Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

19 Şubat 2019 Salı

Yalancı güneş, Eldivân ve Diğer Her Şey

Bahar gelmiş gibi... En azından Gökçeada'da. Aslında dışarıya baktığımda oldukça sıcakmış gibi görünüyor ama aslında buz gibi. İlginç bir konu var, şimdi geleneksel Türk giysileri arasında eldiven yok, adı Türkçe "el" ve Farsça "divân"ın birleşimi zaten de... Bir şeyi merak ettim: Bu herifler Sibirya'da ya da hadi öylesine bir dağ başında yaşarken hiç mi elleri üşümedi lan? Bilecik'in alçak dağları bile yaz gecelerinde dahi buz gibi oluyor, Kuzey Asya'nın dağ başı soğuğunu siz düşünün. Ama konumuz bu değil, bu arada başlık yazmadım. Neyse, bir başlık bulursam yazarım. Aha buldum. Gerçi eldiven ve elçek yerine geçen "eliglik" diye bir kelime buldum ama... Konumuz bu değil demiştim, evet.

Şimdi, havalar azıcık ısınmaya başladı ya, benim ruh hali yine dalgalı bulutluya geçiş yaptı. Az önce kendi kendime saçma sapan bir şeye kahkaha attım, ondan sonra da bir of çektim. Öyle acayip bir durum yani.

Ve her hava değişimindeki gibi, herhangi bir şey yapmak istemiyorum. İlk cemre düştü bu arada, en azından Ada'da. "Ada" dersem Gökçeada'yı anlayın, zaten kaç tane ada var Türkiye'de? Bir Gökçeada, bir Bozcaada, bir de Marmara denizi adaları var. Beş de azmış. Beş de azmış ne lan, derseniz, şu:
hay aklınla beş yaşa ile ilgili görsel sonucu

Ama konumuz... Konumuz bu aslında. Daha doğrusu bir konumuz yok.

Neyse, her hava değişiminde olduğu gibi herhangi bir şey yapmak istemiyorum. Evden çıkmak istemiyorum, elimi kaldırmak istemiyorum... Zaten sefa p...vengiyim halihazırda da mevsim dönümlerinde böyle acayip bir durum hasıl oluyor.

Onun haricinde on beş, on bir, iki, yedi diye gidiyor işte... jhabdhjadknxk... Ahan da bundan bahsediyordum "dalgalı bulutlu ruh hali" derken, az önce oldukça yorgun hissediyordum, şimdi ne yapıyorum. Neyse, bir şeyler izlerken nerede asosyal, çekingen karakter varsa en sevdiklerim onlar oluyor. Eskiden çok tanımadığım kimseyle konuşamazdım, tutulup kalırdım ki oldukça iğrenç bir şeydi. Kimsenin yaşamasını istemem o hali. Şimdi tanıdığım -az ya da çok- kişilerle rahatça -istisnaları var tabii- konuşabiliyor ve tanımadığım kişilerle konuşurken de tutulmuyorum. O gerginlik, o sıkıntı var ama; boğazım kuruyor, ellerim titriyor. Bir de hâlâ ama hâlâ topluluk önünde konuşma, sunum yapamıyorum. Yani ailem ya da çok yakın olduğum birilerine belki konferans filan verebilirim de -ne konferasıysa artık, neyse- çok iyi tanımadığım ya da sadece belli düzeyde tanıdığım kişilere sunum-konuşma yapamıyorum. Bacak titremesi, boğaz kuruluğu... İlk kısmı atlattıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geliyor gerçi. Bir aşamadım şunu. Aslında aşmayı isteyip istemediğim de muamma. O gerginlik iğrenç bir şey ve bana asosyal günlerimden kalma. Gerçi şimdi de çok sosyal bir tip olduğum söylenemez, hele adaya geldiğimden beri okul ve zorunlu haller -alışveriş vs.- haricinde evden nadiren çıktığım, çıktığımda da insanların arasına karışmaktan ziyade tek başıma bir yerlere gittiğim düşünülürse. Tek başına demişken, haftasonu bir Yıldız Koyu'na gideyim. Yıldız Koyu demişken de Evde Tek Başına vardı eskiden, her yılbaşı, istisnasız her yılbaşı yayınlanırdı. Bak, nasıl da bağladım Tek Başına'ya? Beynimin bağlantılarına edeyim, evet.

Saydam bir makarna yapmanın bir yolu var mı? Var... Ne olduğunu ben de bilmiyorum ama şu arkadaş bir Ravioli:
transparent ravioli ile ilgili görsel sonucu
Plastik poşet gibi duruyor ama makarna bu aslında. Peki ben bu konuya nereden geldim? İnovasyon'dan. İnovasyon dedim mi? Hayır, şimdi diyorum. O zaman bir kez daha: Hay ben benim beynimin bağlantısına...

Bu arada içindeki kırmızıları et sanmıştım ama ahududu lan galiba, vay arkadaş.

Neyse, Warband'a Awoiaf denen densiz moddan yükledim. Neden densiz? Çünkü yorulma gibi bir sürü saçma sapan gereksiz, -bence- oynayış keyfinin içine eden şeyi var da ondan. Gerçi o özellikler Crusade Against Jihad'da da olup kapatılabiliyor, bunda da kapatılabiliyorsa süper olacak. Ama konu modun densizliği değil... Allah'ın cezası -veya artık Yedi'nin cezası, Eski Tanrılar'ın cezası, Boğulmuş Tanrı'nın cezası, ne derseniz ki Allah belamı verecek muhtemelen siz bir şey demeden önce, kafamın bağlantılarına sokayım- son sürümün Türkçe yaması yok. En son v3.6'nın Türkçe yaması var. 1.3'ün güzel bir yaması var ama onu da ben çalıştıramadım. Sürümü çalıştıramadım, yama kendi halinde takılıyordu.

Ama konumuz bu mu? Değil mi? Bilmiyorum, bence değil. Kedime şarkı da söyleyebilirsiniz isterseniz, yanınızda havlu olmalı ama. Galaksi Rehberi'ni de yanınıza almayı unutmayın.

Bir kez daha kopukluk yaşayıp... Neyse, bu cümlenin devamı aklıma gelmedi. Şimdi, hah, asosyal ve çekingen, hatta sosyofobik karakterler diyordum. Yani artık geçmişten gelen şeyle mi bilmiyorum ama her türlü seride en sevdiklerim daima böyle karakterler oluyor.

Facebook daha terk edilmiş kasaba modunda değilken ve her gün elli bin komedi sayfası birbirinden çaldığı paylaşımları yaparken şöyle bir şey görmüştüm: "Ruh eşim de benim gibi evden çıkmaya üşendiği için karşılaşamadık bence." Tam böyle değildi de aşağı yukarı böyleydi. Aniden aklıma geldi yani, özel bir şey yok.

Öte yandan, muhtemelen yalnız öleceğim ve yine muhtemelen bunun sebebi tam olarak bu olacak: Zorunluluk dışında evden çıkmamam... Ki eğer her şey planladığım gibi giderse -ki gitmeyecek, neden gitsin?- zaten evden çıkmamı gerektirecek bir durum da olmayacak. Sonuç: İşler umduğum gibi giderse yaptıracağım evin yerini de düşününce, muhtemelen öldükten bir yirmi otuz yıl sonra tesadüfen bulurlar beni. O da kediler, köpekler vs. kemiklerimi bıraktıysa. Köpekler yemez gerçi de kedileri bilemeyeceğim, ne yapacakları belli olmaz onların. Şimdi "Lan ev diyorsun?" derseniz de, ben de size "Arkadaşım, ben her fırsatta o evi hayvanat bahçesine çevireceğimi, envai çeşit akvaryum, birkaç kedi ve en az bir köpekle yaşayacağımı zaten söylüyorum" derim. Gerçi ecelimle değil de başka türlü de ölebilirim, özellikle eğer her şey planladığım gibi giderse kurt, ayı veya leopar, olmadı yabandomuzu saldırısında filan ölme ihtimalim yüksek. O kısmı şimdi karıştırmayın ama, söylemeyeceğim. Daha önce de söylediğim gibi, kötü şeylerin çoğunu -ama asla hepsini değil- ve iyi şeylerin de çok azını buradan paylaşıyorum. Hayal ve planlarımı iyi şeylerden bile az paylaşıyorum. Aslında planladığım gibi gitmezse de o şekilde ölebilirim, düşündüm de... Leopar olmaz da... Hadi kurdu da ele ama ayı veya domuz olabilir. Yine öte yandan kendimi dizginleyemeyip ölüm takipçisi akrebi, karadul, efendime söyleyeyim kral kobra ya da mercan yılanı, olmadı bir engerek çeşidi bakmaya kalkışırsam onlar tarafından sokularak da ölebilirim, o da mümkün. Manyağım ben, söylemiş miydim?

Adadaki evde kendime ufak bir "okçu köşesi" yaptım, kılıcımı, buradaki yayımı, oklarımı, börklerimi, kaftanımı filan oraya koydum.

Ama ama ama... Aslında... Şu an tabağımda portakallar var, iri ve sulu... Çünkü neden olmasın? Pazardan kumkuat aldım, acayip bir meyve. Suyu inanılmaz ekşi, neredeyse limon gibi ama kabuğu ve etli kısmı tatlı. Özellikle kabuğu ağızda ferahlatan bir aroma bırakıyor, naneli ya da mentollü sakız çiğnedikten sonra ağızdan kalan serinlik gibi bir serinlik oluyor. Portakal ve mandalinanın kış meyvesi olmasına rağmen sıcak -nispeten sıcak tabii, çölde de yetişmiyor, dört mevsimi görüyor yine ama aynı iklimde yetiştiği diğer meyvelere oranla daha sıcak ki bu sadece Türkiye için değil portakal yetişen her yer için geçerli- yerde yetişmesi bana hep ilginç gelmiştir. Bir de muz var ama onun doğada yetiştiği yerde dört mevsim yok sadece yağışlı ve kurak mevsim olduğu için Türkiye'de Antalya vs. gibi yerlerde yetişmesi gayet doğal.

O kadar. Ben kaçtım, kaçtım da ne halt edeceğimi bilmiyorum ki... Portakalları bitiririm herhalde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder