Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

14 Eylül 2017 Perşembe

Dalından Domates Koparmanın Hazzı

Dalından domates, biber, hıyar koparmanın hazzını, orman patikalarında gezmenin korkuyla karışık heyecanını, ağaçtan elma, erik aşırmanın, dalından dut, üzüm düşürmenin hazzını, gece karanlığında kirpi görmenin tatlı heyecanını, tarlada başını uzatan yılanı görmenin saygıyla karışık korkusunu hiç yaşamamış, belki de yaşayamayacak; hatta muhtemelen yaşamak da istemeyecek bir nesil gelecek… “Gümbür gümbür” geldiği söylenen yeni nesle, bunlardan kaçını miras bırakabileceğiz? Bu nesli, insanın doğayla kalan son ilişkilerini de “modernlik” denen iğrenç, kanlı bıçakla kesip atacak, inşallah görmeye ömrümün yetmeyeceği yahut belki de bir yerlerde birilerinin çalışmalarıyla hiç gelmeyecek, gelse de içinden doğayla son bağlarına, kültürlerine, çamurlarda yuvarlanmanın hazzına, çimenlerde yatmanın huzuruna sıkı sıkı sarılacak direnişçiler çıkacak. Ama modernleşmeyi betonlaşmak anladığımızdan çok umutsuzum. Bu nesli düşününce şu an bulunduğum, babaannemlerin köydeki evinin bahçesindeki cevizlerin, kiraz, şeftali, erik ağacının, domates, hıyar, biber, fasulye, çilek, çimenlerin, gül ve yıldız çiçeklerinin, kavun, karpuz ve kabakların kokusu, köyün dağın tepesine kurulması nedeniyle çam ormanları ve eğrelti meralarının, dağ kekiklerinin, yabani böğürtlen ve dağ çileklerinin, ahlatların, yabani elmaların, civarda üç, belki de dört hatta beş türü bulunan nanelerin ve dahi bahçe nanelerinin, köyde yalnızca bir evde bulunan hanımellerinin, kah yabani kah saksı çiçeği papatyaların, çamların şemsiyesi altında bodur kalan meşelerin, kızılçamları saran liken ve karayosunlarının kokularına; bahçe bitkilerinin oksijenlerinin dağdaki yaşamın oksijenine karıştığı; yaban ve sokak kedilerinin, sansar ve gelinciklerin, yabandomuzlarının, ayıların, köyde az da olsa hâlâ var olan sığırların, ispinoz, bülbül gibi kuşların, civar köylerde hâlâ bakılan tavukların ve ne köylülere ne doğaya yaranabilmiş, buralara, daha doğrusu köyün hemen dibindeki çamlığa bırakılmış sokak köpeklerinin ürettiği karbondioksit de bu havaya karışıyor. Köyde az da olsa hâlâ olan kerpiç evlerin onlarda hiç yaşamadığım halde nostaljik gelen kokusu, çamlığın içindeki barajdan gelen su, çürümüş odun, yosun, başaklı su civanperçemi, balıkların kokuları, kâh yeni kâh eski külle dumanların kerpiç tandırlarla birleşen kokuları ve hepsiyle birleşen muhteşem havayı içime çekemez oluyorum, nefesim kesiliyor. Gözlerimi kısıp burada çok iyi görünen yıldızlara ve aya bakıyorum; el yapımı, buranın meyvelerinden yapılmış vişne suyumdan bir yudum daha alıyorum, ağzıma bir karaüzüm daha atıyorum. Başımı çevirip, artık ahı gitmiş vahı kalmış ağzımdaki ceviz yaprağını tükürüyor, elimdeki körpe ceviz yaprağından bir parça daha koparıp onu çiğnemeye başlıyorum. Bir yandan da bülbüllerin, cırcırböceklerinin ötüşlerini, yılan, kertenkele, böcek ve Anadolu sincaplarının hışırtılarını, köy camisinden gelen ezan sesini, insanların tahta yer sofraları üstünde kalın bıçaklarla kurban eti keserken çıkardıkları sesleri, köpeklerin havlamaları, ne olduğu belirsiz dağlı hayvanların ulumalarını, hepsi birbirine karışıp nefis bir senfoni orkestrası sunan; konuşurken ya da dolaşırken sessizlik olarak algılanacak o nefis ve her bir bireyi kendi telinde, kendi tonunda, yine de Allah’ın hikmeti, melek Mikail’in cüreti, “doğa ana” Umay Ene’nin kararı ile uyum içinde; aslında bu tabloda yeri olmayan insanların sesleri dahi bu harmoniye karışmış durumda bulunuyor ve ben bunları daha iyi duyabilmek için gözümü kapatıp hareket etmeyi kesiyorum. Ancak gece karanlığında ağaçların, uzun bitkilerin ürkütücüyle karışık şahane; gökyüzünün gündüzden daha net ve daha parlak manzarasını ve ayla yıldızların, insanların zayıf ışıklandırmasıyla karışarak sunduğu enfes pastoral tabloyu göremediğim için üzülüyor, kahroluyorum. Sonra aklıma yine o “nesil” geliyor, gözyaşlarımı zor tutuyorum. Bir an burnuma eskiden bu köyün insanlarının çadırlarını yaparken kullandıkları ve hâlâ birazını sakladıkları keçi kılından çulların kokusu geliyor, mest oluyorum. Gecenin, dağın ve ormanın ortaklaşa oluşturduğu; insanın bırak kaçınmayı içine girmek isteyeceği soğuk iliklerime işliyor, içeri girmek zorunda kalıyorum. Ve işte nihayetinde bu yazıyı yazıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder