Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

6 Eylül 2020 Pazar

Ejderha ve Mühür ~ 8,2. Bölüm: Sevgili (2)

Diğer Bölümler İçin

Düzen Bürosu'nda işim bittikten sonra eve döndüm, birkaç saniye geçmemişti ki kapı çaldı. Açtım, gelen Kyouka'ydı. Ah, dalga geçtiğini ya da iddia falan kaybettiğini söylemek için gelmiş. Öyle düşünmüştüm ama...

Kyouka: "Fark etmemiş gibi göründüğün için teyit etmeye geldim: Ciddiydim. Hem çıkma teklifini kabul etmek hem de hemen evlenmek konusunda."

Tamam, bu kadar alay yeter. Nagatoro bile Paisen'e bu kadar eziyet etmemişti. Aniden elimi tutup çekti ve... Öptü? Öptü, değil mi? Sadece bir saniye sürdü ama yine de o bir öpücüktü, değil mi?

"..."

Bir süre şaşkınlıktan tepki veremedim, adeta küçük dilimi yutmuş gibiyim. Neden sonra kendime geldim.

"İlk öpücüğümdü o! Sorumluluğunu al!"

Kyouka tuhaf tuhaf bakıyor.

Kyouka: "Kız mısın sen? Ayrıca zaten sorumluluğunu alacağımı söyledim ya! İstersen hemen evlenelim, ha? Tabii ki bu sana bağlı, seninle olduğum sürece aramızdaki bağın bir önemi yok."

Yüzü şeytan maskesi kadar kızgın, kelimeleri kılıç kadar keskin ama yine de sesi ipek kadar yumuşak ve bir melek kadar nazik. Aslında cazip bir teklif, bununla birlikte...

"Bunu düzgün bir şekilde yapmak istiyorum. Buluşmalar, diğer şeyler ve bir evlilik teklifiyle."

Bir kez daha, düzgünce çıkma teklif ettim. Diz çöktüm ve konuştum.

"Kyouka, bu salağı gerçekten sevgilin olarak kabul ediyor musun?"

Kyouka'nın yüzünde "Bir inandıramadık gitti" bakışı var, bu benim için yeterli bir cevap.

"O zaman... Sana emanetim."

Kyouka: "Cidden kız olmadığına emin misin?"

Eminim. Kyouka "Gönül bu, ota da konar..." tavrıyla içeri geçti ve salona girdi.

Kyouka: "Güzel duvarmış."

Koleksiyon duvarıma bakıyor. Orada bir sürü şey var. Vlar'ın öncülüğünde aldığım "Vampir gitarı" (O şey kesinlikle gitar falan değil), "Günbiçen" adını koyduğum kılıcım (Kız adına mı benziyor? Kılıcın adının erkek adına benzemesi gerektiğini söyleyen kim ki?), kemerim ve hançerim (üstümde olmadıklarında orada tutuyorum) ve başka bir sürü şey.

"Eskiden beri hoşuma giden şeyleri toplayıp sergilerim. Aslında Kurt neslinden birçok kişinin günümüzde Erlikliler için müzeye dönüşen koleksiyon evleri vardı, aynı zamanda çoğunun türbesi olarak günümüzde ziyaret ediyoruz onları.

Kyouka: "Atalarının ihsanını görmeyi isterdim."

"Çok dolaşmamız gerekir."

Sadece en önemli ve en meşhurları göstersem bile çok dolaşırız. Kam Erlik'in kurganının nerede olduğu belli değil, Cengiz Han'a benzer bir uygulama yapmış. Antrparantez, Cengiz Han aslında aforoz edilmiş bir Erliklinin soyundan geliyor ama uzun zaman önce aforoz edilmiş biri olduğu ve Cengiz Han'a bu kan anne tarafından geldiği için bunu pek kimse umursamamış zamanında. Bu arada evet, Erliklilerde aforoz sistemi vardır; çeşitli sebeplerle bir kişinin aileyle bağı koparılabilir. Eğer halihazırda bir soyu varsa o soy Erlikli olarak kabul edilmeye devam edilir ama daha sonraki çocukları Erlikli olarak kabul görmez, bunlara "Meşalesizler" deriz. Eğer bekarsa zaten kendinden sonra gelecek bütün soyunun da Erliklilerle ilgisiz olduğu söylenir. Aslında bu işlem taş çatlasın yüz, bilemedin yüz elli yıldır "Aforoz" diye anılıyor; en eskiden Yaktusuzlama dermişiz, Abdal Küntegin Musa ise "Herem" adını uygun görmüş, onun soyundan gelenler (Kurt nesli, kedi nesli ve akrep nesli) de uzun zaman boyunca bu sözden doğan "Haramlama" demiş. Neden Tekfir değil de "Musevi aforozu" denilebilecek "Herem" kullandığını anlamak, iki kavramı da biliyorsanız zor değil. Bu Cengiz Han'ın durumu gibi kesin olmasa da Selçuklu hanedanının soyunu da Erliklilere bağlayanlar var. Abdal Küntegin Musa'nın türbesi Stavropol Krayı'nda, Sarı Zülfikar'ın türbesi İznik'in oralarda bir yerlerde, "Kam Selçukçu" diye anılan, Erlikliler'in bir kısmını (O sırada oralarda yerleşik ya da yarı-yerleşik olanları yani) Malazgirt Savaşı'na katılmaya ikna etmiş olan Hasan Tuğrul Bey'in (Barak aşiretine bağlı olup Erliklilere ait olmayan hiçbir tarihi kayıtta geçmeyen Koyunsuz obasının beyi) türbesi Kerkük civarında, Aziz Batukilij'in türbesi Viyana dışında bir yerlerde, batı yerine doğuya göçmeyi tavsiye eden ve şu anda Uzakdoğu Erliklilerinin tamamı tarafından üstat olarak görülen Doğukan Arslan Mehmet'in (Doğukan lakabı bu arada, doğuya gitmeye ikna ettiği için) türbesi Kaşgar'da. Bunları kısaca açıkladım.

Kyouka: "Bütün hayatını bir yerde geçirecek gibi gelmedin bana."

Cumhuriyet kurulduğunda benim doğrudan atalarım hâlâ göçebeydi, ondan olabilir.

Kyouka: "Ama dediklerin bana Hokkaido'da olduğu söylenen Kamigoroshi no Hakajinja'yı hatırlattı. Ah, ismin çevirisi aşağı yukarı Tanrı Katilinin Mezar Tapınağı."

Kamilerin tanrı falan olmadığını anlatmakla vakit kaybedemeyeceğim, daha sonra bu konuyu Kyouka'yla onun bakış açısından ayrıntılı olarak konuşmak istiyorum. Bu arada Kyouka biraz da olsa Japonca bildiğimi fark etmemiş gibi; saçma sapan şaman eğitimim Çince, Latince, Arapça, Farsça, Moğolca, Japonca, Macarca, Fince, eski Nors dili, Aramice, Süryanice, İbranice, Akadça, Sümerce, Keltçe ve bazı Kızılderili dilleri de dahil birçok dili öğrenmeyi de barındırıyordu.

"Biraz bakmam lazım."

Kitaplığa yürüdüm. Hem mühre sahip olduğum hem de Puklinya'da yaşadığım için elimizdeki kitaplığın çoğunu ben aldım. Yalnız bu kitaplık bu gidişle bölüne bölüne bitecek. Ben bir şeyler yazayım bari. Neyse, ona bakarım bir ara. Zaten ablam da kesin gezilerinin kaydını tutuyordur, kitaplık birleştirmesinde kullanılır. Ah, Erliklilerin "Büyük Kütüphane" dediği ve sadece Erliklilerin bildiği, Semerkant'ta bir kütüphane vardır; belli aralıklarla kitaplığımızı götürür ve oranın kitaplığında olmayanların kopyaları ve "büyük diller" dediğimiz İngilizce, Arapça, Çince, Rusça ve İspanyolca çevirilerini (Tabii bir zamanlar İngilizce yerine Fransızca, İspanyolca yerine Latince vardı) koyarız. Tabii kitap Türkçe değilse mutlaka Özbekçe ve Türkiye Türkçesine de çevrilip öyle konur; ek olarak bu Türkiye Türkçesi çeviriler sadece günümüz alfabesiyle (ya da yazıldığı alfabeyle çünkü biz Erlikliler bir şeyler yazarken her zaman Türk Latin alfabesini kullanmıyoruz, bazen Türkçe değil başka dilde bile yazabiliyoruz) değil Enveri, Osmanlı, Moğol, Uygur, Orhun ve Yenisey alfabelerine de çevrilip konur. Ek olarak isteyenler "Yarı Büyük Diller" ya da "Yüce Diller" diye de anılan Latince, Fransızca, Farsça, Hintçe ve Almancaya da çevirtir. Biraz eski kafalı bir uygulama ama etkinlik oluyor işte, bir de tabii kitaplar kaybolduğunda ya da zarar gördüğünde aslına uygun ikame mümkün oluyor. Hoş kitapların hepsi özel mürekkep, kalem, kağıt ve ciltlerle yapılıyorlar; ihsanını kaybetmemiş Erlikliler olan Mısrî Cenub Memalük el-Erlikî (Baybars'ı taht konusunda destekleyen ve -yine- Erliklilere ait olmayan hiçbir tarihi kayıtta geçmese de hâlâ var olduklarından yaşadıklarından emin olduğumuz, Mısır'ın güneyi ve Etiyopya'da, ekseriyetle Mavi Nil kıyılarında dağılmış eski bir sülale) ailesi tarafından birçok farklı şeye karşı korunma ve yenileme büyü ve tılsımları içeriyor her biri. Aslında aynı yöntemlerle kurşun, uçlu ve tükenmez kalem de ürettiler ama tutmayınca divit, telek, dolma kalem, mürekkep işine geri döndüler. Bunu sır olarak saklasalar da temel kaynak olarak Kabala kullandıklarını düşünüyoruz, zaten çoğu (en azından görünürde) Musevidir. O yüzden de kaybolma, çalınma ya da işini bilen biri tarafından bilinçli olarak "yok edilme" haricinde o kitaplara pek bir şey olması mümkün değil, neredeyse kırışmıyorlar bile. Elime aldığım kitap Osmanlı alfabesiyle yazılmış, 18. yüzyıldan kalma olduğu düşünülürse şaşırtıcı değil tabii. Sade, siyah ciltli kapağında kan kırmızı mürekkeple "Taife-i Erlik'in Türbelerine Dair Bir Rehber ve Ata'nın Mezarı Üzerine Fikriyat" yazıyor, daha altta bu kez beyaz bir mürekkeple "el-Hayal bin Rica bin Selm bin Sürç-i Hoca" ibaresi var. Bu ibare, ilk kez Yavuz Sultan Selim döneminin sonlarında kullanıldı ve 2. Abdülhamit döneminin başlarına dek yazdığı kitaba adını ya da mahlasını yazmak istemeyen ama yazarsız da kalmasını istemeyen Erliklilerden erkek olanlar tarafından neredeyse hep kullanılan bir kalıba dönüştü. İbare "Hayal oğlu Rica oğlu Barış/İtaat oğlu Yoldan Çıkmış Hoca" anlamına geliyor. Temelde hayal etmek, rica etmek, itaat etmek ve şaman gücünü elde ederek yoldan çıkmak anlamında, Erlikli ailesinin soyağacını verir; anlatıya göre Kam Erlik, güçleriyle doğmamış; önce hayal etmiş, sonra dua edip kurbanlar vermiş, daha sonra itaat ederek elde etmiş ve elde eder etmez de gücü elde edene kadar itaat ettiği her şeyi ve herkesi yıkıma uğratmıştır. Umay Ana'nın bakması için verdiği kırk kutlu geyiğin hepsini pişirip yediği söylenir. Şu Umaylı ailesinin atalarının adı Teñri olduğu halde öyle anılmasının bu olayla bir ilgisi olabilir mi ki acaba? Aslında çoğu kitabın yazarını biz Erlikliler biliyor veya adını yazmaya gerek gördüğü kitapları varsa karşılaştırarak tespit edebiliyoruz, mesela elimdeki kitabın yazarının kimliği Maraşlı Kör Mesud Alp-batur ki türbesi Horasan'da olan, haksız yere idama mahkum edilince Kaçar Devleti'ne kaçmış bir tımarlı sipahi kendisi. Devlet kayıtlarında bulunmaz, gayriresmi ve söylencesel tarihte de genelde kötü anılır ama Erlikliler arasında kahramanlıkları, adaleti, deli cesareti ve tarımsal üretim konusundaki zekası ile tanınır. Hakeza bu mahlası son kullanan kişinin gerçek kimliği de Deli Şeyh Burak Oğuz, özellikle biz Erliklilerin bir çeşit gizli büyü öğretme kitabı olduğunu düşünüp hâlâ deşifre etmeye çalıştığı Divan-ı Adl ile tanınır. Kendisi yıllarca Erlikliler tarafından yönetilen, İstanbul merkezli Adlî Fuzul tarikatının son şeyhi ve çevresinde gayet meşhur bir mutasavvıftı, Osmanlı devleti artık karıştıkları vukuatlara dayanamayınca önce tarikatı münafık ve kafir ilan etti, sonrasında ortadan kaldırdı ve hemen ardından da devlete ait bütün kayıtlardan çıkarıldılar. Zaten tarikat son derece gizliydi ve sadece ilişkili kişiler biliyordu, o sebepten sadece biz Erlikliler tarikatı hatırlıyoruz. Kitabı açıp kontrol ettim ve aradığımı buldum. Tek bir cümle, başka hiçbir şey yok: "Cabarka'nın kuzeyindeki buz adasında Kannushi Aba Talas'ın türbesi bulunur." Kannushi Aba Talas, demek. Japonya ve Endonezya Erliklilerinin manevi atası ve aynı zamanda "Dörtlerin Katili." Tenjin'i öldüren kişi, gerçi Tenjin her halükârda reenkarne oldu. "O zaman neden lakabı Dörtlerin Katili?" mi? Öldürdüğü tek varlık Tenjin değil de ondan.

"Evet, o tanıma uyan bir türbe var."

Kyouka: "Peki, o zaman türbeleri gezerken oraya da uğrarız."

İnanılmaz tatlı ya! Ah, endişelenmem gereken daha fazla şey var şimdi... Gülümsüyor ama mutluluğunu koruyabilecek miyim ki?

Diğer Bölümler İçin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder