Çünkü bıktım, sıkıldım, yoruldum...
Vıcık vıcık ya da ulaşılmaz ilişkilerden (Her anlamda. Bahsettiğim ilişki arkadaşlık, aile vs. de olabilir) sıkıldım...
İnsanların ikiyüzlülüğünü gördüm ve dehşete düştüm...
Toplumun adil olmayan düzenini fark ettim; hayatım boyunca itilip kakıldım ve toplumun "normal" bireylerinden olmadığım için dışlandım.
Hep üzüldüm, öyle çok ağladım ki; artık istesem de ağlayamayacak hale geldim.
Toplumun dayatmalarından sıkıldım... Saklanmak, kaçmak istedim...
Güzel günler yalanını gördüm; ve arka fondaki karanlığı fark ettim. Karamsarlığa kapıldım, toplumdan kaçtım...
Boğucu şehir yaşamından ve zorunluluklardan bıktım. Artık dayanamaz hale geldim.
Para denen lanetli şeyin Dünya'yı kontrol ettiğini gördüm ve zamanda geriye gidip, Lidyalı'ları bu laneti, kara büyüyü yapmamaları için ikna etmeyi istedim.
Doğaya karşı hep merak ve sevgim vardı; bunun aslında çok hoş bir düşünce olduğunu fark ettim.
Ve, biliyor musunuz? Bir şey daha fark ettim:
Kurallar, kravat, pantalon gibi kıyafetler, "zorunlu" çalışma saatleri ve her tür zorunluluk, insan tarafından uyduruldu. Ve insan, kendini, bizzatihi kendi uydurduğu masallarla boğuuşurken buldu.
Evet, belki bunu gerçekten yapacak kadar cesaretim yok... Belki de var... Bunu, planlarım çerçevesinde öğreneceğim...
Ayrıca; bir şey daha var: İnsanlardan nefret ettim; en çok da kendimden... En çok kendime kızdım. Ben niye böyleyim, diye ya da neden bunu değiştirmek için bir şeyler yapmıyorum, diye. Sonra, acı gerçeği fark ettim; o kadar acıydı ki, shili sos yanında solda sıfır kalırdı. Beni bu hale toplum ve dayattığı normlar getirmişti... Ahlak anlayışı, ancak iyi insanlar bir hata yaptığında geçerliydi; ama kötüler için ne ahlak kuralları, ne de adalet geçersizdi... Bir başkasının günahı yüzünden Cehennem'i yaşadığım zamanlar oldu... Ve artık anladım ki; eğer toplumun dayatmasını reddedip bir "kinik" olursam; o zaman kötüler kazanamayacaktı... Bu hayat yüzünden, karşılaşmak istemediğim sadist-mazoşist tarafımla yüzleştim ve ruhumun derinine gömdüğüm karanlıklara öyle çok ceset attım ki, artık karanlıklar boğazımdan balgam misali çıktılar ve ben de "kötü çocuk"u oynamaya başladım. Sonuç, ne mi oldu? Gerçek kötü çocuklar için hiç bir şey uygulanmıyor, hatta korunuyorken; ben bu istemediğim ve seçimim olsa kalbimin en derinine gömeceğim karanlık yüzünden zulüm gördüm... Okula bir ay gelmedim... Yıllarca o psikolog senin, bu psikolog benim dolaştım... Sonuç mu? Lanet olası hayat; bana iki adet full doz ilacı uygun gördü...
Bıktım artık, dayanamıyorum. Defalarca intihara yeltendim; her birinde az daha korkudan ölecektim. Hayat, adeta bu zulmü tatmamı ister gibi; her intihar öncesi ve sonrası beni azarladı ve ruhum, kalbimi lime lime doğrayıp her bir parçasını kazıklara astı...
Vampirler var mıdır bilmem... Ama Dracula, kesinlikle hayatın ta kendisidir.
Ve öğrendim ki eğer bu işe ben el atmazsam, benim gibi binlerce insan hayatın tadına varamadan yok olup gidecek... İdamın hayatın gerçeği olduğunu ve her acının, hayatın çıkardığı bir kanunla ruhumuzun infazı olduğunu; acaba benden başka fark eden var mı?
Ahh ah...
Ve en çok da canımı ne yakıyor, biliyor musunuz? Sebepsiz yere, durmadan yargılanmak... Yargılanmaktan bıktım. Herkes, herkesi kafasına göre yargılıyor. Kendi uydurduğu kriterlerle... Oysa olaya tarafsız bir gözden bakarsak, bir kişinin başka birini yargılayabileceği bir sistem, ancak ego sistemidir. Ve ego sisteminde, ancak kişinin lehine karar çıkar. Ve düşmanın aleyhine. Peki ya, tarafsız yargılamalar? Tarafsız... Taraf tutmak, insanın doğasındadır. Zaten bu yüzden tarih boyunca durmadan kendini tekrar etmiş...
Vıcık vıcık ya da ulaşılmaz ilişkilerden (Her anlamda. Bahsettiğim ilişki arkadaşlık, aile vs. de olabilir) sıkıldım...
İnsanların ikiyüzlülüğünü gördüm ve dehşete düştüm...
Toplumun adil olmayan düzenini fark ettim; hayatım boyunca itilip kakıldım ve toplumun "normal" bireylerinden olmadığım için dışlandım.
Hep üzüldüm, öyle çok ağladım ki; artık istesem de ağlayamayacak hale geldim.
Toplumun dayatmalarından sıkıldım... Saklanmak, kaçmak istedim...
Güzel günler yalanını gördüm; ve arka fondaki karanlığı fark ettim. Karamsarlığa kapıldım, toplumdan kaçtım...
Boğucu şehir yaşamından ve zorunluluklardan bıktım. Artık dayanamaz hale geldim.
Para denen lanetli şeyin Dünya'yı kontrol ettiğini gördüm ve zamanda geriye gidip, Lidyalı'ları bu laneti, kara büyüyü yapmamaları için ikna etmeyi istedim.
Doğaya karşı hep merak ve sevgim vardı; bunun aslında çok hoş bir düşünce olduğunu fark ettim.
Ve, biliyor musunuz? Bir şey daha fark ettim:
Kurallar, kravat, pantalon gibi kıyafetler, "zorunlu" çalışma saatleri ve her tür zorunluluk, insan tarafından uyduruldu. Ve insan, kendini, bizzatihi kendi uydurduğu masallarla boğuuşurken buldu.
Evet, belki bunu gerçekten yapacak kadar cesaretim yok... Belki de var... Bunu, planlarım çerçevesinde öğreneceğim...
Ayrıca; bir şey daha var: İnsanlardan nefret ettim; en çok da kendimden... En çok kendime kızdım. Ben niye böyleyim, diye ya da neden bunu değiştirmek için bir şeyler yapmıyorum, diye. Sonra, acı gerçeği fark ettim; o kadar acıydı ki, shili sos yanında solda sıfır kalırdı. Beni bu hale toplum ve dayattığı normlar getirmişti... Ahlak anlayışı, ancak iyi insanlar bir hata yaptığında geçerliydi; ama kötüler için ne ahlak kuralları, ne de adalet geçersizdi... Bir başkasının günahı yüzünden Cehennem'i yaşadığım zamanlar oldu... Ve artık anladım ki; eğer toplumun dayatmasını reddedip bir "kinik" olursam; o zaman kötüler kazanamayacaktı... Bu hayat yüzünden, karşılaşmak istemediğim sadist-mazoşist tarafımla yüzleştim ve ruhumun derinine gömdüğüm karanlıklara öyle çok ceset attım ki, artık karanlıklar boğazımdan balgam misali çıktılar ve ben de "kötü çocuk"u oynamaya başladım. Sonuç, ne mi oldu? Gerçek kötü çocuklar için hiç bir şey uygulanmıyor, hatta korunuyorken; ben bu istemediğim ve seçimim olsa kalbimin en derinine gömeceğim karanlık yüzünden zulüm gördüm... Okula bir ay gelmedim... Yıllarca o psikolog senin, bu psikolog benim dolaştım... Sonuç mu? Lanet olası hayat; bana iki adet full doz ilacı uygun gördü...
Bıktım artık, dayanamıyorum. Defalarca intihara yeltendim; her birinde az daha korkudan ölecektim. Hayat, adeta bu zulmü tatmamı ister gibi; her intihar öncesi ve sonrası beni azarladı ve ruhum, kalbimi lime lime doğrayıp her bir parçasını kazıklara astı...
Vampirler var mıdır bilmem... Ama Dracula, kesinlikle hayatın ta kendisidir.
Ve öğrendim ki eğer bu işe ben el atmazsam, benim gibi binlerce insan hayatın tadına varamadan yok olup gidecek... İdamın hayatın gerçeği olduğunu ve her acının, hayatın çıkardığı bir kanunla ruhumuzun infazı olduğunu; acaba benden başka fark eden var mı?
Ahh ah...
Ve en çok da canımı ne yakıyor, biliyor musunuz? Sebepsiz yere, durmadan yargılanmak... Yargılanmaktan bıktım. Herkes, herkesi kafasına göre yargılıyor. Kendi uydurduğu kriterlerle... Oysa olaya tarafsız bir gözden bakarsak, bir kişinin başka birini yargılayabileceği bir sistem, ancak ego sistemidir. Ve ego sisteminde, ancak kişinin lehine karar çıkar. Ve düşmanın aleyhine. Peki ya, tarafsız yargılamalar? Tarafsız... Taraf tutmak, insanın doğasındadır. Zaten bu yüzden tarih boyunca durmadan kendini tekrar etmiş...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder