Ulan var ya... Bu bendeki hayat başka birinde olsa, bu duygusallıkla birlikte; çoktan kendini öldürmüştü. Neden mi?
Öncelikle, ana okuluna başladığımda; okul uzaktaydı ve İstanbul'da servisle gitmem gerekiyordu. E, ne var bunda? Çünkü araba yolculuklarında midem bulanır! Ayrıca, ilk okuldan itibaren asla toplum tarafından kabul edilmedim. Devamlı dalga geçilen, asosyal tip... Tanıdık geldi mi? Amerikan dizilerinden? Ben bu çileyi ilkokuldan beri çekiyorum!
Orta okulda, "arkadaş" diyebileceğim biriyle tanıştım. Sıkıntı, ikimizin de dışa itilmişler olmasıydı.
Lise birin ilk günlerinde kendim olmaktan vazgeçmediğim için büyük tartışmalar yaşadım. Ama gerçek arkadaşlarım oldu. Lise 1 ve 2 boyunca, çok fazla üzüldüm ve ağladım. Lise 3'ün sonlarına doğru tamamen suçsuz olduğum bir kavgaya karıştım ve okulu kısmen bıraktım. İşin en kötü tarafı, tüm suç o geri zekalının olmasına rağmen suçlanan, ceza ve acı çeken benim! Okulu bıraktım; resmi olarak değil... Ama gitmedim, evde durdum. Tam bir hikikomori'ye dönüştüm. Bu arada sabrımı taşıran o geri zekalı yüzünden, sarf ettiğim kızgınlık sözleri de ciddiye alınıp ek ceza oldu! O dönemde, ailem dışında tüm dünyayla iletişimimi kesip kendimi internete verdim. Hatta ailemle de fazla konuşmuyordum. O dönemde, Tonari no Kaibutsu-kun'a başladım ki Haru'yu çok sevmemin nedenlerinden biri de başıma gelenleri anlayabilecek çok az kişiden biri olması. Ama onun hayatı düzeldi, ben hala... Neyse... Yaza doğru bir düğün için (ki düğünlerden de nefret ederim, başım ağrıyor... Sessizliği seviyorum ben) Bozüyük'e gittik. Orada bir kafede ne istediğimi anlatacağım diye canım çıktı. Tam olarak Tomoko gibi... Zaten Tomoko'yu waifu olarak seçmemde de bunun etkisi büyüktür.
Ha, söylemeyi unuttuğum pek çok şey var. Babam her zaman acısını benden çıkardı, bariz şekilde başkası suçlu olsa bile bana kızdı. En acısı da, kendisi gibi davrandığım zamanlarda kızmasıydı.
Kaçtım... Hep, hep bu hayattan nefret ettim. Ama bu hayattan nefret etmemin nedeni; başıma gelenler değildi. Onun da benden nefret ettiğine emin olmamdı! Nasıl mı emin oldum? Sevmediğim ne varsa, devamlı karşıma çıktı! İntihar etmeyi bile beceremedim...
Ne zaman sevindiğim bir olay olsa, hayat misliyle yanıt verdi.
Asla kötü biri olmadım, hep iyi olmaya çalıştım... İnancımı kaybetmedim... Merak ediyorum da; acaba bu kişilikle başına bütün bunlar gelen biri, benim gibi iyi ve inançlı kalabilir miydi? Hiç sanmıyorum!
Daha saymadığım, sayamayacağım yüzlerce şey var...
Bu bloga takipçi istememin bir nedeni de hayata karşı yalnız olmadığımı görmek.. Ama görünüşe göre, yine haklıydım. Hem hayat, hem de hayattakiler benden nefret ediyor...
Öncelikle, ana okuluna başladığımda; okul uzaktaydı ve İstanbul'da servisle gitmem gerekiyordu. E, ne var bunda? Çünkü araba yolculuklarında midem bulanır! Ayrıca, ilk okuldan itibaren asla toplum tarafından kabul edilmedim. Devamlı dalga geçilen, asosyal tip... Tanıdık geldi mi? Amerikan dizilerinden? Ben bu çileyi ilkokuldan beri çekiyorum!
Orta okulda, "arkadaş" diyebileceğim biriyle tanıştım. Sıkıntı, ikimizin de dışa itilmişler olmasıydı.
Lise birin ilk günlerinde kendim olmaktan vazgeçmediğim için büyük tartışmalar yaşadım. Ama gerçek arkadaşlarım oldu. Lise 1 ve 2 boyunca, çok fazla üzüldüm ve ağladım. Lise 3'ün sonlarına doğru tamamen suçsuz olduğum bir kavgaya karıştım ve okulu kısmen bıraktım. İşin en kötü tarafı, tüm suç o geri zekalının olmasına rağmen suçlanan, ceza ve acı çeken benim! Okulu bıraktım; resmi olarak değil... Ama gitmedim, evde durdum. Tam bir hikikomori'ye dönüştüm. Bu arada sabrımı taşıran o geri zekalı yüzünden, sarf ettiğim kızgınlık sözleri de ciddiye alınıp ek ceza oldu! O dönemde, ailem dışında tüm dünyayla iletişimimi kesip kendimi internete verdim. Hatta ailemle de fazla konuşmuyordum. O dönemde, Tonari no Kaibutsu-kun'a başladım ki Haru'yu çok sevmemin nedenlerinden biri de başıma gelenleri anlayabilecek çok az kişiden biri olması. Ama onun hayatı düzeldi, ben hala... Neyse... Yaza doğru bir düğün için (ki düğünlerden de nefret ederim, başım ağrıyor... Sessizliği seviyorum ben) Bozüyük'e gittik. Orada bir kafede ne istediğimi anlatacağım diye canım çıktı. Tam olarak Tomoko gibi... Zaten Tomoko'yu waifu olarak seçmemde de bunun etkisi büyüktür.
Ha, söylemeyi unuttuğum pek çok şey var. Babam her zaman acısını benden çıkardı, bariz şekilde başkası suçlu olsa bile bana kızdı. En acısı da, kendisi gibi davrandığım zamanlarda kızmasıydı.
Kaçtım... Hep, hep bu hayattan nefret ettim. Ama bu hayattan nefret etmemin nedeni; başıma gelenler değildi. Onun da benden nefret ettiğine emin olmamdı! Nasıl mı emin oldum? Sevmediğim ne varsa, devamlı karşıma çıktı! İntihar etmeyi bile beceremedim...
Ne zaman sevindiğim bir olay olsa, hayat misliyle yanıt verdi.
Asla kötü biri olmadım, hep iyi olmaya çalıştım... İnancımı kaybetmedim... Merak ediyorum da; acaba bu kişilikle başına bütün bunlar gelen biri, benim gibi iyi ve inançlı kalabilir miydi? Hiç sanmıyorum!
Daha saymadığım, sayamayacağım yüzlerce şey var...
Bu bloga takipçi istememin bir nedeni de hayata karşı yalnız olmadığımı görmek.. Ama görünüşe göre, yine haklıydım. Hem hayat, hem de hayattakiler benden nefret ediyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder