Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

16 Ağustos 2020 Pazar

Ejderha ve Mühür ~ 3. Bölüm: Kam Erlik


Boş olduğum için Vlar'ın yönlendirdiği -aynı zamanda uzak durmam gerektiğini söylediği- şamanın evine gittim. Ah, bu bir otağ. Ahşaptan yapılmış ama yine de otağ. Neden şaşırmadım acaba? Yaşlı adam tek gözüyle beni süzüyordu. Uzun, beyaz saçları vardı.

"Adın ne?"

Ani soru karşısında afalladım.

"Utpa. Sizin?"

İhtiyar: "Ulgan."

Cidden mi? Bay Ülgen'in adını taşımak bayağı büyük bir sorumluluk olsa gerek.

Ulgan: "İkimizin adında da büyük sorumluluk var demek..."

Beni yeniden dikkatlice süzdü. Ne arıyorsun ihtiyar?

Ulgan: "Soyadın ne?"

Soyadı mı?

"Kurt."

İlginç bir bilgi: Atam olan şamanın soyundan gelen ailelerin bir kısmının (yani baba tarafından olanların, soyadı değişimi nedeniyle) soyadları şu şekilde: Kurt, pars, yılan, kartal, keçi.

Ulgan: "Erlik adı sana bir şey çağrıştırıyor mu?"

"Yer altının hükümdarlarından biri."

İzanami ve Hades gibi. Aynı zamanda atam olan şamanın adı ama bunu söylemeyeceğim.

Ulgan: "Sorum yanlıştı sanırım. Kam Erlik adı sana bir şey hatırlatıyor mu?"

Evet, atam olan şaman. Bunu söylemeli miyim? Ne olacaksa olsun.

"Evet, atam olan şaman."

Ulgan: "Ben de öyle düşünmüştüm. Erlikli ailesinden o zaman?"

Vay, bunu en son anneannemden duyup dalga geçmiştim. Evet, o da aynı şamanın soyundan geliyor. Bayağı kalabalığız ve Avrasya'da bayağı yere yayılmış haldeyiz. En yoğun olduğumuz yerler Macaristan, Türkiye, İran ve Kazakistan. Budapeşte, Bursa, Konya, Balıkesir, Muğla, Tebriz ve Astana'da yoğunlaşıyoruz. Yine de birçok ülkenin birçok şehrinde Erlikli kökenli birileri var.

"Öyleysem ne olmuş?"

Ulgan: "Benim atam olan şaman, şu kadim ailemin kurucusu. Adı Kam Teñri. Ailem de Umaylılar diye anılır."

"Ne olmuş?"

Sorumu tekrarladım, anlamı varmış gibi.

Ulgan: "Kam Erlik'in ağabeyiydi."

Vay be, tuhaf isimler ailemizde eski bir gelenek demek ki. Yalan söylemesi için bir neden olduğunu düşünmüyorum. İhtiyar devam ediyor.

Ulgan: "Mühre sahipsin."

Bunu biliyorum. Mührün ne olduğunu bile bilmiyorum ama olsun.

Ulgan: "Ailenizden uzun süredir şaman çıkmadı. Bazıları farklı şekillerde kanlarındaki gücü kullandı gerçi."

İznik'in fethine katıldığı anlatılan yarı derviş yarı cinci hocadan mı bahsediyor acaba? Doğrudan atam değil gerçi ama o da öyle olduğunu söylemedi zaten.

Ulgan: "Seni eğiteceğim. Mühre sahip olman, kaybolan ihsanınızı çıkarabileceğini gösteriyor."

Vlar "çocukluk arkadaşı" olayına klişe diyordu bir de. Aslında yetenekli büyücüymüşüm de herkesten saklıyormuşum meğer, klişe olacaksa tam olsun.

Ulgan: "İki aile farklı yollardan gitse de uygulamalarının temeli aynı. Bizim büyümüz gündelik eşyalara ve hareketlere saklanır, özellikle de kılıç hareketlerine. Yine de arada önemli bir fark var: Biz büyümüzü büyük oranda aynı tutsak da siz birçok farklı tarzla, İslamî, Hristiyan-tarzı, Musevi Kabala, Zerdüşt ve Budist büyülerle ve daha fazlasıyla birleştirip bambaşka bir tarz oluşturdunuz. Sorun olmayacağını düşünüyorum."

Olmaz. Teorik bilgim var. Zeus'un kalbine kazık saplamak umarsız bir davranış değil bilinçli bir hamleydi. Olay özetle turist olarak Puklinya'ya gelip Düzen Bürosu'na sorun çıkarması, daha önce de dediğim gibi bu şehirde güçlünün sözü geçer. Ve bilgi güçtür. Francis Bacon'un iddiasının aksine tek başına yeterli olmaktan çok uzaktır ama; ya fiziksel bir şeyle -mesela kas gücü, çeviklik, zenginlik veya el becerisiyle- ya da zihinsel bir durumla -örneğin önüne geleni tehdit edip kölen yapacağın bir şerefsizlik seviyesiyle- tamamlanmalıdır. Yine de kendimi söylemekten alamayacağım bir şey var ki...

"Ne bu? Amakusa remiks kilisesi mi? Peki Kanzaki de bizi görecek mi?"

Ulgan: "Çok az kişinin anlayabileceği referanslar verme."

"Ya ne yapayım? Fikir çalan sensin!"

Ulgan: "O bizim fikrimizi çaldı. Karısı Umaylı soyundan geliyor, biliyor muydun?"

"Kimin?"

Konuşmayı sürdüremiyorum artık. Kamachi Kazuma'dan mı bahsediyoruz şu an? Evli olup olmadığı bile belli değil. Gerçek adı o mu ki? Mahlas kullanıyor olabilir.

Ulgan: "Kamachi'ye fikir veren."

"Kim lan o?"

Ulgan: "Şaka, şaka..."

Bana "Çok az kişinin anlayabileceği referanslar verme" deyip onu anlayamayanların anlayamayacağı bir diyaloğa sokan sensin ve şimdi "şaka" diye mi geçiştiriyorsun?

Ulgan: "Erlikli ve Umaylı büyüsü hakkında dediklerim gerçek ama."

Olmasa şaşardım. Öğreneceğiz mecbur. Aynı anda hem kılıç hem büyü eğitimi almak kulağa o kadar da kötü gelmiyor.

Ulgan: "Meditasyonla başlayalım."

Yine mi? Şaman kanım mı var yoksa Buda'nın mı soyundan geliyorum belli değil. Ailemin öğrettiği her şey de bununla başlıyordu. Öylesine alışkanlık oldu ki meditasyon yapmadığım gün hayatı kaçırmış gibi hissediyorum. Amma ironik.

Ulgan: "Bildiğin herhangi savaş sanatı var mı?"

"Ailemin gizli dövüş sanatı..."

Ulgan: "Amarokun aslı olan mı?"

"Babam öyle olduğunu söylüyor."

Ulgan: "Başka?"

"Tekvando..."

Ulgan: "Ne tür tekvando?"

Bırak da lafımı bitireyim. Ne demek "Ne tür"? Sorduğun buysa Korelinin tekinden "gerçek savaşta kullanımı" için bir ders aldım. Bayağı uzun sürdü. Onun dışında federasyonun kurallı tekvandosuyla da uğraştım. O adam bir terim kullanmıştı. Neydi? Beş bir şey... Zaten sanki beş farklı savaş sanatı öğreniyormuş gibi hissettim. Hah, tamam.

"Modern tekvando. Ayrıca beş kwan: Song Moo, Chung Do, Moo Duk, Ji Do ve Chang Moo."

İsimleri hatırlayabilmem çok iyi oldu. İhtiyar nihayet devam etmeme izin vermiş gibi duruyor.

"Aikido, alpagut dövüş sanatı, okçuluk."

Öyle bakma ihtiyar. Bitirdim. Neyin peşindesin? Devamı yok. Bir şey soracaksan sor.

Ulgan: "Okçuluğu kim öğretti?"

"Dedem?"

Bunun ne önemi var?

Ulgan: "Hangisi?"

Cidden, bunun ne önemi var?

"Anne tarafından."

Ulgan: "Türk okçuluğu o zaman. Atlı mı?"

"Yaya."

At binmeyi bilmiyorum. Hem baba tarafım öğretse İngiliz okçuluğu mu öğretecekti? Bunun konumuzla ne ilgisi var? Ulgan devam ediyor.

Ulgan: "Yadigarları teslim aldın mı?"

Ne yadigarı? Hiçbir şeyi teslim almadım ben.

"Yedinci yaş günümde başıma güvercin tüyleriyle süslü bir börk takmışlardı."

Ağzım kendi kendine hareket etti. Yok, hayır, öyle değil. Cevap vermeye zorlandım. Git geber, şaman kanı. Sahip olduğum kanın böyle bir özelliği var: Aynı kana sahip kişiler seni cevap vermeye zorlayabilir, bu bir zorlama olduğu için de yalan söylemek söz konusu değil. Babam da annem de bunu üzerimde birkaç kez kullandı, fark ettim ki yalan söylenemese de bir yere kadar bilgi gizlemek mümkün. İradenle ve umursamazlık seviyenle ilgili sanırım. İkinciden gurur duymasam da bende ikisi de yüksek. "Kanın Dürüstlüğü." Ablam buna bu ismi vermişti. Ailemiz pek katı olmadığı için başımız belaya girmese de bir kez Kanın Dürüstlüğü'nü kullanmayı denedim ve buz kraliçesi sandığım ablamın aslında üst düzey tsundere olduğunu öğrendim. Öğrenmesem daha iyiydi gerçi, buz kraliçesiyle daha rahat iletişim kuruyordum. Kendi kaşınmıştı ve onu devam ederse Kanın Dürüstlüğü'nü kullanacağım konusunda uyarmıştım, o nedenle de pişman olduğum söylenemez. Beni sinir etmişti ama konuyu ve ayrıntıları pek hatırlamıyorum.

Ulgan: "Kılıçlardan birini teslim almadın mı?"

Kılıç falan teslim almadım. Alacak olsam kılıç eğitimini ailemden alırdım zaten. Niye sana geleyim? Büyü için, doğru.

"Hayır."

Ulgan: "O zaman... Kılıç kullanmayı öğrenince ne kuşanmayı düşünüyorsun?"

Ben bir yeri mi kaçırdım? Bu konuşma çok hızlı ve ani gitmiyor mu? Anlayamıyorum. Dükkanın tekinden bir kılıç alacağım işte, Puklinya'da ortalama bir FRP kasabasına kıyasla daha çok silahçı var.

"Bir tane alacağım."

Ulgan: "Acıktım. Ne yemek istersin?"

Aniden konuyu değiştirdi. Takip edemiyorum artık. Puklinya'da yiyecek konusunda epey seçenek var bu arada. Birçok milletten insan ve birçok mitolojiden yaratığın olduğu bir şehirde hepsi kendi mutfaklarını sunacak tabii. Önceden böyle bir durum yokmuş ama İnanç Bürosu'nun üç önceki başkanı Pazuzu domuz içeren yemeklerin domuz içermeyen versiyonlarının da menüye koyulmasını şart koşmuş. Kral Pazuzu değil, öyle üst seviye bir varlık sikik bir Üçlü Şehir'in dandik bir bürosunda vaktini öldürmez. Zeus bile sadece turist olarak üç gün kalmaya gelmişti. Kralının adını taşıyan sıradan bir rüzgar cini sadece. Aslında kendisi kaşrut uygulamak istemiş ama İnanç Bürosu'nun başkanının yetkileri diğer çalışanlar tarafından kısıtlanmıştır, kendi inancını dayatmasın diye olsa gerek. Yemekler ucuz da sayılır. Sonuçta Puklinya ve diğer Üçlü Şehirler'in ekonomisi dolara değil altına endeksli. Çoğu kişi burada yaşadığı için Puklinya'ya ait sikkelerle ödeme alıyoruz, bakır, gümüş ve altın olarak üç tipteler. Bununla birlikte dışarıda yaşayan az sayıda kişi insanlara ait para birimleriyle ödeme alıyor. Onları anlayamıyorum. Buraya her gün gelip gitmek eziyet olurdu. Sadece geçitlerle geliniyor aslında ama tam olarak nerede ki burası? Avrasya'da bir yerlerde...

"Bunu sormayı niye ertelediğimi ve muhatabımı doğru seçip seçmediğimi bilmiyorum ama..."

Öyle bakma ihtiyar, sorumu sormamı zorlaştırıyorsun.

"Puklinya tam olarak nerede?"

Ulgan hâlâ sorgulayan gözlerle bakıyor.

"Coğrafi olarak yani."

Ulgan: "Anadolu'da bir yerlerde, başkent seçilmesinin bir nedeni var."

Diyorsun?

Ulgan: "Saçının yeşil olduğunu fark etmiş miydin?"

Bu adam niye kırpılıp kuşa çevrilmiş uyarlamalar gibi konudan konuya atlıyor? Sahne atlanmış gibi bir his. Neyin peşindesin? Ayrıca saçım yeşil falan değil.

"Hayır, siyah olduğundan oldukça eminim."

Ulgan: "Kesinlikle yeşil."

Tamam, pes ediyorum. Bu amcayla daha fazla mücadele edemem. Aslında Puklinya'da sıradan dünyada görülemeyecek bazı şeyler görülebiliyor, o yüzden bu fikre tamamen karşı değilim.

Ulgan: "İkinci mühre sahipsin yani."

Ne? Sahip olduğum mühür saçımın yeşil olması mı? Ayrıca birden fazla kişide birden fazla mühür mü var? Aaah, vazgeçtim. Tamam, tamam. Madem öyle ihtiyar, senin kurallarınla oynayacağım.

"Pide güzel olabilir."

Tatmin olmuş bir ifadeyle bakmayı kes, tiksindiriyorsun beni.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder