Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

14 Temmuz 2020 Salı

Her Zamankinden Çek Abime!

Şimdi, ben komplo teorilerinden, şehir efsanelerinden ya da bunlar gibi şeylerden hoşlanmayan, bunlara ve bunların anlatıcılarına, destekçilerine vs. "Mal mısınız amk" şeklinde yaklaşan bir insan değilim. Hatta en az yarısının doğru olmasını isterim ki dünya gerçekten de ilk bakışta göründüğü kadar sıkıcı bir yer olmasın. Yalnız şu "Amerika hepimize çip takacak" teorisini duyunca "Amerika zaten takacağını taktı, sizin haberiniz yok" diyesim geliyor. Abicim, zaten elindeki o akıllı telefonla neon tabela gibi geziyorsun, hâlâ ne çipi Allah aşkına? Kalburüstü bir heçkır (TDK'nin "yetkisiz erişen" saçmalığını kullanmaktansa halk tarafından Türkçeleştirilmiş bu ifadeyi kullanırım, bu ilk değil sonuçta. "Mayonnaise"i mayonez, ""Chunuk Bair"i Conkbayırı yapmış bir milletiz) zaten o telefonla hemen hemen bütün bilgilerine, yakın çevrende nasıl insanlar olduğuna, konumuna, neleri tercih ettiğin bilgisine vs. ulaşabilir. Geriye bir tek kan grubu falan kalıyor, onlar da e-devlet'te falan vardır herhalde. Ha "Ama çipler bizi uzaktan kontrol edecek?" dersen: O telefonun şarjı azaldığında deli dana gibi priz arıyorsan sen zaten uzaktan kontrol ediliyorsun demektir. Reklamlara falan hiç girmedim bak. Bu arada bak, "Reklam" diyorum; bildiğin dümdüz, beyin şey eden reklamlardan bahsediyorum, subliminalden falan değil.
İnsan bedenini onaran 'çip': Büyük umut! - TEKNOLOJİ Haberleri
Chou Futsuu Toshi Kashiwa Densetsu R diye bir şey (Evet, anime değil, "Şey". Kendileri bile "Bu bir anime değil" diyorlar lan? There is No Game kafası işte.) çıkmış, bu tür serileri sevmeyen biri değilim. Hatta şu diyalogsuz animenin çevirisi yarım kaldığında (Ulan sadece yazıları çevireceksin, konuşma bile yok; nasıl yarım kalabiliyor o seri? Sonradan tamamladılar neyse ki) sövmüştüm (Joshikausei imiş o serinin adı). Yani böyle değişik, "Bu neyin kafası?" dedirten işleri bayağı severim... Ki muhtemelen birkaç bölüm içinde "Tamam lan, izlerim bitiririm ben bunu" diyeceğim, dedikten sonra çevirisi yarım kalacak* falan... Yalnız ilk bölüm biraz rahatsız etti, olaylar çok hızlı gelişiyor (4 dakika bölüm süresinde tabii, haliyle...), ondan olsa gerek. Bir iki bölümde alışırım gibi.

*Bizim çevirmenler kesin yarım bırakır bunu. Neleri neleri yarım bıraktılar, bunun çevirisine devam etmeleri için zincire vurup kuru ekmek ve suyla beslemek gerekiyor bizim çevirmenleri. Bu yükleme mükleme işleri için ekip gerekmese ben yapacağım ama fansublarla sürtüşmekten hayır gelmez, Little Witch Academia'da gördük bunu. Sen hem hiçbir açıklama yapmadan seriyi yarım bırak hem de "Biz çeviriye devam edecektik, sen niye çevirip yüklüyorsun?" de (Bana demediler, olayı ve kime dediklerini bilen biliyor). Madem çevirmen gitti -ki hiç şaşırmadım- o zaman açıklama yapacaksın. Ulan bir de bu fansublar yarım seriyi başka bir fansuba da bırakmıyor, neyin peşindesiniz? Tamamlasaydın o zaman, şerefsiz hıyarağası! Lafa gelince "Para mı veriyorlar bize bunun için amk?" diyorsunuz, o zaman neden yarım bıraktığınız serileri başkasına paslamakta isteksizsiniz? Gurur meselesi mi bu? Neyin peşindesiniz? Anca kısaltılmış hentai çevirin (Evet, böyle de bir şey türedi son zamanlarda. "Ağır" sahneleri kesip ecchi tagıyla salıyorlar piyasaya. Ha bu arada "Bu ne lan, hentaiden hallice?" animelerinden bahsetmiyorum, gerçekten daha önce H. olarak yayınlanmış serilere yapıyorlar bunu). Hele manga çevirmenlerine iyice kafam girsin! Lan güncelde veya tamamlanmış olan tek mangalar belli bir popülerliğe sahip animesi bulunan mangalar. Yok, hakkını yemeyeyim; Kaguya-sama güncel. Gerçi onun da animesi popüler sayılır ama yine de Allah razı olsun, o da olmasa güncel manga yüzü göreceğimiz yok. Lan İngilizce çevirisi yüz küsür, Japonca aslı iki yüzlerde olup Türkçe çevirisinde en son olarak altı ay önce yirminci bölüm yayınlanmış, yanında "Çevirisi devam ediyor" yazan manga var. Nasıl bir devam etmekse artık... Ranobe çevirmenlerine laf ettirmem ama; bizimkiler işlerini gayet iyi yapıyorlar. Ha bunda Türkçe çevirisi olan çok az ranobe olup animelere ve mangalara -özellikle de beklenen, sabırsızlanılan, izleyicilerin umutlu olduğu animelere- fansubların mal bulmuş mağribi gibi atlamasının da payı var ama olsun, olayın özüne bakın.

İngilizce bir isim yanlış telaffuz edilmeyegörsün, hemen herkes etimolog kesiliyor ama Kim Jong-Un'a Kim Yong Un demekte bir beis görmüyorlar. Bu arada (Güney) Korelilerin özel isimleri yazarken Korece latinizasyona uymamak gibi bir adeti olduğundan ismin Korece yazılışını kontrol ettim, "C" okunan harfle yazılıyor. Hatta ismin "Cong" da değil "Coñ" diye okunması gerekiyor ama kimseyi nazal N çıkarmaya zorlamayacağım. Mesela Doğcoğ (Burada aslında Ğ'den bile daha hafif bir ses var ama tam anlamıyla uzatma değil, bir ses var yani; İngilizce olarak bazen H diye gösterilir ama alakası yok. Hece sonu N'sinin de kendine özgü, nazal N'ye kayan bir sesi var Japoncada ama onun konumuzla bir ilgisi yok, kimse de "O ses öyle çıkarılmaz" demeyecektir) diye okunması gereken ve roumaji (Okunuşu: Roğmaci, yani Ğ değil de açıkladım az önce, aman be, O'yu azıcık uzatın işte, elalemin dilinin derdi bana mı düştü anasını satayım?) adı verilen Japonca latinizsayonda "Doujou" diye yazılan, kolaylık olsun diye herkesin "Dojo" diye yazdığı (Aslında bu kelimenin U'suz versiyonu O değil Ō ile yazılır) kelimeyi de "Doyo" diye okuyorlar. Doyo ne lan? Yok yoyo. Tamam, doğru telaffuz önemli... Önemli de bir İngilizce ve Türkçe için mi önemli? Bu iki dilde telaffuzumuz doğru olduktan sonra "Özel isim söylüyoruz" başlığı altında diğer dillerin okunuş kurallarını yerle bir edip o dilleri katletmekte bir sorun yok mu yani? Bu arada Türkiye'de -bir süreliğine İngilizce veya aynı sesin bulunduğu bir dil konuşulan bir yerlerde kalmamış ya da çift dilli vesaire olmayıp- İngilizcedeki "Th" sesini (Evet, bu bir ses. İngiliz runik alfabesinde tek rün ile gösterilen, tek bir ses. Macarcada da benzer şekilde "Ty" sesi var ama onu çıkarmak o kadar zor değil, T ve Y'yi iç içe geçirince doğru sesi çıkarmış oluyorsun zaten) doğru düzgün çıkarabilen varsa gelsin, elini eteğini öpüp önümüzdeki üç yılı kölesi olarak geçireceğim. Bu arada buradaki etek, bugün etek dediğimiz kıyafet değil; kaftanın, cübbenin vs. belin altına uzanan, sarkan kısmının adı "etek." Hatta Anadolu'da bugün bile atletler, gömlekler, tişörtler için "Eteğini beline sok" gibi laflar kullanılır. Bu arada bu sadece Türkçede olan bir durum değil ha, İngilizcede de skirt hem bugün (ve aynı zamanda eskiden de; zira o zamanlarda da etek vardı, yok değildi) etek dediğimiz kıyafet hem de "rob"un (Robe. Genelde cübbe falan diye çevrilir ama hiçbir alakası yok, Avrupa kültürüne özgü bir geleneksel kıyafet. İlla çevirmek isterseniz kaftan diye çevirin, ben rob diye bırakacağım) o ilgili kısmı için kullanılır. Yani Türkçeye özgü değil, muhtemelen bütün diller için böyle. Ha Japonca için değil. Neden değil? Çünkü etek kelimesinin karşılığı yok adamlarda, "Sukaato" yani "Skirt" diyorlar. Bakın bir Japon'la İngilizce iletişim kurmaya çalışırsanız başınıza ne geleceğine dair bir önizleme bu, ayağınızı denk alın ghahgayjk. Ha bir de "Adam" eril değil, "Eril/nötr" kelimedir; İngilizcedeki "men" de hem "Adamlar" hem de cinsiyetsiz olarak "insanlar" anlamında kullanılır. Hep erkek egemen kültür bunlar (Nasılsa ikisi de yabancı kelime, bizlik bir durum yok, yasla yaslayabildiğince jshamhkafö). Bu arada Japoncada etek kelimesinin karşılığının olmama sebebi Japonların modern zamanlara kadar öyle bir kıyafet giymemiş olması, Avrupa'da, Anadolu'da, Orta Asya'da ve -emin olmamakla birlikte- Arap yarımadasında vardı ama Japonya'da eteğe en benzeyen kıyafet hakama idi, o da hem cinsiyetsiz olması hem de yapısı itibariyle etekten çok şalvara benziyor.
Hakama:
Japon samuray kostüm erkek Kendo takım elbise Kendo Hakama Aikido ...
Bu da hakamanın nasıl bir yapısı olduğunu iyice belirtmek için:
Erkek Kendo takım japon Samurai kostüm Kendo Hakama Aikido Judo ...
Bu arada iki foto da aynı kaynaktan ama denk geldi, özellikle uğraşmadım. Vallahi bak.

Bunu yazmayacaktım aslında ama neyse: Supernatural'ı ite kaka, kaynağım kesile site araya araya güncele kadar izlemeyi başardım... Dizinin çekimi durdu. Lan arkadaş izleyicileriniz arasında beni istemiyorsanız söyleyin, gider başka dizi izlerim. Bu ne ya? Ha bir de dindar Sam'in Lucifer, ateist Dean'inse Michael'ın bedeni olmasını hep ironik bulmuşumdur (Ne sürprizkaçıranı lan artık? O seriyi izleyen herkesin yediği sürprizkaçıranlar vardır: Bunun gibi ya da Akame ga Kill'in sonu gibi ya da Barusu'nun ölmesi gibi... Sonuncu şaka, yani değil de... Eeeh, seriyi bilenler ne demek istediğimi anladı işte be)... Ki zannımca senaristlerin amaçladığı da tam olarak buydu. Ha bir de Dean'in ateist takılması harbi büyük mallık, büyü çemberiyle şeytan tuzakladın, saf demirle (nereden buluyorsunuz lan her yerde saf demiri? "Niye demir?" demiyorum çünkü bu da ilk sezonlardaki diğer her şeyle aynı: Dizinin uydurmadığı, gerçekten "hayalet" mitinde yeri olan bir şey. Özellikle de demir birçok kültürde kutsaldır, bazılarında ise kötülüğü çeken bir maddedir. Şamanizmde metallerin en kutsalları altın ve gümüş, en güçlüsü* demirdir mesela.) hayalet kaçırdın, vampirinden cinine**, kurtadamından Pagan tanrısına envai çeşit yaratık öldürdün, hâlâ "Tanrı yok hacı." kafasındasın (Artık değil gerçi de o ayrı bir konu, ağır sürprizkaçıran o, şimdi deşmeyeyim). Semavi dinlere inanmasan da hatta bir tanrının varlığına inanmasan da en azından pagan falan ol, neyin peşindesin? Bu arada bunu yazdım da birkaç bölüm yazıp devam ettiremediğim öykü mü roman mı ne olacağı bile belli olmayan bir hikayede ateist bir cinci hoca karakter koymuştum. Neden? İşte manyaklık falan, her zamanki şeyler. Bu arada bayramınız kutlu olsun. Ne bayramı mı? Bana her gün bayram valla', onu da siz bulun canım, aa.

*Ruhani anlamda en güçlüsü, Şamanizm ve benzer geleneklerde canlı cansız, kul yapımı Tanrı yapımı her şeyin ruhu vardır; Tengricilikte bitki, hayvan ve insanların yani canlı varlıkların ruhu "çör" (farklı lehçelerde farklı söylenebiliyor) denen özel bir ruhtur. Ha bir de Orta Asya geleneğinde vejetaryenliğin yayılmaması (yeni bir olay değil bu; Antik Hindistan'da ortaya çıkmış, Avrupa'ya Antik Yunan'dan yayılmış bir şey) bitkilerin de canlı olduğunun bilinmesi ve ruhlarının olduğuna inanılmasıyla ilgili. Yani Orta Asya'nın göçebe halkları için hayatta kalmak için ha hayvan öldürmüşsün ha bitki, ikisinde de sonuçta öldürüyorsun, herhangi bir farkı yok. Antik Hindistan'da ve Avrupa'da bitkilerin canlı olduğuna inanılmazdı bu arada, böyle bir ihtimal düşünülmezdi bile. Bu arada daha önce de söyledim: Vejetaryenliğe ya da veganlığa karşı değilim, felsefesine saygı duyuyorum. Yine de bu konuda Orta Asya'nın göçebe halklarıyla aynı düşünüyorum: Hayatta kalabilmek için öldürmem gerekiyorsa -ki haplarla beslenmeye başlamadığımız sürece gerekiyor, o zaman da hapların içeriğini bir yerlerden elde etmek gerekecek- öldürdüğüm şeyin bitki ya da hayvan olması arasında bir fark yok. Demire dönersek: Tengricilikte demir hem iyi hem de kötü yönden en güçlüdür, yani kutsal-lanetli bir maddedir.

**Gerçekten cin var bu arada dizide. İlk çıkan cin tasvirini epey beğendiğim ama yöntemini/özelliğini beğenmediğim bir cindi. Yöntem derken koyun kanına bulanmış gümüş bıçaktan bahsetmiyorum, oyunculara Felak-Nas okutacak halleri olmadığına göre gayet iyi bir seçim o. Zaten aslında cincilikte yeri olmayan bir şey de değil, koyun kanı ve gümüş bıçak Tengricilikle fazlaca haşır neşir olan Türk usulü cincilikte kullanılmayan malzemeler değildir ama bu konuyu geçiyoruz. Yöntem derken cinin yönteminden bahsediyordum. Daha sonra "Başka türde cin" dedikleri mavi el izi bırakan cini epey sevdim ama; Türk-İslam cincilik geleneğine daha uygun bir cindi o. Cin dediğin korkudan beslenir aga, ne ortalığı Alaaddin'in Sihirli Lambası'na çeviriyorsunuz? Bu arada wiki'den vesaire bakmak isterseniz ya da diziyi altyazısız/İngilizce altyazılı izliyorsanız "Cin"in İngilizcesi "Djinn". Ekşi'de de o kadar zeki geçinip djinn'in cin olduğunu anlayamayanlar var. Ha bu arada mitolojidir, mistisizmdir, ezoterizmdir, okultüzmdir bilmiyorsanız izlemeyin arkadaş şu diziyi, Ekşi'de "Neden böyle? Saçma değil mi bu?" diye yorumlar var. Değil. Neden değil? Çünkü o mitosta zaten olan bir şey olduğu, dizi tarafından uydurulmadığı için.
Aha ilgili cin:
Djinn | Supernatural Wiki | Fandom
Mavi alev (Cincilik geleneğinde "Semum" denir, dumansız ateş diye çevrilir ve dumansız olduğu için mavi olduğu varsayılır. Neden mavi olduğu varsayılmış, dumansız ateşi cinden periden başka nerede görmüşler* bilmiyorum ama ocakların ateşi mavi ve dumansız olduğuna göre gerçekten de oksijen yakmayan dumansız ateş mavi renkli), Hint kınasından yapılma İslam öncesi Arap tarzı dövmeler ve mavi alevle parlayan göz... Hani insansı bir cin tasviri yap deseler daha iyisini yapamazdım, bir tek ayakları düz, o sıkıntı var aghDHADFADH. Bu arada bizim korku hikayelerindeki ayakları ters olayını uzunca süre 180 derece ters olarak anladım ama muhtemelen bu konudan ilk bahseden sağ ve sol ayağın ters yerlerde olduğundan bahsetmeye çalışıyordu, sağ ve sol ayak yapı olarak aynı değil, daha çok ayna görüntüsü şeklinde, yanlışlıkla sağ terliği/ayakkabıyı sola giyeniniz varsa demek istediğimi kalbinin derinliklerinden anlamıştır. O değil de bu yazı neden "Cinciliğe Giriş 101" gibi oldu lan iyice?

*O değil de hem dünyaya sıkıcı deyip durmam hem de bunu yazmam beni maddeci gibi gösteriyor. Oysa doğaüstü olaylara, ruhlara, kadere, günümüzde pek de kabul görmeyen eski ilimlere (astroloji, tılsımcılık vs.) inanırım. Ha bu modern bilim(ler)i reddettiğim anlamına gelmiyor, o konuda bir anlaşalım. Yalnız benim bunlara inancım tam olarak bunlara inanan diğer kişilerle aynı eksende değil. Misal astrolojiyi ele alırsak: Bana göre karakterin bir kısmı doğuştandır ve burçlar bunu etkileyen şeylerden biridir ama etkileyen tek şey değildir. Karakterin çoğu ise insan yaşarken başına gelenler ve seçimleriyle oluşur. Kader anlayışım da "Olacaksa olur" tarzında değil, daha çok "Şöyle yaparsan böyle olur, öbür türlü yaparsan şu şekil olur" biçiminde. Yani benim için kader yaptıklarımız ya da diğer insanların yaptıkları değildir, bunların sonuçlarıdır. Bir de değiştirilemez birkaç şeyin olduğuna inanıyorum, ölüm tarihi gibi ama oraya girersem çıkamam şimdi. Zaten kendimi açıklamama da gerek yok bence.

Bu arada Ayasofya'nın (tekrar) camiye çevrilmesi hakkındaki fikrimi (sanki merak eden varmış gibi) açıklayacağım: Bence doğru bir karar, Fatih'in emanetinin korunması gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan en başta müzeye dönüştürülmesini de yanlış bir karar olarak görmüyorum, yeni kurulmuş cumhuriyetin uluslararası desteğe ihtiyacı vardı ve bunu Avrupa'nın Türkleştirilmiş mirasını korurken elde etmek zor olurdu. Bu arada papanın "İçim sıkılıyor" açıklaması falan var da bildiğin saçmalamış. Neden? Ulan 1453'ten beri hiçbir papanın içi sıkılmadı mı, şimdi mi aklına geldi? Ayrıca orası hâlâ kiliseyken Haçlı Seferi bahanesiyle İstanbul'a gelen Latinler ve Batı Avrupalılar yağmaladı orayı, ona sıkılmamış mıydı içiniz? Hani o Latinler doğrudan papalığa bağlıydı ya, onu diyorum? Hristiyan dünyasının tek derdi Ayasofya'nın cami olması mıdır yani, 500 yıl boyunca hiçbir şey demediniz? Ulan ayrıca Emevilerden, Osmanlılardan kalma bütün camileri kiliseye çevirip hâlâ kilise olarak kullanan siz değil misiniz? Ne konuşuyorsunuz? Örnek isterseniz: Kara Camii, Kurtuba Camii. Emanetiniz bile olmayan ibadethanenin üstüne konup ayetleri sıvayla kaplıyorsunuz, biz Fatih'in emanetini koruyunca kötü oluyoruz. Bu arada şu mozaikler, freskler ne olacak diye bir tartışma var; Fatih onlar hakkında ne yapmış diye baktım, pek bir şey bulamadım. Yalnız camiye çevrildiği sırada Ayasofya'nın atıl ve harap durumda olduğu bilgisine ulaştım. Onarımdan geçtiği ve bazı tasvirlerin de onarıldığı ve onarılamayacak durumda olanların yeniden yapıldığı bilgisi var ama müzeye çevrildiği sırada da kapatılan mozaik ve fresklerin açıldığı bildiği var. Kanuni ve sonrasında birden fazla kez onarılmış, o dönemlerde kapatılmış olabilir diye düşünüyorum. Mantığım şuydu: Burayı cami haline getiren Fatih Sultan Mehmet Han, eğer bu mozaik ve freskleri kapamaya gerek görmemişse biz niye olduğu gibi bırakmıyoruz? Ama tatmin edici bir sonuca ulaşamadım, yapacak bir şey yok. "Işıkla kapatalım buraları" diye saçma saçma fikirleri dinleyeceğiz artık.

Bu arada Ayasofya, Fatih Han falan demişken: Google Görseller'de rastgele karikatür aradığım zamanlarda Yeni Asya'dan çıkma karikatürlerde Cibali Baba diye bir figür var. "Kim ulan bu?" diye araştırdım, "Farklı kaynaklarda farklı şekilde bahsedilir" diyor, İstanbul'un fethiyle ilgili bir figür olduğu söyleniyor... Söyleniyor da bu adam hakkında sadece Ekşi'de ve Nurcuların sitelerinde bilgi var, başka hiçbir yerde adına rast gelemedim. Hani bu gerçekten dönemin tarih kayıtlarında bahsedilen biri mi yoksa daha sonradan bahsedilen biri mi anlayamadım. Ulubatlı Hasan da dönemin kayıtlarında geçmeyen bir figürdür mesela. Ha bu var olmadıkları ya da en azından var olamayacakları anlamına gelmiyor, sadece dönemin kayıtlarında geçip geçmediğini merak ettim ama ona dair bile bilgi bulamadım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder