Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

12 Nisan 2015 Pazar

Kocakarı ilacı vs. Sentetik ilaç

Doğa, ihtiyacımız olan her şeyi bize verir. Siz, bu sentetik ilaçların içeriğinin ne olduğunu sanıyorsunuz? Otlar, böcekler, koruyucular ve mikroplar. Sentetik ilaçlar bunlardan oluşur. Kocakarı ilacı tabir ettiğimiz şeyler ise ilaçlar, böcekler ve mikroplardan oluşur. Yani tek farkı içinde aslında son derece zararlı olan kimyasal koruyucuların olmamasıdır. Ha, bir de işlenmemiş olması ki; aslında bu işlem sonucunda içeriğin kimyasal yapısı değişir ve sizi iyileştirmesi gereken ilaç, mikropları güçlendirir. Ha; bir de bazı ilaçlarda zehirler vardır ki, özellikle yılan zehri kocakarı ilaçlarında sıkça kullanılan bir şeydir. Zehirli otları saymıyorum bile. Mesela diş macunları ve fırçaları; söğüt ağacının iç yüzeyi, misvak çalısının dış yüzeyi ve bal peteği; tarih boyunca diş bakımında kullanılmıştır. Özellikle bal başta olmak üzere böcek ürünleri, ilaçlarda sıkça kullanılan şeylerdir. Sentetik ilaçlar var olmadan önce, insanlar daha az hasta olurdu; hatta ilaçlar ortaya çıktıkça, hastalıklar arttı. Neden? Çünkü sentetik ilaçlar bir şeyi düzeltirken, başka bir şeyi bozar ve sonunda insan ilaç bağımlısı haline gelir. Oysa kocakarı ilaçları nettir; bir kısmı düzeltir, diğer kısımlara elleşmez. Mesela kirpi eti, tarihte egzama tedavisinde; kirpi tüyü ise psikolojik rahatsızlıklarda kullanılmıştır. Şimdi, gelelim aküpunktür dediğimiz şeye... Bunun nasıl bulunduğundan habersiz sosyeteler, arı sokmasından hoşlanmazlar. Ben size "aküpunktür"ün nasıl bulunduğunu anlatayım.

Koreli manyak bir doktor var, tabii o zaman Kore'de bir tane büyük hanedan var. Bu doktor da saray doktoru. Ayrıca hobi olarak arı besliyor -daha doğrusu arı ürünlerinin inanılmaz özelliklerini araştırıyor. O zamanlar tabii savaşlar, salgın hastalıklar... Bu doktor, kendisine gelen her hastayı arıların arasına atıp sokturtuyor. Baş komutan tarafından idamı isteniyor hatta. Sonra bakıyorlar ki, bu hastalar iyileşmeye başlıyor.

İşte dostlar, aküpunktür denilen şey; arı sokmasından başka bir şey değildir. Günümüzdeki gibi özel iğneler ne arasın; o özel iğneler üretilene kadar dikiş iğnesine arı zehri sürüp yapıyorlar.

Belki çoğunuz biliyordur, bal, karabiber ve limon karışımı çoğu kişide öksürüğü şıp diye keser. Ama bazılarında işe yaramaz, bu da bünyeyle ilgili.

Mesela; çikolata, tarih boyunca grip ilacı olarak kullanılmıştır. Hayır, sentetik çikolatalar değil; orijinal Aztek sıcak çikolatasını diyorum. Kakao, su ve baharatlardan oluşur; bir de bir miktar baldan. Günümüzün sentetik çikolataları bile, grip üzerinde çok da olmasa da etkilidir...

Doğada her şeyin tedavisi vardır. Daha önce de söyledim, doğanın dilini öğrenin! Doğa, insana istediğini verir; ama karşılık bekler. Bu karşılık ise sadece doğaya saygı duymaktan geçer. Ve insan doğanın dilini anladığında, onun gerçek halini fark eder. Hiç bir inancı olmayanlar, doğayı asla tam olarak anlayamazlar; çünkü doğa, yaşayan, düşünen bir yapıdır ve din sahibidir. Ancak ben size "doğaya tapın" demiyorum, hayır; bu, onu kızdırır, aksine. Sadece doğaya saygı duyun. Onun okulundan geçin. Yılan sokmasını geçirmenin çok kolay bir yolu vardır; hiç panzehire falan gerek yok. Yılanı aynı yerden bir daha sokturmak; ama aynı yılan olmalı (Aynı türde farklı bir yılan da işe yaramaz, farklı tür yılan zaten yaramaz) ve tam olarak aynı yerden sokturmalısınız; aksi halde iki kez zehirlenirsiniz. Ayrıca, doğayla anlaşırsanız ve onunla zıtlaşmaz, onu kontrol altına almak gibi salakça şeyler yapmaya kalkmazsanız; doğa ve onun canlıları da size bulaşmaz. Doğa, yememiz için yiyecek verir; ancak eğer zevk için avlanırsanız, kafanıza dalı yersiniz!

Doğanın dilini öğrenin. Doğanın öğretmenliğini kabul edin, ona teslim olun ve bunu gönülden isteyin. Kısa sürede doğanın dilini öğreneceksiniz, ancak kişiliğiniz ve benzeri şeylerle en çok işinize yarayacak şive ve lehçeleri öğreneceksiniz. Ben, unsur (4 element) ve bazı hayvan, azıcık da bitki şivesi biliyorum. Yaban yulafları ve çavdarlar kızarmaya başlamış, yaz zor geldi; ama çok pis gelecek. Oldukça sıcak olacağını tahmin ediyorum; ama o sıcaklar ta ne zaman gelir, bunu bilmiyorum. Meteoroloji'de %90 yanılma payı vardır, doğayla konuşmayı öğrenir ve bunlardan çıkarım üretirseniz; yanılma payınız %45'e düşer. O da yüksek bir oran elbette, ama bu benim yanılma payım. Eğer siz olayı ilerletir ve doğanın tüm lehçe ve şivelerini öğrenirseniz, tahmin ediyorum, bu yanılma payı %10'a kadar düşecektir. Peki, neden %0 değil? Üzgünüm ama yanılma payının %0'a düşmesi, imkansıza yakın bir ihtimal. Çünkü doğa, her ne kadar yardım sever olduğu kadar; şakacıdır da ve ters köşeye yatırmayı sever. Dolu, asla tahmin edilemez. Yağacağına dair hiç bir işaret yoktur -belki de vardır ama bu sırra vakıf değilimdir-; aniden yağar ve aniden sona erer. Hatta, aniden de erir; ortada yağdığına dair hiç bir işaret bırakmaz. Kırılmış dallar, ezilmiş hayvanlar ve korkmuş insanlar dışında. Her neyse, yine çenem düştü... Demem o ki dostlar, doğaya güvenin. O, güvenilirdir. Ve inanın; Hakk dine inanın. Tanrı'nın varlığına inanın; adına ister Allah deyin, ister Yahve, ister başka bir şey.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder