Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

3 Temmuz 2020 Cuma

Bir Sürü Şey

Çok sıkılıyorum, peki neden? Çünkü hiç ilginç bir şeyler olmuyor. 22 yıldır asla olmadı. 2020 biraz ilginçti, hakkını vereyim ama yine de beklediğim seviyeye gelemeden duruldu, kala kala virüs kaldı elimizde. Bu arada aşağıda bir şeyler daha vardı ama sildim; çünkü ne gerek var?

A Whiskers Away'i (Animelerin isminin İngilizce versiyonunu kullanmayı sevmiyorum ama Japonca ismi çok uzun, uğraşamam. Ayrıca asıl isimle hiçbir alakası olmayan bu çeviri Miyazaki'ye, Sen to Chihiro no Kamikakushi üzerinden, selam çakmak için yapılmadıysa beni de Japon balonbalıkları kovalasın, bu kadar da netim) izledim, güzeldi bence. Yalnız şu var ki örneğin Tenki no Ko gibi uzun süre beklemiş, iyice gaza gelmiş, büyük yükselmiş, iyice beklenti oluşmuş olsa beğenmezdim, o doğru. Tenki no Ko da tam olarak o sebepten ben de dahil çoğu kişiyi tatmin edemeyen, ortalama olarak algılanan bir film olarak kalmıştı zaten; aslında o kadar beklenti oluşturmadan çıksa Tenki no Ko bayağı beğenilirdi, Kimi no Na wa'da o kadar beklenti oluşturulmadığı için efsane kategorisinde şu an.

Bak başta sıkılıyorum dedim ya, nasıl bir ortam istiyorum mesela? Çok bir şey değil ve başkalarının bundan etkilenmesine gerek yok: Sokakta kılıç ve altıpatlarla dolaşıp yarı-yağma düzeninde yaşamak, ezoterik gizli örgütlerin savaşı arasında kalmak, dünyayı -birtakım gizli güçlerle- yok etmeye çalışan "kötü adam" olmak falan; çok bir şey istemiyorum yani. Ya da Gecik Kralının İradesi'ni verip beni bir dağ başına atın, o da olur. Lan post-apokaliptik ortamda köle olmaya bile razıyım, gerekirse kralı deviririz o sorun olmaz (Millet 13. yüzyılda yaptı, biz post-apokaliptik* ortamda mı yapamayacağız? Ayrıntılı bilgi için: Bahrî Memlükler, sadece ayrıntılı bilgi değil aynı zamanda ibret ve bu işin nasıl yapılacağına dair bir rehber için: Baybars) ama bu dünya, bu çağ çok sıkıcı. Araba kullanma kabiliyeti ve bir kampçı karavanı (camper-van) verin lan bari! Sürücü kursuna gitmedim, gitmeyi planlıyorum da zamanı belli değil ama zaten ehliyet alabileceğime zerrece inanmıyorum. Gerçi biraz da para lazım olacak bu karavan yaşamı için. Havadan gelsin demiyorum tabii de karavanda yaşayan biri geçici işler ya da internetten çalışmak dışında ne yapabilir? E, o geçici işleri arayıp bulacak göt de bende yok açıkçası; interneti de eve zor bağlatıyorsun bu ülkede, o bile durmadan kesiliyor, geberiyor falan; dağ başında kullanabileceğime hiç inancım yok. Nasıl? Karavan neyime yarasın lan şehirde duracaksam? Ha bu arada "Verin" derken seslenişim okuyuculara değil, fark ettiğinizi umuyorum; hatta hiçbir şeye değil. Bu arada dağ başlarını seviyorum, bununla sorununuz mu var, ha? Çıkışa gel çıkışa... Vahşi Batı filmi ortamı bile olur lan! Bar kavgası falan. Issız adaya düşmek de olur?

*Bu arada bunun çevirisi "kıyamet sonrası" değil; yani teknik ve etimolojik olarak öyle ama ifadede sıkıntı var, biz "kıyamet" derken fiziksel olan her şeyin yok oluşunu kastediyoruz ama post-apokaliptik ortamda sadece insanlığın ve ekseriyetle de teknoloji ile doğanın naneyi yediği bir durum var, bildiğimiz anlamda kıyamettense "büyük çaplı yok oluş" veya "büyük yıkım" gibi bir şey diyebileceğimiz bir şeyin sonucunda öyle ortam oluşur. Mesela dünyanın her tarafında nükleer bomba kullanılan bir 3. dünya savaşı veya bir zombi salgını o sonuca yok açar. Ha bak sokaklarda zombi kessem de bu kadar sıkılmazdım. Sonuç olarak zaten apokaliptik şeklinde yazılabildiğine göre de bu söz artık Türkçedir, bu konudaki düşüncelerimi yeniden anlatmayacağım. Ha "post-apokaliptik" dandik bir ifade gerçi, doğrudan "apokaliptik" deyip geçeceğim ben.

"Amerikan tipi süperkahraman konsepti" hakkında aklıma takılan bir şey var. Şimdi bunlar güya şehri kurtarıyor ya? Ama onu yaparken amiyane tabirle şehrin içine ediyorlar, her yeri yıkıyorlar falan... Neden kimse bunlara "Lan yaprağım, o yıktığın binanın içinde insan vardı?" ya da "Bedava mı inşa ediliyor lan bir şehir?" diye sormuyor? DC ve Marvel acaba kendi bütçelerinden mi karşılıyorlar zararı?

Orhun tamgalarının farklı bir rünik alfabe kökenli olduğuna dair* bir teori var ve bu saçmalık. Neden mi? Çünkü Orhun tamgalarını takip edersek hiyerglife ulaşırız.

*İfadeyi yumuşattım bu arada, normalde direkt "Başka alfabeden alıntı" diyorlar. Ulan yıllarca Arap alfabesi dediğiniz Osmanlı alfabesinde bile -ki buna aslında Selçuklu alfabesi dememiz gerektiğini daha önce de nedenleriyle birlikte söyledim- orijinal harf ve okunuş kuralları var, Göktürkler neden ve nasıl ta ebesinin şeyindeki rünik alfabeyi alıp kendilerine yontsun (O dönem en yakın rünik alfabe İskandinavya'daydı); Çin harflerini kullanabilirlerdi? Koreliler ve Japonlar öyle yaptı mesela. "Çinliler düşmandı" derseniz de: Koreliler ve Japonlar da tarihleri boyunca Çinlilerle doğal düşmanlar olarak yaşadılar, çok nadiren iyi ilişkileri oldu. Çin harfleri hakkındaki açıklamayı kabul etsek bile Perslerin Arap alfabesi kökenli (Bak, kökenli. Neden? Çünkü Arap alfabesinde olmayan harf ve kurallar var) alfabesinden önceki alfabeyi alabilirlerdi (Sonraki dönemde Soğd alfabesi temelinde Uygur alfabesi yapıldı ama orada da "Hadi artık bunla yazıyoruz." diye bir olay yok, sadece yeni bir alfabe oluşturulurken temel olarak Soğd alfabesi kullanıldı), Latin alfabesinden daha eski tarihi olan Hint alfabesini (Devanagari) kullanabilirlerdi. Yani ta dağların denizlerin ardından, ebesinin örekesinden alfabe almaktan daha mantıksız bir şey olamaz, onu diyorum. Bu adamlar Çinlilerle savaşıp Uygurların isyanını mı bastırsın yoksa ta ebesinin şeyinden alfabe mi aşırsın? O dönemde telif hakkı falan da yoktu ki arkadaş, isteyen istediği alfabeyi alıp kendi diline uyarlayabiliyordu; gerçi günümüzde de bunu yapmanızı engelleyecek bir uluslararası yasa veya genel kabul yok. Zaten o çağ da o da çok mümkün değil, yüzyıllar sonra Kaşgarlı Mahmud bile "Dağlar ve denizler bu insanların dillerinin öğrenilmesine engeldir." şeklinde bir notla çiziyor haritasındaki Çin seddi ardındaki diyarı (Artık İç Moğolistan mıdır, Mançurya mıdır, Kore midir belli değil) ve "Cabarka" adını verdiği Japonya'yı. (Kelimenin Cabarka olduğundan emin değilim aslında; zira o dönemde Pers kökenli alfabe değil Uygur alfabesi kullanılıyordu, Divan-ı Lügatit Türk de esasen Türkçe değil Arapça bir eser; yani oraya Kaşgarlı Mahmud ve onun nezdinde Karahanlıların verdiği isim Cabarka değil Çabarka, Caparka, Çaparka falan da olabilir. Arap alfabesiyle P ve Ç yazamazsın; Pers ve Selçuklu alfabesiyle yazabilirsin. Kaşgarlı Mahmud da sırf harita için bir tarafından kelime uyduramayacağına göre o yöreye Karahanlılar öyle diyormuş, zaten Göktürkler, Koreliler ve Japonlar arasında Çin'e karşı bir çeşit ittifak anlaşması gibi bir şey vardı. Geldik mi yine "Niye Çin harflerini kullanmadılar illa alfabe aşıracaklarsa?" konusuna?) Yani denizlerin dağların ardından alfabe aşırmak Orhun alfabesinin ve atası olan Yenisey alfabesinin doğduğu, kaydedildiği dönemde teknik olarak olanaksızdı zaten.

O zaman...
Ders: Türkçe
Konu: Orhun tamgalarını takip ederek hiyerogliflere ulaşalım

Orhun alfabesinde "Eb" harfi ve onun daha eski Yenisey versiyonu (Sağ Yenisey, sol Orhun):
𐰋 𐰌
(Bu harfler görünüyor mu? Bende görünüyor)
Bu açıkça bir çadırın resmi, "eb" de sonraki dönemde B-V dönüşümüyle "ev" dediğimiz kelime. "Çadır" Farsça Çetr'den gelir, çetr ise Selçuklu'da sultanın kullandığı büyük bir şemsiyedir (ki zaten "çadır" lafı ilk zamanlar şemsiye anlamında kullanılmıştır; tabii Çetr doğrudan Selçuklu'da ortaya çıkan bir şey değil, Türk devlet kültüründe kullanımı Karahanlılara, İslam devlet kültüründe Emevilere, orijini ise ta Asurlulara dek giden bir şey), Türkçede çadıra "Yurt" "Eb/Ev" ya da "Kerekü/Kerekülüg" denir.

"And/Ant" okunan tamga:
𐰦 𐰧
Ant içme ayinini gösterdiği aşikar. Bir kam önderliğinde kaseye kan akıtıp içen insanlar.

"Ab" tamgası:
𐰉 𐰊
Bu kez Yeniseyden emin değilim ama Orhun versiyonu açıkça bir kanca, yani balık avını ("Ab>Av" B-V dönüşümü Türkçede her şeydir) gösteriyor. Aslında Yenisey verisyonu da çok daha basit, ilkel bir kancayı gösteriyor olabilir; sonuçta o dönemlerde balık sadece su kenarında yaşayanların lüksüydü ve Çaka Bey'e kadar Türkler asla denizci veya balıkçı bir halk olmadılar.

Mesela şu örnekte 1 numara açıkça Orhun versiyonun aynısı, 3'te en üstte olan ile 5 ise Yenisey versiyonuna benziyor; harf, gelişen balıkçılık teknolojisiyle modern kanca şeklinde değiştirilmiş olabilir.
File:History of Inventions USNM 26 Fish Hooks.png - Wikimedia Commons
Kaynak: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:History_of_Inventions_USNM_26_Fish_Hooks.png
Bir başka örnek, alt ortadaki tıpatıp Yenisey versiyondaki gibi görünen, kemik veya boynuzdan yapılma ilkel kancalar:
Primitive bone hooks and fishing gear | Primitive survival ...
Kaynak: https://tr.pinterest.com/pin/371335931746737161/

Devam ediyoruz...
"Em" (𐰢) tamgası (Bu tamganın kalın-ince versiyonu yoktur, yalnız "e" değil "a" ile de okunur) hakkında link vermekle yetineceğim (Tavsiye: Gizli sekmede açın, sonra sorumluluk almam. Korkunçlu karı, dedeler ya da yasaklı site linki değil bu arada, baştan belirteyim. Gerçi böyle yazınca da "Kesin o üçünden biri aqyim" kafasına giriyor insan, bilirim). Bu arada harfe dikkatli bakarsanız Eb tamgasının yan yatırılmış hali olmadığını, kendine özgü bir şekli olduğunu görürsünüz.

"Ek" tamgası ise açıkça bir ekin (buğday) görseli:
𐰚 𐰛
Bu arada bu tamganın Orhun versiyonunu çoğu kişi eğik olan sanır ama eğik olan Yenisey versiyonudur, Orhun versiyonu düzdür.

"Ağ/Ag" tamgası ağaç şeklindedir, "balık ağı" olarak yorumlandığı da olur:
𐰍 𐰎

"Eğ/Eg" tamgası ise eğilmiş bir ağaç veya ekin şeklindedir:
𐰏 𐰐

Sonuç: Orhun ve Yenisey harfleri tamamen Türkçedir ve kökenleri tıpkı diğer Türk tamgaları (Ve diğer tüm doğal alfabeler*) gibi hiyerogliftir.

*Doğal alfabeler nelerdir? Kendiliğinden doğan, insanlar tarafından sonradan üretilmemiş alfabelerdir. Mesela bugünkü Kore yazısı olan Hangeul ve Kiril alfabesi insan üretimidir; Yunan ve Latin alfabeleri ise yarı-doğaldır. Kendi kendilerine dönüşmüşlerdir ama Latin alfabesi Yunan alfabesinden, o ise Fenike alfabesinden türemiştir. Fenike alfabesi de Mısır hiyerogliflerinden doğmuş bir doğal alfabedir. Çin harfleri de doğal alfabedir mesela; açıkça kelimenin anlamını belirtir. Arap ve İbrani harfleri de -yine- Fenike harflerinden türemiştir. Viking ve Kelt rünleri de bu halkların hiyerogliflerinden türemiştir. "Devanagari" denen Hint alfabesi de doğal alfabedir, Sanskrit hiyerogliflerden doğmuştur. Doğal alfabeler basitçe hiyerogliflerin basitleştirilmesi veya basitleşmesiyle ortaya çıkan harflerdir. Yukarıdaki kanıtlar da göz önüne alınınca Göktürk alfabesi de doğal alfabedir.

Şu telefon üreticileri rekabeti farklı bir taraflarından anlıyor gibi geliyor bana. Mesela Samsung (tank ve uzay mekiği üreten firmayı da telefon üreticisi yaptık), Apple'la rekabetin birçok yolu var; ama bunlardan biri şarj uçlarını sadece Samsung'lara uyacak şekilde değişik üretmek olmaz, olmamalı.

Bu arada Çince çok garip bir dil. İlk duyduğunda "Böyle dil mi olur mk, iğrenç" diye düşünüyorsun ama belli bir süre maruz kaldıktan sonra ahenkli, hoş bir dil gibi gelmeye başlıyor. Tabii süresi de diğer durum da kişiden kişiye değişebilir, orası ayrı. Bir de "Su" anlamında "Sui" kelimesi var Çincede ama Türkçedeki Su ile Çincedeki Sui'nin etimolojik olarak hiçbir bağlantısı, ilgisi yok. Tamamen rastgele olarak neredeyse aynı kelimeyle ifade edilmiş. Aslında her iki dilde de yansıma kökenli kelimeler var (Üflemek, hapşırmak), o yüzden Su ve Sui kelimeleri su sesinden ("Şır" diyoruz mesela, Su'dan çok da farklı değil esasen) geliyor olabilir.

AYT konusunda devamlı "Sorular zordu" deniyor, mizah yapılıyor falan... Falan da bu tweetleri yayınlayan Onedio zahmet edip birkaç soru örneği koysaydı keşke de biz de "Harbiden zormuş ha" ya da "Yok be, kolay" diyebilelim aq. Bu arada "Bu sınavda çıkmayacak" denilerek konu atlanılan ve o konu sınavda çıkan, üstelik sınav tarihi gelene dek sınava girip girmeyeceğimiz bile meçhul olan (birden fazla sınav vardı bizden önce, bizden sonra tek sınava düşürüldü falan bir sürü şey) bir nesilden olarak sorular ne kadar zor olursa olsun şayet işlenmiş bir konu hakkındaysa ağlaşmaya hakkınız olmadığını düşünüyorum. Bu arada en çok ağlanan Türkçenin sorularına (yayınlanmış olanlara) baktım, Divan edebiyatındaki soruların günümüz diline* çevirisinin olmayışı dışında bir falsosu yok soruların, konuyu bilen biri gayet yapar. Uzun paragraflı yorum sorularına çok laf edilmiş ama bizim zamanımızda da Türkçe soruları yorumu sorulan paragraflarla doluydu, yeni bir şey değil bu. Bu arada Onedio'ya boşa atar yapmışız, sorular telifliymiş (Sınav sorusunun telifi mi olur lan? Sanki bana roman yazdı da telif almış mkduğum).

*Ki o da nasıl ifade, "günümüz dili"ymiş, peh! Divan edebiyatındaki dil ne sarayda ne halkta asla kullanılmadı zaten; sadece şiirlerde yaşamakta idi. Karacaoğlan'a, Köroğlu'na, Yunus Emre'ye sorsanız onlar da anlamadıklarını söylerdi. Zaten Divan şiirinin temel konsepti elit bir kitle tarafından benimsenip icra edilmesidir, günlük hayatta katiyen kullanılmayan Arapça ve Farsça (hatta bazen Arapça-Farsça kırması) kelamı beyitlere sokuşturmak esasına dayanır. Sadrazam sarayının 18. yy.ın sonlarından itibaren resmiyetteki isminin Bâb-ı Âlî olup halk arasında "Paşa kapısı" denmesi -daha doğrusu denmeye devam edilmesi, zira önceden resmiyetteki ismi de buydu- da (Bâb-ı Âlî "en büyük kapı" demektir ve bahsettiğim Arapça-Farsça kırma kelimelerdendir) bu durumla ilgilidir. Nasreddin Hoca'nın Farsça ya da Arapça mektup içeren bir fıkrası vardır, bu konuyu tam olarak anlatır; onu ararken de başka bir Farsça temalı Nasreddin Hoca fıkrası buldum, Nasreddin Hoca Farsça şeklinde aratınca çıkıyor, benim dediğim fıkra konuyu anlatıyor ama esas mevzusu başka, bu Nasreddin Hoca Farsça fıkrası tam olarak anlattığım konuya parmak basıyor; benim dediğim de meşhur "Keramet kavuktaysa" fıkrası zaten. Bu arada tabii o dönemler dilde bugünkünden daha fazla Arapça ve Farsça kökenli sözcük vardı ama bugün Batı dillerinden aldığımız karşılıkları kullandığımız daha fazla Öztürkçe sözcük de vardı. Venüs'e Zühre (Arapça) ya da Çolpan (Türkçe) deniyordu örneğin, bugünkü ifade Latince kökenli. "Çolpan" kelimesi isim olarak hâlâ yaşıyor ama anlamını sorsan bilen bile en fazla "Bir tane yıldız işte" olarak biliyor. Bu arada Türkçede çıplak gözle gözlemlenebilen dört yıldızın Arapça kökenli ismi insan ismi olarak hâlâ yaşıyor; alın bu bilgiyle ne yaparsanız yapın (Çolpan-Zühre-Venüs, Bakırsokum-Merih-Mars, bu arada Bakırsokum Türkçe İsimler Sözcüğü'nde var ama son 400 yıldır kimsenin çocuğuna o ismi verdiğini sanmıyorum, dalga geçerler lan, Erendiz-Hürmüz-Jüpiter, Sekendiz-Zühal/Zuhal-Satürn). "Hamster" mesela, Türkçesi "avurtlak"tır; hamster deyince aklımıza gelen Suriye hamster'ı/altın hamster'a ise "Heybeli sıçan" denir. Bugün avurtlak ya da heybeli sıçan değil hamster diyoruz, "avurtlak" sözü sadece cüce avurtlak gibi Türkiye'de yaşayan birkaç tür için kullanılıyor (Güneydoğunun da güneyinde de olsa heybeli sıçan da Türkiye direyine dahil). Gekonun ne olduğunu bilen herkes geko sözünü kullanıyor, halbuki o hayvanın uzun yıllar kullanılmış Türkçe adı keler; Agama'lar ise kaya keleri diye geçer. Bu arkadaş için Arapçadan ya da Farsçadan söz alınmaya gerek duyulmamış -Çünkü daha önce de dediğim gibi "Aaa, havalı lan" diye dile sözcük alınmaz- ama kaç bin yıllık kelime yerine batılı bir söz kullanıyoruz bugün. Bu arada kelerin kökenini araştırınca hemen keler balığı çıkıyor, Vikisözlük'e de kim eklemişse artık kaya kelerini "bukalemun" diye eklemiş. Bu hayvancağızların Türkçe adları aslında biliniyor ama kullanılmıyor: Hemidactylus sp. (House gecko): Ev keleri, Agama agama (Common agama): Bayağı kaya keleri, Cyrtopodion kotschyi (Kotschy's gecko): İnce parmaklı keler, Stellagama stellio (Roughtail rock agama): Dikenli keler. "Kaya" kısmı Türkiye'de yaşayanlarda atılıyor. Bukalemunun Türkçe adı olduğunu sanmıyorum bu arada, en kuzeyde Ege bölgesinde yaşamakta kendisi; Orta Asya'da siksen bulunmaz, haliyle Arapçadan alınan kelimeyle "bukalemun" denilip geçilmiştir, ha belki "Lan bu bizim bildiğimiz hayvanlardan en fazla kaya kelerine benziyor, kaya keleri herhalde" denmiş olabilir, onu bilemem. Sözün özü: O zamanki dil sadece abartılmaya mahal vermeyecek fazlalıkta Arapça/Farsça kökenli sözcük içeriyordu ve bazı sözlerin telaffuzu biraz farklıydı, o kadar. Gerçi bu "telaffuz" sıkıntısı da Türkiye Türkçesini İstanbul Türkçesinden, Türkçeyi de Günümüz Türkiye Türkçesinden ibaret görmezseniz değil çözülmek ortaya bile çıkmaz ama olsun.

Bu Onedio'nun sınavla ilgili mizah kısmında bir de "Sınavsız sistem" temennisi var yorumlardan birinde. Dünyanın neresinde sınavsız sistem varsa söyleyin, biz de orada okuyalım. Zaten günümüz eğitiminde sınavsız bir sistem kati suretle namümkün, öyle bir şey olması için temenni eğer Türkiye içinse eğitimin Sıbyan mektebi-Medrese sistemine döndürülmesi gerekiyor; yok dünya içinse -Zira sınavsız sistemin şu an dünyanın herhangi bir yerinde olması dediğim gibi imkansız- o zaman da günümüzün Batı kökenli eğitimini toptan Antik Yunan'daki köklerine döndürmek gerekir. Hatta o Antik Yunan'daki köklerde bile sınav olarak adlandırılabilecek şeyler var. Sınavsız sistem için eğitimin tamamen isteğe bağlanması ya da her şeyin değiştirilmesi ve matematik ile doğa bilimlerinin bile usta-çırak şeklinde öğretilmesi gerekiyor ki bu son dediğim de zorunlu eğitim ile mümkün değil. Bir şeyleri az usturuplu temenni edin ulan, düşünün az "Sınav olmazsa ne olur lan acaba?" diye, ondan sonra yazın yorumu. Hayır ben de eğitim bakanıyım sanki, niye bu kadar gaza geldiysem.

Facebook'taki anime gruplarında takılırken birkaç şey fark edip sevindim. Bir: Touma salağına (To Aru'daki) gıcık olan tek kişi ben değilmişim. Bu arada Railgun S'in "Sisters" (Orijinal adı bu, bunları çevirme yanlısı değilim. To Aru Majutsu no Index'e de "Belirli bir Büyünün Index'i" diyelim o zaman) arkının (arc'a da böyle diyelim artık, yeter ulan, her şeyi çevir çevir... Okunduğu gibi yazılıyorsa sıkıntı yok, bu neymiş?) başında Touma'yı görünce o kadar sevineceğimi hiç beklemezdim. Bu Touma'nın mal olduğu ve kendisine gıcık olduğum gerçeğini değiştirmiyor, orası ayrı. Heaven Canceller (Bu da özel ad; yani sayılır) acaba "tedavi edeceğim" diye beynini mi aldı çocuğun merak ediyorum, hayır çünkü hafızasını kaybetmeden önceki ilk bölümlerde bu kadar gerizekalı değildi de ondan diyorum. Heaven Canceller zaten hasta hayatta kaldığı sürece tedavi için her haltı yapabilecek tıynette bir adam, bu arada serinin en efsane karakterlerinden birinin diğer karakterler arasındaki bahsinin "Kurbağa suratlı doktor" olarak geçmesi de üzüyor. Dört anakarakterin dördünden de (Touma, Index, Misaka, Acce) iyi çar, net. İki: İzleme/izlenecekler listesi canavara dönüşen, sahibine "Bu ne lan?" dedirten tek kişi (Nam-ı diğer: Mal) ben değilmişim. Üçüncü bir şey de fark etmiştim ama unuttum. Bu arada yazıyı sırf tekrar anime konusundan bahsedeyim diye bu kadar uzattım, bir de yukarıdaki kısım ortalarda kalsın da sınavdan çıkmış bir öğrenci falan görüp sövmesin diye. Ben olsam ağır söverdim çünkü; onun içün. Bu Blogger niye bazı kelimeleri veya ekleri tanıyamıyor lan? Yabancı isimleri/kelimeleri ya da okunuşu/yazılışı değişenleri (içün-için) anladık, katiyen de hadi sık kullanılsa da eskimiş bir kelime ama "Sövmek" kelimesini tanıyıp "Söverdim" ifadesini algılayamamak? Reis bu kaçıncı seviye? "Apokaliptik" kelimesi sıkıntı çıkarmıyor ilginçtir, ne var ki "Konsept" kelimesi tanıyamadığı kelimeler arasında. Nasıl bir yapay zekan var lan senin, hangi sözlüğe bağlısın? Adamı hasta etmeyin hüleeayn!

Şu en baştaki sıkılma konusuna dönersek: Aslında pek sıkıldığım söylenemez. Küçüklükten beri evde yaşayan bir insan olarak evin içinde dışarıda olduğumdan daha rahatım, zaten dışarı çıkınca sinirim bozuluyor: Her yerde mutlu insanlar ve çiftler olduğu için.  Sadece şu anki durumum pek iç açıcı görünmüyor, bu gidişle köhne apartman dairesinden tekinde yapayalnız geberip gideceğim. Penceresinden gördüğü çiftlere "Geberin gidin lan, sikik normie'ler!" diye bağıran hikikomori karakterlere döndüm aq; zaten hayatımı bir hikikomoriye göre çok da farklı idame ettirmiyorum. O yüzden sıkılıyorum; aslında şunu fark ettim: Figüran olmak istemiyorum, canımı sıkan bu; ya kahraman ya da kötü adam olmak istiyorum ben. Yoksa evde yapacak bir şey bulamama gibi bir olay yok, dünya aşırı sıkıcı ama fantastik kurgu diye bir şey var. Zaten gün bir şekilde geçiyor. Yani kastettiğim sıkılmak "Yapacak hiçbir şey yok" tarzı bir şey değil, daha çok "Mına koyim böyle dünyanın" tarzı bir şey. Benim sorunum yapacak şeylerle değil, uğraşacak bir sürü şey var elimin altında. Yani ilginç olmayıp sıkıcı olan şey benim hayatım değil (gün içinde birkaç kez sekizinci sınıf sendromuna döndüğüm için zaten mümkün değil. Lan şu chuunibyou'ya düzgün bir çeviri bulun, aslında orta iki sendromu "teknik olarak" yanlış bir çeviri değil ama bir aslına bak bir şuna gözünüzü seveyim), ilginç olmayıp sıkıcı olan şey dünyanın kendisi.

Bu sivrisinekler neden böyle lan? Kanımı mı içiyorsun virüs mü bulaştırıyorsun ne bok yersen ye, sonra siktir git başkasına aynını yap. Ne kulağımın dibinde vızıldıyorsun behey pezevengin evladı!?

Hamefura çok ilginç seriydi. (-Di? Ne oldu ki kendisine? Alt tarafı yayınlandı bitti işte, sanırsın bütün kopyaları yok edilmiş) Harem tamam, "reverse harem" ("Hangi durumlarda tamamı Türkçe olan cümleye yabancı sözcük sıkıştırılması kabul edilebilir bir durumdur?" yazısı, "terimler" bölümü) de alışkın olduğumuz, bilinen bir kavram ve konsept. Yaoi-harem ve yuri-harem de tamam, olabilir şeklinde yaklaşılan şeyler. Bu arada yuri-harem gördük mü lan daha önce diye düşündüm, gördük evet: Yuru yuri. Gerçi o teknik olarak sadece günlük hayat animesiydi ama olsun.* Hamefura neden ilginç bir seriydi? (Bak hâlâ!) Çünkü adı bile olmayan, "Biseksüel harem" gibi bir şey denebilecek bir konseptle tanıştırdı bizi. Ulan Katharina ya, jaskjjhfksjdö. Bu arada Hamefura'dan tek beklentim ~İZLEMEK İSTEYENLER İÇİN SPO; İZLEDİYSENİZ, İZLEMEYECEKSENİZ YA DA "SPO MPO KOYMAZ BANA YEĞENİM" DİYORSANIZ (Spo yiye yiye Naruto'yu bitirmiş bir insanım ben mesela) DEVAM EDİN~ Fortune Lover'ın anakarakteri Maria'nın hareme katılmasıydı, o da oldu, hjsmjssöjsfşd. "Felaket bayrağı" diye diye oyun evrenini ne hale getirdi hsnngjss. ~SÜRPRİZKAÇIRAN BİTTİ~ Bu arada kızın (Katharina) gerçek adı asla söylenmedi, hiç de "Benim adım şuydu lan" demeyip Katharina olmayı hemen kabullendi ya la jhasjsdf.

*Bu arada bu Türkçe çevirmenlerin böyle çerezlik eğlenceli serilerle ne derdi var lan? Dandik çakma shounenler (Dandik çakma shounen: Eski shounenlerin kopyaları şeklindeki mal seriler. Örneğin Black Clover bunlardanken Kimetsu no Yaiba ve Enen no Shouboutai dandik sayılabilecek bile olsa -ki bence dandik de değiller, özellikle de Enen no Shouboutai gayet iyi bir seri- kesinlikle çakma değildir) sonuna kadar, 500 bölüm çevriliyor ama en uzunu zaten 25 bölüm olan çerezlik günlük hayat serileri yarım kalıyor. Tabii başka seriler, başka konu ve temalara sahip animeler de yarım kalabiliyor ama çevirisi yarım bırakılanların yarıdan fazlası bu tür seriler. Noukin'in çevirisi yıllar sonra tamamlandı, çevirisini tamamlamaya karar verdiklerinde animenin varlığını bile unutmuştum; Koisuru Asteroid hâlâ daha yarım, Little Witch Academia'nın çevirisini yarım bıraktıkları gibi  "Hayrına biz çevirelim bari" diyen izleyicileri suçlu çıkardılar, aylar sonra dandik bir şekilde tamamlandı çevirisi, Machikado Mazoku'nun ilk bölümü anime yayınlandıktan yıllar sonra çevrilip kalanı da ondan yıllar sonra çevrildi. Bu arada fark ettim de bunların çoğu açıkça yuri olmayan ama yuri esintisi taşıyan seriler, o zaman şuna geliyoruz: Ulan yaoi esintisi taşıyanlar sonuna kadar çevriliyor, ayrıca esinti taşımayıp taglara yaoi-yuri yazılanlar da sonuna kadar çevriliyor? Neye ulan bu gareziniz, tepkiniz? Niye eğlenceli, çerezlik serilerin yapmaları gereken tek şeyi yapmalarına izin vermeyip bunlar üstünden insanları kanser ediyorsunuz? İlla "Bir halt olmaz sizden" deyip İngilizce altyazılı mı seyredelim? İngilizce manga okumak zevk vermiyor ama anime izlemek farklı bir durum; İngilizcemin yetmediği yerde Japoncam, Japoncamın yetmediği yerde İngilizcem, ikisinin de yetmediği yerde ses efektleri, ses tonları, hareketler falan bir şekilde anlıyorsun mevzuyu ama manga okurken kafadan otomatik çeviri yapmak, cümleleri anlamaya çalışmak falan gerekiyor, yoruyor insanı. Bu arada yuri esintisi de bahane değil aslında, neden? Little Witch Academia'da hiç de yuri esintisi falan yoktu zira ama yine de sırf çerezlik, eğlenceli bir seri olduğu için yarım kaldı. Not: Hayranların Akko ve Diana konusundaki genel tavrı konu dışıdır; Naruto'da da Naruto ve Sasuke hakkındaki tavır var, Naruto yaoi esintili bir seri mi şimdi? Naruto demişken: Naruto serisine, evrenine, karakterlerinden tek birine en ufak saygısı, sevgisi olan kişi Boruto denen para tuzağı zerzevatı izlemez, prim vermez, yokmuş, hiç var olmamış gibi davranır, onu da belirteyim. Ha bir de mevzu yuri esintisi olsa ne Kancolle ne de Azur Lane'in çevirisi tamamlanmazdı, özellikle Azur Lane'de esintiyi geçip direkt "Oha ulan, yuri hentai mi izliyoruz? Ecchi tagı falan da yok ki aq animesinde." dedirten sahneler var; demek ki sıkıntı eğlenceli, çerezlik serilerde. Hayır en uzunu 25, çoğu 12 bölüm olan serilerin çevirisi ne kadar zor olabilir? Çevir şunu sonra siktir git, konuş fansubla "Ben böyle seriler çevirmek istemiyorum, başka türde seri verin bana" de. "Gönüllü iş bu" bahanesinden de gına geldi artık, ezkaza zengin mengin olursam (Evet ezkaza; zira kendi çabamla siksen olamam) Türkiye'de lisanslı anime yayınlayan bir şirket açıp maaşlı çevirmen çalıştıracağım, bu ne lan? Hayır gönülsüzsen, çevirmek istemiyorsan yapma, zorla mı tutuyorlar seni fansubda? Orada olmanın tek amaç ve sebebi anime çevirmek değil mi ulan! Ha bak, konunun yuri esintisi falan olmadığına bir başka örnek: Adını unuttuğum dalgakıran kulüplü bir anime vardı, çevrilen bölümlerde hiç yuri esintisi falan yoktu, eğlenceli, çerezlik bir günlük hayat animesiydi; sonuç? Yarım kaldı. Hitoribocchi no Marumaru Seikatsu da hakeza öyle. Bu arada Hitoribocchi tamamlanmış, ne ara tamamlanmış ben de bilmiyorum ama bu ilk çevrildiğinde yarım bırakıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Rifle is Beatufil (son kelimeyi kesin yanlış yazdım) da yarım kalmıştı, yalnız şimdi gidip bakar da çevirisinin tamamlandığını görürsem arıza çıkarırım "Gareziniz bana mı ulan?" diye. Evet, o da hangi ara olduğu belli olmasa da tamamlanmış. Derdiniz ne lan sizin? Bak Hitoribocchi'ye bir ay sonra devam edilmiş. Houkago Saikoro Club hâlâ yarım bak, Koisuru Asteroid de hakeza öyle. Houkago Teibou Nisshi (şu bahsettiğim dalgakıran kulüplü anime) de hâlâ yarım.

"Gözlük aramak" başlı başına sıkıntılı bir kavramdır. Gözlüğünü neden ararsın? Gözlüksüz göremediğin için. Gözlüğünü bulamamanın en büyük sebebi nedir? Gözlüksüz görememen. Tabii düzenli olarak gözlük takan (yani lensle geçiştirmeyen ya da gözü bozuk olduğu halde gözlük takmamakta diretmeyen kimseler) her insan evladının hayatında bir kez de olsa yaptığı bir salaklık olan, gözlük takmanın doğasında olan kafandaki, hatta daha kötüsü gözündeki gözlüğü aramak bambaşka bir olay; o gözlüğün fıtratında var.

Yukarıdaki sıkılma konusunda gün içinde birkaç kez çûnibyoğa (Sikerler ulan, böyle yazıyorum bundan sonra; alın 8. sınıfı, orta ikiyi falan bir taraflarınıza sokun. Bu arada chuunibyou için bir çeviri düşünüldüğünde ilkokul 5, ortaokul 3 yıldı, "8. sınıf orta iki olmuyor ki lan?" demeyin.) bağladığımı söyledim ya? Hah, yukarıda aklıma gelmeyen "Yalnız değilmişim" kısmına onu da ekledim, 3. o değildi ama; onu şimdi fark ettim. Üçüncüyü hâlâ hatırlamıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder