İsekai konusunda kafama takılan bir şey var. Küçük kız bedeninde dirilen (ya da çağrılan, Youjo Senki'yi henüz izlemedim) erkek yaptılar, balçık olarak dirilen erkek yaptılar (Slime datta ken), kız olarak dirilen veya çağrılan kızı birden fazla kez yaptılar (Noukin, Hamefura, Honzuki), iskelet bedeninde sıkışan erkek yaptılar (Overlord), erkek bedeninde dirilen erkek yaptılar mı net hatırlamıyorum ama yapmışlardır herhalde, kendi bedeniyle çağrılanları daha ortada isekai diye bir kavram yokken zaten yapmışlardı (Zero no Tsukaima; isekai kavramı çıktıktan sonra da Re:Zero), şeytan/şeytan lordu olarak dirilen/çağrılan insan yaptılar (Isekai Maou to Shoukan Shoujo no Dorei Majutsu), başka dünyadan bizimkine geçit açıp gelen kahraman ve şeytan lordu yaptılar (Hataraku Maou-sama), açılmış bir geçitten operasyon için geçen asker yaptılar (Gate: JSDF), deney amaçlı başka dünyaya gönderilen otaku yaptılar (Outbreak Company), "efsanevi kahramanlar" olarak grup halinde çağrılan insanlar yaptılar (Tate no Yuusha, Arifureta), oyun evrenine çağrılıp avatarlarında sıkışıp kalan insan yaptılar (Log Horizon), burç ruhlarıyla sevişmesi için damızlık olarak seçilip çağrılan erkek ve erkeğin yancısı olması için çağrılan, hamile kaldığını sanan bakire kuzenini yaptılar (Oha! Ama gerçekten yaptılar: Conception. Bu arada kız aslında yancı olarak değil de başka bir sebepten çağrıldı da ilk bölümü izleyip saldım animeyi, o yüzden hatırlamıyorum. Hamile kaldığını sanmasının sebebini de onun üzerinden açıklamışlardı), internet olmayan evrende interneti çeken akıllı telefonla kendi bedeninde dirilen erkek yaptılar (Smartphone Tomo ni), mitolojik devirlere yollanan erkek ve onu takip eden kız yaptılar (Hyakuren no Haou to Seiyaku no Valkyria), başka dünyaya e-posta üzerinden fırlatılan oyuncu (gamer. Karışıyor lan bu, dizi/film oyuncusu mu gamer mı? Bir ek mek bir şey bulun) üvey kardeşler yaptılar (No game no life), cennete gidebileceği halde iğrenç bir şekilde anlatılması nedeniyle başka dünyada kendi bedeninde doğmayı seçip tanrıçayı yanında sürükleyen erkek yaptılar (Konosuba), uçakları düşüp başka dünyaya çakılan liseli dahiler yaptılar (Chouyoyu)... Yalnız hâlâ "Erkekken inanılmaz tatlı bir kız olarak yeniden dirildim" olayına girmediler. Hani aslında son zamanlarda çıkan animelere, Japonların eskiden beri süregelen moe kültürüne, Kokoro Connect* ya da Yamada-kun to 7-nin no Majo'da görüldüğü gibi bu beden-cinsiyet değişimi işine meraklı olmalarına, Conception gibi acayip bir fikre (*1: Bu konuda bir dipnotum var, onu okuyup devam edin) kimsenin itiraz etmemiş olmasına (Gerçi devasa dokunaçlar hakkında fantezi kuran bir milletin evlatlarına bu fikir yeterince acayip gelmiyor olsa gerek), trap/futanari, harem, yaoi ve yuri sevdasına ve başka birtakım şeylere bakınca bunun çoktan yapılmış, üstüne animesinin 2. hatta belki 3. sezonunun çıkmış olması gerekiyordu. Yapıldıysa bile yeterince popüler değil, öyle bir konseptin popüler olmamasının imkanı yok. Bu arada Çinliler netroman (WN) olarak yapmış bunu ama onlar da Çinliler işte, üç yüz yılda bir anime çıkaran insanlar; Çin işi olduğu için de o kadar da bilinmiyor demek. Bu arada Shicisei no Subaru, Bofuri gibi animeler isekai değildir, SAO'nun ilk sezonunun ilk yarısı ve Alicization'ın ilk yarısına belki isekai denebilir. Bu arada bu Shicisei no Subaru, Bofuri gibi animelerin öncüsü SAO değildir, bunu da belirteyim. SAO bu tarzın popülerleşmesi ve bu türde daha fazla eser verilmesine neden olmuştur ama bu tür animelerin öncüsü, gerçek anlamda bu konseptin genel temasını ortaya koyan anime Log Horizon'dur.
*1: Son zamanlarda Küfürbaz Haydo ile liseli incicinin kimerası gibi bir şeye dönüşmüş olan (hatta arada somurtkan şirindir, Satou Tatsuhiro'dur sosları, esintileri falan da var; baharat olarak da bir tutam Bektaşi fıkrası anakarakteri) çarpık ve kendince hastalıklı zihnimle bile ucunu kıyısını düşünemeyeceğim bir fikir bu. Son zamanlarda acayip bir şeye dönüştüm ben bu arada, anlattım şimdi. Bu dipnot işi de yıldız parantezi gibi değil, konuyla alakalı ve okunması gerek ama tek parantez için çok uzun.
*Ki efsanedir, psikoloji ve karakter tahlili anlamında bir başyapıttır; oluşturulan her bir karakterin ne kadar gerçek olduğu da cabası. Bu arada Nagase'nin son arkın başındaki değişimine laf edenler hayatı boyunca hiçbir derdi tasası olmamış, sosyal sorunlarla boğuşmak durumunda kalmamış götü sıcak gamsızlardır. Bu kadar da netim bu konuda. Hepinizi sikeyim, gidin geberin. Hayır animeyi nerenizle izlediniz acaba? Kız ilk arktan beri "Ben aslında böyle biri değilim, gerçek kişiliğimi kendim bile unuttum" diye geziyor, siz de "O kadar kolay kişilik mi değişir?" diyorsunuz. Mesele de bu işte: O kız başından beri o olduğunu sandığınız kişilikte değildi, sadece rol yapıyor, maske takıyordu. Hadi dertleri tasaları, sosyal anksiyeteleri, kabullenilme kaygıları olmadı, ayrı ayrı hem rol yapmalarını gerektiren kişiliklerinden hem de oluşturdukları o "kostüm"den nefret etmediler, hangisinin gerçek kendileri olduğunu karıştırıp sorgulamaya başlamadılar (ben onların ta götüne koyayım, torpilli rahat ibneler), animeyi de atlaya atlaya izlemiş ...mına ko'duklarım.
Geçen yazıda (Artık akıllandım, bunları yazının başına koymuyorum. Bu arada geçen değil bir önceki yazı, araya Youtube kanal önerileri yazısı girdi) Supernatural'dan girip yazıyı Cincilik 101'e çevirmiştim ya? Ona eklemeler yapacağım (Ne gerek varsa). "Oyunculara Nas-Felak okutamayacaklarına göre..." demiştim. Aslında Nas suresi okuyan bir Sam'i hayal etmek eğlenceli, o kadar Latince egzorsizm (TDK böyle Türkçeleştirmiş bunu. İşi bana verselerdi eksorsizm veya ekzorsizm diye Türkçeleştirirdim) duası okuyor, araya bunu da sıkıştırıversin adasfdsggds ama konu bu değil. Biz günlük hayatta "Bir Felak-Nas oku bir şeycik olmaz" şeklinde yaklaşıyoruz ama cincilik geleneğinde Nas ve Felak surelerine besmele gibi yaklaşılır, ifritler, maridler ya da üst seviye cinlere karşı kullanılmaz; Ayetel Kürsi bile kendi başına bir koruma olarak okunmaz da korunma çemberi için dua olarak kullanılır. "Korunma çemberi ne lan?" diyorsanız: Supernatural izlediyseniz orada devamlı yaptıkları tuz çemberi var ya? Aha o. İzlemediyseniz de bir çeşit doğaüstü kubbe içine girmeniz ve dışarıdaki ruhani tehlikelerden korunmanızı sağlayan bir ayin anlamına gelir. Sadece cincilikte değil modern vika ve Ortaçağ Avrupa tarzı cadılıkta, Japon tarzı şamanlıkta* ve birçok başka gelenekte de olan bir şeydir. Bir de Türk tarzı cinciliğin Tengricilikten fazlaca nemalandığını söyledim, bu doğru ama eksik. İran tarzı cincilik de Zerdüştlükten fazlaca yararlandı, tabii birçok sebepten ötürü İran ve Türk tarzı cincilik birbirini de etkiledi. Bunun üstüne Mayangalar Ocağı ile Türk tarzı cinciliğin içine Afrika tarzı büyücülük de girmiş oldu. Güney Amerika egzorsizmi de Afrika tarzı büyücülükten fazlaca etkilenmiştir bu arada.
*Şintoizm de Şamanist gelenek içeren bir dindir, "miko" diye araştırın. Yalnız Şintoizm, Şamanist gelenek içermesine rağmen -örneğin Tengricilik veya Muizm gibi- Şamanizm altında sınıflandırılabilecek bir inanç sistemi değildir, Animizm altında sınıflandırılır. Bu arada Paganizm, Şamanizm, Animizm ve Putperestlik arasında ruh ve Tanrı açısından fark var:
Paganizmde aslolan Tanrılardır, ruhlar önemsizdir.
:::
Şamanizmde ruhlar önemlidir ama Tanrı (Tengricilik) veya Tanrılar (Türk-Moğol Şamanizmi. Umay Ene ve Erlik Han Türk-Moğol Şamanizminde Tanrıça ve Tanrıdır, Tengricilikte ise Umay Ene kutsal ruh, Erlik Han kutsal-lanetli ruhtur. Demirle aynı, evet) daha önemlidir, esas olan onlardır.
:::
Animizmde bilindik anlamda bir "Tanrı" kavramı yoktur, her şey ruhlara bırakılmıştır. Şintoizm gibi bazı Animist geleneklerde isimleri "Tanrı" diye çevrilen şeyler olsa da bunlar Pagan tanrılardan çok Şamanist kutsal veya kutsal-lanetli ruhlara benzer.
:::
Putperestlikteyse aslolan puttur, bazen ruhlaştırılır veya belli bir Tanrı konumlandırılır ama esas olan bunlar değil puttur. İbadetler puta yapılır ve çoğunda da put ilgili ruh veya tanrının evi/bedeni konumundadır. Örneğin Slav paganizmi putperest bir gelenektir.
:::
Bir de put/heykel konusu var tabii: Paganizmde tanrı/tanrıça heykelleri yapılsa, tapınaklar bunlarla süslense de bunlara dua etmek, bunlara kurban vermek gibi bir gelenek yoktur; o putperestliktir. Şamanizmde zaten tanrı/tanrıça veya kutsal/kutsal-lanetli ruh heykeli yapma geleneği yok, sadece ata ruhlarının, yani ataların, efsanevi kahramanların koruyucu ruh olarak hayalet benzeri şekilde gezinen hallerinin (Örneğin Alp er Tunga alplerin ata ruhudur) heykelleri, balbalları (o da bildiğin mezar taşı zaten; Osmanlı'da uzun süre mezar taşları börklü sarıklı inşa edildi, bunları hâlâ cami bahçelerinde falan görebilirsiniz, balbal kültürünün kalıntısıdır o. İslam'da zaten mezar taşı diye bir gelenek hiç yok, onu İslam coğrafyasına sokan biziz) yapılırdı. Animizmin bazı çeşitlerinde ulu (kutsal veya kutsal-lanetli) ruhların heykelcikleri yapılıp onlara dua edilir ama genel gelenek tanrı/tanrıça diye çevrilen büyük ruhlar için tapınaklar, daha küçük ruhlar için minyatür ev benzeri şeyler inşa etmek üzerinedir. Yani tanrının heykelini yapmaz, barınabileceği bir ev inşa edersiniz. Putperestlikte heykelin/putun yapılmaması zaten söz konusu değil, Paganizm ile temel farkı da bu: Putperestlikte putun önünde, puta dua ve ibadet edilir, kurban verilecekse puta verilir. Mesela animizmde de tapınakların belli bir kısmına kurban olarak para atma geleneği var. Batılılar Hristiyanlığı kendilerine göre yontunca (Böyle bir durum olmasa Protestanlık diye bir mezhep ortaya çıkmazdı) Paganları da putperest diye sınıfladılar, kavram karmaşası oluşturdular.
Bir de geçen yazıda Ayasofya'nın fresk ve mozaiklerinden bahsettim ya? Fresk ve mozaiklerle ilgili değil ama okçular arasında şöyle bir anlatı yaygındır: Fatih, Ayasofya'yı camiye çevirdikten sonra onun içindeki vaftiz kabı, şarap kadehi, haç, biblo gibi şeyleri bugün Okmeydanı denen yere yığmış, yayını gerip "Yolum İslam, hedefim puta" diye ok atmış. Bu arada "Puta" Farsça "Putlar" demek, daha doğrusu "Put"un çoğulu çünkü zaten "Put" sözünün kendisi de Farsça. Burada özetle Fatih, Batı'ya "Bütün putlarınızı yıkmaya geliyorum." mesajı veriyor (Sünnilikte Hz. İsa tasvirli haç, Meryem Ana biblosu gibi şeyler puttan farksızdır. Gerçi Fatih bu "put" kelimesini lordlar vs. için de kullanmış olabilir); ha etrafta Batılı diye sadece zaten son zamanlarında Bizans'ı falan sallamayan* Rumlar ile İstanbul Ermenileri varken o mesaj yerine ulaşmış mıdır meçhul. Şimdi ne alaka bu anlatı? Pek bir alakası yok, öyle aklıma gelince anlatayım dedim. Bu bilgi fresk ve mozaiklerin kapatıldığına dair yeterli kanıt sunmuyor sonuçta, zaten okçu geleneği dışında pek de yaygın bir anlatı değildir.
*Bizans'ı kendi askeri gücü bile sallamıyordu o dönemde: Mehmed-i Sanî, İstanbul'u fethedince Gökçeada'daki Bizans askerleri de "Memleketi biz mi kurtaracağız akoyum?" deyip adayı terk etmişlerdi; Batı Roma'ya falan gitmişlerdir herhalde, Mora ya da Kıbrıs da olabilir. Bunun üzerinde orada kalan delegeler de Fatih'e gidip "Adayı size vereceğiz ama düzenimiz devam edecek." demişler, kabul görmüşlerdi. Muhtemelen ondan dolayı Yunanistan'ın Gökçeada üzerinde bir hak talebi yok, Kardak için kriz çıkaran ülke "Koskoca ada size kalamaz." demiyorsa bir sebebi vardır. Yüksek ihtimal "Lan Bizans bile umursamamış, bize ne aq adasından?" gibi bir düşünceye sahipler.
Bu arada Türk feministlerin hiçbiri Türkçe bilmiyor. Şu "Bayan değil kadın" olayından bahsediyorum. Birincisi: "Erkek" kelimesinin ikilisi (burada karşıtlık değil de yin-yang gibi bir durum var daha çok) "Kadın" değildir, "Kız"dır. Kadın, Adam kelimesinin ikilisidir. Bir de bir feministe söylesen muhtemelen rahatsız olacağı "Hatun"un başka söylenişinden başka bir şey değildir, Eski Türkçe "Katun"dan gelir. Bayan da herhangi bir kötülüğü olmayan bir kelimedir, "Bay" Türkçe zenginlik anlamına gelir; Bayan ise kelime anlamı olarak "Zengin eden" anlamına gelir, zaten ilk olarak erkek ismi şeklinde ortaya çıkmıştır. Bayan'ın fakirleştiren anlamına geldiğini söyleyen de var ama -en/-an eki ne zamandan beri Türkçede öyle bir görev üstleniyor acaba? Bu ekin görevi bellidir: Yap-an, et/d/-en sıçra-y-an... Olumsuzlaştırdığı tek bir örnek gösterin lan. Avarların Bayan Kağan adlı hakanı var (Kelimenin ilk olarak erkek adı olarak çıktığı bilgisini bu yüzden verdim), kötü, aşağılayıcı bir sözü neden Tigin'e ad diye koysunlar? Bayan, daha sonra Bey'in değişmiş hali olan Bay'ın dişili olarak kullanılmaya başlanmıştır. "Baymak" ise (Baydın artık) "zengin" anlamındaki Bay kökünden "Zenginliği (fazlalığı, çokluğu) nedeniyle doyuma ulaştırmak, bıktırmak" anlamında. Hem bir Oğuz boyunun adı olup hem de günümüzde anlamını hatırlayan pek olmasa da hâlâ kullanılan (Örnek: Bayındırlık müdürlüğü) ve "İskan" anlamına gelen Bayındır sözü de zengin anlamında "Bay" kökünden gelir, "Bay-an-tur" (Çavuldur gibi başka Oğuzca sözcüklerde de görüyoruz bu -tur ekini, -lı/-li ile benzer görevdedir; örneğin Çavuldur, ünlü, şöhretli, meşhur demektir) şeklinde olup ilk dönemde "Bayundur" diye kullanılan bir sözdür, "Zenginleştirilen, zengin edene (zengin eden bir kişiye/kuruma) sahip, zengin edilmiş" gibi bir şekilde günümüz Türkiye Türkçesine çevrilebilir. Bayılmak ile "Bay" kökünün bir ilgisi yok, onun kökü doğrudan Bayıl-. Baygın kelimesi de Bayılgan'ın zamanla kısaltılıp değişmesiyle oluşan bir söz, al(mak) kökünden "Alagan" da fatih demektir, -gan/-gen eki -an/-en ile benzer görevde kullanılır Türkçede. "Dövüşken" de benzer şekilde Döğüşgen'in değişimidir. Bu arada evet, bugün dalga geçilen ve bazı ağızlarda hâlâ kullanılan "Döğüş" aslında Dövüş sözünün ilk hali (Zaten kelimede V değil W var aslında, B-V, Ğ-W dönüşümü vardır Türkçede). Döğ- kökünden geliyor, kökün Döv-'e dönüşmesiyle birlikte o kökten gelen bütün sözler de Döv-'e dönüşmüş. Bu arada "Sözcük" TDK tarafından bulunan ve başarılı bir söz, Eski Türkçe'de doğrudan "Söz" deniyordu kendisine. Daha sonra "Söz" denen diğer ifadelerle karışmasın diye önce Arapça "kelime" sözü alınıp kullanıldı, sonrasında TDK "Sözcük"ü buldu. Konuya dönersek: Eğer bayan kelimesine illa itiraz edecekseniz "Bayan değil kız" deyin ama o da işinize gelmiyor yan anlamlardan dolayı, değil mi? Saçma sapan işlerle uğraşmayın, zaten günümüzde feminizmin ne olduğunu bilen çok az kişi kendini feminist diye tanımlıyor. Eşitlik diye çıkılan yolda iyice "Biz yöneteceğiz ulan, bizim dediklerimizi yapacaksınız." kıvamına geldiniz ya, ben size hiçbir şey demiyorum. Ha bir de bu eşitlik neden hep hafif (ofis çalışması gibi) veya üst düzey (müdürlük misal) işler ve durumlar söz konusu olduğunda gündeme getiriliyor? Eşitsek -ki ben eşitliğe inanıyorum ama feminizm amacından sapmış bir ideolojidir, zaten asli amacı eşitlik olsa adı feminizm değil egaliteryanizm olurdu; feminizm şu anki haliyle cinsiyetçilikten başka bir şey değildir- her şeyde eşitiz: İki cinsiyet de madende çalışabilecek, iki cinsiyet de fikirlerini "Yanlış anlarlar mı?" diye düşünmeden söyleyebilecek (aynı şeyi erkek söylese ağır tepki verilip kadın söylese başka türlü tepki veriliyor, gerçi bunun tersi de geçerli olduğundan bu konuda eşitlik değilse bile "ortak eşitsizlik" var), şayet zorunlu askerlik varsa iki cinsiyet de yapacak, iki cinsiyete de aynı davranılacak. Aynı davranmak konusunda şundan bahsediyorum: "Önce kadınlar ve çocuklar" olayı feminizmin fıtratına ters mesela ama itiraz eden tek feminist bulamazsınız. Önceliğin ve üstünlüğün illa verilecekse de doğuşa değil niteliğe göre verilmesi gerekiyor: "Önce hayatta bir yararı olacaklar ve çocuklar" gibisinden mesela.
Hazır konu gelmişken, birkaç yıl öncenin mevzusu olsa da "TDK'nin Cinsiyetçi Tanımları" konusundan bahsetmek istiyorum. TDK denen kurumun en azından günümüzdeki halinden pek hoşlanmadığımı biliyorsunuz zaten, boş beleş işlerle uğraşan garabet yuvası. Yalnız daha önce de dedim: Ben hakkı savunurum. Yani... Genelde. TDK, "Bu tanım cinsiyetçi, bunu sözlüğe alamam." gibi bir şey diyemez, halk tarafından kullanılan bütün olası anlamları sözlüğe eklemek zorundadır; yapmazsa TDK olmaktan çıkar, "Türk Dili Denetleme ve Düzenleme Üst Kurulu" gibi bir şeye döner. O söz konusu anlamlar Türkçede gerçekten kullanılıyorsa ve TDK onları asıl anlam değil yan anlam olarak yazmışsa hiçbir şey söylenemez. O dönemde kontrol ettim, hepsini yan anlam şeklinde kayda geçirmişler. Peki o anlamda kullanılıyor mu? Şahsen ben o eleştirilen anlamların, hatta daha beterlerinin o kelimelerle kullanıldığını gördüm kendi günlük, fani hayatımda. Bir de TDK'yi cinsiyetçi buluyorsanız hepsi -en azından o sırada- sap (Bak, bu da cinsiyetçi tanım? Bir kadına mı cinsiyetçilik yapılıyor memlekette?) olan liseli erkeklerin koyulaşmış muhabbetine maruz kalırsanız ya kendinizi öldürür ya da erkek cinsini yeryüzünden komple silmek için planlar yapmaya başlarsınız. O muhabbetlerde ne iğrençlikler dönüyor haberiniz yok, zaten o yüzden "Kız olsam lezbiyen olurdum diyen erkek" diye bir gerçeklik var. O muhabbeti, bir sevgilin olduktan veya lise bitip olgunlaştıktan sonra genelde terk edilse de o bakış açısını bizzat görüp bildiği, onlarla muhatap olduğu, yani özetle erkek denen varlığın ne menem bir şey olduğunu gayet iyi bildiği için "Erkek dediğin şeyle ilişki mi yaşanır mk? Hem zaten kıllı mıllı iğrenç bir beden, mis gibi kadın vücudu dururken..." (Bakın, son cümlede yine liseli erkek muhabbetine bağladı ağzına sıçtığımın evladı gördüğünüz gibi) şeklinde bir düşünceye giriyor, tezahürü de bu oluyor: "Kız olsaydım lezbiyen olurdum." Liseli erkek muhabbeti, hele bir de ortamda herkes o sıralarda sapsa harbi iğrenç bir şey ama ya, konu dönüp dolaşıp illaki "karı kız muhabbeti" (bak bu da cinsiyetçi tamlama, TDK "Türkçede yok böyle bir tamlama" diye yok mu saysın cinsiyetçi diye) olarak tabir edilen şeye gelir, ortama da bağlı olarak büyük bir hızla "Sikiş sokuş muhabbeti"ne kayar. "Kız olsam ilk sana verirdim", "Verse almaz mısın?" (Neyi?), "İstediğin kızı elde edeceksin ama..." Bu üç cümleden çok daha beterleri de var tabii ama bu üçünden en az birinin kurulduğu herhangi bir ortamda bulunmamış erkek ya izole olarak yaşamıştır ya da biz halktan kişilerin ulaşamayacağı elit bir doğuma sahiptir. Bir de Türkiye'de kast sistemi yok derler alüminyum. Ha Türkiye'de yaşamıyor olması da ihtimal dahilinde tabii. Bir de kızlara bir sır vereyim: O gruptan biriyle bir akrabalığınız ya da sevgililik durumunuz yoksa ("Ana bacı yapma lan!") bu muhabbetlere meze olmanız kaçınılmazdır, aralarından biriyle, birkaçıyla veya hepsiyle ikinizde de hiçbir art niyet olmaksızın arkadaş olmanız bir şeyi değiştirmez. Yalnız o gruptan biri size aşıksa o zaman da muhabbete meze olmaktan kurtulursunuz bak, öyle bir şey de var ("Sen ne biçim konuşuyorsun lan yengen hakkında, doğru konuş it oğlu it!" Bunu diyemeyen de kızın bahsi geçince sert savunma yapar, kıza aşık olduğu kabak gibi belli olur; ha bu muhabbetler esnasında liseli erkekler genelde otomatik pilota alıp beyinlerini -biraz da kanın çoğu başka yere gittiği için- kullanmadıklarından fark etmeme ihtimalleri yüksektir. Bu arada ilginçtir, bu muhabbetlerde kan ilk aklınıza gelen o aşağıdaki yere de pek gitmez, daha çok dil çevresinde toplanır). Yengeleri olmanız için o gruptan birinin size bir şey hissetmesi yetiyor bu arada, sizin herifi sallayıp sallamamanızın liseli erkek muhabbeti nezdinde herhangi bir önemi veya anlamı yok. Adını bile bilmiyor olabilirsiniz. Öte yandan o erkeğin size bir şey hissetmesi muhabbete katılmayacağı anlamına gelmez, muhabbete katılmasıysa sevgililik gibi bir duruma girerseniz sizi aldatmaya meyilli olacağı anlamına gelmez. Erkek dediğin böyle bir varlıktır, bunu bilen erkekler de yeterince taşak muhabbetine maruz kaldıktan sonra yukarıdaki lezbiyenli cümleyi kuracak hale gelir. Ama ergen erkek harbi çekilecek gibi değildir, buradan ergen erkek ailelerine sabır diliyorum. Geçiyor... Şey, yani, genelde geçiyor.
Aslında zaman zaman Youtube kanalı açmak istiyorum, hani "Sizden gelen soruları cevapladım" "Birbirimizi ne kadar tanıyoruz" (Kimle?) falan... Falan da bunlar haricindeki içeriğin orijinal olmasını istiyorum, o da günümüz şartlarında pek mümkün değil. Adamlar atmosferden atladı lan? Bir de kamera, kurgu falan... Hiç uğraşamam, en azından şimdilik uğraşamam.
Yalnız Deca-Dence'a SNK ve Kabaneri çakması dedim (ki herkes de öyle düşünmüş zaten, 2. bölümün yorum kısmı "E bu SNK çakması değil miydi?" yorumuyla dolu) ama ikinci bölümde evrim geçirdi lan anime. "Ne izliyorum lan ben?" oldum, saldım şimdi; biraz kafamı toplayıp ikinci bölümü baştan izleyeceğim. 2 bölümde bu kadar farklılaşamazsın, Madoka Magica'nın evrimi bile bu denli değildi! Bakalım, aslında 2. bölümde açtıkları bu temayı sevmedim değil ama şu an hem kafam biraz dolu hem de birinci bölümde öyle ikinci bölümde böyle olunca ağır geldi bünyeye. İzlemeyeceğimi düşünüyordum ama izleme ihtimalim arttı. İzledim geldim, tamam: İzlerim ben bunu; SNK gibi devam etseydi izlemezdim ama bu şekilde kesin izlerim. Hazır konu açılmışken 3. sezonu çıkan OreGairu hakkında da birkaç şey diyeceğim: Lan yazar bozuntusu (Bunun orijinali ranobe, o yüzden suçlanması gereken kişi de mangaka değil yazar) Hikigaya gibi efsane bir karakteri her yeni sezonda çöp ediyor, inanılmaz. Birinci sezonun başlarında adam yıkık olsa da bir ideali vardı, güçlü duruyordu, tek zaafı beyaz saçlı trap karakterdi (Bir de kardeşi ama çoğu ağabey küçük kardeşine karşı zayıftır, kendimden biliyorum; o yüzden onu dahil etmedik). "Keşke ayı olsaydım da üç ay kış uykusuna yatsaydım, hepinizden tiksiniyorum pis insanlar" modunda takılan adam üçüncü sezonda sınıf arkadaşıyla normal bir şekilde konuşuyor (ki aslında hepsinin ağzına sıçsa hiçbiri itiraz edemez; gerçi ranobeyi okuyanlar yargı dağıtacak diyor ama du' bakalım), İroha'dan, Yukino'nun ablasından falan yüzü kızarıyor. Nasıl Hikigaya lan bu? Bak bu adam İroha masa tenisinde kendisine feyk attığında "Mal mal işlerle uğraşma kızım" tepkisi vermiş bir insan evladı lan? "Pantsu. Pinku. Hidoi." (Sahneyi hatırlamak için: Oregairu pink pants) tepkisini yüz ifadesi değişmeden verip ortamdan sıvışan Hikigaya'yı ne hale getirdin birader, derdin ne senin? Bu arada hikayenin sonu hakkındaki düşüncem ilk sezonun başından beri aynı: Yui'ciyim* ama Yukino sonu olursa üzülmem. Bu işin sonunun rota şeklinde olacağı belli zaten, söveceğim tek bir son olabilir: Hikigaya sap kalmaya devam ederse o zaman söverim bak, madem karakteri çöp ettin bari yalnız ölmesin. İlk sezondaki Hikigaya bunu dert etmezdi, ben de etmezdim ama şu an İroha'dan yüzü kızarıyor adamın, alo? Yardım çığlığı lan bu?
*Neşeli, hareketli ve nazik kızlara karşı zaafım var (Kusura bakma Hikigaya, yeterince güçlü değilim. Hikigaya'nın nazik kızlar hakkındaki monoloğunu bilen niye bunu dediğimi anladı). Allah da benim belamı versin, gerçi çoktan vermiş de olabilir, ondan emin olamadım şimdi. Yalnız bu zaafıma rağmen Uzaki-chan animesindeki kızdan (adının Uzaki olduğunu söylememe gerek yok herhalde) çok hazzetmiyorum, daha animenin 2. bölümü yeni çıktığı ve henüz sadece ilk bölümü izlediğim için de olabilir ama büyük oranda hatırlamak istediğim birilerini hatırlattığından öyle. Ha bir de alay ettiği çocukla kendimi fazlaca özleştirebilmem için de olabilir. Diğer "alay ustaları" ("Teasing master". Böyle bir konsept oluştu Takagi-san'dan beri) olan Takagi ve Nagatoro'yla (tabii tek alay ustaları bunlar değil ama benim tanıdıklarım bunlar, diğer serileri okumadım. Şaka maka Nagatoro'nun da animesi onaylandı lan, Komi-san'ınki onaylanmadı onunki onaylandı. İzlemeyecek miyim? İzleyeceğim, o ayrı) bir sorunum yok, gerçi Nagatoro'daki senpai de kendimi özleştirebildiğim bir karakter ama Nagatoro'ya karşı öyle bir iticilik hissetmiyorum; yani mesela tamamen o hatıralarda. Bu arada Uzaki ve Nagatoro'da ecchi tagının olup Murenase! Seton Gakuen'de olmaması saçmalıktır, densizliktir, dengesizlik, aymazlık ve dahi iş bilmezliktir! (Ne kadar kelime varsa kullandım, resmen kelime israfı) O fanservis seviyesiyle Murenase eğer ecchi değilse Uzaki ve Nagatoro genel izleyici kitlesidir.
Ha şu "Ğ'nin sesi var ulan!" tavrım var ya? O hep "Sesi yok o'l'm bunun" olayından ortaya çıkıyor: "Günümüz Türkiye Türkçesinde seslendirilmez" (veya "seslendirilmesine gerek yoktur") dense hiç böyle bir sorun oluşmayacak. Benim itirazım sesi olmadığı iddiasına, günlük hayatta genellikle seslendirilmiyor zaten, o konuyla derdim yok. Bu tavrım biraz da Türkçeyi bir bütün olarak gördüğümden ortaya çıkıyor: Kazakça, Özbekçe, Sakaca, Türkiye Türkçesi... Hepsi bir bütünün parçaları olduğundan birinde olan şey Türkçede vardır. "Sert Ğ" veya "Hırıltılı Ğ" diye tanımlanabilecek bir ses var mesela bazı Türk dillerinde, Ortak Türki Abece'de Ƣ ile gösterilir. O olunca Ğ'nin sesi olduğuna itiraz etmek de komik kaçıyor. Günümüz Türkiye Türkçesinde tamamen kaybolmuş olsa da Azerbaycancada yaşayan gırtlak H'si (Ortak Türki Abece'de X ile gösterilir), Türkmencede yaşayan W (bunun V'den farkının ne olduğunu elli kere anlattım, masaüstü versiyonda arama kutucuğu var), Tatarcada yaşayan Q (Bu K ile aynı değildir; sert, hırıltılı ve gırtlaktan bir sestir. Arapçadaki Kaf harfinin biraz daha boğuk halidir. Ha yeri gelmişken söyleyeyim: Arapça Kaf harfi Q'yu neredeyse tamamen karşılar ama Osmanlıcada Kaf harfi Ⱪ yani her zaman çıkardığımıza göre daha kalın ve yine gırtlaktan ama hırıltısız bir K sesi için kullanılır: Kurt ya da koyun derken çıkardığımız gibi. Daha önce de Türkçede K harfinin iki farklı ses değeri olduğunu söyledim.) var mesela, hepsini Türkçe içinde sesler olarak görüyorum ama hiçbiri günümüz Türkiye Türkçesinde seslendirilmiyor. Öte yandan Türkçede aslında olmayan, Arapçadan girme "ince L" seslendiriliyor. Dil olayına diksiyon değil etimoloji yönünden baktığımdan kaynaklanıyor bunlar hep. Konuşmaktan çok yazmaya ilgim olduğundan da olabilir, ne konuşacağım? Çok yorucu bir şey. Yazar geçerim mis gibi. Yalnız sesli harflerde millet olarak daha başarılıyız, göstermesek de açık, kapalı ya da yarı-uzun (şapkalı) sesli harfleri rahatlıkla ayırt edip kullanabiliyoruz; o da ilginç bir ayrıntı.
Bu tür yazılara "Öylesine, Bildiğin Yazı" deyip numara vermeye başlayacağım artık, bunların başlığını düşündüğüm kadar geometri hakkında düşünseydim zamanında sınavdan sıfır çekmezdim, bu ne lan? 03 aldım ben zamanında geometriden, adını soyadını numarasını yazana 05 veriyorlardı. Hani adımı soyadımı bile yanlış yazmış olmam lazım o notu alabilmek için. Hayır konuları başlıkta listeleyince de hoş durmuyor. Bak mesela bunu listeleyeyim: "İsekai, Paganizm-Şamanizm-Putperestlik Farkı, Bayan Sözünün Etimolojisi, Deca-Dence ve Hırıltılı Ğ". Şöyle daha beter de olabilir, o zaman kutucuğa bile sığmıyor (Burada kutucuğum var benim): "İnanılmaz Tatlı Bir Kız Olarak Yeniden Dirildim Olayına Girmemeleri, Pagan, Şaman, Putperest ve Animist Arasında Ne (Bunun büyük harf olması doğru mu? Bağlaç ya çünkü?) Fark Var ve Diğer Şeyler" Bu ne yani? İlk cümle bile zor sığıyor kutucuğa.
Ha bir de şu Youtube kanal önerileri videosunda çok bilindik kanalları ya da oyun kanallarını yazmadım, neden? Sebebi yok; içgüdüsel olarak yaptığım şeylerden biri o da. Bir de bilindik olmasa bile takip ettiğim bazı kanalları yazmadım... Çünkü neden hepsini yazayım? Ne gerek var?