"Geç kaldığımı sanıyordum."
Lider: "Geç kaldın tabii. Yine de görmezden gelinebilir."
"Niye?"
Ben 7. Ofis'in lideri olsam görmezden gelmezdim. Lider'in adını bilmiyorum bu arada. Söylemişti ama unuttum, kimse adama adıyla seslenmiyor.
Lider: "Şu anda ofisi görüyor musun?"
Haklı, olması gerekenden az kişi var. Ben, Lider, Hayk ve yine benim gibi şaman soyundan gelen Ayçiçek. Şey, aslında "benim gibi" ifadesinden emin değilim çünkü birebir aynı şamanın soyundan geliyoruz. Anne ve babamda olduğu gibi, akraba olduğumuzu söylemek için çok eski bir ortak ataya sahibiz. Belki de onu "Çocukluk arkadaşı" diye sınıflandırabilirim? Tanışıklığımız çok küçüklüğümüze dayanmıyor ama Puklinya'ya gelmeden önce onunla belirli bir düzeyde iletişimim vardı. Bir de lisenin başlarındayken haberi bile olmayan bir ilişki yaşadım kendisiyle ama zaten aşk doğası gereği kendi kendine gelin güvey olma halidir. O yüzden de bence aşkın en saf ve en gerçek hali platonik olandır. Bunu günlük hayatta kullandığımız anlamda kullanıyorum bu arada, Platon'un Politeía'sından doğan kavramla değil. Düzen Bürosu'nda onu ilk gördüğümde anılarım depreşmişti ama şu anda herhangi birinden farklı hissettirmiyor. Düzeltiyorum: Ayrıldığın ve arkadaş kaldığın, kırgınlığın olmayan herhangi bir eski sevgiliden farklı hissettirmiyor. Gerçi ben ne bilirim ki? Hiç gerçek bir ilişkim olmadı, hepsi tek taraflıydı. Hiç doğru düzgün açılıp reddedilmedim bile, anca "Biz de işte geçen sevgilimle şuraya gittik..." cümlesini duyunca kalbime hep yanımda taşıdığım (aile geleneği) gümüş çakıyı saplamamak için çaba verip muhabbetin kalanını kaçırdım. Ayçiçek'in durumuna gelince: Neredeyse herkese beni kuzeni olarak tanıttığına bakılırsa onun soyağacımıza bakış açısı benden epey farklı belli ki. Hatta bir kez de abisi olarak tanıttı, gerçi kendisine yazan bir erkeğe karşı bunu yaptığından o sayılmaz. Merak ederseniz aramızda bir yaş var. Zaten hiç de tipi değilim (evet, konuştuk bunu; ne var?), gerçi kime aşık olacağını seçemezsin ama... Dolayısıyla ufacık bir şansım bile olmadığını hep biliyordum. Bunun bilincinde o hayalleri kurmuştum, olmayacağını en baştan kabullenince daha az acı veriyor zaten. O yüzden kırgınlığım olması için de herhangi bir sebep yok; sonuçta birini haberi bile olmayan bir şey yüzünden suçlayamam.
"Neden bu kadar az kişi var?"
"Bugün festival var, ona hazırlanıyor."
Cevap Ayçiçek'ten geldi. Ne festivali? Benim festivalden falan haberim yok. Bahar... Bahar mevsimindeyiz, yani ekinoks. Hayır, çoktan Nisan ayındayız. Hıdrellez falan mı?
Lider: "Karma bahar festivali."
Yetersiz bir açıklama, kafam daha çok karıştı. Neyse ki -bu duruma alışık olacak- lafına devam etti.
Lider: "Bu şehirde birçok farklı inançtan varlık bulunduğundan şehre özgü bir bahar festivalimiz var. Sonuçta inançtan bağımsız olarak baharın gelişi kutlanması gereken ve kutlanan bir şey."
İyiymiş. Baharı severim. Kanımdaki gücün arttığını hissediyorum, dedem bunun histen ibaret olmayıp gerçek olduğunu söylerdi. Şamanlar güçlerini doğadan alır sonuçta. Açıkçası dağın başında yaşamayı şehir hayatına tercih ederdim.
Lider: "Yalnız... Adın beni hep şaşırtıyor. Kardeşin var mı?"
"Var."
Yalan söylemek için nedenim yok. Düzen Bürosu'nun hakkımda tuttuğu dosyada zaten yazıyor. Hepimizin dosyasını tutuyorlar.
Lider: "Adı ne? Abra mı?"
Ker Abra ve Ker Utpa. Yer Altı Denizi'nin (aslında yer altı denizlerinden birinin, görünüşe göre -ailemin öğrettiğinin aksine- birden fazla varmış) koruyucu ejderhaları. Yılan ve timsah.
"Hayır. Cengiz."
Aslında tek kardeşim o değil ama her halükârda adı garip olan tek kardeş benim, o yüzden fark etmeyecek.
Lider: "Ne? Neden?"
"Elinde kanla doğmuş."
Cengiz Han hakkında bir hikaye. "Elinde bir parça kanla doğdu ve cihanı kana buladı." Benim mührüm de doğarken elimde tuttuğum bir şey falan mıydı acaba? Gerçi Lider'in sorusu muhtemelen kardeşimin adı normalken benimkinin niye garip olduğunu kastediyordu ama olsun.
Lider: "Neyse, diğerleri gelmediği için devriyeye biz çıkıyoruz. Hayk ve Utpa, ben ve Ayçiçek olacak. Hayk, neresi olacağını biliyorsun."
Bir ay boyunca nasıl davrandığını görmüş olmasam Lider'in Ayçiçek'e yürüdüğünü düşünürdüm. Öyle bile olsa benim için sorun olmaması gerek aslında. Sonuçta vazgeçen bendim, bunda kendisinin konumundan haberi olmaması da etkili tabii. Düzen Bürosu'nda aynı ofiste çalıştığımızı öğrendiğimde anlatmayı düşündüm aslında ama iletişimimizi karmaşıklaştırmaktan başka bir sike derman olmayacağı için vazgeçtim. Görünüşe göre üçüncü caddede devriye gezeceğiz. Her şey normal görünüyor. Yaratıklar, insanlar ve ruhlar bir arada bir şeyler yapıyor. Bir Şinto tapınağının önünden geçiyoruz, bu şehirde her türden ibadethane var.
"Ah, Utpa. Nasılsın?"
Tapınak hizmetçisinden bir soru. İlk bakışta normal bir "miko" gibi giyiniyor. Dikkatli bakarsan ise daha çok Reimu kostümü giyiyormuş gibi görünüyor. Göbeği ve omuzları açık, eteği de dizlerinin üstüne çıkıyor. O da benim gibi bu şehirde görevli, bununla birlikte İnanç Bürosu'na bağlı. Evet, şehirde İnanç Bürosu var. Diyanet İşleri gibi ama resmi dinin Gnostisizm, agnostisizm ve Bahailik karışımı bir şey olduğu bir ülkenin Diyanet İşleri gibi. İnsanlarla iletişim kurmada kötü olsam da belli bir yakınlığım varsa pek sıkıntı olmuyor. Yine de bir grupla bir şeyler yapmakta kötüyüm. Herkesi düşünmek çok yorucu. Tapınak hizmetçisi de iletişim kurarken belli bir seviyede rahatlığımın olduğu kişilerden.
"İyi. Bitkileri suladın mı?"
Tapınak bahçesinde birkaç kutsal bitki yetiştiriyorlar. Gingko, tulsi ve birkaç şey daha. Ona "tapınak hizmetçisi" demeye devam etmemek için söylüyorum: Adı Kyouka.
Kyouka: "Suladım. Yılana yem almaya gidiyorum."
Öldürmesi günah olan beyaz tapınak yılanı. Yine de bu şehirde insanları ve diğerlerini günah işlemekten alıkoyan tek şey İnanç Bürosu'nun yaptırım yetkisi.
Hayk: "Vay, vay... Tapınak hizmetçisine mi yazıyorsun?"
Yazmıyorum. Sadece sevimli kızlara karşı zayıfım, yirmisini aşıp tek bir sevgilisi bile olmamış ve eşcinsel de olmayan herhangi bir sosyal yönden zayıf erkekten bir farkım yok yani. Çekik göz fetişim olmasının bu konuyla herhangi bir ilgisi yok.
Hayk: "Yine de vazgeçmelisin."
Yazmıyorum dedim ya. Gerçi içimden söyledim. Devam ediyor, üstelik mısır yerken devam ediyor. Onu ne ara ve nereden aldı? Hâlâ tavuk yediğini sanıyordum.
Hayk: "Tapınağın tanrısıyla evli, biliyorsun ya?"
"Yazdığım yok, yazsam bile o evlilik sadece sembolik. Taraflar umursamıyor. Tapınak görevlisinin bakire olması da lazım ama Kyouka'dan öncekiyle ilgili hikayeleri duydum."
Puklinya'da çoğu şey belli çerçevelerde yasaldır. Önceki tapınak hizmetçisinin eskortluk yaptığı söyleniyor. Aslında sadece bir söylenti değil, Düzen Bürosu'nun kayıtlarında var. Puklinya için yasak olmasa da böyle şeylerin kaydını tutuyoruz. Başka bir angarya. Kumar da serbest ama kumarhanelerin ve oralara gidenlerin de kaydı tutuluyor. Düzen Bürosu işini ciddiye alıyor, gerçek yetkileri bile olmayan bir büronun en yetkisiz ofisinde çalışıyorum. Angaryalar genellikle bize yığılıyor. O memuru bir bulursam...
"Ayrıca o şey tanrı falan değil. Sadece tin. Kutsal ruh veya doğa görevlisi falan diye çevirebilirsin bunu. Ailem bana tin adıyla öğretti. Hatta tin bile değil, 'kami' de diyebilirsin. Modern Japoncada Tanrı anlamı olsa da aslında kami'ler tinlerden daha farklı ve daha güçsüzdür. Her şekilde onlar sadece ruh, tin ve kami'lerin Quarra'dan tek farkları daha güçlü olmaları ve 'İnşa' denen, yoktan var etme olmasa bile öyle yorumlanabilecek bir güçleri olması."
Neden Hayk'ı ikna etmeye çalışıyorum? Kyouka rahatsız olmuş gibi görünmüyor, belki de sevgili edinmek için bu tek şansım olabilir. Tam benim tipim. Gerçi uzun süreli yalnızlık pek seçici olmamamı sağlıyor. Yine de hem kişiliği hem de görünüşü bence en ideali.
Hayk: "Kendisi tanrı olduğunu söylüyor ama."
"Zeus da tanrı olduğunu söylüyordu."
Ben kalbine kutsal bir kazık çakana kadar. Hz. İsa'nın -veya artık her kimse- gerildiği çarmıhtı o kazık aslında. Yine de reenkarne olacak, daha doğrusu oldu. Ne sıkıntı ama. Tinlerin sorunu bu işte: Adlarını hatırlayan bir kişi bile olsa onları gerçekten öldürmenin bir yolu yok. Zeus'un kalbine kazık çaktığım bilindiği için konuyu uzatmadım. Bilginiz olsun: O başlatmıştı. İleride bir yerde ayrıldık, bana yine batakhanelerin olduğu kısım kaldı. Bilirsiniz işte; genelevler, kumarhaneler, kötü adamların karanlık planlarını yaptığı izbe binalar, dışarıdan normal bir iş yeri gibi gözüken ama içeride acayip acayip deneyler yapılan yerler... Önüme bakmadığım için birine çarptım.
"Özür, özür."
Umursamaz bir tavırla söyledim. Düzen Bürosu için çalışıyorum, geçmeme izin ver. Çoğu benim kadar kibar olmazdı. Çarptığım kişi bayağı iri yarıydı ama insan gibi gözüküyordu. En azından dev, trol ya da ork olmadığına eminim.
Adam: "Sen kimsin, ha? Defterini dürmemi ister misin?"
Ne saçmalıyorsun? Kes sesini, seninle uğraşamam. Aslında Düzen Bürosu'nun birilerini dövme ya da alıkoyma yetkisi bulunmuyor, yine de bu şehirde güçlünün sözü geçer. Dolayısıyla bu herifi pataklamam başımı belaya sokmaz. Cılız görüntüme rağmen yakın dövüşte epey iyiyimdir. Ailemden -babamın amarok dövüş sanatının aslına epey yakın olduğunu iddia ettiği- bir tür "gizli dövüş sanatı" eğitimi almakla birlikte tekvando, aikido ve alpagut Turan dövüş sanatı ile uğraştım. Hiçbir şey olmasa bile silahsız birine karşı hançerim var. Övünmek gibi de olmasın, nereye nasıl vurması gerektiğini (haliyle neresine nası vurulmaması da gerektiğini) bilen çevik biri sırf kas gücüne sahip ama bilgisiz ve yavaş birinden çok daha etkilidir. Bir aydır girdiğim çok az sokak dalaşını kaybettim, onlarda da karşı tarafın hasarı benden daha büyüktü; kaçınmayı gayet iyi biliyorum zira. Düzen Bürosu'nun patronu gibi bir şey çıkarsa iş değişir tabii ama öyle birinin bu kadar kaba olacağını sanmıyorum. Düzen Bürosu'na bağlı olduğumu gösteren rozeti gösterdim. Altı köşeli yıldız içinde bir ters A. Aslında tam olarak anarşi A'sının ters hali. Onun içinde de kara kedi. Adı "Düzen Bürosu" olan bir kurum için amma acayip bir rozet. Rozetimin kimlik kısmında, vesikalığımın olması gereken yerde bir ouroboros tasviri var çünkü o vesikalığa bir şeyler yapılması lazımmış ve 7. Ofis'in işi her zaman savsaklanır, Lider bile vesikalıklı Düzen Bürosu kimliğine, kartına ya da her ne haltsa işte ona bir hafta önce kavuştu; ouroboros simgesi ise Düzen Bürosu'nun genelinde kullanıldığı için görenler yeni olduğumuzu düşünüyor, 7. Ofis'i sadece Düzen Bürosu'nun işleyişini bilenler aklına getiriyor ve özel olarak hangi ofiste bulunduğumuza bakıyorlar.
Adam: "Affedersiniz, affedersiniz."
Hey, aniden kibarlaşma. Kaba tavrın görünümüne daha uygun. Düzen Bürosu'nun doğru düzgün yetkisi yok ama bizden Muhafız Birliği de dahil olmak üzere çoğu kuruma kıyasla daha çok korkuyorlar. Neden acaba? Biraz sorgulasam mı? Ah, hayır, sorgulamayacağım. Karşıdan Vlar geliyor.
Vlar: "Utpa, neden buradasın?"
Olmamam gerekiyormuş gibi tonlama. Seni tutuklatırım.
"Devriye geziyorum."
Vlar: "Senin ofisinin tamamının festival için hazırlandığını sanıyordum?"
Rozetimin karizmasını aniden yerle bir etmemek için 7. Ofis demedi. Minnettarım, Vlar. Daha sonra sana bir hediye vereceğim.
"Çoğu onunla uğraşıyor. Devriye gezmesi gerekenler olacaktı, ben seçildim."
Ya da sen ve Quarra beni oyaladığınız için geciktim ve devriyeye verildim. Festival hazırlıklarını merak ediyorum aslında. Devriyeyi bitirip ofise döndüğümde festival hazırlıklarının birkaç gün daha süreceğini ve izne çıktığımı öğrendim. Yapmak istediğim bir şey için iyi bir fırsat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder