Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

12 Ağustos 2020 Çarşamba

Öylesine, Bildiğin Yazı 82768271612 (Yaparım demiştim. Gerçi "abartı sayısı"yla numaralandırmayı ben de beklemiyordum ama birazcık sinirlendim de...)

 SAO'nun güncel sezonunu izliyorum, Underworld'ün bilmem kaçıncı kısmı. Kaç sezona böldünüz lan bunu? Neyse. Aslında bakma, SAO ilk sezondan sonra izlenecek anime değil de ikinci sezondan beri güncelden devam ettiğim için gidiyor. Ha ikinci sezon (Phantom Bullet/GGO) sırf Sinon için izlenmez mi? Bence izlenir ama konumuz bu değil. Bir de kılıç düşkünü olduğumdan ve dövüşler de efektler olsun, hamleler olsun güzel olduğundan devam ediyorum bir şekilde. Yalnız aklıma bir şey takıldı... Bu kırmızılılar Yuna'yı tanıyor, Gülen Tabut'un logosunu biliyorlar... Ama Kirito'yu tanımıyorlar. Lan bu herif bildiğin SAO kurbanlarının yüzü değil mi? Bütün dünya tanımıyor mu aq harem ağasını? Yüzünü bilmeseniz bile adını elli defa söylediler lan? Ayrıca tanımasanız bile PoH itinin sakat birine yaptığı muamele kötü adamın o olduğunu anlamak için yeterli değil mi? Aranızda zeka belirtisi gösteren neden sadece iki kişi var? O iki kişinin de bizim tayfaya katılacağı o kadar belli ki; hani başka türlüsünün imkanı yok. SAO bu, hep böyle gitti. En azından Klein ve Eugo haricinde bir erkek ve Yui haricinde Kirito'ya meyletmeyen bir kız dahil olur ekibe (Yui de Kirito'nun kızı olduğu için meyletmiyor zaten aq). O değil de geçen sezon Asuna ilk geldiği bölümde Alice engel olunca neden "Kocam lan o benim" diye içeri dalmadı onu anlamadım, teknik olarak evlendiniz lan siz? Aincrad'da hani? Hatta gerçek dünyaya çıkınca da bir olayınız yok muydu? Niye hâlâ sevgilim diye tanıtıyorsunuz birbirinizi? Yazar ne yazdığını unuttu herhalde. Ha yok, onun açıklaması yapılmıştı Aincrad'dan kurtulduktan sonra, tamam. Ama ben Asuna'nın yerinde olsam gayet o tavırla içeri dalardım. Bu arada burada Houkago Teibou Nisshi'nin çevirmeninden özür dilemek istiyorum: Çevirisi yarım kalmamış serinin, Corona dolayısıyla komple yayını yarım kalmış; şu an devam ediyor. Ama bunca yarım kalan çeviri varken komple serinin değil sadece çevirinin yarım bırakıldığını düşünmem benim suçum değil!

Bir arkadaşı babama "Fiskobirlik Nuga en fazla fındık içereni" demiş, ondan aldı geldi. Şimdi, birincisi daha fazla fındığın daha kaliteli olduğu anlamına geldiği inancını hiç sorgulamayacağım çünkü babam hayatını kalitesiz şeyleri "Doğal, o yüzden." diye savunarak geçiren bir insan. Lan ne alakası var? Kalitesiz işte, doğal olan şey daha kaliteli olur bir kere! Doğal ürün dediğin "Tamam, sen burada kendi kendine takıl" şeklinde yetiştirilmez de doğru düzgün bakım yapılırsa (Ve doğal tarım ürünleri GDO'lu olanlara kıyasla çok daha fazla bakım ister; bizim millet bitki bakımını su, gübre, ilaç şeklinde anladığı için bu durum ortaya çıkıyor) genetiği değiştirilmiş olanların, hormonluların vs. asla ulaşamayacağı bir kalitede bulunur. Ulan ayrıca bitkinin hormonsuz ve GDO'suz olması doğal olduğu anlamına gelmiyor, sen buna tarım ilacı, suni gübre vs. kullandıysan o şey doğal değildir. Ormandan kendin mi topladın da doğal olduğundan o kadar eminsin? Biz dediğimiz şeye elli yerden kanıt getirsek inanmıyor, başkası "Gökyüzü yeşil." dese inanacak. Neyse, Fiskobirlik Nuga diyordum. Aslında tadını sevdim, güzel bence; yalnız şöyle bir durum var: Bu tür ürünler her zaman kakaolu fındık ezmesi/kreması şeklinde geçer ama Nutella, Peripella, Çokokrem vs. bildiğin çikolatadır. Bu Nuga gerçekten de içine kakao katılmış fındık kreması, yerken fındığın özünü hissediyorum. Kavanoz kaşıklayarak aydınlanan insan mı olur lan? Tema da "fındık" ha; bari genel olarak kuruyemiş falan olsaydı. Tadı kötü mü? Değil, aslında epey güzel; ama kakaolu fındık kremasından beklenen şey bu değildir, tam tersine çikolatayı hissettirmesi ve ön plana koyması beklenir bu ürünlerden.

Merak ettiğim, cevaplanması gereken şeyler var. Günümüzde kil testiler bilmem kaç derece fırında pişiriliyor da iflah oluyor, elde yapmak o kadar da mümkün değil. Ama kardeşim toprak/kil çanak çömlekler insanlar tohum ekmeyi öğrenmeden önceden beri var, komple mağarayı mı ateşe veriyorlardı lan? Seramikçiler, tarihçiler, arkeologlar, artık bu konu kimin alanıysa cevap verin! Aslında o çok dert değil de asıl "Yiyecek için sırlama" benim sorunum. İki tane kimyasaldan bahsediliyor da lan eben, ne kimyasalı? Kaç bin yıl diyorum lan? Bitkidir, kalaydır, ne kullanılıyordu eskiden? Neden bunun cevabı hiçbir yerde yazmıyor? İkincisi demir eritme. Şimdiki teknolojide demiri eritmek için koskoca tesis kuruyoruz ama "dökme demir" dediğin şey yüzlerce yıldır var olan bir şey, nasıl erittiler lan bizim günümüz teknolojisiyle zor erittiğimiz demiri? Nasıl ha nasıl? Bu arada toprak değil ama "Demir eritme çukuru/potu"nun nasıl yapılacağına dair video var internette. Şimdiki merak konum da eskiden kullanılan o sistem hayli işlevselken şu an neden koskoca fabrika kuruyoruz, ulan?

Terleyen Testi 5lt – Çömlek Online – Online Çömlekçiniz

Youtube'da gezinirken Kılıçevi'nin kılıçlarından gördüm, bir tane "Osman Gazi kılıcı" diye bir şey vardı. Kuruluş dizisinde kullanılan kılıçmış, ilk bölüme göz atmama rağmen hiç de dikkat etmemişim kılıca. Halbuki tam olarak onlara dikkat etmeye çalışıyordum: Kıyafetler doğru düzgün mü, tamgaları ne yaptınız, kılıçlar nasıl kılıçlar? Bu, benim için tarihi dizi budur. Epey iyi bir seçim ama Osman Bey kılıcı için o yapı. Temel yapı (kabza dahil) Arap palasına benziyor (Osman Bey'e ait olan veya öyle bilinen kılıçların hepsi Arap palası biçiminde), hafifçe eğrilmiş; bu iki yönden gayet iyi bir seçim: Hem Arap palası* benzeri yapısını korumak eğrilik arttıkça zorlaşırdı hem de erken Osmanlı tarzı kılıçların oldukça hafif bir eğriliği vardır. Örnek için Fatih Sultan Mehmet'in kılıcına bakabilirsiniz. Ayrıca balçaktaki o ejderimsi kurt figürleri? Bayağı güzel yani sözün özü. Ha bu gerçekte asla var olmamış (Belki Hunlar bir dönem benzer bir kılıç kullanmış olabilir, manyak gibi her kılıç tipini denedi adamlar) kurgusal bir kılıç olduğunu değiştirmiyor ama epey güzel ve gayet iyi bir seçim. Dur, siteden kaldırılır falan; görsel koyayım.

Osman Gazi Kılıcı - KılıçEvi

*O değil de bu kılıca ne denir ki başka? Adı bu değil ama başka bir adı da yok; ne Arapça ne Farsça ne de Türkçede "Düz kılıç" harici bir şekilde anılmıyor, düz kılıç dediğinde de işin içine Avrupa kılıçları, düz namlulu şemşir falan da giriyor. Düz İslam kılıcı mı desem ne desem? Gerçi İslam'la bir alakası yok kılıcın, Ortadoğu tarzı kılıç işte. Araplar İslam'dan önce de bu tür kılıçlar kullanıyordu, Yahudiler de Mısırlılar da kullanırdı. Ortadoğu tarzı düz kılıç belki? Neyse ne be, Arap palası demeye devam edeceğim ben.

Arab sword - Wikipedia

Ha Fatih demişken: Şu İBB'nin aldığı tabloda Fatih'in karşısında duranın kim olduğu tartışıldı bayağı. Tabii ki ressamdan başka birinin bilmesi kesin olarak mümkün değil ama ya Osmanlılı ya da başka bir Türk-İslam devletinden gelme biri olduğu kesin. Türk-İslam kıyafetleri diğer İslam kültürlerindeki kıyafetlere pek benzemez bu arada, İslam öncesi Türk kıyafetleriyle yapısal olarak birleşmişlerdir, Osmanlı'da ayrıca Bizans ve diğer batı kıyafetlerinin etkisi de vardır. Peki, sırf kıyafetten mi bu düşüncem? Aslında başka bir Müslüman ülkeden veya bir doğu ülkesinden de geliyor olabilir; tıraşlı olduğu için batılı olduğu düşünülmüş çoğu kişi tarafından ama mümkün değil. Ayrıca tıraşlı olduğu ne belli lan? Belki herif köse? Belki daha sakalı çıkmamış bir genç? Hah, neyse, neden mümkün değil? Kıyafetten. Yok, öyle değil, "Batılı adam Osmanlı kıyafeti giyemez mi?" değil olay. Olay şu: Ne batılı bir ressam soydaşını ve/veya dindaşını Osmanlı kıyafetleri içinde çizmeye razı gelir ne de Fatih buna izin verir. Hadi diyelim Fatih izin verdi (Zira kendisi en yenilikçi ve kabullenici padişahlardandı, Yavuz gibi "Asarım keserim"ci değil de "Tamam, ne yaparsanız yapın" tipindeydi daha çok. Gerçi aynı zamanda başına da buyruktu, paşaların defalarca kuşatmayı kaldırmak için baskı yaptığı bilinen bir şeydir) paşalar ve şeyhülislam bir sürü arıza çıkarırdı. İş Fatih'i (Akşemseddin'e ve İstanbul'un fethi hadisine rağmen) "Gavur sultan" ilan etmeye kadar giderdi mazallah (Başına benzer bir şey gelmiş biri için: 2. Mahmut).

Stajda sadece bir hafta oldu ama kendim ve hayat hakkında çok şey öğrendim. Staja mı gittim yoksa dağ başında bir bilgeye çırak mı verildim anlayamadım. Ha öte yandan, epeydir beni geride tutan "Ne yapmak istiyorum, ne yapabilirim, ne yapmalıyım?" sorununa da birkaç gayet kesin ve geçerli cevap buldum. Ha fikir bulma, karar alma ve uygulama konusunda bipolardan hallice olduğumdan bu belki ilerleyen günlerde (mesela staj bitip evde pineklemeye dönende) değişebilir ama artık büyüdüğümü, zincirlerimden tek birinden dahi olsa kurtulduğumu hissediyorum. Özgürlük çok iyi bir hismiş. Korkutucu da tabii ama... Eh, gül, diken, bok püsür (Sözü yazsam daha az efor sarf ederdim yeminle).

"Kafam girsin." diye küfür var lan. Türkçe harbi dünyanın en güzel dili bak. Başka dilde var mı böyle küfür? "Kafam girsin!" Nereye girsin? Hadi "Sokayım"lı sözlerle aynı yere, sığar mı bu bir... İkincisi gerçekten bedenimizin üstündeki kafadan mı bahsediyoruz? Çünkü çoğu küfrün etken elemanının... Ne anlatıyorum lan ben?

"Ejderha ve Mühür"ün 2. bölümü için bir tasvir yaptım, onunla uğraşmasam çoktan yayınlayacaktım. Tasviri tamamlayayım da devam edeyim. Biraz doğaçlama yaptık tabii... Neden? Çünkü kendisi çok bir şey beklediğim bir eser değil, öylesine, kafa dağıtmalık yazıyorum. Ciddiye alsam zaten bu dandik blogda yayınlamam. O değil şu "Ne yapmak istiyorum?" konusunda ekstra bir blog açabilirim, tabii henüz değil; daha çok zaman var onun için. O ekstra blog, açıkçası, gelir için olacak. Ek gelir için yani... Ya da ana gelir, diğerlerinin düzenine ve diğer şeylere bağlı. Cevaplarım kesin ve geçerli olmasına rağmen yol haritam kesin değil, hatta bir yol haritam bile yok. Şimdilik akışa müdahale etmeyecek ve sürüklenmeme izin vereceğim. Zamanı gelince daha net tavırlar koyarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder