Yeni Sekizlere dahil etmek istediğin bütün ailelerin soyu aile dışında iki yönden de devam ediyor. Bunlar arasındaki evliliklerde ne olacak?"
"Mühürdar ve Başkam aile içinde kalmalı ama diğerleri için bu çözülmesi gereken bir mesele."
Yosun: "Başkam varisiyle başkam varisinin ya da mühürdarla mühürdarın evliliği nasıl olacak peki?"
"Çözülmesi gereken amma sorun var. Daha yapılanma yok ama bir yığın evrak işi var şimdiden."
Aysu: "Kendin kaşındın ama; ne demeye ölü bir yapıyı yenilemeye çalışıyorsun ki?"
"Ben sadece görevimi yapıyorum. Eski ilterişler bunu istiyor."
Aysu: "Niye Mühürdar'ımız bu kadar eski kafalı biri?"
"Bir gün benim yaşıma geldiğinde hayatın ne kadar boş olduğunu fark edeceksin, şimdi eğlenmene bak."
Yosun: "Bu adam evde içini karartmıyor mu? Ayrıca neden olduğundan iki kat yaşlıymış gibi konuşuyor?"
Kyouka'ya dönüp sordu.
Kyouka: "Arada böyle halleri var ama genel olarak hayır."
Aysu bir an için bana baktı, sonra güldü.
Aysu: "Biz burada olduğumuzdan eşine sırnaşamıyorsun, değil mi? Ahahahha! Tamam, bu hafta burada kalıyorum. Bakalım ne zaman beni evden kovmaya kalkacaksın, Utpa Abi?"
Aslında tam da o sözü söyledikten sonra Kyouka'ya yapışık kalmak istemiştim gerçekten ama doğru olması daha çok sinirimi bozuyor.
"Ablanı arayıp Puklinya'da ceza aldığını söylerim. Yaparım bunu."
Aysu: "Tamam, tamam, sen de hiç şakadan anlamıyorsun ya."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder