Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

23 Ağustos 2020 Pazar

Yine Yüz Milyon Beş Yüz Bin Konudan Bahsedilen Gereksiz Bir Yazı

Dünyanın en saçma, en gereksiz ve en malca sorusu nedir sizce? El-cevab: "Nasılsın?" Neden mi gereksiz? Bu soruyu elektrikli testereyle ikiye ayrılmış, son nefesini vermek üzere olan birine de sorsanız "İyi" dışında bir cevap alamazsınız da ondan! Ayrıca iyi adamı kötü eder, "Hay senin soracağın soruyu da..." şeklinde sövesim geliyor benim şahsen. "Acı var mı acı" diye sor daha iyi yani.

Zaten başından beri pek umursamadığım ama daha sonra okuyunca "Amma dandik yazmışım be" dediğim Soul Hunted'ın (Neden İngilizce isim koymuşum ki? Ergenlik işte) 7. bölümünde 20 okunma var. 20 kişi ne zaman ve neden okudu acaba onu? Ben çünkü okumazdım, açık söylüyorum. Eski yazılarıma göz atmayı bu yüzden seviyorum, "Senin cibiliyetini sikeyim ben, nasıl hikaye bu?" şeklinde, "Yapacağın göndermeye, çalacağın mekaniğe sokayım" biçiminde bir etkisi oluyor. Şu var ki: Doğru düzgün eğitilmeden başladığın her iş kötüdür, zamanla; hem göre göre hem kendine söve söve gelişirsin. En baştan okuyayım dedim bir, yazacağım önsözü sikeyim. Önsöze gel hele önsöze: "Bir light novel yazmaya karar verdim." Bunu düşünen beynimin kıvrımlarını... Bu arada 17 yaşındaymışım onu yazdığım zaman, 17 yaş da harbi sıkıntılı bir yaş ha. 18 yaşa yaklaşmanın gereksiz özgüveni, ergenliğin patlama noktasına ulaşması falan... N'oluyorsa 18 yaşına girince mk, ben girdim, girmeyen varsa söyleyeyim: Bir sik olmuyor. "Bağımsızlığımızı kazanıyoruz oğlum." Yarrak kazanıyorsun yarrak, ye'n mi? Bağımsızlıkmış... Amerika mı lan burası? Bir şey kazanmıyorsun, askere git gel, ondan sonra kazanırsın ne bok kazanıyorsan ki o da meçhul. Bir tek işte seçimlerde oy veriyorsun ki ilk kez oy verdikten sonraki his de tam olarak şu bak: "Eeee, n'oldu şimdi yani anasını satayım? Dünyayı -veya en azından vatanı- mı kurtardık? Bunun için miydi bunca tantana?" Ha bir de içkin sigaran varsa gidip rahat rahat alabiliyorsun marketten neyin. Bak unutmuşum, bir de bazı şeyleri kendin halletmen gerekiyor ki toplumsal bürokrasinin en sikik halleriyle uğraşıyorsun (Resmi bürokrasiden bahsetmiyorum bak, o da var da asıl toplumsal bürokrasi hiç çekilmiyor). Ulan o değil millet 16, 17 yaşlarında ağır komünist falan takılır, benim lisede hiç öyle bir durumum yoktu. Ha yerine ve durumuna göre esnettiğim siyasi bir görüşüm vardı ama pek benimsediğim, uygun davrandığım ya da hararetle savunduğum bir şey sayılmazdı. 22 yaşında hippi, anarşist, abazan, diktatör, üstünlükçü, yağma destekçisi, hak gören, eşitlikçi, kabullenici isyankâr*1 kırması saçma sapan bir şeye dönüştüm. Ne saçma karışım lan bu? Birbirini nötrlüyor mk ama durumumu daha iyi anlatamıyorum. Üstünlükçülüğümün en tepesinde de soy, inanç, aile, ten rengi, cinsiyet veya diğer şeylerden bağımsız olarak ben varım ha, tipimi sikeyim.

*1: Yani şöyle oluyor: Başıma ters bir şey geldiğinde "Komedi malzemesi değilim ama ben!" şeklinde meramımı doğrudan ilgililere iletiyorum, Bektaşi fıkrası başkarakteri tavrı özetle; birkaç tane okuyun (ama aşağılamak için değil aracılık etmek, meram anlatmak için söylenmiş olanlardan okuyun) ne dediğimi anlarsınız.

"Revani" diye şair var lan. Aslında "Revan"dan geliyor bu mahlas, Taht-ı Revan'daki revan. O da "yürüyen/hareket eden taht" demek, revani tatlısının adının bunla ilgisi olduğunu pek sanmıyorum. Hah neyse, hakkında şöyle bir bilgi var: "Tezkirelerde zevk ve sefaya, içkiye, güzele bir insan olarak nitelendirilen Revani, şiirlerinde de bu eğilimini yansıtmış, sürdüğü yaşamı, özlemini çektiği tutkuları, canlı, içten, akıcı bir söyleyişle, divan şiirinin mazmunlarını kullanarak, ama kendi dünyasından kopmadan dile getirmiştir. Divan'ı ile İşretname mesnevisi (içki içme kurallarını konu alır; bazı edebiyat tarihçileri tarafından, daha sonra yaygınlaşan sakinamelerin ilk örneği sayılmıştır) günümüze kalmıştır." Vikipedi'den bu paragraf, noktasına virgülüne dokunmadım; dokunsam "Güzele ne lan?" diye parantez ekleyip (Muhtemelen yazılması unutulmuş "düşkün" kelimesi var o arada) o ama'dan önceki virgülü yazanın bir tarafına sokardım. Son cümleyi anladıysanız anlamışsınızdır, anlamadıysanız şimdi anlayacaksınız ama anlayanlara bile bunu kendi cümlelerimle anlatmak istiyorum: "'Rakı adabı' üzerine mesnevi yazmış ulan işsiz herif!" Kendim dışında her boktan haberim olması da ayrı bir şey tabii.

Çok boş vakti olan amcalar vardır, bildiniz mi? Hani emekli olurlar genelde, markette falan "Bu sıra nereden başlıyor ulan?" diye her akıllarına geleni söyleyip gerekirse ta ilgili kurumun en başındaki kişiye kadar ulaşırlar. Artık boş zamanın getirdiği can sıkıntısı ve sonun yaklaştığının bilincinin doğurduğu kaybedecek bir şeyi olmama hissinin birleşimimi mi yoksa başka bir şey mi bu tavrı doğuruyor bilmiyorum. Konuya böyle girmeme rağmen aslında bu amcaları sevmiyor değilim, neticede adamlar bizim gibi "He" deyip geçmiyor, saçma sapan ve gereksiz de olsa haklarını savunuyorlar. İnsan hayatı -her ne kadar bu kadar çatışmayla da yaşanmazsa da- bu kadar basit bir şeydir, daha önce de dediğim gibi. Bir insanın yegane derdi o gün ne yiyeceği olmalıdır ve bu da paraya değil mevsime, toprağa, suya ve coğrafyaya, belki biraz da inanca ve kültüre endeksli bir dert olmalıdır.  Hah, işte bu amcalar aslında yaşamanın doğru yolunu bulmuşlar ama millete anlatamadıklarından artık bıkıp psikolojik terörizmi seçmişler. Ondan sonra You-Zitsu'da Kouenji denen bir maymun vardır, o da yaşamanın doğru yolunu bulmuş bir insan evladı. İnsan hayatı böyle bir şey: Sınırların içinde bulunduğun sürece canının istediğini yapmalısın, budur yani. O sınırları da önce devlete göre belirlemelisin ki dertsizlik için çıktığın yolda başına dert alma; sonrasında ahlak, kültür, inanç, kendi kişisel görüşlerin vs.ye göre sınır belirleyebilir veya belirlemeyebilirsin. Bana ne aq? "Canının istediğini yap" dedim az önce, "Benim dediğimi yap" demedim. Zaten benden hoca falan da olmaz, ne dediğimi ne yaptığımı yapmamak bilhassa benden yaşça küçükseniz sizin hayrınıza; zira mal ortada yani. Dikkate değer bir şey değil. Mal derken hem "varlık" anlamında hem de "öküz" anlamında (Hakaret olarak kullanılan "mal"ın etimolojisini kırk kere anlattım, tekrar ettirtmeyin) bu arada. Neydi bu, cinas mıydı?

Mesela bir yere gidiyorum; daha önce bildiğim, gittiğim bir yer, kimse yok. Kimse olmaması süresi belli bir seviyeyi aşınca bende "Lan acaba şizofren miyim, hiç öyle kişiler yok muydu? Bugüne kadar yaşadıklarımın kaçı gerçekti, şu an beyaz duvarlı bir tımarhane odasında mı takılıyorum ben yoksa?" şeklinde korkular oluşuyor. Bunun delilik arzusundan mı korkusundan mı yoksa ikisinin birleşiminden mi kaynaklandığı hakkında bir fikrim olmasa da hissettiğim şeyin korku olduğundan şüphem yok. Bu ailem için bile oluyor, eve gidiyorum, kimse yok; bana haber vermemişler, ulaşamıyorum da telefonlara falan... Haydi...

Modernleşmedir, teknolojidir, şehirleşmedir bunlardan pek hoşlanmadığımı zaten biliyorsunuz. Genel tavrım şu ikisi: "Aq teknolojisi önce kendi söküğünü diksin" ve "Lan şunu bir yapıp öyle ona geçseydiniz?" Birincisi mesela akıllı telefonların GPS cihazlarını yok edeceği iddiası. E, iyi de; akıllı telefonun GPS'i internetsiz dağ başında çalışmıyor, onu ne yapacağız? Türkiye'de zaten "internet altyapısı" diye bir şey bile olmadığı ve şehrin ortasında yanındaki iki binaya internet verilebilen yerlere internet verilememesi gibi gudik durumlardan hiç bahsetmiyorum bak çünkü bu öngörünün bütün dünya ABD'den ibaretmiş veya ABD ile aynıymış gibi düşünülerek yapıldığı açık. Tamam, internet konusunu bir şekilde çözdük Elon Musk'ın "hava interneti" ile falan... İyi de benim pek sevgili akıllı telefonum, çoğu zaman hangi ilçede olduğumdan bihaber; Ayvalık'ta sanıyor mesela beni, onu ne yapacağız? Lan ilçe tayinini doğru düzgün yapamayan telefon neden ve nasıl GPS'in yerini alsın? Ki gezginler tarafından çevrimdışı haritalar, hatta matbu (yani kağıt üstüne basılı) haritalar bile hâlâ kullanılırken GPS nereye yok oluyor daha? Yine birinci konu hakkındaki ikincisi de kablolu kulaklıkların devrinin biteceği. İyi de kardeşim, bu sokuk kablosuz kulaklıklar aynı modelden telefonlarda bağlanması gereken telefonu ayırt edemiyorlar daha ve bunu bizzat bir iPhone kullanıcısı Twitter'da söyledi (Şimdi Tweet'i aramakla uğraşamam, Onedio'nun komik tweet listelerinden birindeydi). Nasıl yapacağız o işi? Önce hangi telefona bağlanması gerektiğini öğrensin, sonra kablolu kulaklıkların neslini tüketir. Gelelim ikinci konuya. Tabii Onedio bu konuda pek güvenilir bir kaynak değil farklı içeriklerdeki yanlış olduğu yüz yirmi yıl önce kanıtlanmış efsaneleri (mesela kirpilerin diken fırlattığı) hâlâ "ilginç bilgi" adı altında sunması ve konuyu anlamayı imkansızlaştıran çeviri hatalarıyla (Son zamanlardaki Onedio içeriklerini son halindeki Google Translate'ten çevirip kopyala yapıştır yapsan daha iyi çevirir) falan ama Onedio kaynaklı bir haber: Çipli bedenlerle falan ilgili bir şey. Bu arada tekrar bulamadım, kaldırmışlar herhalde; Neurolink ile ilgili bir şey çıkıyor ama bahsettiğim o değildi. Bu kısmı silmeyi düşündüm ama Onedio'ya geçirmemi silmek istemiyorum, dolayısıyla Onedio'yu bağlamdan koparıp devam ediyoruz: Arkadaşım şu sağlık sorunlarına bir baksanız önce? Diş, tırnak, kemik diye diye helak oldu lan millet. Sırf ölümcül olmadığı için mi yani bu? Hadi illa eğlence meğlence için bir şeyler yapacaksınız, şu koduğumun tam dalış teknolojisini çıkarın lan artık! O değil teknolojinin kendisi ortada yokken Türkçe adı var ama bizimkiler yine İngilizcesini kullanacak. "Taşınabilir şarj" demeye üşenip "Powerbank" diyor lan millet. Buradan İngilizlere sesleniyorum: Ağzınızın yayını sikeyim, ağzınızı eğe büğe ne hale getirmişsiniz lan güzelim dili. Şimdi de yazılışı ona göre değiştiriyorsunuz ama ibneler. Neyse, sakinim. Hayır şu an uğraştığınız şeyler prensip olarak tam-dalıştan çok farklı değil hatta daha ileride, kaç yıldır perişan oldu lan millet beklemekten! (Elon, sana güveniyorum koçum; şu Neurolink ile bize bir NerveGear sürprizi yap be, Twitter profil resmini Edward Elric yapmış adamsın, hadi abicim)

Hazır İngilizceye sövmüşken Türkçe hakkında birkaç şey söylemek istiyorum: Türkçe sanılan kadar esnek bir dil değildir. Anlam açısından kısmî bir esnekliği vardır, kelimelerin anlamları ilgili şeylere değiştirilmeye genelde müsaittir. Bununla beraber yapı olarak son derece katı bir dildir, öyle olmasaydı bugün hâlâ "kaplumbağa, temren, ayak-adım" gibi kelimeleri kullanmazdık. Eğer farklı kelimeler veya farklı anlamlar yapıyı etkileseydi bugün kaplumbağaya "Kabuklu" gibi bir şey derdik. Temren sözü okçuluk artık geçer akçe olmadığı için nadiren kullanılsa da her zaman kullanıldı, "Temiren"-"Temir/Temür" kökünden gelir, Temir'e de bugün Demir ve (anlamla değil özel isim olarak kullansak ve bu da kökten değil hükümdardan gelse de) Timur diyoruz. Haliyle "Temren" sözünün de çoktan değişmiş olduğu çağda "Demren" veya "Timren" gibi bir hale gelmesi gerekirdi, oysa aynı kaldı (Bu arada "Demren" Temrenden dönüşerek erkek adı olarak kullanılıyormuş ama okçuluk içerisinde asla kullanılmadı). Ayak ve adım hakkında da "Ayak" kelimesi "Ad-ak"tan değişmişken "Ad-ım" aynı kalmış, değişime teşne olsa ikisi de değişirdi ve muhtemelen alakasız değişimler olurdu ("Ayak" ve "Azun" diyebilirdik mesela). Bu "ad"ın günümüzdeki "Ad" ile ilgisi yok bu arada, günümüz Türkiye Türkçesinde yumuşak sessizlerle biten öztürkçe sözcüklerin neredeyse tamamı uzun harflerden çıkmıştır; "Ad" sözünün ilk hali "āt" şeklindeydi. Ya da "Uyku" kelimesini Azerbaycancadaki hali olan "Yuxu"ya ve "Uyuklamak" gibi kelimelere bakınca esasen "Uyukı" veya "Iyukı" gibi bir şey dendiğini rahatlıkla anlayabilirsiniz (Kontrol ettim, kaynaklara göre Uyugı; o da ūdıgı kökünden gelmiş), sondaki "I" ismin İ halinin I'sı olduğundan en eski Türkçede değiştirilmemesine rağmen ünlü uyumuna uydurulmuş*. Aradaki U da Türkiye Türkçesinde ya düşmüş ya da başa atılmış ki muhtemelen Arapçanın etkisi var bu durumda da. Yalnız aynı zamanda, Türkçe diğer dillere karşı muhafazakar olmayan, aşırı esnek bir dil. Yabancı sözlerden alınan sözcükleri rahatça benimsemeye imkan sağlıyor ki bunu da özünde olmasa bile dönüştürülebilen ses yapısı ve ekleme müsaitliği ile sağlıyor ("Müsaitlik" kelimesi tek başına bu dediğime kanıt örneğin). Aksi durumda Arapça ve Farsçadan aldığımız F içeren sözleri P ile söylerdik, fazilete "Padılat" derdik mesela. D nereden mi çıktı? Dad harfinden, "Fadıl" ismi kökünden. "Osmanlıca dad harfi" diye aratın anlarsınız. Arapların diğer dillerden aldıkları P içerikli sözleri F ile söylediği gibi yapardık yani. En yakın örnek: Pers-Fars. İşte o nedenle, Türkçe temel olarak kelime ithal edip bunları kendine mal eden yapıda bir dildir ki bu da sondan eklemeli dillerde temel özelliklerden sayılabilecek kadar yaygın görülür. Mesela "Stalk" kelimesi zamanla "Stalk etmek" gibi bağlardan koparılıp "Stalklamak" şeklinde devşirildi, daha eski örneklerden "Örnek" var; Ermenice "Orinag" kökünden gelir, "Ornak" ile başlayıp yumuşatılmış olması muhtemel; bu söz daha sonrasında sanki Öztürkçe bir sözmüş gibi algılanıp ek eklenerek "Örneğin" gibi bir sözün icadına da yol açmıştır. Böyle de aslında baktığında son derece acayip bir dil konuşuyoruz. Aha! "Garip" sözünden meramımı anlatayım: Arapça G-R-B kökünden "Garib" Türkçeye (hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde) "Garip" diye girmiş, girmiş de çoğulu olan "Gureba" ve "Garabet" ikilisini de yanında getirmiş. Gureba hâlâ aynı kalır ve pek kullanılmazken garabetin anlamı garipten de öte pis, iğrenç bir şey gibi abartılı bir seviyeye çıkarılmış. Garip sözü mü? Gariplik, garipleşmek gibi şekillerde ne kadar iyi devşirildiğini anlayabiliyoruz. Türkçe esasen devşirme üzerine kurulu bir dildir zaten, en eski yazılı veya sözlü kaynaklarda bile etimolojisini Türkçe [veya hadi Korece ve Japoncayı da kendi dil grupları içine koyup (Yani Altay dil ailesinden çıkarıp ki adet çoğunlukla çıkarmak üzerine günümüzde) ve Ural dillerini de kökenden ayırıp Altay dilleri diyelim] dışına kadar takip edebildiğimiz sözler var. Ta Alp er Tunga sagusunda kullanılan "Acun" sözünün etimolojisini Soğdca ve Farsçaya (ki Soğdcayı zaten Farsçadan ayrı bir dil olarak görmüyorum ben, Farsçanın daha kaba, daha basit ve muhtemelen aslına çok daha yakın bir lehçesi sadece; günümüzdeki Tacikçenin de kökenidir kendisi) kadar takip edebiliyoruz. Yılan sözünün etimolojisini ya Moğolca "Yıl" köküne (Türkçedeki "Yılmak" ile aynı kök aslında) ya da Çince "Lung"a kadar götürebiliyoruz, hadi Moğolcayı boş verelim; Altay dil grubu içinde aynı/benzer kök normal diyelim (Yani sonuçta bu diller aynı kökenden doğup değiştiler, üstüne hem Türkçe hem de Moğolcada çoğu kelimeyi Altay kök diline dek takip edip ne kadar az değişmiş olduğunu görebiliyoruz), Çince teorisini kabul edersek Türkçenin devşirme sisteminin nasıl çalıştığını çok iyi anlarız: Lung->Iluñ->Ilu/Ilı->Ilımak/Ilmak (Yılmak) (Aslında burası Ilı/Ilu'yu boş verip Ilıñmak diye de yorumlanabilir)->Ilan (Yılan, yani "Yılmak" eylemini gerçekleştiren, sürünen vs. Ilıñmak kökü kabul edersek Ilıñan->Ilan yani Ilıñmak -artık her ne demekse- eylemini gerçekleştiren, diye de yorumlayabiliriz). Hani aslında biz bu dilin içinde doğduğumuzdan pek düşünmüyoruz ama bir anlığına dışarıdan bakmayı denersek son derece garip bir dille karşılaşıyoruz. Öte yandan her dilin kendi içinde gariplikleri ve saçmalık boyutuna varan kendine özgü halleri vardır, sadece Türkçede (dediğim üç farklı durumdaki üç farklı esneklikten ve sondan eklemeli dil özelliğinden dolayı) çoğu dile oranla biraz daha fazla, o kadar. Yine de Fransızca ve Arapçanın eline bu konuda kimsenin su dökemeyeceğine inanıyorum, Arapçada eski çağlarda (Eski dediğim bayağı eski, İslam öncesi çağlar) noktaların bile yazımı ihmal ediliyordu lan, tahmin edeceğiz herhalde kelimeyi, müneccimiz ya biz. Dart atarak mı hangi kelime olduğuna karar veriyorlardı ne yapıyorlardı acaba? ("Fal okları" göndermesi. Ha bunun uygulaması böyle atmak şeklinde değilmiş, o ayrı) Bak İngilizceye çok pis söverim, biliyorsunuz; ama bu gariplik ve saçmalıkları tabii ki olsa ve bazı birtakım başka dillere göre biraz fazla olsa da Türkçedeki kadar fazla değil. Bu arada İngilizce epey törpülenmiş ve 16. yy. civarında neredeyse en baştan icat edilmiş bir dildir, bilinçli olarak ortadan kaldırılan çok fazla özgünlük ve saçmalığa, bir o kadar da uydurulmuş anlamsız kökler veya köksüz sözlere sahiptir. Örneğin bugün İngilizceye en çok minnet duyulma sebeplerinden olan artikel olarak sadece "The" ve birkaç önemsiz, aslında pek de artikel denemeyecek şeyin bulunması bilinçli olarak inşa edilmiştir, öncesinde yüze yakın artikel vardı bu dilde. Ha bizde de bir dil devrimi var ama o tam devşirilemeyen sözleri atmak, ölmek üzere olan Öztürkçe sözlere kalp masajı yapmak (Bazısında -mesela biçim- başarı sağlanmışken bazısında sağlanamadı tabii) ve halihazırda Türkçe olan veya devşirme olduğu bile fark edilemeyecek kadar Türkçeleşmiş olanlara (Örneğin: Örnek) ekler icat etmekten ibaret genel olarak, özellikle halk dili büyük oranda aynı kalmıştı; İngilizcede yapılan komple dili öldürüp tekrar diriltmek iken bizde yapılan olsa olsa organ nakli olur.

*Ünlü uyumuna uydurmak Türkçede şaşırtıcı derecede yakın zamanlara özgü bir adettir bu arada, örneğin "Kızılı, Yeşili ve Moru aldı, köprü yaptı" sözü bu adet çıkana dek "Kızılı, yeşili ve morı aldı, köprü yapdı" şeklinde söylenirdi; aslında köprü hakkında başka bir durum var "köpür" kökünden ama şimdi konu karışmasın. Hatta şu kaynaştırma ekleri "gerekli durum" haline gelene kadar hep vardı, G->Ğ->Y şeklinde gittiler hatta. Yani şöyle: "Kızılgı, yeşilgi, morgı alıdı, köpriğ yapıdı." diye. Kızılgı->Kızılğı->Kızılyı->Kızılı; Morgı->Morğı->Moryı->Morı->Moru. Aslında yeşil Yaş-ıl kökünden gelir, su/ıslaklık veya ağaç ve diğer bitkilere bağlanan bir etimolojisi vardır, sonradan incelmiştir ama onu da konu ve anlatmak istediğim şey karışmasın diye ince olarak aldım. Hatta şurada göstereyim: Yaşılgı->Yaşılğı/Yeşilgi->Yaşılyı/Yeşilği->Yaşılı/Yeşilyi->Yeşili. Ünlü değişimi sadece kalın/ince durumuna göre yapılan şeylerdi, ünlü uyumuna uydurulması çok sonra ortaya çıkan bir adet. Kaynaştırma harfi gerekliliğine dair örnek de vereyim tam olsun: Arabagı->Arabağı->Arabayı. Bu arada bu zamire de uyarlanır, mantığı aynıdır: Ebgim-:Ebğim-:Ebyim->Ebim->Evim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder