Ama konu o değil. Konu şu: Geçen gün sıkılmış halde öylece yatarken kendim hakkında bir şey fark ettim: İstediğim şey hiçbir şey yapmadan durmak değil. Tam aksine bir şeyler yapmak istiyorum ama sadece istediğim şeyleri, istediğim zaman yapmak istiyorum. Okul buna engel oluyor, ileride iş de buna engel olacak.
Yani hiçbir şey yapmadan durmak bayağı sıkıcı ama bunun temel sebebi, istediğim şeyleri istediğim an yapamamamın getirdiği boşluk ve boş vermişlik hissi.
Tavuskuşu beslemek için tavuskuşlarının evcil hayvan veya çiftlik hayvanı amaçlı çiftliklerde üretildiğine dair belge gerekiyor bu arada ama siz gidip resmi bir yerden tavuskuşu alırsanız o belgeyi zaten veriyorlar. Hayvan kaçakçılığını önlemek için bu tür belgeler dünya çapında sürüngenler için uygulanıyor, karşı olduğum bir sistem değil, hatta mantıklı bulduğum nadir devlet sistemlerinden. Yoksa önüne gelen doğadan tavuskuşu, yılan vs. alıp satardı. Sonucunda da doğadaki soyu tükenirdi o arkadaşın. Bu oldu, bazı tarantula ve geko türlerinin doğal hayatta soyu neredeyse tükenmiş durumda. Tabii bu belge işi olmadan ve henüz hiçbir sürüngen ya da omurgasız evcil hayvan olarak üretilmeye başlanmadan önceydi o, günümüzde bütün dünyada en az üç nesildir ev/çiftlik üretimi olmayan sürüngenlerin, omurgasızların vs. beslenmesi yasak. Bir de kiraz barbus diye bir balık var, Barbus titteya. Küçük, erkekleri kırmızı, dişileri ise kızıl-kahverengi bir balık bu; doğada soyu kirlilikten, aşırı toplamadan -balıklar için bu tür bir belge yok-, doğal ortamına salınan yırtıcılardan vs. dolayı tükendi ama hâlâ bütün akvaryumcularda bulunabiliyor. Çünkü akvaryumda üretimi kolay bir balık.
Neyse, konumuz o değil. Aslında konu da yok, başlığa bile ne yazacağıma karar veremedim daha. Bir de yorulmayı sevmeyen bir insan değilim. Bir şey başarmanın tatlı yorgunluğu en sevdiğim hislerden biri. Mesela bir çardak inşa etmek, güzel bir yemek ortaya çıkarmak, şehre bir günlük mesafedeki bir dağ başından şehre yürüyerek dönmek... Bu gibi şeylerin yorgunluğuna bayılıyorum ama istemediğim, hoşlanmadığım şeyleri yaparken... Oov... Hiç sevmiyorum onu. Benzer şekilde, ta üç yıl mı önce neydi, ailem, akrabalarımla bir dağda geziyorduk, ayağımı kanattım ama o acı gayet tatlı geldi bana. Şehirde, asfalt yolda ya da kaldırımda o olsaydı o acıya kesinlikle dayanamazdım ve muhtemelen yüksek sesle söylemesem bile içimden geçirdiğim küfürlerden ilk şehirleri kuran hangi halksa onlar bile payını alırdı. Öyle bir huyum var, beton binalarda ruhum sıkılıyor, uğursuz taşlar ne olacak. Oysaki ormanlık alan, dağ başı, bahçeli ev, ahşap yapı, çardak filan öyle mi... Mis gibi mis. Zaten o yüzden planlarımın ana ekseni köye taşınmak. Şehre yakın bir yer de olur ama bana büyük arazi lazım; meyve ağaçlarından ormana çevirebileceğim, içine çardak, otağ, süs havuzu, kümesler, ağıllar kurabileceğim bir yer lazım.
Bir de en sevdiğim kuş sülündür, bu bilgi ne işinize yarayacak bilmiyorum ama söyleyeyim dedim. Sülünler için de tavuskuşları gibi belge lazım bu arada.
Neyse, işte geniş bir arazi lazım bana. Böyle içinde at bakabileceğim, upuzun bir koridor şeklinde bir talimhane kurabileceğim, içinde kaybolabileceğim, içine yılanlar, böcekler, kertenkeleler, farelerin yuvalayabileceği bir arazi. Öyle bir arazide mutlu olacağım. Aslında şu anda da mutluyum, hava bayağı iyi, bu da beni iyi etkiliyor. Karı da yağmuru da güneşi de seviyorum ama yağışsız olmasına rağmen kapalı havaları hiç sevmiyorum.
Dağ başlarını seviyorum ama, o esinti, o gece soğukluğu... İstediğim zaman eve kapanabileceğim, istediğim zaman bahçeye çıkabileceğim bir yer istiyorum ve şu an adada kaldığım yerde bunu yapabiliyorum ama aynı zamanda istediğim gibi müdahale edeceğim bir bahçe lazım bana. Hani kafam atınca çıkıp ot çapalayabilmeli, kafama esince bir kulübe yapabilmeli, üzülünce gidip ağaçların önünde ağlayabilmeliyim. Neden ağacın önünde ağlıyorsun lan, diye sorarsanız bilmiyorum, aklıma öyle demek geldi. Bir de tabii istediğim hayvanlara baktığım bir bahçe lazım bana; hani çıkınca etrafım bir anda tavuk, hindi, beçtavuğu, ördek, kedi ve köpeklerle sarılmalı. Bir de bu ev betondan; bana ahşap bir ev lazım. Hadi ahşap olmadı bari doğal taştan olsun, beton ne lan? Beton diye malzeme mi olur? Bir beton evlere bir de brandadan yapılıp içeriyi cehennem sıcağına çeviren çadırlara kılım aga. Ev dediğim ahşap olur, taş olur, kerpiç olur, olmadı kum taşı olur yani. Çadır dediğin de kürkten, keçeden, deriden, kıldan, yünden, kumaştan, ipekten, şilebezinden, çuldan, olmadı halıdan, kilimden filan olur.
Neyse, öyle yani. Buna ne başlık yazsam "Birinci geleneksel tavuk raporu" filan mı yazsam, nasıl başlık olur ki buna? Hadi ben kaçtım, başlığa da genel geçer yazıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder