Demek sen de benim gibisin. Kyouka beni -son derece çekici bir emrivakiyle- sevgilisi ilan etmeden önce "Aşk sadece acı verir." deyip duruyordum çünkü benim için hep öyle olmuştu. Artık kendimi kasmayı bıraktım, Kyouka... Bana kendimi sevebileceğimi öğretti. Kimsenin beni sevmeyeceğini, sevemeyeceğini düşünüyordum oysa. Tabii ki bu, ona olan sevgimin katlanarak artmasına da neden oluyor. Ah, bunu hemen yapmalıyım. Tam kapıdan çıkmadan önce Kyouka'nın önünü kesip diz çöktüm.
Kyouka: "Eee... N'apıyo'sun acaba?"
"Şey... Bunu ailenle tanışmadan önce mi yoksa sonra mı yapmam gerektiğini uzun süre düşündüm ama... En iyisi cesaretimi kaybetmeden hemen yapmak olacak."
Cebimden kırmızı bir kutu çıkardım ve açtım. Kutunun içinde gümüş bir yüzük vardı. Kyouka'nın Çin burcu kaplanı temsilen safirden yapılma bir zambağı batı burcu yengeci temsilen aventurin çevreliyor. Gümüş olma sebebi hem yengeç burcunun yöneticisi ayın madeninin gümüş olmasından hem güçlü ve kutsal olduğundan hem de yüzüklerde adet (en azından Erlikli adetleri) genellikle bu yönde olduğundan. Yüzük aslında bir nişan veya alyans için biraz fazla gösterişli, kenar kısımlarında da ufak; pembe, siyah ve beyaz incilerden süslemeler ile Kyouka'nın adının ilk harfi olan kayısı (Kyou) kanji'si ve benim adımın ilk harfi olan Hun alfabesiyle U tamgası var. Boğazımı temizledim.
"Kyouka... Benimle evlenir misin?"
Kyouka şaşırmış ama mutlu görünüyor.
Kyouka: "E... Evet."
Başka biri olsa istemediğini düşünebilirdim ama Kyouka sadece şaşırdı. Muhtemelen henüz niyetim olmadığını veya hazır hissetmediğimi düşünüyordu. Bunu iyi ki şimdi yaptım, tam bir korkak olduğumdan bir daha fırsat bulamayabilir veya laf arasında bir "evlensek ya" ile iyice batabilirdim.
Kyouka: "Yalnız, bu taş seçimi..."
"Çin burcun kaplan için safir, batı burcun yengeç için aventurin; her ikisi için de zambak."
Kyouka: "Burçlara inanır mısın? Ayrıca burcumu hiç söylemedim çünkü sormadın."
"Senin kadar sevimli bir kızla burç uyumumu mutlaka öğrenmem gerekiyordu. Bir de... Bu inanıp inanmama meselesi değil. Ağırlığı batı astrolojisi olmak üzere astroloji eğitimi aldım; ayrıca Çin, Kelt, Türk, Hint, Pers, Antik Yunan, Antik Mısır, Babil ki Pers, Antik Yunan ve günümüz batı astrolojisinin kökeni, temeli ve ilk formudur, İslam öncesi Arap..."
Kyouka: "Tam olarak nasıl bir şaman eğitiminden geçtin sen?"
Sana yarısını bile anlatmadığım bir tane. Birçok inancın en yaygın kollarını din görevlisi olabilecek, hatta yeni bir mezhep kurabilecek kadar biliyorum mesela. Gerçi eğitimini alıp almamam fark etmiyor, ilgimi çekmeyen konularda pek bilgi sahibi olduğum söylenemez; o konuya azıcık ilgim vardı, sonuç bu oldu.
"Erlikliler bilgiye epey önem verir. Her neyse, astroloji gazetelerin eklerinde olduğu gibisinden 'Şu burç şunu sever, bundan nefret eder' şeklinde basit bir şey değildir ve hiç de olmadı. Aslında kişilik özelliklerinin belirlenmesi bile sonradan ortaya çıktı; başlangıçta tarih belirleme ve kişiselleştirme için kullanılıyordu. Hasat tarihi, şenlik tarihi, hatta düğün tarihi, tahta çıkış tarihi, kurban tarihi. Kişiselleştirme de işte bu dediğim düğün tarihi ve ayrıca o kişi için yapılan tılsımlar, ritüeller, hatta o kişinin meslek seçimi gibi şeylerde kullanılan ciddi bir fal disiplinidir ve büyüyle nadiren birleşse bile astroloji asla tılsımcılıktan azade bir disiplin olmadı. Hatta ibadethane, tapınak, anıt, dikilitaş ve saray gibi yerlerin tam olarak kurulma yerleri için bile kullanılır ki bu esasen toprak ve suya bağlı coğrafi simya üzerine bir disiplindir, gezegenler ve takımyıldızların çekimi önemli olduğundan astroloji de işin içine girer. Esasında Babilliler bugün batı astrolojisinin güncellenmiş halini kullandığı burç takvimini asma bahçeler ve Babil Kulesi'nin yapımında kullandılar. Astroloji doğru kullanıldığında şansını yapay olarak artırabileceğin bir disiplindir, yıldızların doğru konumları büyünün çalışmasını da etkiler. Gerçi her insanın bir doğuştan şansı vardır, dolayısıyla yapay olarak artırırsan daha sonra büyük bir olumsuzluk bunu dengeler. Yin yang alışkın olmadığın bir disiplin değil, değil mi? Ayrıca almadıkça ders tekrar eder, haliyle şansını yapay olarak artırmaya devam edersen sonunda ya ölüm şanssızlığı bulursun ya da evrenin güçleri artık dayanamayıp müdahale eder. Firavun'un Hz. Musa'ya gösterttiği büyücülere olan buydu."
Kyouka: "Bildiğin bir konuda cahilce bir yoruma karşı çok tepki veriyorsun."
"Tepki değil, sadece doğrusunu öğrenme fırsatı veriyorum. Bu arada benim Çin burcum öküz, batı burcum ikizler yükselen ve ay aslanlı balık, Arap burcum balta, Hint 'kumbha', Kelt hayvan burcum denizatı, Kelt ağaç burcumsa söğüt. Temel kuralda öküz ve kaplanın anlaşamayacağı söylenir ama dediğim gibi astroloji o kadar basit bir şey değil, insanların karakterlerini hem doğumda hem de yaşamı boyunca etkileyen ve değiştirmese de yolunu oynatan çok fazla değişken var. Burçları karakter tahlilinde kullanmak imkansız değil ama bütün yıldız haritasına ve sadece batı burcuna değil, ayrıca diğer astrolojilerin yıldız haritalarına; ayrıca yaşamı boyunca hayatında eşik olarak gördüğü olayların her biri için ayrı ayrı yıldız haritalarına, psikolojik çözümleme yeteneği, ebced hesapları ve..."
Kyouka: "Tamam, anladım. Lütfen susar mısın?"
Son derece nazik bir gülümsemeyle kırıcı bir yorum yaptı.
Kyouka: "Yanlış anlama, bilgi verirken takındığın tavrı sevmiyor değilim. Sadece geç kalmamamız gerekiyor."
Başka biri söylese hayatta inanmazdım ama peki, sana inanıyorum. Sonuç olarak uçakla Kyoto'ya gittik. Kyouka'nın (daha doğrusu ailesinin) evi bir Japon konağıydı, tuhaf olmasına özen gösterdiğim bir bakışla Kyouka'ya baktım.
Kyouka: "Ne? Ne var?"
"Zengin kızı olduğunu bilmiyordum."
Kyouka iç çekti.
Kyouka: "Annemin atalarından kalma bir konak ama ekonomik durumumuz Japon halkının geri kalanından çok da farklı değil."
Bu arada yeri gelmişken belirteyim: Ben her zamankinden pek farklı görünmüyorum, sadece gümüş hançerimi ya da onun gibi "ekipman" sınıfındaki şeylerimi taşımıyorum, cebimde önceden bahsettiğim gümüş çakı var; Kyouka ise batı-tarzı modern kıyafetler içinde. Böyle de epey tatlı oluyormuş. İnanç Bürosu'nun kuralları nedeniyle Kyouka, Puklinya'da evinin dışında üniformasını giymek zorunda, sadece kendi evinde veya hastalık, yolculuk (yani buraya gelmemiz, evden çıktığımızda da bu kıyafetlerleydi) gibi durumlarda bundan azade; dolayısıyla onu hiç böyle kıyafetlerle görmemiştim. Bahçe kapısını açtı ve içeri girdi.
Kyouka: "Tadaima."
Bir anda kullandığı dili değiştirdi, ben o kadar hızlı olamam. Bu kelime "Ben geldim" falan diye çevrilir ama temelde eşik iyesine selam vermekle aynı prensiptir, öte yandan bunu iç kapıda yapması gerekmiyor muydu? Neyse, ben de gireyim. Nasıl deniyordu?
"Ojamashimasu."
Su'lardaki U'ları yutarak söylediğimi Kyouka fark eder mi acaba? Ona söylediğimin aksine "biraz"dan biraz daha fazla biliyorum. Bu aslında "Rahatsız ediyorum" demek ama "İzninizle" anlamında kullanılıyor. İçeride kimse yok, bir tarafta içinde birkaç koi olan bir havuz, zen bahçesine benzeyen tuhaf bir şey ve bir de sakura ağacı var. Kyouka asıl binanın kapısını da açtı ve tekrarladı.
Kyouka: "Tadaima."
Daha yüksek ve daha neşeli bir sesle, Ta'ya baskı yaparak ve Da'yı neredeyse çiftleyerek. Ben de tekrar edeyim bari.
"Ojamashimasu."
Kyouka'nın annesi olduğunu tahmin ettiğim bir kadın tam olarak duyamadığım bir şeyler söyledi ve Kyouka ile salona geçip dizlerimizin üstüne oturduk. Pek bir eşya yok, bir kısımda merhum bir aile üyesine adanmış bir türbe var, onun dışında alçak bir masa, birkaç minder ve bir televizyon. Ayrıca içinde arovana olan büyük bir akvaryum. Soran gözlerle Kyouka'ya baktım.
Kyouka: "Şimdi ne var?"
Yine aniden kullandığı dili değiştirdi.
"Gerçekten zengin kızı olmadığına emin misin? Bu sana bakışımı ya da davranışlarımı değiştirmeyecek, iğrenç dizilerdeki 'içten pazarlıklı, dışarıdan saf ve masum görünen kötü zengin kızı' tiplerinden olmadığını biliyorum, sadece arovana pek de 'ekonomik durumu halkın geri kalanından çok da farklı olmayan' birinin alıp besleyebileceği bir balık değil ve prensese aşık olan köylü çocuğu sadece masallarda mutlu sona ulaşabilir, yaşadığımız bu iğrenç dünyada elde edeceği tek şey kellesinin kesilip eline verilmesi olur."
Kyouka "teehee" gülümsemesi ile başını çevirdi. Tamam, sonra isterse anlatır; pek umurumda değil zaten, önemli olan kişiliği. Az önceki kadın ve bir adam geldi, adam önümüze oturdu. Kadına gelince, bir sorusu vardı:
Kadın: "Okashi, okashi..."
Kendi kendine söyleniyor, "atıştırmalık" diye. Ne getirmesi gerektiğinden emin değil gibi. Boğazımı temizledim, Kyouka ile konuşabilirim ama daha yeni tanıştığım kişilerle Türkçe konuşmakta bile zorlanıyorum. Lafa nasıl girsem ki? Neyse ki Kyouka beni bu dertten kurtardı ama ne dediğini tam duyamadım, kadın da adamın yanına oturdu. Tamam, hava ağırlaştı; çay falan da getirmedikleri için beni pek önemsemiyorlar sanırım. Konuya nasıl girsem ki? Hemen başlayayım bari.
"Öhöm öhöm. Watashi wa Utpa desu. Yoroshiku." Ben Utpa, tanıştığımıza memnun oldum.
İyi bir giriş oldu bence.
Adam: "Watashi wa Kyouka no otou, Mizuno Ken desu." Ben Kyouka'nın babası, Mizuno Ken.
Kadın: "Atai wa okaa-san, Mizuno Ai da." Ben anne Mizuno Ai.
"Mizuno-san... Watashi..."
"Müstakbel damadınızım" nasıl denir ki lan? Kyouka'ya baktım, hemen anladı.
Kyouka: "Utopa wa"
Adımı neden katakanaya uydurup söylüyorsun, sırf Japonca konuştuğun için bunu yapmaman gerek. Yapmadan söyleyebildiğini biliyorum.
Kyouka: "Watashi no kareshi desu." Erkek arkadaşım.
Evlilik teklifimi kabul ettiğini sanıyordum, neden bizi böyle bir duruma sokuyorsun? Kim olduğumu açıkça söylesene! Neden konumumu düşürüyorsun!
Ai: "Utopa-san... Mahou e shinjimasu ka?" Büyüye inanır mısın?
Buna nasıl cevap vermeliyim ki? Büyünün varlığını biliyorum, Kyouka da güçlerinin nesille geçtiğini söyledi ama... Kyouka'ya baktım, başıyla onay verdi.
"Mahou e shinjinai. Mahou no sonzai wo shitteiru." Büyüye inanmıyorum, büyünün varlığını biliyorum.
Annesi şaşırmış gibi görünüyor, babası ise ifadesiz, başından beri öyle. Secde eder gibi yere kapandım, bunu söylemem gerek.
"Otou-sama, okaa-sama. Watashi ga futari no musume to kekkonshitai. Onegai dakara, sasete kudasai." Baba, anne. Kızınızla evlenmek istiyorum. Yalvarırım, lütfen izin verin.
Kyouka dibime sokulup "Biraz abartmadın mı sence de?" diye sordu, Türkçe olarak. Açıkçası abartmaya daha değer bir şey düşünemiyorum, bu arada Kyouka mahcup gibi gözüküyor. Olayların çok hızlı geliştiğini anlattı ve tam anlayamama rağmen bir de zaten çok uzun olmayan bütün ilişki geçmişimizi anlattı galiba.
Ken: "Anta, ore no musume wo hontou koisuru ka?" Sen, kızımı gerçekten seviyor musun?
Eh, demek artık kibar konuşmaya gerek yok. Peki madem.
"Hai. Kyouka wo daisuki... Iie, kore ga uso. Honto... Kyou-chan wo aishiteiru. Ore ga kanojo no tame ni shinu." Tabii. Kyouka'yı çok seviyorum... Hayır, bu bir yalandı. Gerçek... Kyoucuk'a deli gibi aşığım. Onun için ölürüm bile.
Kyouka omzuma hafifçe vurup "Adımı kısaltma" dedi, diller arasında geçişi bilinçli yapmıyor demek; öyle olsa Japonca söylerdi. Öte yandan müstakbel kayınpederim pek ikna olmuş gibi durmuyor.
Ken: "Sou?" Öyle mi?
Zerrece ikna olmadı. Kyouka, utanman çok tatlı ama şu an bunun hiç sırası değil, biraz yardımcı olur musun? Muhtemelen sevgimi kanıtlamam istenecek. Kanıtlarım o sorun değil de "ölürüm" dediğim için seppuku falan yaptırırsa Kyouka üzülür. Yalnız bu iş çeviriyle pek iyi gitmiyor, gözlerimi azıcık yukarı kaldırıp içimden seslendim.
"Eğer bir kez olsun işe yaramayı düşünüyorsan şimdi tam sırası, lütfen şu çeviri işini hallet."
Seslendiğim kişi -ya da şey- Tanrı değil, öyle olmaktan çok uzak hatta. Başımın üstünde konaklayan bir parazite, Erlik perisine sesleniyorum şu an. Erlik perisini duymamanız normal, herhangi bir kültüre ait bir şey değil; biz Erliklilerin işlerini kolaylaştırmak için üretilmiş bir şey. Bir tür ruh kimerası olduğunu söyleyebilirsiniz; kişi iyesi, kovulmuş melek, Mergen Han'a ait temren, svartálfr gibi birçok bileşimden oluşuyor.
Erlik perisi: "Peki, peki..."
Umursamazca cevap verdi, şimdi deneme yapmam gerek.
"Eğer sevgimi kanıtlamamı istiyorsanız yaparım."
Ken: "O zaman... Bana kızım için ölebileceğini kanıtla."
Erlik perisi işini doğru düzgün yapıyor ama müstakbel kayınpederim önüme bir tanto getirdi. Bıçağı tutup baktım.
Ken: "Bekliyorum."
"Seppuku yapmamı mı... Bekliyorsunuz?"
Ken: "Aşağı yukarı."
"Ölümden korkuyor falan değilim ama kendimi öldürürsem kızınız üzülecek, farkında mısınız? Yine de yapmamı istiyor musunuz?"
Ken: "Sadece kanıt istiyorum."
Peki, bu işi birkaç şekilde yapabilirim... İlahi güçlerden medet umabilirim, Ulgan'ın gösterdiği birkaç hile ile sahte bir ölüm hazırlayabilirim veya ne bileyim... Gökyüzü mavi, kuşlar uçuyor ve çok az bulut var. İçimden, dua diyemeyeceğim bir şeyler söylemeye başladım; bu esnada kılıcı kınından çıkarıp karnıma doğru tutuyordum.
"Ey her şeyin yaratıcısı, alemlerin hükümdarı. Şimdiye kadar ölümü arzuladım, yine de lütfen... Lütfen birazcık mutluluğu bana çok görme. Ne ben ne de atalarım, hiçbirimiz iyi kullar veya iyi insanlar olamadık; soyum da olamayacak muhtemelen. Gök çadırının üstüne çıkmak veya yerin dibine inip köklere karışmak değil, kalbimin yarısını verdiğim kişi yeryüzünde olduğu sürece ikisi arasında Oğuz Kağan'a verilmiş, atam Kam Erlik tarafından cebren ele geçirilip ayaklar altına alınmış gök ve yer arasındaki şeylerden biri olmaya devam etmek istiyorum. Bu küstahça, evet; kendimi onlarla aynı kefeye koyduğum falan da yok ama sen daha önce İbrahim için ateşi gül bahçesi kıldın, Musa için denizi yardın, İsa için ölü dirilttin, Muhammed için gizlenen sözleri açığa çıkardın. Şimdi, tek ricam uzun zamandır arzuladığım ölümü bir süre benden uzak tutman."
Tanıdık bir ses: "Duan bitti mi? Zaman geçiyor da."
Arkamı döndüm ve tanıdık bir yüz gördüm, Puklinya Ulu Camii imamı Ezail. Doğal olarak kendisini sadece bana gösteriyor -veya sadece ben görebiliyorum, belki?
Ezail: "Kam Erlik'in torunları konusunda büyük bir hassasiyet var, hiçbirinizin ecelinden önce ölmesine göz yumamayız. Sizler hayalete, zombiye dönüşmesi gereken son insanlarsınız; Kam Erlik'in kanı ve sizde yaşayan ruh parçaları işimizi zorlaştırıyor. Her neyse, henüz ölme vaktin gelmedi; merak etme, henüz bu dünyadaki görevin sonlanmış değil. Sen büyücünün tekisin, o yüzden sana mucize falan veremem; yine de bıçağın ruhunu kesmesini engelleyebilirim."
Ruhumu kesmek? Bir anlığına elimdeki kılıca gözüm takıldı, üstündeki işlemeler... Ah, bu eti değil ruhu kesmek için yapılan bir kılıç.
"Bundan canlı kurtulursam ruhum yine de yok olacak mı?"
Ken'in yüzüne bakıp sorumu sordum.
Ken: "Boş kabuk olarak yaşamaya devam edebilirsin, evet. Kyouka için bu kadarı yeterli, çürük ruhuna ihtiyaç yok."
"Öyle mi? Ruhsuz, boş bir kabuk olarak zaten çok az olan sevilesi yerlerim de gidecektir. Siz, Mizuno Ken; bu kılıcı kendi üzerinizde kullanma cesareti gösterebilir misiniz?"
Ken ağzını açtı ama benim lafım henüz bitmemişti, bir şey söylemeye çabalasın diye süre vermiştim sadece.
"Sakın 'Ben samuray değilim' bahanesiyle gelmeyin, oradan bakınca ben buşido yolcusu gibi mi gözüküyorum? Ben sadece aşağılık, aciz, doğru düzgün büyü yapamayan bir şamanım, o kadar. Sayın müstakbel kaynatam, ucunu size çevirdiğim bu kılıç... Kınına mı girmeli yoksa sizin karnınıza mı? Eğer, kendi ruhunuzu feda etmeye razıysanız ben de ruhumdan vazgeçmeyi göze alabilirim. Sonuçta ruh, insanı insan yapan şeydir; haksız mıyım?"
Ken korkmuş gibi, Ayçiçek ve Erlikliler arasında benimle yakın yaşta olup ailenin geri kalanından daha fazla iletişimimin olduğu diğer kişiler nadiren ortaya çıkan zehirli bir dilim olduğunu söyleyip durur. Kuzenlerimden biri, "Sen ejderha değil, kesinlikle yılansın." diyor mesela. Yalnız Erlik perisine minnettarım, yabancı dilde konuşurken bunu açığa çıkarmam zor. Kyouka gibi diller arası geçişi bilinçsiz olarak yapabilsem yabancı dilde de benzer bir performans sergileyebilirdim belki, bu beceriksizlikle sanmıyorum ya neyse.
Ken: "Kyouka, ne diyorsun?"
Cidden mi, şimdi ona mı soruyorsun? Az önce kızının sevgilisini intihara zorlamakla bir derdin olmamasına rağmen? Kyouka giydiği bol pantolonu sıkıyor.
Kyouka: "Puklinya'ya gitmeden önce hep sizin kurallarınıza göre yaşamıştım."
Babasına mı cevap veriyor yoksa kendi kendine mi konuşuyor belli değil.
Kyouka: "O yüzden Puklinya'da uzun süre gerçek anlamda var olamadım, Şinto tapınağının rahibesi, İnanç Bürosu'nun memuru... Sadece buydum çünkü sizin öğrettiğinizden başka bir yol bilmiyordum, ne zaman denemeye çalışsam işler sarpa sarıyordu."
Neşeli bir kız olduğunu düşünüyordum ama herkesin sorunları var sanırım. Eh, en neşeli ve tasasız görünenler genelde en sorunlu olanlardır. Onu hayat yoldaşım olarak kabul ettim ama başka bir yoldaşlığımız daha olduğumuzdan bihaberdim.
Kyouka: "Sonra, bana Kyouka olarak yaklaşan biriyle tanıştım. Puklinya'nın Şinto rahibesi olarak değil, İnanç Bürsu'nun memuru olarak değil, binlerce yıllık Kutsal Miko soyundan gelen Mizuno Kyouka değil. Sadece Kyouka. Puklinya'da yaşayan, kendi fikirleri, düşünceleri, arzuları, hisleri olan Kyouka. Ben... O kişiyle kalmak istiyorum, Kyouka olmaya; kendim olan gerçek, sadece Kyouka olmaya devam edebilmek için."
Benden mi bahsediyor şu an? İnşallah öyledir. Garip bir şey hissediyorum, gurur mu bu? Kyouka'ya kendisi olarak yaklaştığım gerçek, temel sebebi de kişilik onuru olması: "Sadece Kyouka" olması. Kişinin kendisini statüsü, durumu, inancı, soyu ya da onlar gibi şeylerle tanımlamasında bir sorun yok, yani en azından ben görmüyorum ama bu tanım kişinin kendisinin önüne geçtiğinde ve artık öz haline geldiğinde o kişiye saygı duymamı zorlaştırıyor. Erliklilerde sık görülen bir sorundur, o yüzden ailenin yarısından fazlasıyla zorunluluk dışında görüşmüyorum. Ken gözlerini bana dikti.
Ken: "Sen, Utopa... Ne diyorsun bu konuda?"
Telaffuz hatalarını düzeltmiyor demek ki Erlik perisi; ya da benimki onunla uğraşmayacak kadar tembel. Bir dakikalığına çeviriyi durdur, bunu onun dilinde söylemek istiyorum.
Erlik perisi: "Çok fazla iş..."
"Kyouka wa Kyouka." Kyouka, Kyouka'dır.
Çeviriye devam edebilirsin.
Erlik perisi: "Beni bu kadar çalıştırma, ruh haklarına aykırı bu."
Birinci olarak ruh hakları diye bir şey yok, ikinci olarak sen belli bir işi olan bir hüddam gibi bir şeysin yani özünde iş tanımına sahip bir kölesin. Ayrıca ilk kez sana iş buyuruyorum.
Ken: "Öyle demek. Peki, ne istiyorsanız onu yapın. Ai-chan, sen ne dersin?"
En azından şu saygı eklerini çevir lan! -kun olsa anlarım ama bunu çevirmek zor değil ki? -cık/-cik işte?
Erlik perisi: "İşime karışmaz mısın lütfen? Mührünü sökmemi istemezsin, d'i' mi?"
Aslında yapabiliyorsan yap, ne olduğu bile belli değil zaten. Bir türlü "Erlikli mührü, Kam Erlik'in dirilişiyle ilgilidir." kısmından öteye geçemiyorum. Ezail de o olayı kıyamet alameti olarak addetti, iyice çıkmaza soktu beni.
Ai: "Aldığım eğitimin insanı ne kadar kısıtlayabileceğini biliyorum. Ne yaparsan yap destekleyeceğim."
Kyouka: "Teşekkürler. Her şey için."
Kyouka, "aile sorunları" defterini kapatmış gibi görünüyor. Keşke ben de senin kadar güçlü olsaydım, bir şeyleri sonuca bağlamaktansa kendi kendine sinir olup durmak daha kolay olduğu için onu seçtim hep.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder