Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

11 Temmuz 2020 Cumartesi

He Başlık He, Gel Bi' Koy'ca'm Ben Sana Başlık... Tövbe'st...

Geçen yazıda sadak çevirisinin yanlış olduğunu söyledim; yalnız şöyle bir şey var: İngilizcede gerçekten sadağa da "Quiver" deniyor; "Bow quiver" diye arayınca sadak görseli çıkıyor. Kültürlerinde olması gerekmediği için olmayan bir şeye isim koymak yerine en benzer şeyin adını vermişler (Biz kültürümüzde olan zihgire bile isim vermemişiz mesela, Orta Asya döneminde bile hep Şest falan başka dilden geçen isimler kullanılmış). Moğol süvarisi görselini "Mongol bow quiver" diye aratarak buldum misal. Yine de ben olsam "Quiver"i (sonuçta farklı dillerdeki kitaplar da genellikle İngilizce çevirisinden çevriliyor) "Kubur" diye çevirirdim, hem yapısal olarak daha doğru (Tirkeşin birebir yapısı Batı kültüründe yok ama kuburun var) hem de sesletim olarak benziyor.

Bu arada Index nasıl anakarakter lan? Kendi serisinde bile anakarakter o değil de Touma malı, kendi serisinde bile anakarakter olmayan kız nasıl evrenin dört anakarakterinden biri olabiliyor? Başlıkta ismi olduğu için mi? Kendi serisinde hiç görünmediği, ağız ucuyla bahsedilen bölümler var lan!

Hazır başlamışken: Re Zero ranobesinin 5/45 bölümünü ("Kahramanca Düşler") okudum, Barusu, seni o kadar iyi anlıyorum ki kardeşim. Bir de bu adama "Anca reset atıyor" derler, sevmezler. Gerçi sadece animeyi izleyenlere de kızamıyorum; Emilia, Ram, Reinhard (Böyle mi yazılıyormuş la bu adamın adı? Wiki'ye göre öyle ama doğru gelmiyor) gibi bir sürü karakteri ranobeyi okumaya başladıktan sonra sevmeye başladım ben de. Ha Barusu ile benim aramda bir fark var: Adam sadece beceriksiz ama ben gerçekten hiçbir sik beceremeyen bir malım. O değil de 5/46'daki konuşması efsane adamın, "Heil Barusu!" diye bağıracaktım (Ram usulü işkenceden taviz vermiyorum, evet); ayakta okudum lan konuşmayı, Türkçe çeviride iki kısma ayrılmış durumda; adını söylediği kısımda bildiğin yumruğumu kaldırdım havaya.

Deniz taşları güzel şeyler ama kuruyunca o güzelliklerinden eser kalmıyor. Neyse ki yeniden tuzlu suya koyunca ıslak görüntülerine dönüyorlar.

Gökçeada'da Tuz Gölü var, orada şifalı çamur falan bir şeyler var da... Bir de siyah bir kum var orada, demek ki Hagen Siyah Kum'un rengi doğaya aykırı değilmiş. Gerçi kimse öyle bir şey iddia etmiyordu zaten, o kumu kullananlar az çok bir şeyleri bilen kişiler olduğundan zaten akvaryuma boyalı kum, taş sokmaz. O aq taşlarını aslında ucuz olsun diye sanayi boyasıyla değil de akvaryumlar için uygun olan boyalarla [evet, var öyle bir şey. Kendinyap (Bu Onur G. Hitit'in DIY için uygun gördüğü çeviridir, dil konusundaki hassasiyetimiz ve neyin Türkçe olup neyin olmadığı konusundaki fikirlerimiz benzeştiği için kullanmakta beis görmüyorum) üç boyutlu fonlar falan o tür boyalarla boyanıyor, derzli derzli beyaz mı bıraksınlar?] boyasalar bu kadar sıkıntı çıkmaz; ha yine doğadışı olur ama en azından balıkları kanser etmez. Gerçek anlamda kanser ediyor bu arada, cilt kanseri yapıyor o taşlar balıkları (Evet, köpekbalıklarını da). Hah neyse, ben o siyah, beyaz, mavi vs. kumları aslında çok renkli kumdan (normalde göl/deniz kumunun türüne göre içinde farklı renkler olabiliyor, tek renk ya da tek renge yakın da olabiliyor tam karma da) ayrıştırılıyor sanıyordum ama demek ki doğrudan siyah kumdan alınıp üretiliyor. Aslında şimdi düşündüm de kim uğraşır lan çok renkli kumu ayırmayla falan? Bütçe diye bir şey var herhalde, manyağa bak.

Hayatla mücadele yöntemlerimden biri de iğrenç espriler yapmak. Devamlı olarak iğrenç espri yapıyorum; çekilir kılıyor. Umudu öldüremediğim için böyle yöntemler buluyorum işte. Boş yapmak da o şekilde bir şey, sorunlardan uzaklaşmamı sağlıyor. Bir süre boyunca söylenmek de epey rahatlatıcı bu arada.

Bak şimdi, şu an durum ne bilmiyorum ama bize ilkokulda kitap olarak Çocuk Kalbi (Edmondo De Amicis) önerirlerdi. Arkadaş küçücük çocuğa neler okutuyorsunuz siz ya? Ömer Seyfettin'e hiç girmiyorum ki Türk edebiyatı içinde en sevdiğim yazarlardandır ama bu o öykülerin küçücük çocuklara okutmaya uygun olan şeyler olduğu anlamına gelmiyor. Zaten Ömer Seyfettin'de hikayelerin çoğunu anlamak için belli bir bilgiye ya da yaşa sahip olmak gerekiyor: Ant, Başını Vermeyen Şehit, Aleko Bir Çocuk... Özellikle Çanakkale veya Kurtuluş Savaşları sırasında geçen, zaten esasen Kuvai Milliye ile aynı amaç doğrultusunda yazılmış eserlerde bir sürü garip garip şey bulabilirsiniz (Nekrofil ve tecavüzcü düşman kuvvetleri subayı gibi, hikaye adı Beyaz Lale). Bunları zaten belli bir yaşa gelince, belli bir milli bilinç ve tarih bilgisiyle okumak gerekiyor da o "Kaşağı" nedir ya? Bir de değil, birkaç neslin psikolojisini bozan bir kitaptır kendisi. Hani o yaştaki bünyeye dramı dayamak nedir, neyin peşindesiniz? Bu arada Ömer Seyfettin kendi döneminde ne kendisi ne de başkaları tarafından "Çocuk kitapları yazarı" olarak görülüp adlandırılmamıştır, sade dille yazılmış kısa öyküler bu ucube duruma neden oluyor olsa gerek. Oysaki dildeki o sadelik de tam olarak kitapların yazılış amacıyla aynı milliyetçi bilinçten kaynaklanıyor.

Ğ'ye çok üzülüyorum, sesi olduğuna bile inanılmayan bir harf. Hayır nasıl sesi yok ben anlamadım, kulağınızın ayarı da mı yok? Kaplumbağa, ağaç gibi kelimeleri Ğ'siz, harfi uzatarak veya çiftleyerek söyleyin ve kulak tırmalamadığını, bir boşluk oluşturmadığını iddia edin de göreyim. Hayır Ğ'nin sesi yoksa H'nin de yok o zaman, Ğ baktığında H'den çok daha belirgin, çok daha kulağa nüfuz eden bir ses; ha memlekette o sesi doğru düzgün çıkaran yokken H'yi X'e çevirenler olduğu için H'nin varlığını kabul ediyoruz. (Buradaki X, Ks okunan değil; Doğu Dillerine özgü gırtlak H'si) Hadi H'yi kabul edelim, Ğ'nin sesi yoksa "Üflemek, Üfürmek, Fokurtu" kelimelerinde de F yok o zaman. Böyle mantık mı olur lan? Orhun Alfabesi'nden beri gösterilen sese ne gareziniz var? Ğ kırmızı çizgim arkadaş!

Bu arada yeni çıkan animelere baktım, Deca-Dence diye bir şey var. Daha izlemediğim için ne kadar sağlıklı bir yorum bilemiyorum ama konusuna baktığımda "Biz bunu izledik lan zaten!" tepkisi verdim. SNK ile Kabaneri'yi birleştirmişler gibi duruyor konusu, karakterler belki ilgi çekici olabilir (konuda farklılık gördüğüm tek yer karakterlerdi, tabii daha önce görmediğimiz tarzda karakterler değiller ama en azından SNK veya Kabaneri'nin anakarakterlerine göre farklılar) ya da hikayeyi iyi işleyebilirler diye fırsatım olunca (Şu an internet konusunda biraz sorun yaşıyorum) izleyeceğim bakalım ama devam edeceğimi pek sandığım bir anime değil. Eğer seversem de... Önyargılı yaklaşıp da izleyince sevdiğim tek anime olmayacak sonuçta, hayatımda çok da bir şey değişmeyecek. Bu arada SNK olsun, Yokusoku no Neverland olsun, Kabaneri olsun, bu olsun... Çok arttı bu konsept, eskiden bir SNK vardı; dolayısıyla tıpkı isekai gibi buna da yeni bir ad verme ihtiyacı doğdu (İsekai'e de o animeler fazlalaşınca ad verilmişti, Zero no Tsukaima çıktığında isekai diye bir kavram yoktu). Bakalım ne zaman o adı çıkaracaklar? Kaçış animesi diyemeyiz herhalde, Neverland dışında bir kaçış teması yok onlarda. Kapana kısılma animesi falan dememiz lazım.

Onedio çok bozdu, öyle böyle değil. Bir yerde "Yok daha bozmaz artık" dedim, daha da bozdu. Ulan insan "Bu ifadeler yanlıştır, doğrusu budur" şeklinde bilgi içeriği yaptıktan sonra* yazarlar hakkında (Bak, YAZAR diyorum) "Bilinmeyen bilgiler" içeriğinde elli tane imla hatası yapılır mı lan? "Tabii ki de yok, bağlaçtan sonra bağlaç mı gelirmiş?" Peki ya bağlaçtan sonra virgül gelir mi sence, ha amın feryadı? Peki ya ayrı ya da bitişik de'lere ne demeli? Ulan ayrıca dil dediğin yaşayan bir varlıktır, üstüne Türkçe birçok dile kıyasla daha esnek bir dildir. "Tabii ki de" şeklinde yerleşmiş bir kullanım var mı? Var, o zaman o Türkçe olup doğru olan bir ifadedir. ...mına koy'im elma da yanlış o zaman, alma diye yazıp söyleyelim. Böyle mantık mı olur? Ayrıca o "Bilinmeyen bilgiler" dediği yazar bilgileri de gayet bilinen şeyler, bilinmiyorsa siz nereden öğrendiniz lan ayrıca? Ha bir de Şeyma Subaşı'nın (çıkmıyor arkadaş bu kadın hayatımızdan, inanılır gibi değil) yeni markasının bazı ürünlerinde başka markalardan "esinlenme" varmış, öyle başlık atmışlar. Ulan iyi de bunun haber değeri yok ki! Yok! Başkasından, birbirinden esinlenmeyen marka mı var aq? Çalıntı ise -ki bunu belirtmek istiyorsam o esinlenmiş kelimesini benim yaptığım gibi tırnak içine alır veya yanına (!) koyarsın, çok zor değil (Bu arada gördüğünüz gibi bağlaçtan sonra gayet de bağlaç geliyor, zaten bağlaçtan sonra bağlaç gelemese "ya da" ifadesi de yanlış olurdu, kim bu söze yanlışlık, Türkçede olmamazlık isnat edebilir, sorarım!)- o zaman haber değeri olur. Ben de yağmurdan, ağaçtan esinleniyorum, Mikail bana telif davası açsın o zaman. Bu ne lan? Doğru düzgün içerik üretin! Çalıntıysa çalıntı yazın, esinlenmenin haber değeri yok ki? Neyin peşindesiniz? Nasıl bir örgüt, nasıl bir şebekesiniz ulan siz! Devrik cümle de yok hatta Türkçede, özne dediğin başta olur. Sizin ben ta... Yalnız Onedio Yemek Youtube kanalı güzel, ona laf yok ("İzlenmiyor" diye ağladıkları bir mukbang serisi var, ben de izlemedim uzun süre ama sonra bir izledim, sıradan ilk videoya kadar gittim, bayağı iyi). Testler, komiklik içerikleri falan da... Eh işte, zaten Onedio'da takılmamın asli sebebi o.

*Ve onda da yalan yanlış bilgi verip neden doğrusunun o olduğunu katiyen açıklamadığı halde; mesela bu önünde sonunda-eninde sonunda olayını ben irdeledim kendim çözdüm, herif "Doğrusu önünde sonunda'ymış" yazmış oraya. Peki neden doğrusu o acaba mk editörü, bunu kökü kökeni nedir? Onu biraz düşünüp araştırsanız doğrusunun eninde sonunda olduğunu göreceksiniz. Ayrıca neden -miş? Biliyorsan "Doğrusu şu" de, ne duyulan geçmiş zamanı falan karıştırıyorsun? Kimden duydun, kaynak ver! İt! (Dayanamadım)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder