Cengiz elindeki deftere bir şeyler yazdı, sonra da boynumdaki evlilik muskasını alıp Kyouka'ya taktı. Daha sonra üstünde altın işli eski Uygur alfabesi ile bir şeyler yazan toprak bir kasede şarap ve iki hançer getirdi. Benim için düz, iri ve kaba, sade ve demirden yapılma bir tane, Kyouka için eğri, zarif, süslü ve gümüşten bir tane. Her ikimiz de ayamıza birer kesik atıp kanımızı kaseye akıttık ve sonra ikimiz de birer yudum aldık. Sonrasında yarısını ben içtim, diğer yarısını Kyouka. Dışarı çıktığımızda doğuda ve batıda yedişer kişi karşılama şeklinde, büyük bir ateşe kadar sıralanmış bizi bekliyordu. Doğudan ilk üç kişinin başında sarık, sağ ellerinde çatallı kılıç, sol ellerinde piştov vardı. Ateşli silahların icadından önce kürek kuşanıyorlarmış, teknolojinin gelişimini piştovları değiştirmeye gerekçe görmemişler ama. Batıdan ilk üç kişinin başında Avrupa tarzı taç, sağ elinde yalmanlı kılıç, sol elinde uzun kılıç vardı. Doğudan diğer üç kişinin başında doldurulmuş hayvan kafaları (bir kurt, bir koç, bir de çizgili sırtlan), sağ elinde burmalı kılıç, sol elinde süslü savaş baltası, batıdan diğer üç kişinin başında kulakçıklı kalpak, sağ elinde Memlük kılıcı, sol elinde Viking kılıcı; doğudan son kişinin başında miğfer, sağ elinde mızrağa geçirilmiş Türk bayrağı (Her dönemde hangi ülke vatandaşıysak o ülkenin sancağını kullanmışız bu iş için), sol elinde şemşir, batıdan son kişinin başında süslü kavuk, sağ elinde kaba bir çınar, sol elinde zarif ve oymalarla süslü bir meşe dalı vardı. Biz orada beklerken sırayla bağırdılar, daha sonra Kyouka'nın soluna (doğu tarafına) geçtim ve ateşe doğru yürümeye başladık, her biri her seferinde bir önceki seferde kullanmadıkları ellerini havaya kaldırıp bağırmaya devam ettiler.
Doğudan ilk üç kişi: "Sağ elim inanç, sol elim ilim!"
Batıdan ilk üç kişi: "Sağ elim doğu, sol elim batı!"
Doğudan diğer üç kişi: "Sağ elim doğa, sol elim kültür!"
Batıdan diğer üç kişi: "Sağ elim güney, sol elim kuzey!"
Doğudan son kişi: "Sağ elim barış, sol elim savaş!"
Batıdan son kişi: "Sağ elim hakan, sol elim hatun!"
Büyük ateşe geldikten sonra karşılıklı olarak ateşin iki yanına (Ben batısına, Kyouka doğusuna) geçtik ve yedili sıranın Cengiz'den alıp elden ele bize verdiği şeyleri ateşe attık. Önce adaçayı yaprağıydı, sonra bir tas kımız, ardından bir atın kesilmiş kuyruğu. Usulen ateşin kendiliğinden sönmesi gerekiyor, o yedişer kişi de kendi aralarından kura veya oyunla üçer üçer altı kişi seçip ateşin söndüğünü teyit eden ve etrafı yakmasını önleyen kişiler olarak bırakacaklar, "Azer keşikçileri" deriz onlara. Daha sonra bahçe kapısının dışında Kyouka'nın annesi elime bir kese altın sikke verdi, aslında bunlar alüminyumdan yapılma sahte ve ucuz şeyler ama gerçekten altın veya gümüş paraların kullanıldığı çağ ve yerlerde gerçek para kullanırmışız bu iş için. Benim annem ise Kyouka'ya bir kese içinde yediye ayrılmış yabani elma verdi, kulağına fısıldadı. Ne yapması gerektiğini anlatmak bu kadar uzun sürmez. Anne, beni mi çekiştiriyorsun? İlerledik ve birbirimizi görebilecek bir mesafede iki yola ayrıldık. Benim yolumun üstüne renkli deniz taşları döşenmişti, Kyouka'nınkindeyse kırmızı gül yaprakları vardı. "Er yolu" hep böyle ama "Hanım yolu" her seferinde yeniden hazırlanıyor, taşlar yıllarca olduğu gibi kalır ama gül yaprakları kısa sürede yok olur sonuçta. Yollardan gidip küçük bir dereye ben paraları döktüm, Kyouka ise elmaları döktü. Geri dönüp yolumuzun yeniden birleştiği yerde, yere bırakılan iki gümüş çemberi aldık.
Kyouka: "Bu... Bilezik mi?"
"Değil. Aslında bunu istediğin gibi kullanabilirsin, pek bir önemi olmayacak."
Çapanımın sağ yakasına taktım, Kyouka ise bileğine geçirdi.
"Yakıştı."
Kyouka mutlu görünüyor. Gözleri mi doldu?
Kyouka: "Tek şansın ben olduğumdan benle evlendiğinden şüpheleniyordum."
"Aslında öyle."
Bir bakıma. Vay, Kyouka'nın yüzü ışık hızından hızlı asıldı. Einstein halt etmiş.
"Ama bu, seni sevmediğim veya seninle evlenmek istemediğim anlamına gelmiyor."
Kafası karışmış görünüyor, sanki mutlu olması gerekip gerekmediğinden emin değilmiş gibi; bunun için onu suçlayamam. Daha sonra başka şansım olup şartlar aynı olsaydı da onu seçeceğimi ayrıntılı açıklayacağım, akşam veya yarın falan. Evlilik otağına geri döndüğümüzde ziyafet masası hazırdı. Bütün yemekler toplu olarak toprak kaplar içinde olmakla beraber o yemekleri koymak için kullanacağımız tabaklar inciden, porselenden veya başka pek de değersiz olmayan şeylerden yapılıp muhakkak süslenmiş tabaklar. Bazısında sadece tasvirler ve/veya yazılar varken bazıları altın, gümüş, yakut, safir gibi ederini artıran şeylerle süslenmiş. Bu tabaklar her seferinde yeniden yaptırılıyor ve çanak yağması olarak eve götürebiliyorsun. Erlikliler pek de ekonomik açıdan kötü bir aile sayılmaz; bunda aile değil millet, olmadı boy olduğumuzu söyleyebilecek denli fazlaca olmamızın ve aile içinde bir vergi ve gelir dağıtım sistemimizin olması da etkilidir herhalde. Aslında çanak yağması için yurt çadır kurulurdu eskiden, benim çocukluğumda bile yapılırdı ama çanakları alıp eve götürmek yerine zarar verenler olunca bu uygulamaya geçildi. Yemekleri koymak için kullanacağımız kaşık, kepçe ve benzeri şeylerin çoğu ise ahşaptan, daha açık olmak gerekirse kayın ağacından yapılma ama çoğu değerli maden veya taşlarla süslenmiş şeyler, çanak yağmasından azade değiller. Uzun masanın ortasında, en fazla miktarda gelin ve damadın en sevdiği yemekler var. Benim için bıldırcın dolması, Kyouka için teba-gyouza. İkimiz de beyaz et tercih ediyoruz demek? Gerçi onunkinde kırmızı et de var. Onun dışında her iki mutfaktan da birçok farklı yemek de var; ortadaki ikilinin etrafında gelin ve damadın vasilerinin en sevdiği yemekler diğer yemeklerden daha büyük kaplarda ve haliyle miktarca fazla duruyorlar, böylece ortada yemeklerden oluşan bir altı köşeli yıldız ve onun kuzey ile güneye bakan başları bulunuyor. Annem için salça tabanlı bir sosu olan biftek, babam için Kayseri mantısı, annesi için kani nigiri, babası için jingisukan. Masanın altında üç sıra içecek bulunuyor, her biri tek içeceklik minyatür, kapaksız dolaplarda ki bu dolapların içecekleri sıcak ya da soğuk tutma işlevi var. En üst sırada gelin ve damadın favori sıcak ve soğuk içecekleri bulunuyor, benim için soledondan yapılan ve üstü ebru tasvirleri ve hat sanatı ile süslenmiş, kulbu Çin ejderi biçimli fincanlarda sütlü ama şekersiz, bakır cezvede pişirilmiş Türk kahvesi ve üstü çiniler, değerli taşlar ve deniz kabuklarıyla süslenmiş toprak kaselerde şeftali ve limonlu, baharat olarak da tarçın ve nane içeren özel bir tür soğuk çay; Kyouka için Japon imparatorluk tasvirleriyle süslenmiş soledon Çin çay bardaklarında matcha ve bilinçli olarak kırılıp Kintsugi ile süslenmiş çinili kaselerde soğuk amakaze. Bir altta gelin ve damadın ebeveynleri için aynısı var. Annem için altın yaldızlı ince belli kristal (kristal gibi görünen değil, gerçekten kristal) bardaklarda siyah çay ve süslü ahşap kaselerde vişne şırası, babam için seramik fincanlarda salep ve sedef işli bakır bardaklarda boza; kayınvalidem için tunç işli ahşap kupalarda bira ve Moğol tarzı kabartmalar ve inciler ile süslü gümüş kaselerde suu te tsai (Aslında buna epey şaşırdım, Japon kültürünün parçası değil sonuçta), kaynatam için boynuz kadehlerde baharatlı sıcak şarap (Fantezi edebiyatını epey seviyormuş) ve ters çevrilmiş koyun kafası şeklindeki altın kaselerde şubat yani deve kımızı, bir kez Kazakistan'a gidip içmiş ve sonra bağımlısı olmuş; sırf içmek için birkaç yılda bir Kazakistan'a gidiyormuş. Bu içki kapları da çanak yağmasından muaf değil bu arada. Ziyafet kısmı da bittiğinde Kyouka ile biraz lafladık.
Kyouka: "Şu evlilik yemini... Boşanmaya izin vermeyen bir şey gibi duruyor."
"Daha evliliğimiz tamamlanmadan boşanmayı mı düşünüyorsun yaa!"
Abartılı bir oyunculuk sergiledim, Kyouka güldü. Cidden bu kadar tatlı bir kızın benim gibi bir gerizekalıyla ne işi var?
"Şaka bir yana aslında boşanmaya izin var, onun için de bu yemini geçersiz kılacak, öyle olmamasına rağmen yemin adını verdiğimiz başka bir şey var. Bununla birlikte: Bir kez boşanırsan o kişiyle üç yıl yedi aydan önce tekrar evlenemezsin, bu çok ciddi bir karar çünkü. Öylece 'Tamam evlenelim, hop boşanalım' olayı Erliklileri irrite eder."
Kyouka: "Burada reşitliğe önem veriliyor mu?"
"Erliklilerin kendi reşitlik sistemleri var tabii, yasal reşitliği bazısı takmıyorken bazısı çok önem veriyor. Erliklilerin evlilik otağı hiçbir zaman hiçbir devlet tarafından kaile alınmadı, haliyle bazısı 'Ben neden devletin kurallarını kendime kaide yapayım ki?' diye soruyor. Aslında nesilden nesle, aileden aileye bu reşitlik yaşı fark ediyor ama genelde yirmi kabul edilir. Yirmi ikiye kadar çıkaran veya epey düşürenler de var elbet, topluca aforoz edilmiş ve Sasaniler içinde bazı kirli işlere bulaşmış bir topluluk olan Magus Erliklileri bunu on ikiye dek düşürmüştü. Sasanilerden bahsetmem yanıltmasın, aslında Pehleviler döneminde aforoz edildiler ve sadece İran'da değil Azerbaycan, Türkiye, Ermenistan, Türkmenistan, Afganistan ve Irak'ta da küçük gruplar halinde bulunuyorlardı; bir süre sonra da diğer bütün Erlikli nesil ve gruplarına savaş açıp kendi kendilerini zorla yok ettirttiler. Biz Kurt nesli devletin yasasını kendi reşitliğimiz için belirledik, dolayısıyla 18. Bir şeyler yaparken sıkıntı olmuyor böylece."
Daha sonra dilek ağaçlarına gittik ve huzur, mutluluk ve iyilik için mavi, kırmızı ve yeşil kurdele bağladık. Düğünün bitmesi için son bir şey var: Erkek akraba ve arkadaşlarımın beni dövmesi gerekiyor. Yok, hayır; Anadolu'da yaygın olduğu üzere sırta vurmaktan bahsetmiyorum, bayağı ağzımı burnumu kırmaları, tekme tokat dalmaları üzerine adet. Neden böyle olduğu veya hep mi böyle olduğu konusunda kimsenin herhangi bir fikri yok. Hadi diğerleri neyse de Vlar ebeme atlayacak. Elinin ayarı da yok ki öküz evladının, gavura vurur gibi vuruyor. Puklinya'ya geldiğimden beri en çok hasarı Vlar denen hıyarağasının el şakalarından aldım ki gürzlü trollerin kavgasına silahsız (hançerimin kabzası yamulmuştu, ben de birine teslim etmeyip kendim düzeltmek istedim ama biraz meşguldüm) daldığım vakidir, bir kez kolunu burduktan sonra el şakası yapmayı bıraktı tabii. Ha evet; Vlar, Hayk ve Lider de düğün ziyaretçileri arasında. Quarra'yı da davet ettim ama arındırılma ihtimali olan herhangi bir yere gelmeye niyetli olmadığını söyledi. Bu arada Ayçiçek nedense erkek tarafı değil kız tarafı olarak düğüne iştirak etti, Japoncası benden daha iyi olduğundan Kyouka'nın ailesi ve arkadaşlarına açıklama yapmakla çok meşgul. Ya da kendisinin Erlik perisi benimki gibi tembel teneke olmadığı için de olabilir. Tamam, takı töreni var; sonrasında da şu dövme olayı, ondan sonra düğün bitecek. Takı demişken: Erliklilerin takı törenleri de epey özel ve farklıdır, sadece "en yakınlar" denen bir grup açık olarak takı takar, genel olarak da bunlar günlük hayatta kullanılabilecek şeyler olur. Diğerleri ise kapalı bir kutuya atarlar ki onlarınki genelde doğrudan ekonomik değeri olan bir şey olur. "En yakınlar" birinci kuşaktan aile üyeleri, yakın arkadaşlar ve yakın, iyi ilişkide bulunulan kuzenlerden oluşur. Yani benim durumumda annem, babam, ablam, Cengiz, dede ve ninelerim, anne ve babamın kardeşleri dışında Ayçiçek, Kardelen, Vlar, Hayk ve kendisine "Tilki" denmesini istediği için öyle dediğimiz hayatta kalma hocam oluyor. Gerçek adı Hakan olduğu için bazen Tilki Hakan, hatta Tilkü Han dendiği de olur kendisine; nedense diğer bütün hocalarımın yanında onunla daha iyi anlaşıyordum. Ben Hoca Tilki dedim eskiden beri. Kurbağa neslinden biriydi, yanında azıcık malzeme olan bir gezgin. Tabii bu şaşırtıcı değil; şaşırtıcı olan iki şey var: Birincisi genelde yürüyerek seyahat ediyor, zaman zaman kurbağa neslinin atası Kızıldeve Kutalmış'tan (Genelde Kızıl Buğra diye bahsederiz) miras aldığı "Kamçı El"i kullanarak hayvan binekler de kullanıyor. Kamçı El büyü ya da teknik değildir, neslin atasından kan bağıyla geçen ihsanıdır; bunun gibi birkaç nesil ihsanı daha var. Bütün Nesil Atalarının neslinin adını oluşturacak bir çeşit doğum kusuru ve büyü ya da bilinir teknik olmayan kendine özgü bir şeyi vardı; ayrıca neslinin adı hayvan adı olan Nesil Ataları için bir de o hayvan ve o hayvanın varisleri o kişinin etrafında toplanır. Kızıl Buğra için kurbağa, Kurt Nesli'nin atası Gümüşgöz Hilal için köpek, Ejderha Nesli'nin adı hakkında bir türlü anlaşmaya varılamayan Demir Kamçı lakaplı atası için kayakeleri, bukalemun, timsah, iguana ve yılan. Kızıl Buğra'nın teninin kurbağa gibi koktuğunu söylerler, Gümüşgöz Hilal'in sağ elinin üst kısmında uluyan kurt şeklinde bir doğum lekesi vardı, ayrıca "Köpek Sözü" denen yırtıcılardan korunma gücüne sahipti. Vahşi kurtlar, tilkiler, ayılar, balıklar, kertenkeleler ve bütün diğer hayvanlar ona sanki onun evcil hayvanlarıymış gibi davranırdı; köpeklerden ve kurtlardan farklı olarak etrafında toplanmazlardı. Kendisi ayrıca gri gözlere sahipti, bütün Nesil Ataları içindeki tek kadın olması da cabası; Nesil Atası işaretlerini ve mührü taşıdığı için kimse itiraz etmedi, böylece soyu Kurt Nesli diye adlandırıldı. Tabii kişinin tekniği kullanamaması Kızıl Buğra ile kan bağı olmadığı anlamına da gelmez, Gümüşgöz Hilal'in "Köpek Sözü"nü hiçbir çocuğu ve torunu kullanamadı. Hoca Tilki hakkında şaşırtıcı olan diğer şeyse kendisinin çoğu Erlikli kampçı-gezgininin aksine bir evi olması ve kırk ay içinde mutlaka oraya dönmesi. Çok uzaktaysa uçak, tren ya da otobüs gibi şeyler kullanabiliyor. Bunun nedenini sormuştum, henüz elindeki bıçağın ağaçlara, toprağa ve kendime karşı gücünü kavrayamacak kadar küçükken. Yine de insanlara karşı olan gücünü epey anlayabiliyordum.
Tilki: "Ben bir tilkiyim sonuçta, her tilkinin bir kürkçü dükkanına ihtiyacı vardır."
Tabii yaz kış çıkarmadığı tilki kürkü çizmeler ve boynuna altın kopçayla astığı tilki postu da böylece anlam kazandı, ben kendi kendine verdiği lakabı vurgulamak için olduğunu düşünüyordum; meğerse acizliğini kendine hatırlatmak içinmiş. Kurbağa nesli, bütün Erlikliler içinde acizliklerini en çok kabul edenlerdir. Kızıl Buğra kırk günlük döngüler halinde yaşardı: Birinci kırklığı çilehanede, ikinciyi canının istediği gibi yaşayarak zevk içinde, üçünücüyüyse oruç tutarak geçirirdi; sonra bu döngü tersten tekrarlanırdı. Kızıl Buğra, Her Şeyin Yaratıcısı ve Sürdürücüsü'ne inanan tek tanrılı biriydi ama tam olarak hangi dine bağlı olduğunu kimse bilmiyor. Oruç mu? Döngülerde değişen şey oruçtu, her oruç farklı amaca yönelikti ve o yüzden kaçınma kuralları farklıydı. Hepsi bilinmese de bilinenler arasında Ramazan Orucu, Sarhoşluk Orucu, Koşer Orucu, Muharrem Orucu ve Et Orucu var. Sarhoşluk orucu keyif verici her türlü maddeden -ki Kızıl Buğra'nın taktığı ada rağmen o şeyin sarhoş etmesine gerek yok- kaçınmayı, koşer orucu kaşrut kurallarına uymayan hiçbir şeyi yiyip içmemeyi, et orucu da her türlü hayvansal üründen kaçınmayı yani temelde kırk günlüğüne vegan olmayı içeriyor. Günümüzde onun döngüsüyle yaşayan hiçbir torunu yok ama yine de Kurbağa Nesli, Kam Erlik'in bize miras bıraktığı kibre sırt çevirmeyi başarabildikleri için küçük ve önemsiz bir nesil olmalarına rağmen saygı görürler. Takı töreni ve Vlar'ın beklediğimden yumuşak olduğu "Kötekleme" (Bütün Erlikli kayıtlarında o dayak olayı böyle geçer) bitince toplanıp eve gittik, Puklinya için yakınlarda bir yol olacaktı. Ne taraftaydı ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder