Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

2 Eylül 2020 Çarşamba

Ejderha ve Mühür ~ 7. Bölüm: Tapınak Hizmetçisinin Bir Günü


Geç kaldım, geç kaldım... Alarmı üç kez erteledim, yine. Her zaman geç kalıyorum, Jin kesinlikle beni azarlayacak. Aaaah, İnanç Bürosu'ndaki işimi kaybetmek istemiyorum. Doğru, doğru... Ağzımda ekmekle tapınağa koşan bir komedi karakteriyim şu an, ben Kyouka. Mizuno Kyouka; Mizuno soyadım. Neden insan çocuğuna "Suyun kayısı çiçeği" diye bir ad koyar ki? Adımı düşünürken soyadımı gözden kaçırmışlar herhalde. İnanç Bürosu'na bağlı Şinto rahibesiyim. Koştur koştur tapınağa varmayı başardım nihayet, beyaz yılan kapıda karşıladı.

Yılan: "Geciktin, yine."

"Lütfen Jin'e söyleme. Sana şu kaliteli yemlerden alırım."

Diz çöktüm.

Yılan: "Söylemem, zaten beni dinlediği de yok. Bu arada, Kyouka hazretleri... Hangi kaliteli yemlerden bahsediyorsunuz acaba?"

"Shiro, tam bir çıkarcısın, biliyor musun?"

Shiro: "Adımı Shiroryuu koyup onu da kısaltarak seslenen biri için büyük laflar. 'Tapınağın kutsal beyaz yılanı, ejderhanın halefi; o zaman adı Beyaz Çin Ejderi olsun' diye mantık mı olur be!"

"Adını sevdiğini sanıyordum?"

Shiro: "Seviyorum, yine de bu adı koyan birinden çok bir beklentim yok. Evet, sevgili Kyouka hazretleri, hangi kaliteli yemlerden bahsediyoruz? Sincap?"

"O kadar param mı var be! Dondurulmuş kertenkele alırım sana."

Shiro dilini çıkardı, tabii bir yılan için bu gayet doğal bir davranış biçimi ama...

Shiro: "Yok dondurulmuş yılan al bari, dalga mı geçiyorsun benimle? Şu şaman çocuğu düşünmekle çok meşgul olduğundan ne sevdiğimi ve kutsal bir hizmetkâr olduğumu unuttun herhalde?"

"Utpa'yı düşündüğüm falan yok!"

Shiro: "Öyle mi? İsim vermemiştim oysa, ayrıca kıpkırmızı oldun."

Gerçekten oldum mu ya? Tamam, şey, garip ve... Nasıl desem... Gizemli bir çekiciliği var... Kendini çirkin olarak gördüğünü bildiğim için kendisine hiç iltifat etmedim ve zaten aşırı yakışıklı da değil ama...

"Sesini kesecek misin yoksa seni yılan yahnisi mi yapayım?"

Shiro: "Yine mi aynı klişe tehdit! Zaten ağzında tereyağlı ekmekle koşa koşa gelmişsin, neyin peşindesin tam olarak?"

Bu yılan beni gerçekten sinir ediyor, daha içeriyi temizlemem gerek.

Shiro: "Temizlikle uğraşma."

"Sebep?"

Shiro: "Yuna halletti."

Yuna kim be? Shiro şaşkın şaşkın baktığımı fark etmiş olacak ki iç çekti. Yılanlar iç çekebilir mi ki?

Shiro: "Bir tengu. Şehirdeki Japon mitolojisinden ruhları umursasan diyorum? Hani Şinto rahibesi olmak gibi bir özelliğin var ya?"

"Ne yapayım? Hepsini arındırayım mı?"

Söylediğimde gayet ciddiyim, youkailer hakkında ne yapabilirim ki? Miko eğitimi öyle bir şey içermiyor, sadece arındırma içeriyor. Bir şekilde bir miktar vakit geçti, Shiro ve bir sarı yılan aralarında tıslaştılar (konuşuyorlar herhalde), sonra Shiro bana döndü.

Shiro: "Şu düşünmediğin (!) kişinin siparişi hazırmış, yer iyesi öyle dedi."

"Yer iyesi mi? Kılıç dükkanındakini mi diyorsun?"

O sırada Utpa ve Ayçiçek geldi. Ayçiçek Utpa'nın kuzeni olduğunu, Utpa ise epey uzak akrabalar olduklarını söylüyor ama her halükarda akrabalık dışında bir ilişkileri yokmuş gibi görünüyor. Beni fark etmemiş gibiler ama geçerlerken seslendim.

"Siparişin hazırmış, öyle dediler."

Utpa bir süre ne dediğimi anlamaya çalışıyormuş gibi durdu, sonra anlamış olacak ki rahat pozisyonuna döndü. Bekliyorlar ama muhabbet de açmıyorlar... Peki, ben konuşayım bari. Utpa'nın şehirde konuşurken rahatsızmış gibi görünmediği nadir insanlardanım ama bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğundan emin değilim.

"O satıcıdan uzun zamandır ses seda çıkmıyordu, öldüğünü sanmıştım."

Utpa bir anda açıklamaya girişti, o kadar hızlı lafa girdi ki irkildim.

Utpa: "Arazi kaybolmadıkça yer iyesi ölmez. Daha doğrusu eğer koruması gereken arazi yerinde duruyorsa öldürülse de reenkarne olur. Eh, araziyi uzaya ışınlamadıkça veya dünyanın merkezine inen bir çukur açmadıkça gerçekten yok etmenin de bir yolu olmadığına göre... Senin kocan da aynı değil mi?"

Ha, ne? Kocam derken...

"Kocam? Ha, tapınağın tanrısı. Onun sadece 'miko' konsepti içinde bir simgeleme olduğunu biliyorsun, değil mi? Muhafız Birliği'nin komutanlarının kılıçlarıyla evli olmasıyla aynı şey."

Sen de mi ya! Halbuki epey biliyor gibiydin, Hayk mı buna yol açtı? Of... Neden onca kişi arasından Jin şerefsizini benimle evli olarak tanımlayan kişi sen olmak zorundaydın ki! Shiro kıs kıs gülüyor ama anlayamıyorlar tabii. Umutsuzca açıklama yapmaya devam ettim, bu yanlış bilgiyi temizlemem gerek. Cidden ya... Neden bu durum böyle olmak zorundaydı?

"Şinto tanr..."

Ah, Jin'e tanrı denmesinden hoşlanmıyor; tektanrılı birinden beklenecek bir davranış tabii. Acaba inanç nedeniyle mi benden uzak duruyor? Hayır, herkesten uzak duruyor gibi; sanki kalbini mühürlemiş. Kötü tecrübeler buna sebep olabilir.

"Yok, öyle denmesinden hoşlanmıyordun, kusura bakma. Kamilerin ciddi evlilik törenleri vardır ve insanlarla da evlenebilirler ama bunun için bir tapınak hizmetçisi seçeceklerini sanmıyorum, tören falan yapmadık. Daha doğrusu uygun bir tören yapmadık, miko olma törenim dışında yani; o da kamiler açısından bir önem arz etmiyor. Burada kim olduğunun onun için bir önemi yok, basitçe tapınağa bakan birinden farksızım. Cinsiyetimin de herhangi bir önemi olduğunu sanmıyorum, basitçe görevini yapan bir memurum ve teknik olarak bekarım."

Her neye yarayacaksa bekar olduğumu vurguladım, bu arada Shiro arkada gülmekten yarılmakla meşgul. Utpa'nın yüzünde... "Zaten biliyorum" dercesine bir ifade var, hafif de sırıtıyor ama bunun farkında olduğundan emin değilim. Bu... Neyse, sonuçta kendim bile ne hissettiğimden emin değilim, şimdi doğru bir zaman değil. Öyle bir zaman... Gelecek mi ki acaba? Ayçiçek düşüncelerimi böldü, neden yapıyorsun bunu? Sahip olduğum çok az şeyden biri olan Utpa'yla konuşma hakkımı almaya mı niyetlisin?

Ayçiçek: "Sahi, bu tapınağın tanrısının adı ne?"

Soruyu soran o olmasına rağmen cevaba daha çok dikkat kesilen biri var, ilginç tabii.

"Jinsan... Sanırım."

Adama Jin deyip duruyorum, bir tam adı vardı ama neydi ki? Tapınağın adı Yamagami Tapınağı yani Dağ Tanrısı Tapınağı olduğuna göre... Ah, tamam, hatırladım.

Utpa: "O nasıl isim be!"

"Korktum. İlk kez heyecan emaresi gösteriyorsun ve düz adamlık mı yapıyorsun? Bu mudur?"

Alaycı olarak bitirdim ama ani tepkisinden gerçekten korktum. Bu arada tam ismi de tekrar unuttum. Bu arada Utpa üzgün görünüyor.

Utpa: "Özür, sadece..."

Bu arada özrü epey samimi gibi... Üstelik daha önce başka özürlerine tanık olmuştum, hiçbiri böyle değildi. Her şeyi kendime mi yontuyorum acaba ya?

Utpa: "...İsim..."

Yani, Jinsan ismi Japoncaya azıcık aşina olan herkese tuhaf gelir; özellikle de Utpa gibi Gintama izlemiş biri üzerinde epey büyük etkisi olsa gerek. Daha önce bu konuda konuşmuştuk, şehre ilk geldiği günü hatırladım birden. Tapınağın bahçesini temizlerken benimle aynı yaşlarda gibi görünen, çok uzun olmayan ama kısa ya da orta uzunlukta denemeyecek siyah-kahverengi saçları olan bir erkek, sanki ormandan yeni çıkmış gibi bir görüntüyle iki büklüm tapınağın oralara gelmişti. Saçları dağınık, kıyafetleri çamurlu ve yırtık pırtıktı; yine de bu yırtık ve kirlerin hepsi yeniydi. Beni görünce bir şey söylemek ister gibi yapmış, sonra susmaya devam etmişti. Başparmağına taktığı uzun yüzüğün üstünde daha önce de gördüğüm, anlamı hakkında bir fikrim olmadığı ama bu sembolü taşıyan diğer kişinin anadilinin şehrin resmi dili olan Türkçe olduğunu bildiğim bir simge olduğundan seslenmiştim.

"Türkçe biliyorum."

Erkek: "Şey... Düzen Bürosu'nu arıyordum da."

Sosyal yönden zayıf olduğunu hemen belli ediyordu. Bir süre kendi kendine konuştu.

Erkek: "Memuriyet neymiş arkadaş... Daha ilk günden başıma gelmeyen kalmadı."

Neden sonra bana döndü.

Erkek: "Ben Utpa, şamanım. Yani... Daha doğrusu şaman soyundan geliyorum. Miko musunuz?"

"Evet, Mizuno Kyouka; Mizuno soyadım. Kibar konuşmaya gerek yok aslında, ben de memurum ve aynı yaşlarda gibi gözüküyoruz. İnanç Bürosu'na bağlıyım gerçi."

Utpa: "Memnun oldum... Mizuno diye mi hitap etmeliyim?"

"Uzakdoğu kültürü hakkında bir şeyler biliyorsun yani? Kyouka iyi, herkes öyle diyor. Ailemi görmeye gittiğimde birilerinin soyadımla seslenmesi garip geliyor artık."

Utpa: "Hem merakım var hem çeşitli kültürleri öğrenmeyi de içeren garip bir şaman eğitimi aldım hem de Gintama göndermelerinin yarısından fazlasını anlayıp kıyafetini Reimu kostümüne benzetecek kadar anime izledim. Lütfen beni aşağılık bir weeb olarak görme."

"Görmem, babam mangaka olduğu için zaten küçük görmem pek mümkün değil. Kıyafetlerime gelirsek... İnanç Bürosu'nda üniforma zorunluluğu var ama üniforma hakkında katı kurallar yok, bundan daha açık şeylere de izin veriliyor. Gerçi o zaman ben rahat edemem."

Göbek deliğime bile gelmeyen kısalıkta beyaz üst ve dizlerimin iki üç parmak yukarısında kırmızı etek; üniformam böyleydi, hâlâ da böyle.

Utpa: "O Zaman... Seni... E... Puklinya'da güvenebileceğim kişiler arasına ekleyebilir miyim? Daha kimseyi tanımıyorum, Düzen Bürosu'nu da bulamadım zaten. İlk günden geç kalacağım ya... Doğuştan şansım niye bu kadar düşük benim, of..."

"Şuradan şöyle dümdüz git, zaten bütün bürolar orada."

Hatıradan sıyrılıp Utpa'yı onayladım.

"Tuhaf, evet."

Reddetmek için sebebim yok, tam adı hatırladım: Jinsan-no-Kami gerçekten garip bir isim. O "yama" kanjisinin neden bu herifin adında "San" diye okunmaya döndüğünü de asla anlayamadım, sanki bana Fuji dağının efendisi.

"Aslında tam olarak Jinsan-no-kami."

Utpa daha da şaşırmış göründüğü için aklımdaki ufak bir bilgi kırıntısını sundum, oranın tanrısı kendisi.

"Görünüşe göre buradaki dağlardan birinin adı İnsan Dağı'ymış."

Utpa "Sizin yapacağınız işe..." der gibi kıvrandıktan sonra her zamanki az tepkili durumuna geri döndü.

Utpa: "Adem Dağı'nı niye öyle çevirdiniz?"

"Adem Dağı? Oranın adı bu mu?"

Bende sadece ilk geldiğim zaman verdikleri Japonca harita var, çoğu yerin Türkçe adını bilmiyorum ama birebir çeviri şimdiye kadar gayet iyi sonuç vermişti.

Ayçiçek: "Çevirileri Düzen Bürosu ayarlıyor."

Demek ki canı sıkılan birinin işi, ikili gittikten sonra Shiro gülmesini zar zor bastırıp yanıma geldi.

Shiro: "Ahahhaha! Bir de düşünmüyorum diyor... Şekilden şekle girdin be herifin önünde!"

"Sana kaliteli yem alma fikrinden vazgeçmeyi düşünmeye başladım."

Amma dolambaçlı cümle kurdum, Türkçem bu kadar iyi miydi? Gerçi Shiro telepati kullanıyor, hangi dili kullandığımızı ayırt edemiyorum pek.

Shiro: "Özür dilerim Kyouka hazretleri! Lütfen bana taze kirpi alın."

İlla bütçemi zorlayacaksın yani? Neyse, nereden bulacağımı biliyorum en azından. O kirpinin dikenlerini sana batırmayı da bilirdim ya, neyse.

Shiro: "Bu arada, Jin bu gece burada kalmanızı emretti."

"Sebep?"

Aniden sembolizm mi aklına geldi, gecenin köründe tapınakta nasıl bir görevim olabilir?

Shiro: "Ee, şey... Sizi... Deneyeceğini söyledi."

"Denemek" ne be? Ne konuda deneyecek ki? Bunu elli farklı şekilde anlayabilirsin, Türkçe çok zor ya! Yok, hayır; İngilizceden kolay, en azından cümle yapısı ve (-miş haricinde) kip mantığını algılamak zor değil.

"Ters bir şey yapmaya kalkarsa onu arındırırım, haber ver."

Jin denen şerefsizi bana dokundurtmaya niyetim yok. Bu arada Shiro yutkundu, yine yılanların yapıp yapamayacağından emin olmadığım bir şey; gerçi o da haklı, kendisini yılan derisi yapıp satabilecek iki kişi arasında elçilik yapıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder