Geçenki (aslında bunu onu yayınladığım akşam yazıyorum, daha bir gün olmadı yani) yazıda biraz hezeyana kapılmışım ama yaşarım lan İstanbul'da, ne olacak. Zaten yurtdışındaki üst düzey restoranların çoğu dönemlere ayrılıp bazı dönemlerde kapalı oluyor, ben de öyle yaparım. Kapalı olduğum dönemde de gider dağ başında kalırım. Zaten en tepeye yaklaşırsam o ahşap evi yaptırabilecek param olur. Aslında bunu o sırada da düşünmedim değil ama sınav haftası olduğundan mıdır nedir hezeyana kapılmışım. Bunu düşündüğümde de akvaryumlar ve kedilerin taşınmayı sevmemesi (şu an kedim yok ama aile faktöründen dolayı; akvaryumun şu an neden olmadığını elli kere söyledim) meselesi kafamı kurcaladı. Bir de bahçenin bakımı var sahi. Neyse, sonuç olarak şu an huzursuzluğumu bastırabilen bir seviyedeyim... Ve yeniden en tepeye çıkmak istemeye devam etmekteyim. Bakalım, neler olacak acaba? Dalgalanmaya devam ediyorum, akışa izin vereceğim. İşin iyi yanı şu ki bu hezeyanları (en azından şimdilik) bastırıp uygun bir zamanda (yani etrafta kimse olmadığında, bir de genelde bir şeyler yazarken. Yazdığım şeyin ne olduğu önemli değil ama şimdi fark ettiğim ilginç bir ayrıntı) açığa çıkarabiliyorum. Bir şeyler yazmaktan mı vazgeçsem acaba?
Bu arada geçen yazıda makineler işimizi elimizden alacak korkusu hakkında bir şeyler yazmıştım ya, onu yazdığımın ertesi günü Ekşi'de yapay zekanın neden tıp doktorluğunun yerini alamayacağına dair bir yazı okudum: Buradan.
Çok canım sıkılıyor... Hazır sadece birkaç sınavım kalmışken kafamdaki yemeklerin teorik reçetelerini oluşturayım dedim ama onun için de bazı şeylerin içindeki malzemeleri kontrol etmem lazım, yine internet gerekli. Hotspot'u pek kullanmamaya çalışıyorum, nedeni yok. Bu arada, en tepe demişken... En tepe benim için şu an 3 Michelin yıldızını ifade ediyor, bundan ayrı Dünyanın En İyi 50 Restoranı listesi var ama onun tepesine çıkmak için uğraşmayı düşünmüyorum. Hep o elektrik kesintisi yüzünden oldu bu internetsizlik olayı.
Yakın zamanda bir Grozer base yay alacağım, bendeki yay pek uzağa ok atmıyor. Güya 40 libre kendisi, anca 30 libreliğin atacağı mesafeye atıyor. Yakın zamanda dediğim de üniversite bittikten bir süre sonra bu arada. Hatta çalışma hayatına atıldıktan bir süre sonra. Hayır sanki alsam ne olacak, turnuvaya falan katıldığım var sanki. Kulübüm bile yok lan, öyle sürünüyorum... Gerçi okçuluk öğrenmeyi yarışmalara katılmak için istememiştim zaten, sadece merak için istemiştim; bir de doğadaki bir durumda yardımcı olsun diye.
Bunu hotspot'tan yazarken bir yandan bakmam gereken malzemelere mi baksam acaba? Neyse, Balıkesir'de bakarım.
Kitap okuyabilirim, onu da sınav haftası diye yarım bıraktım. Sonuç: Hâlâ sınav haftasındayız.
Diş hassaslığı yüzünden ağız tadıyla tatlı yiyemiyorum, en yakın zamanda genel anesteziyle diş tedavisi yaptıracağım. (Muhtemelen bu yaz) O matkapsı şeyi hissedeceğime onurumla bayılırım daha iyi! Bu arada lokal anestezi falan etki etmiyor, onu yine hissediyorum ben. Sinirlerim mi fazla hassas yoksa olması gereken zaten o mu bilmiyorum tabii. Bu arada diş sorunu bizde genetik, babadan oğla geçiyor. Babam ayrı, kardeşim ayrı; birkaç ayda bir evde muhakkak dişçi muhabbeti oluyor. Nasıl bir baskın gense artık, üçümüzün de dişleri lisede çürümeye başladı.
Bu arada kaç yazdır yazın tamamını tatilde geçiremiyorum. Geçen yaz Dekamer'deydim (gayet güzel anılarım var gerçi orada), bu yaz staj olacak. Geçenden önceki yazda da bir şeyler vardı ama ne vardı hatırlamıyorum. Bu arada staj işine dair tek bir kelime duymadık... Staj yönetmeliğinde "git, şunları staj yapacağın yere imzalat" falan diyor, biz dersleri mi takip edeceğiz onunla mı uğraşacağız? Bu dönem iki üç şey söyleseniz sömestrda hallederdik. Ne ders işlenilen ne de yoklama alınan bir hafta verin o zaman bize, gidip staj işlerini halledelim.
Gittim evsahibine söyledim, modeme reset atmak yeterli oldu. Kendi internetin olmamasının böyle gubik sonuçları var işte.
Bu arada bir yemek sadece malzeme ve tekniklerden ibaret değildir. Sunum, kullanılan tabağın şekli ve rengi, çevredeki dekor ve müzik olup olmaması ve varsa türü bile yemek yeme deneyimine etki eder (Ayrıntılı bilgi için: Nörogastronomi). Peki ben bunu niye anlattım? Çünkü şu sebepten: Aklımdaki yemeklerin bir kısmının tabak prezantasyonlarını yazdım da... Bunu anlatmakta fazlasıyla beceriksizmişim. Zaten nasıl görünmesi gerektiği benim aklımda olduğu için ne yazdığımı anlıyorum ama kafamda imajları olmasa hayatta anlayamam nasıl görünmesi gerektiğini. O yüzden de denemeler sonrasında fotoğraf çekeceğim.
Bazı şeylere para harcamaktan gocunmuyor, bazılarına gocunuyorum. Yemeğe para harcamaya gocunmam mesela, özellikle de daha önce denemediğim bir şeyse. Kılıç ve yay için de gocunmam. Akvaryum zaten malum... Ama mesela kıyafet ve ayakkabı alışverişi yapmayı sevmiyorum. Her mevsim için bir tane yeterli bence. Gerçi ben bu ayakkabı ve kıyafet alışverişinin daha ziyade deneme kısmından rahatsız oluyorum. Antika eserler, el yazmaları vs. için de para harcamaktan gocunmam bu arada; ama şu an öyle bir şey alacak kadar param yok. Zaten olmazsa olmazım değil. Denizkabuğuna para vermeyeceğimi düşünüyordum ama yok, denizkabuğuna da -tabii denizkabuğunun nevine de bağlı ama- para harcarmışım. Mobilya, mobilya; mobilyaya çok fazla harcamam için ya antika olan ya da hikayesi olan, lanetli olduğuna inanılan falan bir mobilya olması lazım. Ha sahi, böyle lanetli olduğuna inanılan şeyleri falan da seviyorum. Kulaklığa çok fazla para vermem için kablosunun kopmayacağının, dolanmayacağının ve katiyen bozulmayacağının garantisini vermeleri gerekiyor. Bir de kaybolunca bulabileceğim bir yapısı olsun, ses falan çıkarsın. Telefona da fazla para vermem için ses komutuyla her şeyi yapmam bunun üstüne yapay zeka harici olarak benimle sohbet etmesi, onun üzerine uçak moduna alınca da uçması gerekiyor. Şöyle bir şey fark ettim: Hobi, ilgi alanlarım (bunun içinde yemek de var, olmasa gastronomi okumazdım) ve koleksiyonla ilgili şeylere para harcamaktan gocunmazken günlük kullanım eşyalarına (telefon, kıyafet, araba, mobilya vs.) gereğinden fazla para harcamak istemiyorum.
Sınavlar bitti nihayet... Sonuçta hâlâ hayattayım, gerçi notların bir kısmını hiç tahmin edemiyorum.
Cumartesi gün ailem gelecekti, Balıkesir'e gideceğim; şimdilik hava iyi gibi duruyor ama fırtına geliyor demişlerdi. Balıkesir'e otobüsle dönebilirim aslında ama Utpa var, bagaja mı koyacağım onu, ne yapacağım? Burada da bırakamam, o yüzden mecbur ailem gelecek.
Bunu yayınlasam mı ki artık? Yılbaşının (aslında o teknik olarak yılsonu değil mi?) ertesi günü yayınlamaya dair bir dürtü vardı içimde ama yeterince uzadı yazı.
Bu arada Balıkesir'de birkaç DVD hazırlayacağım, te Allah'ım 21. yüzyılda, 2020 yılına birkaç gün kala uğraştığımız şeye bak. Gocunmak-gocunmamak demişken, orta-iyi gelir seviyem olsa (şu an öğrenci olduğum için herhangi bir gelir seviyem yok haliyle) orijinal DVD'ler, albümler falan alırım. Ama izlemek/dinlemek, kullanmak için değil; sırf o filme, diziye, müziğe saygım belli olsun diye. Yine internetten izleyip dinlemeye devam ederim. (Tabii öyle bir gelir seviyem olursa böyle iğrenç bir internetim olmayacağını varsayıyorum)
Bu arada yılbaşının ertesi günü yayınlayacağım bu yazıyı, öyle karar verdim. Hatta yayınlayıp geri taslağa döndürdüm. Ha, "yılsonu" dedim ya; benim şu özel günlerden oluşan takvimim vardı hani, işte onda 31 Aralık "yılsonu" şeklinde işaretlenmiş. Hazır yılbaşı-noel tartışmaları başlamışken çoktan geçti (gerçi teknik olarak Noel de geçti, 25'indeydi) ama cadılar bayramı hakkında konuşmak istiyorum. Türkiye'de cadılar bayramının Hristiyan geleneği olduğu sanılıyor; Allah aşkına cadı olma ihtimali olanları çarmıha gerip yakan bir dinin geleneğinde "cadılar bayramı" diye bir şey olabilir mi? Cadılar bayramı denen nanede illa dini bir boyut arayacaksanız Kelt paganizmine bakın, Hristiyanlığa değil. Ayrıca her şeyde dini boyut arayacaksak (öyle yaptığımızı varsayıyorum, cadılar bayramına sırf Avrupa kökenli diye Hristiyan adeti demenin başka bir açıklaması yok zira) Türk Müslümanların %90'ının dini sorulduğunda Müslüman yerine Tengrici diye cevap vermesi gerekiyor, günlük adetlerimizin yarıdan fazlası Tengricilikten kalma çünkü. Ben buna karşı değilim gerçi, doğal bir şey olarak görüyorum; bir de kendime özgü mezhebimin hafif Bahailiğe kayan bir yönü de var.
Eeeh, yayınlıyorum ulan. "Yapma" diyen mi var? Zaten yazı destana döndü yine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder