Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

2 Mart 2019 Cumartesi

Yalnız yaşamanın öğrettikleri

Yalnız yaşamanın bana öğrettiği birkaç şey var. Bunlardan ilki, bulaşık makinesinin muazzam bir icat olduğu. İcat eden her kimse -birazdan bakarım- yeminle cennetlik. Elde bulaşık yıkaya yıkaya ciğerim soldu lan. Hani Amerikan filmlerinde barın arkasında devamlı bardak silen bir adam vardır ya, hah işte, o adam artık kafayı tırlattığı için onu yapmaya devam ediyor. Delirmiş herif artık bulaşık yıkaya yıkaya, anladın mı? Hatta Cem Yılmaz'ın da bununla ilgili "aydınlandım ben" şeklinde bir esprisi vardır. Elde bulaşık yıkamak iğrenç bir şey, ulan bugün yıkıyorsun, yarısı yarına kalıyor. Her gün bulaşık da yıkanmaz ki -hele de benim gibi elleri çatlayan biriyseniz haftada bir bile bazen fazla gelebilir- Josephine Cochrane diye biri icat etmiş bulaşık makinesini bu arada -gerçi "ilk pratik bulaşık makinesi" diyor, daha öncesinde pratik olmayan bulaşık makinesi vardı da bu pratiğini mi icat etti onu anlamadım.- Yani öyle bir durum.

İkincisi, yalnız yaşasanız bile en az yedi tava ve yedi tencereye ihtiyacınız var. Çünkü kap olmadan yemek yapılamıyor, yemek yapılamayınca ya dışarıdan yiyorsunuz -ki adada o imkanım çok da yok, yemeksepeti vs. yok burada, eve servis de akşam beşten sonra yok. E, her gün her gün de dışarı çıkamayacağıma göre...- ya da dondurulmuş, hazır vs. gıdalara talim ediyorsunuz.

Üçüncüsü ev yemeğinin ne kadar muazzam, ne kadar kutsal, ne kadar cennetten çıkma bir şey olduğu. Bir önceki maddeyle bağlantılı bu madde, dondurulmuş gıda tükete tükete kendim dondurulmuş gıdaya döndüm. Bir de bu dondurulmuş gıdaların %90'ının tavuk olması durumu var ki ona hiç girmiyorum. Derseniz ki makarna yapsana, ben de size "Kap olmadan nasıl yapayım lan, boşa mı konuşuyoruz burada iki saattir?" derim.

Dördüncüsü büyük kaselere ihtiyaç duyulduğu. Evde büyük kasem olmadığı için mısır gevreği yiyemiyorum bak, o kadar düştüm, artık ona bile razıyım.

Beşincisi, "Eğer yemek yapacak kabınız yoksa gastronomi okumak ev yemekleri konusunda fayda sağlamaz." Bunun hakkında daha fazla konuşmayacağım. Tavam, tencerem yok lan, olan da kirli, yıkanmayı bekliyor, tava tencere olmadan ben nasıl portakallı pekin ördeğidir, Běijīng tāng (ki okunuşu şöyle: Bəyciñ tâañ. ə, kapalı, yumuşak ama hızlı geçilen bir e şeklinde okunuyor. Ñ'i defalarca anlattım zaten.)dır, gulyás'tır -ki bunun okunuşu da gulâş, evet, şu meşhur "gulaş" Macarca böyle yazılıyor-, boeuf bourguignon'dur -ki bunun okunuşu da Bîyf burginyon-, Kaeng khiao wan kai'dır filan yapayım, sorarım size. Nasıl? O kadar uçma lan, derseniz de kap olmadan yayla çorbasıdır, efendime söyleyeyim tarhanadır, kavun dolmasıdır, un helvasıdır filan da yapılamayacağını hatırlatırım. Hatırlatırım ve dönüp arkama bakmam bile, anlıyor musunuz? Ben, ben Yaşar Usta... Tamam, bu konuyu geçip altıya geçiyoruz.

Altıncısı, Bim ve A101'in muazzam marketler olduğu. Gerçi Bim'i yalnız yaşamaya başlamadan önce de sık sık kullanırdım ama A101'in bu kadar harika bir market olduğunu hiç bilmezdim.

Yedincisi, sadece öğrenciyseniz geçerli: Okul yemekhanesi, ev yemekleri özleminizi dindirmez. Evet, sulu yemek ve çorba yemenizi sağlar ama üçüncü madde yine de geçerlidir.

Öyle yani, güneylilerin yedi tanrısı varsa benim de yedi öğretim var, budur. Asoiaf kitaplarını yeni bitirdiğimden bir süre buna dair göndermelerle yüzleşebilirsiniz, hazırlıklı olun. Ya da olmayın, bana ne? Hadi ben gittim, Domestic na Kanojo'nun -bu da ne saçma isim lan, "evdeki sevgili" gibi bir anlamı var- son çıkan bölümünü bitirip Youtube'a düşeceğim daha.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder