Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

23 Ocak 2021 Cumartesi

Her Şey, Her Şey, Tekrar Her Şey... (Başlık Demeyin Bana, Gözüm Görmesin)

İngilizce manga, metin okumanın zevk vermediğini düşünüyordum ama yine yarım kalan bir mangadan sonra gideyim de İngilizce okuyayım dedim; hiç beklemediğim bir sonuç aldım. (Yine konuya dan diye girdim ya. Gerçi başka ne yapacaktım, bir paragraf altta başka bir konuda saçmalayacağım sonuçta.) Şöyle ki: Ben şimdiye kadar okumaya değil çevirmeye çalıştığımdan öyle geliyormuş. Çevirmeye değil sadece anlamaya çalışırsam gayet zevk aldığımı fark ettim. İngilizce altyazılı şeylerden zevk alabilmem de çevirmek için zamanım olmadığından sadece anlamaya odaklanmamdanmış. Bu ayrıca yıllardır "Elma=Apple diye diye dil öğrenilmez/öğretilmez." diyenlerin de tam olarak ne demek istediklerini ve yarı yarıya da olsa haklı olduklarını fark etmemi sağladı. Yani şöyle: Orada bir cümle var, eskiden bunu Türkçeye çevirip anlamaya çalışıyordum; şimdi cümlenin kendisini anlamaya bakıyorum. Mazrufa değil de zarfa bakmak, şekli boş verip öze odaklanmak gerekliymiş meğer. Şimdiye kadar şekle takılıp kalmış olmam da ayrı bir utanç kaynağı tabii, bu benim özelimde bir şey; özü her şeyden değerli buluyorum zira. Kaç bin yıldır şekilciliğin insanlığı getirdiği yer aha burası, ben şayet bu konumdan hiç de memnun değilim. Zombi kıyameti gözüme şu anki düzenden çok daha çekici görünüyor, en azından sıkılmıyorsun. Al eline kılıcı, dal zombilerin arasına. Kılıcınız yok mu? Benim var, kaynaklara ulaşabilenler ve güçlü olanlar hayatta kalır sonuçta, bu binlerce yıldır böyleydi; hem kılıç yoksa oklava, merdane, sehpa ayağı, bıçak, kablo falan da mı yok kardeşim? Çözüm üretin biraz. Neyse, elma=apple olayının savunucularının (Böyle deyince de kastettiğimin tam tersi anlama geliyor aslında ama; işte... Şunu yazana kadar cümleyi düzgün kursaydım daha iyi de olabilirdi tabii.) yarı yarıya haksız olmalarının sebebi de anlamını bilmediğin kelimeler olunca cümleden fire vermen, yani illaki karşılığını bilmen gerekiyor.

Tüccarın Puslu Yolculuğu diye bir şey yazmaya başladım, her hafta Cumartesi gün EpikNovel'de yayınlayacağım. Aha link: https://www.epiknovel.com/seri/tuccarin-puslu-yolculugu. Aslında bunun garip bir öyküsü var, şöyle ki: Ben aslında bu hikayeye SAO, işte Shichinisei no Subaru falan gibi bir şey yapma motivasyonuyla başladım. MMORPG dünyası ayrı, günlük dünya ayrı olacak biçimde bir şey olacaktı ama bir türlü ön bilgilendirme (prolog bile değil, daha beter bir şey) kısmını geçemedim; bir de baş karakterim çok yapay kaldı. İnsan gibi hissettirmedi, bağ kuramadım karakterle; o yüzden nereye koyacağımı, ne yapacağımı kestiremedim. Ben de dedim ki: Bari NPC'lerin gözünden bir hikaye anlatayım, sonra o fikir dallandı budaklandı kendi başına bir fantastik seriye döndü. Ben de elleşmedim, gitsin gittiği yere kadar dedim. Yalnız maceracı ve elf arka planı çok hoşuma gitti. "Ulan sen yazdın tabii hoşuna gidecek." eleştirisine cevabım: Yazdığım şeylerden çok azını tatmin edici buluyorum ve daha da azı hoşuma gidecek kadar iyi ve orijinal; bu onlardan işte. Ejderha ve Mühür'ün tatmin ediciliği çok az, Sahte Kahramanlar'ın da öyle ve diğerlerini o kadar beter yollara soktum ki ya tamamlayamadım (daha doğrusu tamamlamadım, bir şeyi tam, doğru ve mükemmel yapmayacaksam hiç yapmamam daha iyi değil mi?) ya da tamamlamasam daha iyiydi: Aceleye gelen, yarım yamalak finallerle çok iyi empati kurabiliyorum o yüzden. Ama bu sövmeyeceğim anlamına gelmiyor tabii; uyarlamaların neden uyarlandığı şeyden genelde daha kötü olduğunu da anlayabiliyorum, mantığını kavrayabiliyorum ama her seferinde ağır söverim. "Neden EpikNovel?" sorusuna gelirsek: Bu blogda yazsam keşfedilme şansını neredeyse hiç edecektim, Whatpadd zaten malum... Ufuktaki en iyi seçenek EpikNovel'di.

Bir yapımdan/eserden vaat etmediği bir şeyi talep edip sonra alamayınca sövenler var. İnsan neden bir komediden ağlatmasını, ciddi olmasını bekler mesela? Ha yeri gelince ağlatır da; hatta genelde en sağlam dramlar komedilerin içinde bulunur ama komediden bunu beklememen lazım. Sana bunu vaat etmedi ki o, alamayınca kızmanın anlamı yok. Komedi dedik oradan gidelim: Bir komediden insanın ne beklemesi lazım? Güldürmesini. Ha yan türler varsa, ne bileyim komedi-aksiyon, işte romantik komedi, komedi-bilim kurgu, komedi-tarihi* falan gibi o zaman başka şeyler de bekleyebilirsin. Bu arada bence türü romantik komedi olan bir şeyden herhangi bir şey beklemeyin, büyük çoğunluğu ne güldürüyor ne sevdiriyor (Ne lan bunun fiili? "Aşk içermek" falan gibi kulak tırmalayan bir tamlama kurmak istemedim diye çektiğim çileye bak. Akılsız başın cezasını eller çekiyor işte. Evet eller, ayağımla mı yazıyorum ben?); hatta Türkiye'de yapılanlara aksiyon gözüyle bakıp öyle izleseniz çok daha zevk alırsınız bence. RTÜK'ün ya da konuyla her kim ilgileniyorsa onun "Romantik komedi filminde muhakkak mafyalı, kaçırmalı sahneler olmalıdır." diye bir şartı mı var nedir? E, sen sana sakinlik, günlük hayat vaat eden bir şeyden aksiyon bekliyorsan sorun yapımda değil bence. Ama eser vaat ettiği şeyi vermiyorsa ta o türü icat edene kadar sövebilirsiniz, kimse "Sen haksızsın ibne. Seni kınıyorum ve sana laflar hazırladım." (Bu cümlenin nereden olduğunu bilene çatal bıçak takımı hediye ediyoruz. Aynen, Youtube'da ilk yorumu yapanlara olduğu gibi, evet.) diyemez. Bir de bir eserin/yapımın vaat ettiği şeyi vermesine kızanlar var. Konusunda/temasında erotik/erotizm olan yapıma "Çok cinsellik var be, amma sapıkça" diyen var. Arkadaşım onun olayı o zaten, neden vaat ettiği şeyi vermesine kızıyorsun ki yapımın? O tür/tema hoşuna gitmiyorsa, görmek istemiyorsan izleme/okuma/oynama/her ne şekilde tüketiyorsan onu yapma lan, başına silah dayamıyorlar ya? Ha o şey sana onu vaat etmiyorsa (veya öncelikli vaatlerinden biri o değilse) sevmedim diyebilirsin, gereksizdi diyebilirsin, istersen "Sizin senaryonuza..." diye sövebilirsin vs. Ama yapım sana bunu vermeyi vaat ediyor, vermese daha mı iyi, o zaman memnun olacak mısın?

*Komedi-tarihi yapımlar aslında genelde tarihi değil tarihsel kurgu oluyorlar ama gayet tarihi komedi de yapılabilir. Ücra bir köydeki günlük hayatı anlatıp dedikodular, söylentiler vs. ile dönemi anlatabilirsin. Mesela "Memlükler Bağdat'ı almış." diyen birine "Aldı da bana mı aldı kardeşim?" şeklinde bir yaklaşım gayet 14. Yy. Akyar'ında (Sivastopol) yaşayan birinin tepkisi olabilir. Tarihi konulu yapımların illa yöneticileri, nüfuz sahiplerini vs. anlatması gerekmiyor ki? "O dönemde o köyde öyle biri yoktu." diye yakana mı yapışacaklar? Komutanların değil sıradan askerlerin hayatını da yine bu şekilde anlatabilirsin, ha bizde tarihini sevmeyi/tarihine sahip çıkmayı götten anlayan büyük bir kitle olduğu için bizim ülkede pek mümkün değil bu askerli olan o ayrı.

Mayonezin iyisi çok iyi oluyor ama kötüsü de hiç çekilmiyor be. Ketçap -büyük ihtimalle mayoneze kıyasla daha güçlü, yoğun ve heterojen (Evet, ketçabın tadı heterojendir. Bir damlası bir damlasını tutmaz. Mayonezin heterojen olmak gibi bir şansı yoktur, aksi takdirde yağ içinde sıvı gibi saçma bir şey elde edersiniz.) bir tadı olması sebebiyle- kötüyse bile yine bir şekilde gidiyor. (İşte umami tadının faydaları.) Bir de şu var: Sarımsaklı mayonez, sade mayonezden çok daha iyi, çok daha güzel bir şey. Ranch sos da mayonezle aynı bak: Onun da iyisi mükemmel bir şey ama kötüsü hiç çekilmiyor (Allah Allah, neden acaba? Kendisi zaten teknik olarak mayonezin bir çeşidi olduğundan, baharatlı mayonez gibisinden bir şey olduğundan olmasın?) Hazır ketçap demişken: Geçenlerde az bir domates alındı eve (Kim aldı belli değil. Edilgen fiilin hikmeti işte.), yalnız domatesin tadı yok. Bakın "tadı kötü" demiyorum, "saman gibi" demiyorum, "tatsız tuzsuz" demiyorum, "Tadı az" demiyorum... Ben daha önce acı domates de yedim balık gibi kokan domates de ama bu olayda gerçek anlamda tadı yok domatesin, kelime anlamıyla "tatsız", öyle bir özellik yüklenmemiş ona. Ağzında bir şey var, hissediyorsun ama onu ağzına kendin atmamış olsan "psikolojik herhalde" dersin. Lan suyun, havanın bile tadı var (Hatta suyun tadı kaynağına ve şişelenmiş sularda markasına, havanın tadı da hava durumuna -işte yağmur, kar, sis vs.- göre değişir), taşı yalasan tadı var ama bu domateslerin yok. Laboratuvarda "Acaba gerçek anlamda tadı olmayan bir şeyin var olması mümkün mü?" diye deney yaparak elde ettiler de sonra "Mümkünmüş ama kim yiyecek bunu şimdi?" diye piyasaya mı sürdüler ne yaptılar anlamadım ki.

Yeni seriler biraz meşguliyetim olduğu zamana denk geldiğinden bu sezonun animelerine sadece en dikkat çekici bir-ikisi ve yeni sezonlar, yan serilerle vs. devam etmeye karar verdim; Jaku-chara Tomozaki-kun'u izleyeyim dedim. Şöyle bir durum var: Ana karakter hayat hakkında, özellikle de düşük statla başlayan oyuncu-yüksek statla başlayan oyuncu konusunda sonuna kadar haklı ama geri kalan konularda insanı kanser ediyor. (Laf etme hakkımı kendinde bulmam da ayrı bir ilginçlik tabii.) Bir de bu seri çıkmadan önce büyük beklenti vardı; Hikki ("Yuici olduğumu belli etmemeliyim." dedikten beş dakika sonra ben. Bu arada Yuici olsam da itiraf sahnesi efsaneydi, zaten 3. Sezonun nadir iyi sahnelerindendi o sahne.), Ayano, Oreki vs. ayarında birini bekliyordu çoğu kişi. Bu arada Ayano, Oreki ya da ilk sezon Hikki'nin parmağı olamaz (Oreki'nin belki tırnağı olabilir), novel'i okuyan biri olarak söylüyorum bunu. Zaten Ayano bana Hikki, Oreki gibi bir tat, "yalnız kral" hissi değil de daha çok "...mına ko'du'mun sosyopat haremcisi" hissi veriyor. Oreki'ye öbür çocuğa "Lan Mayaka'ya niye bakmıyo'n?" Tadında yaklaşırken kendisi Chitanda'ya bir dönüp bakmadığından benim şahsi gıcıklığım var. (Chitanda'nın "yapmak istemiyorum, uğraştırıcı" şakası efsane sahneydi bu arada, bir orada biraz umut verdi... Sonra zaten anime bitti. Hatırladığım ayrıntıyı sikeyim bu arada, kütüphane gizemini sorsanız söyleyemem.) Ama bu Tomozaki bu üçlünün tırnağı olamaz, çöp haline gelmiş, yazarın "karakter gelişimi" adı altında karakter gerilemesini bize kaktırdığı 3. Sezon Hikki'ye bile yaklaşamaz ki Ayano bile 3. Sezon Hikki'den iyidir yani. Bir sıralama yapsam (tier list, hadi bakalım. Gecenin bir yarısı nelerle uğraşıyoruz arkadaş.) 1. Sezon Hikki>Oreki=2. Sezon Hikki>Ayano>3. Sezon Hikki>Tomozaki olur. Esas kızı sevip sevmediğime bile karar veremedim (Yani, nefret ettiğim bir karakter olmayacağı belli şimdilik... Diyecektim ki aklıma Erased'daki Kayo geldi, ulan son bölümde öyle kazık atılır mı? Hoca bile kaç yıl bekledi, bir sen bekleyemedin. Neyse, sakinim.), mavili ve beyazlı iyi karakterler gibi duruyor şimdilik. Bu seriden tek isteğim ana karakter özelinde Yesterday wo Utatte'ye, genel olarak da Kanojo, Okarishimasu'a (Kesin yanlış yazdım) bağlayıp kansere neden olmaması; her iki konuda da inanılmaz bir potansiyel taşıdığını her sahneden belli ediyor çünkü. Bu arada isimlerin tam halleri şunlar: Hikigaya Hachiman, Ayanokouji Kiritaka, Oreki Houtarou. Nerelerden olduklarını da siz bulun.

Horimiya'yı izlemezsem zaten ayıp etmiş olurdum ama 2. bölüm çok hızlandırılmış ya. Hediye mevzusunu bildiğin ziplemişler, onun anime şarkısı muhabbetini uzatıp devam eden derin anlamı vardı ama tamamen basit, anlamsız bir hediyeye çevirmiş oldular onu şimdi (Hele daha sonraki bölümlerde bile şakası, göndermesi yapılan "lazer gözler" olayına hiç girmiyorum). Miyamura-Touru ikilisinin arkadaşlık süreci sallantıda kalmış. Hele Hori (Hatta Hori grubu yani Hori, Miyamura, Iura, Yuki, Touru)-Öğrenci konseyi ilişkisinin ilk kısmını verip geçmişler, millet 3. bölümde "Geçen öğrenci konseyine sövüyorduk, şimdi nasıl arkadaş oldu lan bunlar?" olacak muhtemelen. Hori-Miyamura ikilisinin iç dünyalarıyla ilgili şeyleri kırpmışlar... Ben mangayı okuyup arada atlananları bildiğim için zevk alıyorum ama mangayı okumayan biri "Bu mu lan bu kadar övdüğünüz seri?" dese haklı şimdi. Bu kadar hızlı ilerlerse baba gibi babayı görebiliriz belki, acaba onun için mi acele ediyorlar? Mangada en sevilen karakterlerden biri Kyousuke çünkü; "Buradan da popülarite toplarız." diye ona yetişmek için mi yapıyorlar ne yapıyorlar? Seslendirmeleri sevdim bu arada, Yuki'nin sesi bir tık daha ince, Remi'nin sesi bir tık (Ne tıkmış arkadaş ya) daha gevşek, Miyamura'nınki bir tık daha yavaş olabilirdi ama genel olarak mangada kafamdaki seslere aşağı yukarı uyuyorlar. (Ama Miyamura, Ishikawa'yı doğru söylüyor. O öyle olmaz.) Yalnız Sawada ne zaman gelecek ben onu merak ediyorum, Kyousuke'den önce mi geliyordu sonra mı onu bir hatırlasam... Benim mangada en sevdiğim karakterlerdendi Sawada ama ilk çıktığı kısımlarda pek sevilen bir karakter değildi. Gerçi mangaka ilk çıktıkları sahnede Sengoku ile Remi'ye de sövdürdü bizi, Touru'ya da. Yuki'yi de ilk başlarda insanların kendisine gıcık olacağı bir yola soktu... Yalnız bu hızda ilerlerlerse Yuki-dış mekan Miyamura ikilisinin ilişkisini (Yani insanların başta Yuki'ye gıcık olma sebebini) es geçip doğrudan Touru-Yuki ikilisinin ilişkisine odaklanmaları gerekecek, nasıl kotaracaklar acaba. Horimiya'nın animesi, mangasından ne kadar kesilirse kesilsin çöp olmaz, tek emin olduğum bu; ha gidip mangadan farklı bir yola girerlerse, aşk üçgeni, beşgeni gibi sokuk sokuk şeyler koymaya kalkarlarsa seriye o zaman senaristlerin insafına kalırız. Yalnız Iura'yı ilk bölümde gördük, sonra göremedik. Mangada da zaten az görünüyordu hatta "Sayfalarda olmayan Iura mı?" gibisinden dalga geçiyorlardı popülerlik anketi vs. olaylarında ama bu gelinen noktada Iura'yı birden fazla kez görmüş olmamız gerektiğinden eminim. Yalnız mangayı tekrar okuma vaktim gelmiş, "Burayı değiştirmişler mi ya?" dediğim ama emin olamadığım sahnelerle birkaç kez karşılaştım.

Hazır konu animedeyken bir şey daha deyip başka konuya geçiyorum: Yeniden "Anime çizgi film midir?" tartışması hortladı. Halbuki biz bu konuyu 2017 gibi çözmüştük diye hatırlıyorum, yeni nesil animeciler çoktan bitmiş tartışmayı yeniden başlattı lan resmen. Hayır işin ilginç yanı hem günümüzde etrafımız yetişkinlere yönelik çizgi filmlerle dolu hem de çoğu animeci aynı zamanda Amerikan çizgi filmlerini de (Özellikle CN yapımlarını ve Gravity Falls gibileri. Yetişkinlere yönelik olanları ve hedef kitlesi Geek'ler olan çizgi roman uyarlamalarını saymıyorum bile zaten.) izleyip sever, eski nesilde de böyle yeni nesilde de; niye çözülmüş konuyu hortlattı bunlar onu anlamadım. Biz dediğim gibi bir 2017 gibi "Evet." deyip konuyu kapatmıştık; ha bu cevabın şerhi ve ayrıntısı vardı ama cevap "evet" idi sonuçta.

"Turla gezmek" diye bir şey var. Rehber seni oradan oraya götürür, "Şuraya gidelim, burada çok durduk"... Falan filan. Onun adı "gezi" değil ama; "gezmek" değil onun adı. Onun adı tehcir. Onun adı zorunlu göç. Öyle gezilmez.

"Yönetmen sonunu seyirciye bırakmış." diye cümle var. Daha önce senaryo (da) yazmaya çalışmış (ama başarılı olamamış) bir insan evladı olarak bunu da deşmek, sırları aydınlatmak bana düştü (Keops Piramidi'nin şifresini çözüyor sanki pezevenk, havaya bak). Şimdi bu tür finaller ikiye ayrılır: İlki muğlak finallerdir, bunlar bilinçli tercihtir ve zaten ("Anlamadım ya ben." diyemeyenler hariç) kimse böyle bir cümle kurmaz onun hakkında. "O öyleydi, yok böyleydi!" diye birbirini yer millet. İkincisi ise bu cümleye asıl konu olan aceleye gelmiş finallerdir. Senarist artık işin içinden çıkamayınca "Alın bakalım." diye sonunu size bırakır. Ama bir gerçek var ki hem ilk tür hem ikinci tür hakkında övülmesi ya da sövülmesi gereken kişi yönetmen değil, senaristtir. Ha yönetmen senarist sonu net belirtmesine rağmen muallak çekim yaparsa sövülmesi/övülmesi gereken o olur ama bu sonunu seyirciye bırakma marifeti yönetmenin değil senaristin başının altından çıkar çünkü herif artık işin içinden çıkamaz, teslim tarihi yaklaştığından da silip tekrar yazmaya ya da yeni bir şeyler düşünmeye bir tarafları yemez, bir türlü bir şey bulamayınca da sonu seyirciye bırakıp siktir olup gider, yapımcıdan aldığı paraları yer. Tam bir "Aceleye gelmiş final" vakasıdır yani bu olay. Biliyoruz da konuşuyoruz. (Sanki her gün dünyadan ünlü yönetmenlerle oturup senaryo kritiği yapıyor aq, nereden biliyorsa artık.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder