Korku çok ilginç bir şey. Akreplerden, yılanlardan, farelerden korkmuyorum (akreplerden korkmadığımı bizzat yaşayarak öğrendim, bir tanesiyle karşılaşana kadar korkup korkmadığım hakkında bir fikrim yoktu), örümceklerden örümceğine bağlı... Mesela tarantulalar ve uzun bacaklı örümceklerden korkmuyorum ama kurt örümceğinden korkuyorum. Un kurdu (yetişkin hali biraz rahatsız edici gerçi ama), çekirge, peygamberdevesi, tırtıl, geyik böceği, arı... Hiçbiriyle sorunum yok ama hamamböcekleri... Bakamıyorum bile onlara. Aşırı derecede rahatsız edici ve korkunçlar. Tam birer şerefsizler de ayrıca, bu kanıya nereden vardığımı sormayın. Hayır insan olmayan yerde yaşamayan böcek mi olur lan? Vallahi bak: Ormanda falan hamamböceği olmaz, onlar her zaman insanların olduğu yerlerde yaşar. Tabii bir soykırım da başlatamıyorum kendilerine zira atıkların azaltılması ve pisliğin yok edilmesi için önemli bir rolleri var şerefsizlerin. Torpilliler midir nedir anlamadım ki... Sen hem her türlü hastalığı taşı ve bulaştır (ama kesinlikle kendin hastalanma) hem atom bombası gibi bilumum şeye dayanıklı ol hem de böyle önemli bir görev icra et.
"Uzakdoğu mutfağı" bizim milleti korkutan bir kavram nedense, milletin aklına hemen böcektir bilmem nedir geliyor. E ulan, salyangoz çorbası (soupe à l'escargot), kurbağa bacağı (cuisses de grenouille) Fransız yemeği, İtalyanların kurtlu peyniri (Casu marzu) var, Meksikalılar kahvaltı niyetine karınca yumurtası (Escamol) yiyor. O mutfaklara hiç aynı muamele yapılmıyor? Çin mutfağı gerçekten bu konuyu biraz abartan bir mutfak ama mesela Japon mutfağında Inago no Tsukudani (Soya soslu şekerli çekirge), Kore mutfağında Beondegi (Kızartılmış ipekböceği) haricinde böcek içeren yemek yok. Onları da günlük hayatta tüketmiyorlar zaten. Gidip sorsan Japon'a, Koreli'ye "Böcek yenir mi, iğrenç" der. Hatta Japon tam olarak şunu der: "Mushi wo taberu ka? Hen... Hen yo, anta." Bunun kanji yazımı da şu: 虫を食べるか。変…変よ、貴方。Tabii adamı (ya da kadını) kızdırdığınız için resmi cümle yapısını falan bir kenara bırakmış, askerlik arkadaşıyla (onlarda bu kavramın olduğunu sanmıyorum ama meseleyi anladınız) konuşan yakuza gibi konuşuyor sizle, üstüne de "Tuhaf, sapık" diyor. Gerçi bu diyaloğu Japonca kuruyorsanız böyle bir soru sormamanız lazım, o zaman aşağı yukarı şunu der: "Baggu iichin? Wiaado!" Bunun İngilizce çevirisi "Bug eating? Weird!" oluyor. Konuya dönersek: Çin mutfağında da baozi, wonton, la mian, beijing kaoya gibi bir sürü "normal" malzemelerle yapılan yemek var ama hâlâ Uzakdoğu mutfağı=böcek algısını aşamadık. Gerçi evet, Çin mutfağı hakikatten tüketilebilecek her şeyin tüketildiği bir mutfak ama normal malzemelerle yapılan bir ton yemek de var ve şişe geçirilmiş akreptir, yarasa çorbasıdır gibi şeyleri günlük hayatta tüketmiyorlar, özel olarak restorana gidip tüketiyorlar. (Bu arada videolardan gördüğüm kadarıyla o böcekleri falan Çinlilerden çok turistler yiyor) Ha bak köpek eti yeniyor Çin'de, o tamam, onda sıkıntı yok. Gerçekten Çin mutfağının parçası o; ama böcektir falan, bana bunlarla gelmeyin. Hayır niye gaza geldim onu da bilmiyorum, ne battı da durduk yere Uzakdoğu mutfağı avukatlığına soyundum acep?
L'escargot demişken bizdeki "Müslüman mahallesinde salyangoz satmak" deyimi de bu l'escargot'a dayanıyor. Tanzimat civarında bir Fransız ekolü dönemi var (Araştırma konusu: Osmanlı'da Fransız hayranlığı, Tanzimat döneminde Fransa etkisi), o dönemde sokaklarda l'escargot satılmış olabilir. Zaten o dönem konuşurken Fransızca kökenli olabileceğini aklımızın ucundan bile geçirmediğimiz sözcüklerin dile yerleştiği, Türk mutfağına Batılı, özellikle Fransız sos ve tekniklerin girdiği dönem. Mesela Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında (Bu arada ona da ayrıca geleceğim) mayonezden bahsedilir.
Felatun Bey ve Rakım Efendi'ye geldim... Neydi bu, ilk realist roman mıydı? Batılı anlamda ilk eser miydi? Yok, öyle normal bir Tanzimat dönemi romanıymış. Olmaz olsun öyle roman, karakterleri gerçek olsun da sürüm sürüm sürünsün... Okunmuyor arkadaş bu kitap, boğuyor insanı, bitiremedim bir türlü. Ne ağır dilmiş... "Ağır dil" derken kullanılan kelimelerden falan bahsetmiyorum bu arada (zaten elimdeki muhtemelen artık kullanılmayan kelimelerden arındırılmış bir versiyondur), resmen cümlelerin ağırlığını ve yavaşlığını fiziksel olarak hissedebiliyorsunuz. Kitap mı okuyorum sırtımda taş mı taşıyorum belli değil. En son "Platon'un da Râkım'ın da..." diye fırlatıp atıyordum kitabı. Öyle kaldı o roman, devam etmeyi de düşünmüyorum.
Şunu belirtmek isterim ki: Konu vocaloid ise eğer olay Gumi'dir arkadaş. Hatsune Miku falan yalan. Bu arada hep Gumi diyoruz biz buna (genel olarak öyle denir) ama karaktere verilen asıl isim Megpoid. (Ya da program ismi, tam anlayamadım, bir olay var orada) Hah, tamam; "ses" dosyasının adı Megpoid, maskot karakterin adı (ulan aynı şey değil mi? Sesiyle maskotu farklı olan vocaloid şarkıları da var da biz mi bilmiyoruz? Ya da Hatsune Miku'nun, Kagamine'lerin falan "ses" adı ne? Kendilerinden farklı mı?) ise ses örneklendirmeni (seslendirmen değil, vocaloidlerde ses otomatik söyleniyor ama o sesi elde etmek için kullandıkları insan sesleri var. Vocaloid programının yüzü olan ve en tanınan vocaloid olan -tam da bu sebeple ikinci cümlede "yalan" dediğim- Miku'nunki Fujita Saki mesela) Nakajima Megumi'nin takma adı olan Gumi'den verilmiş. Öh be, bir şeyi yazacağım diye beş Google araması yaptım. Hah, neyse, konu vocaloid ise eğer olay Gumi'dir. Hazır yeri gelmişken buradan aslında en sevdiğim vocaloid şarkılarından biri olan Hatsukoi Gakuen'in yapımcısına (ne deniyor lan bu adamlara? Yönetmen falan mı? Besteci?) sesleniyorum: Bugün Gumi'yi erkek kılığı ve rolünde şarkıya sokan yarın terörist olur! Tamam, zaten az sayıda erkek vocaloid var ve daha ince bir ses olsun istemiş olabilirsiniz ama bu söylediğim şeyin gerçek olduğunu değiştirmiyor. Şimdi baktım, yönetmen deniyormuş kendilerine, şarkıyı Nem yazmış ama çizimleri Tama yapmış. Bir de PV'yi yapmış ama onun ne olduğunu bilmiyorum. Şarkıyı yapan vocaloid'ine göre yazıyor, her vocaloid'in zaman içinde belirlenmiş bir tarzı ve kişiliği var çünkü; bu durumda bu acayip durumun sorumlusu Nem efendi. O değil de bu başka neleri yapmış, tanıdık geldi isim. Pek fazla benim bildiğim iş bulamadım ama yine en sevdiğim vocaloid şarkılarından olan Subarashi Nyansei'i yapmış, yine Gumi var ve bu sefer olması gerektiği gibi kız.
Bir iş için beş dakikalığına dışarı çıktım, o nasıl bir sıcaktır? Balıkesir'de hava acayip sıcak, bu nedir ulan? İki dakika daha dışarıda kalsam güneşle kavgaya tutuşacaktım. Öh be. Mayıs'tayız ulan Mayıs, Mayıs... Ağustos'ta halimiz nice olacak acep?
İstanbul'da doğup büyümüş biri olarak şunu söyleyebilirim: İstanbullu (?) biri %90 oranında "Nerelisin?" sorusuna İstanbul diye cevap vermez (Kendi değilse babası, o değilse de dedesi %90 oranında başka yerden gelmiştir zira). Verene de zaten "Aslen nerelisin?" diye sorulur. Bir sürü farklı nedeni var bunun ama temelde 1453 veya daha önceden beri ailen İstanbul'da değilse İstanbullu değilsindir, bu kadar basit. Eşyanın tabiatına aykırı İstanbullu olmak. Bu arada herkesin İstanbul'a gidip durması da "tek şehir ekonomisi" nedeniyle. Daha önce de söyledim bunu: Yurtdışında herhangi bir ülkede, ister doğuda olsun bu ülke ister batıda, köyde bile en tepeye çıkma ve aradığın şeyi kolayca bulma şansın var ama Türkiye'de Ankara (bak başkent burası), İzmir, Antalya gibi İstanbul'a eşdeğer bulunan şehirlerde bile en tepeye çıkamazsın veya aradığın şeyi doğru düzgün bulamazsın, İstanbul'da olmak zorundasın. Zaten o sebeple zamanında İstanbul'a göç oldu ve hâlâ oluyor, zaten o sebeple İstanbul'da değil 1453'ten beri orada olan, beş nesildir İstanbul'da yaşayan kişiler bile azınlık. E, "gerçekten" İstanbullu olanlar azınlık olduğu için de "Tamam da aslen nerelisin?" sorusu doğuyor. Bir de bu "Nerelisin?" sorusunu İstanbul dışında bir yerde sorduklarında ne diyeceğin karışabiliyor, "İstanbullu mu diyeyim aslen nereli olduğumu mu söyleyeyim?" Ben genelde aslen nereli olduğumu söylüyorum gerçi, İstanbul'u asla sevemedim, kendimi de İstanbullu olarak görmüyorum. Şayet zengin falan değilsen İstanbul'da yaşanmaz -hoş, o zaman da yaşanmaz ya- gider gezersin görmek istediğin neresi varsa, dönersin evine. Yoksa o trafiktir, kalabalıktır falan çekilmez. (İstanbul'da yaşadığım 12 yıl boyunca İstanbul'da meşhur nereyi gördüm? Neredeyse hiçbir yer. Peki Balıkesir'de yaşadığım sürede? Birçok yer. Bundan bahsediyorum işte, İstanbul'da yaşarken "O trafik, kalabalık çekilmez şimdi, zaten elimizin altında" deyip boş veriyorsun)
"Aslen nerelisin?" demişken birkaç kez turist sanıldım. Neden olduğu hakkında bir fikrim yok lakin. Lan arkadaş, siyah denebilecek kadar koyu kahverengi saçlı, kahverengi gözlü insanım; sarışın mavi gözlü olsam anlayacağım*. Hayır konuştuğumda R'leri söyleyemememden mütevellit uzaktan duyan Fransız falan sanabilir de hiç konuşmadan bir yerden geçerken önümdekiyle Türkçe konuşan polisin bana İngilizce "Geç, geç" demesini de yaşadım. Turiste benzer halim mi var ulan? Millet turist sanılınca mutlu olur, ben sinire kesiyorum. Türkiyeliyim oğlum ben, alo? Hayır gözler biraz çekik ama o da Uzakdoğulu sanılmaya yetecek bir seviyede değil (en azından bence değil) en fazla Tatar sanılabileceğim kadar, hatta o kadar bile çekik değil. Normal, Türkmen seviyesinde bir çekiklik. "Tatar sanılabileceğim" demişken -özellikle anne tarafında- Tatarlık olma ihtimali var. (Biraz karışık bizim köyün işleri, eskiden bildiğin mikro milliyetçiymiş bunlar. Civarda -civarda dediğimin bazısı bayağı uzak, hani eski şartlarda epey kat etmen gereken mesafe var aradaki bir sürü dağdan falan- dört tane Karakeçili kökenli köy var, bir tek oralardan kişilerle evlenmişler; hiç diğer köylerden kişilere tenezzül etmemişler. Varsa yoksa Karakeçili, adamlar bırak diğer etnisiteyi Karakeçili haricindeki Yörüklerle bile evlenmemiş ulan. E, anne tarafında Tatar kanı olma ihtimali nasıl oluyor? Şöyle: Eski kaynaklar Karakeçilileri "Tatar ve Türkmenlerden oluşan bir topluluk" olarak tanımlıyor. Gerçi burada Tatar derken muhtemelen günümüzde Tatar denen halk değil de ya Türkleşmiş Moğol ya da gözleri diğerlerinden daha çekik kişiler kastediliyor.) Ha bak aklıma geldi, bir yerde biri de "Kazak mısın?" diye sormuştu, demek ki çekik gözden kaynaklanıyor durum. Gözlerim... Vücudumda sevdiğim az sayıda yerden biri, ah bir de bozuk olmasalardı. (Gerçi ilkokuldan beri gözlük kullanıyorum ve şu an gözlüksüz bir hayatı tahayyül dahi edemiyorum.) Gerçi şimdi düşündüm de Kazak, Kırgız, Tatar, Moğol, Uygur falan sanılmam pek fark etmez, Türkmenim sonuçta, arada çok bir fark yok. Hayır o değil sinir olduğum şey zaten turist sanılmak değil, direkt İngilizce muamelesi görmek. Hiç sevmediğim bir dil kendisi. Fransızcadan iyi yine ama...
*Hazır sarışın mavi gözlü demişken "Küçükken sarışındım ben" diyenlere inanır mısınız? Ben şahsen o duruma bizzat tanık oldum. Yok, ben değil, benim saçım gözüm eskiden beri kahverengiydi. Yalnız bizzat kuzenlerim (iki adet kardeş) çocukluklarında sarı saçlıydı (bayağı bildiğin altın sarısı) büyüdükçe daha kumrala döndü saç renkleri. Hele birininki iyice koyu kumral, açık kestane gibi bir şey oldu.
Dil de demişken bir dilin yapısı, kelimeleri, deyimleri ve diğer şeyler o dili kullanan topluma, o toplumun kültürü ve tarihine göre ortaya çıkar. Örneğin soğuk yerlerde yaşayan insanların "kar, buz ve soğuk" için çok kelimeleri varken Arapçada sırf deve için bir ton kelime vardır. Türkçede de doğa ve özellikle çiftlik hayvanları için kullanılan kelimeler çok sayıdadır, meyve, sebze ve tahıl isimlerinin çoğu yabancı dilden geçmedir. Örneğin keçi için erkeç, oğlak, geyik (dağ keçisi için kullanılır), teke, çebiç, göleme, kırkım, filik, daşabasan, süsek, kırteke, küpeli, harbılı, yanal, kabak, doğuş, çelek, kürük, dikmen, ger/gerci, sekili kelimeleri ayrım amaçlı kullanılır. Avrupa dillerinde soyluluk belirten "Kim aklında tutacak lan bunu?" diye lord, paladin, baron, kont, vikont, grandük, arşidük, dük, marki, baronet, imparator... gibi bir sürü kelime varken her ne kadar çoğu kişi eskiden Türklerde de bir "soyluluk kavramı" olduğunu düşünse de Türkçede bu kadar kelime yoktur. Bey/Ataman, Han, Hakan/Kağan, Tekin/Tigin, Şad, Yabgu. Bu kadarla sınırlı Türkçede soyluluk belirten kavramlar. Ki bunların yarısı zaten -kan gözetilse de- ya seçimle işbaşı yapan ya da altları tarafından alaşağı edilip yerine başka biri konulabilen kişiler. Aynı şey özel isimlerde de var. Mesela İngilizcede Iron ve Steel ismi çocuklara verilen isimler değildir ama Türkçede Demir/Temür/Timur/Timuçin ve Polat (Farsçadan Türkçeye geçen Şam çeliği anlamında bir kelimedir kendisi) isimleri kimseye garip gelmez. Yine Türkçede "abi" "abla" ve "kardeş" kelimeleri varken (üstüne "abi"nin aslı Ağabey, yani "Büyük Bey, Beylerbeyi" iken) İngilizcede abi ve ablayı ifade eden kelime olmadığı gibi cinsiyetsiz olarak "kardeş" anlamına gelen "Sibling" kelimesi neredeyse hiç kullanılmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder