Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

4 Aralık 2020 Cuma

Ejderha ve Mühür ~ 23. Bölüm: Gezinti

Diğer Bölümler İçin

Kyouka'yla evimizin arka tarafındaki, Puklinya'yı saran dağ ormanlarında gezelim dedik; Gece de yarı emekleyerek yarı yürüyerek gözümüzün önünde, bizimle. Ev dışında birbirimizi görmek için çok fırsatımız olmuyor şimdilerde, kış geldi malum ve ikimizin de işi arttı nedense. Hadi benim işim Lider bana eziyet etmek istediğinden arttı da Kyouka'nınki niye arttı kendi de bilmiyor. Bu arada artık Donşian mimarisi ile yapılmış, %75'ini tekrar yapmamız gereken evde yaşamıyoruz; o ev ihtiyaçlarımız ve isteklerimiz için çok küçüktü, dolayısıyla büyük bir arazi alıp kendi isteklerimize ve ihtiyaçlarımıza göre bir yer yaptık.

Kyouka: "Noel yaklaşıyor, ne yapacaksın?"

"Bir şey mi yapmam gerekiyor?"

Boş bir soru tabii, muhabbet biraz daha uzasın diye sordum.

Kyouka: "Tanabata, Samhain, Nevruz ve bir sürü farklı mevsim festivalini daha kutluyorsun, Noel kutlamadığını söylemeyeceksin herhalde? Geçen sene kutlamıştın ayrıca."

"Doğru. Dışarıda mı olmak istersin evde mi?"

Kyouka: "Günün sonunda evde, gündüz belki dışarıda olabilir. Olmayabilir de."

Mǽçćhef'e gidebilirdik ama öğle yemeği için pek uygun değil, istersen kahvaltı bile hazırlıyorlar ama öğle yemeği, öğle yemeği işte. Eh, neyse ne.

"Tamam, hindi mi tavuk mu?"

Kyouka: "O gün sıranın bende olduğundan eminim ama tavuk."

"İstiyorsan seni tutmam ve yemeklerini sevdiğimi daha önce de söyledim ama ben daha iyi bir aşçıyım, bunu ikimiz de biliyoruz."

Kyouka: "Kış günü buralar biraz korkutucu görünüyor ve tamam, itiraf ediyorum: Sen daha iyi bir aşçısın. Şimdi memnun oldun mu?"

"Ondan önce, danışmak istediğim bir konu var."

Kyouka: "Neymiş?"

"Sevdiğim bir kız var."

Kyouka: "Öyle mi? Nasıl biri?"

Niyetimi hemen anlayıp oyunuma ayak uydurdu, gerçekten ben bu kızı hak ediyor muyum ki ya? Onun yanında durma hakkımın olup olmadığından bile emin değilken parmağına bir yüzük geçirip onu kendime ayırma cüretini nasıl kendimde bulabiliyorum ki?

"Aşırı sevimli; hem görünüşünden hem de kişiliğinden bahsediyorum, cidden inanılmaz tatlı. Yanındayken kalbimin sesinden ne dediğimi duyamıyorum."

Kyouka: "Şanslı kızmış."

"Bence ben daha şanslıyım. Gece kadar siyah saçları ve ay kadar beyaz teni var, kıskandığında da inanılmaz sevimli oluyor. Yağmuru izlemeyi seviyor, güneş açmış gibi gülüyor ve bir kızımız var, biliyor musun?"

Kyouka: "Çok mu seviyorsun?"

"Ondan daha çok sevdiğim hiçbir şey yok ama... Onu ne kadar sevdiğimi belli edemediğim konusunda endişeliyim. Sadece bu konuda da değil, onu üzmekten ölesiye korkuyorum da ve onun yanında durmaya layık olup olmadığımdan da emin değilim. Sence onsuz yaşayamayacağımı, buna rağmen gitmek isterse onu tutmayacağımı biliyor mudur?"

Kyouka: "Eminim ki onu ne kadar sevdiğinin farkındadır ve eminim abarttığını düşünüyordur. Bir de eğer onunla konuşsaydık, seni asla bırakmayacağını, yanında başkasını istemediğini ve senden gelen mutsuzluğu bütün kalbiyle kucaklayacağını iletmemi isterdi."

"Ya?"

Kyouka: "Bir arkadaşım sevdiği çocuktan bahsetmişti, kendisine tapan bir şaman. Onu üzmekten öyle korkuyormuş ki arkadaşım kendisinden taviz verdiğini düşünüyor."

"Öyle kişiler de varmış demek."

Oyunu kendine çevirdi, ayak uyduralım bakalım.

Kyouka: "Arkadaşım onu çok seviyor ama anlaşılamadığından endişeleniyor."

"Eminim ki o şaman eğer gerizekalının teki değilse kızın sevgisini görebiliyor ve hatta o sevginin karşılığını veremediği konusunda endişeleniyordur. Arkadaşını üzmekten bu kadar korkması da bundandır hatta."

Kyouka: "Yo', hayır, eminim ki sevgisinin karşılığını fazla fazla veriyordur ve arkadaşım gerçekten o kadar çabalamasına üzülüyor, 'Eğer beni mutsuz etmek istemiyorsa beni mutsuz etmemek için bu kadar çalışmasın, biraz mola versin.' dedi bana."

Aniden sarılıp öptüm, öpmeme tepki vermedi, onun yerine karşılık verdi, ilginç.

"Tepki vermeni beklemiştim."

Kyouka: "Etrafta bu tarafa bakmayan Gece hariç kimse olmadığından karşılık verdim ve evde kendime yaklaştırmıyormuşum gibi konuşma. Hazır konu açılmışken iki çocuk daha istiyorum, onu bil."

"Bari Gece'nin biraz daha büyümesini bekleseydin."

İkimiz de güldük.

Kyouka: "Bir hamile kalırsam göstereceğim ben sana Gece'nin biraz daha büyümesini beklemeyi, onların yeterince koruduğundan emin misin sen?"

"Ormanın ortasında özelimizi mi açacaksın şimdi? Yer, ağaçlar, hayvanlar... Hepsi bizi dinliyor, farkında mısın?"

Kyouka: "Ağaçların çoğu uyuyor, geniş yaprak yoğunluklu karma bir orman burası."

"Hâlâ toprak var ama."

Kyouka: "Peki, peki. Hiç düğün fotoğrafımız yok yalnız."

"Birkaç tane var, fotoğrafçı vardı; ama kastettiğin düğün dışında gelin ve damadın özel olarak çektirdiği fotoğraflar mı?"

Kyouka: "Evet, onlar."

"İstediğini söyleseydin keşke."

Kyouka: "O zamanlar daha önemli şeyler vardı, aklıma bile gelmedi."

"Peki, şimdi çektirmek ister misin? Sadece bir yıldır evliyiz sonuçta, yeni evli sayılırız."

Kyouka: "Evet, bir kızımız olduğunu görmezden gelirsek yeni evli sayılırız. Ama bunu bir düşüneceğim, seni takım elbise şeklinde Batı tarzı damatlık giymeye zorlamayacağım ama düğünümüzde Batı tarzı gelinliklerden giysem daha mı iyi olurdu merak ediyorum. O yüzden ben karar verene kadar bu konuyu boş ver."

"Doğru ya, senle hiç denize gitmedik değil mi? Güneş Gölü'nde yüzülebiliyor."

Puklinya'nın çevresindeki bir diğer büyük göl, Ay Gölü'nün ikizi olarak varsayılır; Puklinya resmiyetinde, tarihinde ve kültüründe (Şehrin kendine ait kültürü ve tarihi var, evet; eski ve kozmopolit bir yer burası, haliyle...) öyle geçer ama aslında taban tabana zıtlar. Ay Gölü tatlısu gölüyken Güneş Gölü aslında göl bile değil, bir iç deniz ve tuzlusuyla dolu. Ay Gölü'nde yüzmek çok da mümkün değil, bitkiler, kayalıklar, kaldırma kuvvetinin azlığı... Güneş Gölü'nün ise bir kumsalı var, yüzmeye uygun bir yer. Tabii Aralık ayında yaz planı yapmak ne kadar sağlıklı, tartışılır.

Kyouka: "Yüzme bilmiyorum ve... Şey... Mayo utandırıcı bir giysi, senden ve ailemden başka kimsenin beni öyle görmesini istemiyorum."

"Daha kapalı mayolar da var ama bahsettiğin şeyi anladım ve bencilliğim için üzgünüm ama ben de."

Kyouka: "Ayrıca yanında ben olsam bile mayolu kızlarla dolu bir yere gitmeni istemiyorum."

"Vay, bu Kyou-chan'ın kırk yılda bir saklamaya çalışmak yerine açıkça sergilediği inanılmaz sevimli kıskançlığı değil mi? Saklamaya çalışman bu kadar sevimliyken kırk yılda bir açıkça sergileyince çok daha öldürücü oluyor. Merak etme, bu gözlerimden biri senden başkasına kayacak olsa onu oyup sökerim. Yalnız... Ada ülkesinde yaşayıp yüzme bilmeyen insanlar bana hep garip gelmiştir."

Kyouka: "Okinawalı değilim ben, alo? Kyoto'da havuz dışında çok şansım yoktu, ben de miko eğitimiyle çok meşguldüm; bizim okulda yüzme dersi de yoktu, gerçi okula pek gitmedim zaten."

"Öğretmemi ister misin? Epey büyük bir bahçemiz var, yüzme havuzu yapabiliriz."

Teknik olarak sahip olduğumuz bahçe ormana doğru çok daha fazla uzasa da "Bu kadar yeter" deyip küçük bir kısmını kullanıyoruz, biraz da ormanın içlerine çok müdahale etmek istemedik. Aslında baktığın zaman oldukça büyük bir alan kullanıyoruz ama yine de teknik olarak bize ait arazinin küçük bir kısmı orası. Arsa planlarına bakarsak, bahçe duvarlarından biri bahçenin iki kısmını ayırıyor aslında bahçe ve geri kalan yeri ayıracağına.

Kyouka: "Olabilir; ama iz bırakmak istiyorum, şu Dikilitaş gibi hani?"

"Aslında kendimize ait bir dikilitaş için bir süredir planlarım vardı, Mete'yle -hani simyacı olan- uğraşmamı gerektirdiğinden ötelemiştim. Bizim ve tanıdıklarımızın isminin yazılı olduğu, yüzyıllara dayanacak bir bengütaş."

Kyouka: "Yazmak zor olmaz mı?"

"Evet, zaten o yüzden Mete'yle konuşmam gerek. Özel olarak tılsımlanmış, çubuk benzeri bir kalemle yazılabilecek ama onun dışında neredeyse kazınamayacak bir taş düşünüyorum. O çubuk benzeri kalem de yuvarlak şekillerde sıkıntı çıkarmayacak, silme özelliği gibi şeyler olan bir kalem olacak."

Kyouka: "Zor gibi."

"Aslında yapılamaz değil, örnekleri var ama sadece Erlikli simyacıları tarafından bilinen ezoterik bir bilgi. Erlikli Simyası diye bir şey var: Çin simyası, Ortadoğu simyası, Batı simyası, modern kimya, Orta Asya bitkisel şifacılığı ve Hint bitkisel şifacılığının bir karması esasen. Tabii ki ezoterik bir bilgi, sadece seçili simyacılara aktarılıyor; şu anki en büyük Erlikli simyacısı da Mete olduğundan haliyle bu bilginin orijinal belgeleri -yani eski büyük Erlikli simyacılarının not defterleri, deney gözlem günlükleri, teori kitapları vs.- onda, öğrencileri dışında bilen başkası da yok sanırım."

Kyouka: "İyiymiş. Tanıdığımız herkesi çağırmalı ve isimlerini yazdırmalıyız."

"Herkes biraz zor olur ama çağırabileceğim herkesi çağırırım."

Kyouka: "Üçlü Şehir Alfabesi'yle ve adımızın yazıldığı asli alfabeyle, iki şekilde yazalım."

"Bana uyar."

Biraz uğraştırdı ama dikilitaş işini halletmeyi başardım, etrafta tanıdıklar var; yalnız...

"Çoğunlukla benim tanıdıklarım var, seni umursamıyormuşum gibi gösteriyor."

Kyouka: "'Sizin hayır bildiklerinizde şer şer bildiklerinizde hayır vardır.' Senin kutsal kitabından bu."

"Bakara 216, aslında öncesi ve devamı var. Kuran'ı okudun mu?"

Kyouka: "Ginza Rabba ve Avesta da dahil birçok farklı dinin farklı kutsal metinlerini okudum, Puklinya'da yaşamak insanı inancı hatta inançsızlığı konusunda derin sorgulama dehlizlerine itiyor malum."

"'Ve elbette Şi'ra yıldızının Rabb'i de odur.' Necm, 49. Benim temel görüşüm bu: Adına ister Allah ister Yehova istersen de başka bir şey de Tek Yaratıcı, diğerlerinin de yaratıcısı ve Tanrı'sı. Roma-Yunan panteonu, Kelt panteonu, Japon panteonu, Hint panteonu, İskandinav panteonu... İstedikleri kadar tanrılık iddiasında bulunabilirler. 'Hüküm yalnızca O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.' Kasas, 88. Sonunda hesap verecekler."

Kyouka: "Ya senin ruhların?"

"Altay panteonu, Erlik Han gibi birkaç istisna dışında asla insanlara tanrı olduklarını ve kendilerine tapmaları gerektiğini söylemedi. Daima Göklerin ve Yerin Tanrısı'na işaret ettiler."

Kyouka: "Aklımı senin kadar sağlam tutabilseydim işim ne kolay olurdu. Konuya dönersek: Endişelensen bile benim Puklinya'da çağıracak kadar samimi olduğum az kişi var, Puklinya dışında daha da az var. Ayçiçek'i kendi tarafından görüyorsun, değil mi?"

"Yani, doğal olarak."

Kyouka: "Puklinya'daki en yakın arkadaşımın kim olduğunu düşünüyorsun o zaman?"

Düşündüm de Kyouka'yı benden ve ortak tanıdıklarımızdan başka pek fazla kişiyle samimi konuşurken görmedim, yalnız bir şey hatırladım.

"Ayçiçek? Cidden mi?"

Kyouka: "Evet, o yüzden o iki taraftan da oluyor."

"Senin Puklinya'ya geldiğinde şehri tanıtan ikiline ne oldu?"

Kyouka: "Biri öldü, diğeri taşındı."

"..."

Kyouka: "Neyse, başkam ardında varis bırakmadan ölürse ne olur? Yanlış anlama, aile yapılanmanı merak ediyorum; bunun ya kuralı ya da emsali olmalı, değil mi?"

"Hmm... Ablam eğer çocuğu olmadan ölürse bana geçer, ben ölüysem ve Gece yeterince büyükse ona, Gece küçükse kağıt üstünde Gece'ye ve vekaletle sana, yani pratikte sana geçer."

Kyouka: "Aile dışından olsam da?"

"Ailedensin. Ben ölü olsam ve Gece olmasaydı Cengiz'e geçerdi. Sahi, ben ölsem bile ailede kalmaya devam ediyorsun. -İnşallah asla öyle bir şey olmaz ama- boşanırsak da ailede kalıp kalmayacağını seçebilirsin. Bir suçlunun ilan edilebileceği boşanmalarda, mesela ortada aldatma ya da şiddet gibi bir durum varsa, hatalı tarafın Erlikli doğumlu, diğeri dışarıdan gelme olduğu halde Erlikli doğumlu olanın aforoz edilip diğerinin ailede tutulduğunun örnekleri de var."

Çağrıldığımız için kayanın o tarafa gittik ve isimlerimizi yazdık. Lider'in adı Barış'mış, soyadıysa Currently.

"Adınla soyadın niye böyle lan?"

Lider: "Hani şehirdeki eski ailelerden bahsetmiştik ya, Noel'i iptal etmemizden rahatsız olacak olanlar? Onlardan biri de benim ailem olan Britanya kökenli Currently'ler. Kelt soyundan safkan İskoçlardık ama sonrasında Anglosaksonlar geldi, savaştık, evlendik, dil değişti, bize soyadı verdiler falan filan... Sonrasında da Roma İmparatoru tarafından Puklinya valisi olarak atam atandı. Şehirde anadil Türkçe olduktan bir süre sonra da zaten kendi anadillerini çoktan bırakıp Latince ve Yunanca karışık saçma sapan bir dil konuşmaya başlamış olan atalarım Türkçe konuşmaya ve çocuklarına Türkçe ya da Türkçeleşmiş isimler vermeye başladılar. Arthur, Ares gibi bazı istisnalar oluyor elbet."

Eeee, tamam; bugün ne tepki vereceğimi bilmediğim çok şey oldu.

Diğer Bölümler İçin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder