Kimetsu no Yaiba'nın manga finali hakkında bir şey söyleyeceğim, spo istemeyen bu paragrafı geçebilir. "Torun mu olacak acaba reenkarne mi?" demiştim daha önce, mangaka ters köşe yaptı: Hem torun hem reenkarne. Bazıları sadece reenkarne, bazıları torun+reenkarne. Tabii ölen karakterlerin (Zaten son savaşta sağ kalan karakter kalmadıydı neredeyse, Akame ga Kill'den beter hale geldi Muzan'la savaş sırasında manga) nasıl torunu olsun? Onlarınki sadece reenkarne, sağ kalanların çoğunun torun+reenkarne herhalde ama bazıları da belli değil. Mesela Rengoku'nun reenkarnesi kardeşinin falan torunu olabilir herhalde, hayatta kalanların bazılarının da gönül ilişkilerine dair bir şey bilmediğimiz için sadece reenkarne mi yoksa torun+reenkarne mi bilemiyoruz. Yalnız Zenitsu ve Nezuko evlenmiş gerçekten (İkisinin torun+reenkarneleri kardeş olup soyadları Agatsuma olduğuna göre böyle bir çıkarım yapmak zor değil) gaghadsghs, nasıl ikna etti acaba kızı? Ulan Zenitsu, ne adamsın ya... Acaba Inosuke'ninki sadece reenkarne mi yoksa reenkarne+torun mu onu merak ettim, malum manga boyunca herifin talibi falan yoktu, olursa da anlamazdı muhtemelen. (Tanjirou çok anladı sanki ya, neyse. Torunu ve torun+reenkarnesinin saç ve gözlerinden belli ama; Kanao'yla evlenmiş o da. Gerçi Tanjirou'ya haksızlık etmeyelim, kendisine yönelik ilgiyi fark eden tek bir shounen baş karakteri görmedim şimdiye kadar.) Bak şimdi aklıma geldi, bu son pek beğenilmemiş genel olarak (yorumlar öyleydi), daha iyi olabilecekse veya en azından bir bölüm kişisel ilişkiler, düğün ya da sohbet gibi şeylere ayrılıp sonra bu bölüm çizilebilecek olsa da ben beğendim. Yalnız ben olsam son sahnede Muzan'ın da reenkarnesini gösterip öyle bitirirdim, uğraşsın dursun artık hayranlar. Ha bir de Zenitsu "Zenitsu efsanesi" diye bir kitap yazmış (Yani, şehirli olduğu için okuma yazma bilmesi doğal), torun+reenkarnesi okuyordu, kendini nasıl yazdı acaba? Benim bildiğim Zenitsu kesin kendini aşırı yakışıklı, bütün kızların hayran olduğu korkusuz bir kahraman olarak anlatmıştır, hjagjagjad. Sanemi ile Kanrouji de ölürken verdikleri sözü tutmuşlar, reenkarneleri evliymiş. Sanemi'nin reenkarnesi Zenitsu'nun reenkarnesinin kafasını kırmış yalnız Kanrouji'nin reenkarnesinin göğüslerine baktığı için aghhdahgd, ulan Zenitsu, öldükten sonra bile değişmemişsin ya. İnosuke'nin reenkarnesi sessiz sessiz duruyordu ama; hatta yorumlarda "Bu ne sakinlik yav?" demişler.
Hazır konuya başlamışken Boruto hakkında da bir şey söylemek istiyorum: Naruto serisine dair en ufak saygısı, en ufak sevgisi olan insan bu gereksiz şeye bulaşmaz. Sırf "Popüler seri hacı, azıcık daha para kaldıralım" diye evrenin içine edilmesinden başka bir şey değil Boruto denen "şey". Evet, manga/anime değil, "şey."
Antivirüst programları hakkında ciddi bir sorun var. Şöyle: Virüslere "geç, geç" diyor ama internetten bir şey indirecek olsan "Virüs bu" deyip karışıyor. E, daha önce engellemediğin 350 tane virüs ne olacak peki? Ya da "virüs bu" diye gösterdiğin, aktif bile olmayan ama sırf silinemediği için silmediğim diğer antivirüs (evet, var böyle bir şey. Antivirüsten kurtulmak -evet, kurtulmak; belalı gibi yapışıyorlar insanın yakasına zira- virüsten kurtulmaktan daha zor oluyor genelde) hakkında ne diyorsun? Lan virüsten daha çok zarar veren antivirüs programı mı olur gözünüzü seveyim? Hayır bilgisayara zarar vermese (ki veriyor: Programı çalıştırtmaz, kafasına göre dosya siler falan. Virüsten ne farkın kaldı şimdi senin?) psikolojine zarar veriyor, envai çeşit psikolojik hastalığa sürüklüyor insanı, saç baş yolduruyor durup dururken verdiği uyarılarla yavaşlatmasıyla falan.
Bunun gibi bir de "Format sevdası" var. Allah aşkına her sorunun çözümü format olabilir mi ya? Benim 20 tane belgem var o bilgisayarda, özene bezene yazmışım falan... Hikayeler, planlamalar, bir sürü şey... Bak oyunlara, programlara hiç girmiyorum dikkat ettiyseniz. "Yedekleme yap o zaman" he mi? D'ye yedekleyeyim dedim (ki formatçının yanlışlıkla D'ye de format atmayacağının garantisi yok), yarısında "Boş yer yok" dedi, şimdi de D'de adı bilgisayarın adıyla olan tuhaf bir dosya var, D'nin tamamına yakınını kaplıyor. Hayır bakıyorum dosyalara "Yedekli mi bu, bunun içinde mi?" diye, öyle bir şey de yok. Lan neyi yedekledin o zaman sen, tam olarak neyin yedeği bu? "Ne olacak acaba?" diye korkudan "Bu bilgisayarın tüm kullanıcı dosyalarını geri yükle" şeyine de basamıyorum. Drive'a yükleyeyim dedim, 24 saatte bir klasörün yarısını yükleyebildi anca. DVD'ye yükleyeyim diyorum (ki böyle saçmalık mı olur?) "3 saat kaldı" diyor. Eben ama artık! Tamam bak, bilgisayar çökmüştür, formattan başka çare yoktur falan anlarım ama "Şu dosyayı açamıyorum ya" desen "format at düzelir" diyen insanlar var(dı) lan! Ki teknolojiden zerre anlamayan bir insan evladı olarak bir kere çökmüş olan bilgisayarı programları/oyunları silerek ama belgeleri koruyarak kurtarmayı başarmışlığım var, ben bile, bir Minecraft modu yüklemek için kırklara karışan alperen gibi çile çeken ben bile bunu yapabiliyorsam her şeyin çaresi format olmamalı! Hatta hiçbir şeyin çaresi format olmamalı!
O değil de "bir geridönüşüm kutusunu temizleyeyim" dedim, hayvan gibi belge varmış içinde. Geri dönüşüm kutusu mu "Bu da şurada kalsın" dosyası mı belli değil. Hiç de bakmamışım. Vay arkadaş, belki de onlar yer kaplıyordu bilgisayarda.
Lan yazı uzunmuş gibi geliyor ama sadece iki, hadi bilemedin iki buçuk konudan bahsettim. Çok ilginç bir durum.
Sahte Kahramanlar'da yine tıkandım, birkaç gündür yazamıyorum. Tam da bir savaş sahnesinde tıkandım ve şunu fark ettim: Genellikle savaş sahnelerinde tıkanıyorum. Sebebini buldum lakin: Aklımda oluşturduğum bir savaş sahnesini yansıtabilecek kadar iyi bir yazar değilim (hatta bana sorarsanız direkt kötü bir yazarım zaten, fikir sunmak ya da öykü anlatmak için değil dünyanın sıkıcılığından kaçmak için yazıyorum, dolayısıyla da hikayenin geçtiği evrenle ilgili bir sürü ayrıntıyla doluyor ve bir hikayeden ziyade aşırı ayrıntılı bir tanıtım rehberi gibi bir şeye dönüyor. Aslında özellikle de fantastik eserlerde evrene dair ayrıntı severim ama kendi yazdıklarım beni tatmin etmek için yetersiz), o yüzden de en iyi şekilde yazabileceğim savaş sahnesini düşünüyorum, fikir bulamayınca da tıkanıyorum. Ha savaş sahnesi haricinde de tıkandığım oluyor tabii ama ekseriyetle savaş sahneleri. Şu Sahte Kahramanlar bitince acaba Wattpad'de (nefretimi attım gibi) falan bölüp yayınlasam mı? Hayır çünkü götürüp yayınlatamam, bunun da birkaç sebebi var. Birincisi pek hoş olmayan sahneler içeriyor (tabii kitap bunlarla dolu değil, hatta genele vurduğumuzda böyle sahnelerin sayısı epey az ama bu var oldukları gerçeğini değiştirmiyor), sansüre takılabilir (Gerçi ASOIAF takılmadı ama belli bir hayran kitlesine sahip Amerikan yazımı bir kitap olduğu için öyle olduğunu düşünüyorum). İkinci olarak ben öyle "Yayınlayacaksınız ulan bunu!" tavrı alamam, "yok, yayınlamayacağız." derlerse ezik ezik giderim. Üçüncü olarak aslında yayınlamak isteyip istemediğimden bile emin değilim, birkaç tasvir çizecek birini bulsam iyi mi olurdu yoksa karakterleri okuyucunun hayalgücüne mi bıraksam? İlk planımda "esas karakterler"in (7 ana karakter+1 baş düşman) tasviri kitap içeriğinde bulunacaktı ama hem maliyet (ek bahane) hem de bir çizer bulmanın -en azından benim için- zor olması (esas sebep) o fikirden vazgeçmeme neden oldu. Birkaç sebep daha var ama yayınlatamayacağımı düşünmemin esas sebepleri bunlar.
Henüz belli bir mahlasa karar vermesem de mahlas kullanmayı seviyorum. Gerçi bin tane mahlası olan tarihi yazarlar, şairler falan da var da neyse. Mahlas kullanmayı sevmemin temel sebebi de çok sık görülen bir ad-soyad kombinasyonuna sahip olmam. (Gerçi ben hiç adı da soyadı da benimkiyle aynı biriyle tanışmadım ama Facebook'ta neyin aratırsanız otuz sayfa sonuç çıkıyor) Bir de ismimi seviyorum, sevmiyorum değil amma velakin oldukça gösterişsiz ve basit buluyorum. Aslında lisede şiir yazarken şiirler için belli bir mahlas kullanmıştım ama ne olduğunu şimdi hatırlayamıyorum. Eski defterlere bir bakmam lazım. Eski defterler derken gerçekten eski defterler, eski hikayelerim, şiirlerim falan hep onlarda; onlar da belli bir kutunun içinde. O kutuyu temize geçirmem lazım bir gün, hayır sanki yayınlayacağım, temize geçirsem ne olacaksa?
Gece, sahurda iki gıdım bir şey yiyebileyim deyu uyumuyorum (zira uyuyup uyanırsam su bile içemiyorum); ancak bir ses var birkaç gündür. Aslında birkaç gündür birden fazla ses var. Bir matkabın vızıltısı gibi ama çok daha hafif bir ses iki gece boyunca sürdü mesela. Ondan sonra kurt ulumasına benzeyen ama önce insan sesi gibi gelen, sonra da kedi ve köpek sesi gibi gelen bir ses vardı. Tek bir ses mi birden fazla sesin birleşimi mi belli değil. İlginç yani.
Yıllar geçti, şu tırnaklara ve dişlere insani bir çözüm bulamadılar. Dişçiliğin Antik Mısır'da doğduğu halinden ne farkı var mesela? Matkap. Eskiden onun yerine çivi kullanıyorlarmış. Diş macunu, dolgu, diş çekme, anestezi hâlâ aynı... Tamam, maddesel olarak o zamankinden farklı olabilir ama sonuçta amaç ve yöntem aynı. İnsanî bir çözüm bulun şuna, tercihen matkap içermeyen bir çözüm. Bu mudur yani gelişmişlik? Dişi matkapla oymak mı? Tırnağa gelince: Tırnak makası dediğin şey başlı başına işkence aleti, tırnak kesmek de işkencenin katmerlisi zaten. İstemiyorum tırnak kesmek ya... Ama hem bir aşamadan sonra rahatsız ediyor hem de işim gereği kesmem gerekiyor. Artık lazerli bir makine mi yaparsınız da elimizi koyarız tırnağı keser atar yoksa hap falan mı yaparsınız da yutarız, tırnakların uzaması durur bilmiyorum. İnsanî bir çözüm bulun şuna, bak kıllar için insani bir çözüm var: Lazer epilasyon. Tırnak için niye yok kardeşim? Ya da diş? 28 açılı diş fırçası yapmakla uğraşacağınıza şu şeylere doğru düzgün çözümler bulun.
Hint mutfağı nedense Türkiye'de pek popüler değil. Aslında nedeni "Hintli" deyince akılda canlanan imge olsa gerek ama yine de bu konuyu deşeceğim. (Ramazan Ramazan zorum ne ben de bilmiyorum, her yazıda muhakkak bir mutfak/yemek muhabbeti geçiyor. Oruç elime mi vuruyor nedir, ben de anlamadım) Aslında Hint mutfağı, Türkiye'de popüler olması için herhangi bir engel olmayan bir mutfak. Diğer Uzakdoğu mutfaklarının aksine (Evet, Hint mutfağı bir Uzakdoğu mutfağıdır) Türkiye'de bulamayacağımız -bulsak bile hayvan gibi pahalı olan- ya da pek tüketmediğimiz malzemeler içermiyor. Sebze içeriği bizim mutfakla neredeyse aynı, zaten Türkçede sebze adlarının çok azı Öztürkçe, çoğu Arapça ya da Hintçeden geçmiş. Hatta Arapçadan geçenlerin önemli bir bölümü Hintçeden Arapçaya, Arapçadan Türkçeye geçmiş. Arada Farsçaya uğrayıp oradan Türkçeye aktarma yapan bile var. Et desen, Hint mutfağında çok az kullanılan bir malzeme; kullanıldığında da %90 ihtimalle tavuk, %10 ihtimalle koyun oluyor. Baharat dediğin şey zaten başlı başına bütün dünyaya Hindistan'dan yayılmış olan bir şey. (Erken Avrupa mutfağında aromalı otlar kullanılıyordu ama onlar günümüzde bile baharattan sayılmıyor) Ha, hiç mi yok Hint mutfağında kullanılıp Türkiye'de bulunamayan ya da bulunsa bile pahalı olan şey? Tabii ki var: Köri yaprağı (Bir çeşit aromatik ot, bazı Hint körilerinde kullanılıyor ama bizim köri deyince aklımıza gelen karışımda kullanılmıyor. Evet, birden fazla köri çeşidi var; zaten Hintçede neredeyse her baharat karışımına "Köri" deniyor. Bizim yedibahar da köri Hintlilere göre. Yenibahar değil yedibahar, karıştırmayın şunları.) ve hindistancevizi sütü mesela. Ama Arap mutfağında da İran mutfağında da İtalyan mutfağında da Yunan mutfağında da Türkiye'de pahalı olan ya da hiç bulunmayan malzemeler var. (Özellikle ortak yemeklere sahip olduğumuz veya insanlarımızın alışkın olduğu, "O ne be?" demediği mutfakları seçtim) "Türk damak tadına uygun değil." bahanesine de sığınılamaz; baharatlı, acı desen Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde ortalama bir Hint yemeğinden daha baharatlı, daha acı olan yemekler var. Uzakdoğu mutfaklarında yaygın olan tatlı+tuzlu birleşimi Hint mutfağında yok değil ama özellikle de Kore mutfağıyla kıyaslandığında "Yok" diyebileceğimiz kadar az var. Gerçi Moğol mutfağında da diğer Uzakdoğu mutfaklarının aksine bu durum yaygın değil, hatta yok ama o konu dışı. Neden peki? Çünkü Hint, Çin, Kore ve Japon mutfağını tarihsel ve yapısal olarak aynı yere koyabilirsin ama Moğol mutfağının bunlardan herhangi biriyle hiçbir alakası yok, sırf Çin'e komşu ve zamanında Japonya'ya akın düzenlemiş bir millet olduğu için o mutfağı "Uzakdoğu mutfağı" adı altına koyamazsın. Ha bu Uzakdoğu mutfağı tanımına bazen Avustralya mutfağı dahi dahil ediliyor, o ayrı. Aslında Moğol mutfağını Orta Asya mutfağı altında sınıflamak lazım ama öyle bir sınıflama da yok. Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan gibi ülkelerin mutfağı yok mu sayılıyor yoksa "Ortadoğu mutfağı içinde değerlendirilir yea" mı deniliyor, toptan "Türk mutfağı" adı altına mı koyuluyor (ama öyleyse Tacikistan yine boşta kalıyor, Soğd kökenli bu adamlar, Orta Asya'nın Pers göçebelerinin torunları) anlayamadım. Hint mutfağına dönersek: Halihazırda ortak yemeklerimiz var zaten. Un helvası mesela; ya da Kheer/sütlaç. Gerçi kheer ve sütlaç arasında biraz fark var ama temelde ikisi de pirinçli muhallebi.
Lan uzaktan eğitimin son dersi, internet gitti. Yarım saatte de çözemedim. O değil tam da dersin sonlarıydı, erkenden kaçmış gibi göründüm. Bu internet şirketlerinin patronlarını toplayacaksın meydanlarda kırbaçlayacaksın, bu ne lan? Zaten dona dona bir hal oldu video. "IP yapılandırması geçerli değil"miş. E, 5 saniye önce geçerliydi ya, aradan geçen zamanda ne değişti? Hadi onu geçtim Sorun Giderici neden bana "Sorun giderilemedi" diye bildirim veriyor, ben mi gidereyim sorunu? Sen ne işe yarıyorsun? Hayır ben gidereceksem bari nasıl gidereceğimi söyle. Modemi kapatıp açtıktan sonra tekrar sorun gidericiyi çalıştırınca düzeldi Allah'tan.
Antivirüst programları hakkında ciddi bir sorun var. Şöyle: Virüslere "geç, geç" diyor ama internetten bir şey indirecek olsan "Virüs bu" deyip karışıyor. E, daha önce engellemediğin 350 tane virüs ne olacak peki? Ya da "virüs bu" diye gösterdiğin, aktif bile olmayan ama sırf silinemediği için silmediğim diğer antivirüs (evet, var böyle bir şey. Antivirüsten kurtulmak -evet, kurtulmak; belalı gibi yapışıyorlar insanın yakasına zira- virüsten kurtulmaktan daha zor oluyor genelde) hakkında ne diyorsun? Lan virüsten daha çok zarar veren antivirüs programı mı olur gözünüzü seveyim? Hayır bilgisayara zarar vermese (ki veriyor: Programı çalıştırtmaz, kafasına göre dosya siler falan. Virüsten ne farkın kaldı şimdi senin?) psikolojine zarar veriyor, envai çeşit psikolojik hastalığa sürüklüyor insanı, saç baş yolduruyor durup dururken verdiği uyarılarla yavaşlatmasıyla falan.
Bunun gibi bir de "Format sevdası" var. Allah aşkına her sorunun çözümü format olabilir mi ya? Benim 20 tane belgem var o bilgisayarda, özene bezene yazmışım falan... Hikayeler, planlamalar, bir sürü şey... Bak oyunlara, programlara hiç girmiyorum dikkat ettiyseniz. "Yedekleme yap o zaman" he mi? D'ye yedekleyeyim dedim (ki formatçının yanlışlıkla D'ye de format atmayacağının garantisi yok), yarısında "Boş yer yok" dedi, şimdi de D'de adı bilgisayarın adıyla olan tuhaf bir dosya var, D'nin tamamına yakınını kaplıyor. Hayır bakıyorum dosyalara "Yedekli mi bu, bunun içinde mi?" diye, öyle bir şey de yok. Lan neyi yedekledin o zaman sen, tam olarak neyin yedeği bu? "Ne olacak acaba?" diye korkudan "Bu bilgisayarın tüm kullanıcı dosyalarını geri yükle" şeyine de basamıyorum. Drive'a yükleyeyim dedim, 24 saatte bir klasörün yarısını yükleyebildi anca. DVD'ye yükleyeyim diyorum (ki böyle saçmalık mı olur?) "3 saat kaldı" diyor. Eben ama artık! Tamam bak, bilgisayar çökmüştür, formattan başka çare yoktur falan anlarım ama "Şu dosyayı açamıyorum ya" desen "format at düzelir" diyen insanlar var(dı) lan! Ki teknolojiden zerre anlamayan bir insan evladı olarak bir kere çökmüş olan bilgisayarı programları/oyunları silerek ama belgeleri koruyarak kurtarmayı başarmışlığım var, ben bile, bir Minecraft modu yüklemek için kırklara karışan alperen gibi çile çeken ben bile bunu yapabiliyorsam her şeyin çaresi format olmamalı! Hatta hiçbir şeyin çaresi format olmamalı!
O değil de "bir geridönüşüm kutusunu temizleyeyim" dedim, hayvan gibi belge varmış içinde. Geri dönüşüm kutusu mu "Bu da şurada kalsın" dosyası mı belli değil. Hiç de bakmamışım. Vay arkadaş, belki de onlar yer kaplıyordu bilgisayarda.
Lan yazı uzunmuş gibi geliyor ama sadece iki, hadi bilemedin iki buçuk konudan bahsettim. Çok ilginç bir durum.
Sahte Kahramanlar'da yine tıkandım, birkaç gündür yazamıyorum. Tam da bir savaş sahnesinde tıkandım ve şunu fark ettim: Genellikle savaş sahnelerinde tıkanıyorum. Sebebini buldum lakin: Aklımda oluşturduğum bir savaş sahnesini yansıtabilecek kadar iyi bir yazar değilim (hatta bana sorarsanız direkt kötü bir yazarım zaten, fikir sunmak ya da öykü anlatmak için değil dünyanın sıkıcılığından kaçmak için yazıyorum, dolayısıyla da hikayenin geçtiği evrenle ilgili bir sürü ayrıntıyla doluyor ve bir hikayeden ziyade aşırı ayrıntılı bir tanıtım rehberi gibi bir şeye dönüyor. Aslında özellikle de fantastik eserlerde evrene dair ayrıntı severim ama kendi yazdıklarım beni tatmin etmek için yetersiz), o yüzden de en iyi şekilde yazabileceğim savaş sahnesini düşünüyorum, fikir bulamayınca da tıkanıyorum. Ha savaş sahnesi haricinde de tıkandığım oluyor tabii ama ekseriyetle savaş sahneleri. Şu Sahte Kahramanlar bitince acaba Wattpad'de (nefretimi attım gibi) falan bölüp yayınlasam mı? Hayır çünkü götürüp yayınlatamam, bunun da birkaç sebebi var. Birincisi pek hoş olmayan sahneler içeriyor (tabii kitap bunlarla dolu değil, hatta genele vurduğumuzda böyle sahnelerin sayısı epey az ama bu var oldukları gerçeğini değiştirmiyor), sansüre takılabilir (Gerçi ASOIAF takılmadı ama belli bir hayran kitlesine sahip Amerikan yazımı bir kitap olduğu için öyle olduğunu düşünüyorum). İkinci olarak ben öyle "Yayınlayacaksınız ulan bunu!" tavrı alamam, "yok, yayınlamayacağız." derlerse ezik ezik giderim. Üçüncü olarak aslında yayınlamak isteyip istemediğimden bile emin değilim, birkaç tasvir çizecek birini bulsam iyi mi olurdu yoksa karakterleri okuyucunun hayalgücüne mi bıraksam? İlk planımda "esas karakterler"in (7 ana karakter+1 baş düşman) tasviri kitap içeriğinde bulunacaktı ama hem maliyet (ek bahane) hem de bir çizer bulmanın -en azından benim için- zor olması (esas sebep) o fikirden vazgeçmeme neden oldu. Birkaç sebep daha var ama yayınlatamayacağımı düşünmemin esas sebepleri bunlar.
Henüz belli bir mahlasa karar vermesem de mahlas kullanmayı seviyorum. Gerçi bin tane mahlası olan tarihi yazarlar, şairler falan da var da neyse. Mahlas kullanmayı sevmemin temel sebebi de çok sık görülen bir ad-soyad kombinasyonuna sahip olmam. (Gerçi ben hiç adı da soyadı da benimkiyle aynı biriyle tanışmadım ama Facebook'ta neyin aratırsanız otuz sayfa sonuç çıkıyor) Bir de ismimi seviyorum, sevmiyorum değil amma velakin oldukça gösterişsiz ve basit buluyorum. Aslında lisede şiir yazarken şiirler için belli bir mahlas kullanmıştım ama ne olduğunu şimdi hatırlayamıyorum. Eski defterlere bir bakmam lazım. Eski defterler derken gerçekten eski defterler, eski hikayelerim, şiirlerim falan hep onlarda; onlar da belli bir kutunun içinde. O kutuyu temize geçirmem lazım bir gün, hayır sanki yayınlayacağım, temize geçirsem ne olacaksa?
Gece, sahurda iki gıdım bir şey yiyebileyim deyu uyumuyorum (zira uyuyup uyanırsam su bile içemiyorum); ancak bir ses var birkaç gündür. Aslında birkaç gündür birden fazla ses var. Bir matkabın vızıltısı gibi ama çok daha hafif bir ses iki gece boyunca sürdü mesela. Ondan sonra kurt ulumasına benzeyen ama önce insan sesi gibi gelen, sonra da kedi ve köpek sesi gibi gelen bir ses vardı. Tek bir ses mi birden fazla sesin birleşimi mi belli değil. İlginç yani.
Yıllar geçti, şu tırnaklara ve dişlere insani bir çözüm bulamadılar. Dişçiliğin Antik Mısır'da doğduğu halinden ne farkı var mesela? Matkap. Eskiden onun yerine çivi kullanıyorlarmış. Diş macunu, dolgu, diş çekme, anestezi hâlâ aynı... Tamam, maddesel olarak o zamankinden farklı olabilir ama sonuçta amaç ve yöntem aynı. İnsanî bir çözüm bulun şuna, tercihen matkap içermeyen bir çözüm. Bu mudur yani gelişmişlik? Dişi matkapla oymak mı? Tırnağa gelince: Tırnak makası dediğin şey başlı başına işkence aleti, tırnak kesmek de işkencenin katmerlisi zaten. İstemiyorum tırnak kesmek ya... Ama hem bir aşamadan sonra rahatsız ediyor hem de işim gereği kesmem gerekiyor. Artık lazerli bir makine mi yaparsınız da elimizi koyarız tırnağı keser atar yoksa hap falan mı yaparsınız da yutarız, tırnakların uzaması durur bilmiyorum. İnsanî bir çözüm bulun şuna, bak kıllar için insani bir çözüm var: Lazer epilasyon. Tırnak için niye yok kardeşim? Ya da diş? 28 açılı diş fırçası yapmakla uğraşacağınıza şu şeylere doğru düzgün çözümler bulun.
Hint mutfağı nedense Türkiye'de pek popüler değil. Aslında nedeni "Hintli" deyince akılda canlanan imge olsa gerek ama yine de bu konuyu deşeceğim. (Ramazan Ramazan zorum ne ben de bilmiyorum, her yazıda muhakkak bir mutfak/yemek muhabbeti geçiyor. Oruç elime mi vuruyor nedir, ben de anlamadım) Aslında Hint mutfağı, Türkiye'de popüler olması için herhangi bir engel olmayan bir mutfak. Diğer Uzakdoğu mutfaklarının aksine (Evet, Hint mutfağı bir Uzakdoğu mutfağıdır) Türkiye'de bulamayacağımız -bulsak bile hayvan gibi pahalı olan- ya da pek tüketmediğimiz malzemeler içermiyor. Sebze içeriği bizim mutfakla neredeyse aynı, zaten Türkçede sebze adlarının çok azı Öztürkçe, çoğu Arapça ya da Hintçeden geçmiş. Hatta Arapçadan geçenlerin önemli bir bölümü Hintçeden Arapçaya, Arapçadan Türkçeye geçmiş. Arada Farsçaya uğrayıp oradan Türkçeye aktarma yapan bile var. Et desen, Hint mutfağında çok az kullanılan bir malzeme; kullanıldığında da %90 ihtimalle tavuk, %10 ihtimalle koyun oluyor. Baharat dediğin şey zaten başlı başına bütün dünyaya Hindistan'dan yayılmış olan bir şey. (Erken Avrupa mutfağında aromalı otlar kullanılıyordu ama onlar günümüzde bile baharattan sayılmıyor) Ha, hiç mi yok Hint mutfağında kullanılıp Türkiye'de bulunamayan ya da bulunsa bile pahalı olan şey? Tabii ki var: Köri yaprağı (Bir çeşit aromatik ot, bazı Hint körilerinde kullanılıyor ama bizim köri deyince aklımıza gelen karışımda kullanılmıyor. Evet, birden fazla köri çeşidi var; zaten Hintçede neredeyse her baharat karışımına "Köri" deniyor. Bizim yedibahar da köri Hintlilere göre. Yenibahar değil yedibahar, karıştırmayın şunları.) ve hindistancevizi sütü mesela. Ama Arap mutfağında da İran mutfağında da İtalyan mutfağında da Yunan mutfağında da Türkiye'de pahalı olan ya da hiç bulunmayan malzemeler var. (Özellikle ortak yemeklere sahip olduğumuz veya insanlarımızın alışkın olduğu, "O ne be?" demediği mutfakları seçtim) "Türk damak tadına uygun değil." bahanesine de sığınılamaz; baharatlı, acı desen Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde ortalama bir Hint yemeğinden daha baharatlı, daha acı olan yemekler var. Uzakdoğu mutfaklarında yaygın olan tatlı+tuzlu birleşimi Hint mutfağında yok değil ama özellikle de Kore mutfağıyla kıyaslandığında "Yok" diyebileceğimiz kadar az var. Gerçi Moğol mutfağında da diğer Uzakdoğu mutfaklarının aksine bu durum yaygın değil, hatta yok ama o konu dışı. Neden peki? Çünkü Hint, Çin, Kore ve Japon mutfağını tarihsel ve yapısal olarak aynı yere koyabilirsin ama Moğol mutfağının bunlardan herhangi biriyle hiçbir alakası yok, sırf Çin'e komşu ve zamanında Japonya'ya akın düzenlemiş bir millet olduğu için o mutfağı "Uzakdoğu mutfağı" adı altına koyamazsın. Ha bu Uzakdoğu mutfağı tanımına bazen Avustralya mutfağı dahi dahil ediliyor, o ayrı. Aslında Moğol mutfağını Orta Asya mutfağı altında sınıflamak lazım ama öyle bir sınıflama da yok. Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan gibi ülkelerin mutfağı yok mu sayılıyor yoksa "Ortadoğu mutfağı içinde değerlendirilir yea" mı deniliyor, toptan "Türk mutfağı" adı altına mı koyuluyor (ama öyleyse Tacikistan yine boşta kalıyor, Soğd kökenli bu adamlar, Orta Asya'nın Pers göçebelerinin torunları) anlayamadım. Hint mutfağına dönersek: Halihazırda ortak yemeklerimiz var zaten. Un helvası mesela; ya da Kheer/sütlaç. Gerçi kheer ve sütlaç arasında biraz fark var ama temelde ikisi de pirinçli muhallebi.
Lan uzaktan eğitimin son dersi, internet gitti. Yarım saatte de çözemedim. O değil tam da dersin sonlarıydı, erkenden kaçmış gibi göründüm. Bu internet şirketlerinin patronlarını toplayacaksın meydanlarda kırbaçlayacaksın, bu ne lan? Zaten dona dona bir hal oldu video. "IP yapılandırması geçerli değil"miş. E, 5 saniye önce geçerliydi ya, aradan geçen zamanda ne değişti? Hadi onu geçtim Sorun Giderici neden bana "Sorun giderilemedi" diye bildirim veriyor, ben mi gidereyim sorunu? Sen ne işe yarıyorsun? Hayır ben gidereceksem bari nasıl gidereceğimi söyle. Modemi kapatıp açtıktan sonra tekrar sorun gidericiyi çalıştırınca düzeldi Allah'tan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder