Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

3 Ocak 2020 Cuma

Bir Oradan, Bir Buradan

Zaten tek başıma geberip gideceğim belli bari işime dört elle sarılayım, dedim ama bu konu için de fazlasıyla gevşeğim. Nasıl olacak bilmiyorum... Eh, bekleyip göreceğiz. Şimdilik şu okulu bitireyim de.

Şimdi elli tane birikmiş animeyi bitirmem lazım, bitirmezsem bunlar yaza uzar, başımı ağrıtır. Daha listede elli altı tane izlenmeyi bekleyen var... Bu neymiş arkadaş. Bu arada indirme yeri bulamadım, daha doğrusu Dizimob'dan iniyor ama indirmek istediklerimin hepsi silinmiş. Chrome kafasına göre Odnok'u engellemeye başladı zaten, Odnok'tan bir şey izleyemiyorum. Bir dakika lan, flash engelli olduğu için olmasın? Chrome neden flash'ı otomatik engelliyor lan zaten, iyice kafayı yedi bu Google da. Yok, ondan değilmiş. Bir tek Supernatural'ı indirebiliyorum şu an. Zaten teknoloji denen şey bana sorun çıkarmaktan başka bir şey yapmıyor. Kafayı yiyorum burada. Aslında o animelerin hepsini bitirmem gerekmiyor, bir kısmına birkaç bölüm şans verip izleyip izlemeyeceğime karar verecektim (en az 3 bölüm şans vermek lazım, bazı animelere ilk bölümden "izlemem" diyorsun ama 2. ya da 3. bölümde ibre "kesin izlenir bu"ya dönebiliyor), bakalım.

"Tam olarak neden çabalıyorum ki?" Bunu sorduğum zamanlar oluyor, şu an öyle bir durumda değilim. Çabalama amacımı tamamen kaybetmedim ama ufukta da göremiyorum. Bir şekilde, yarım ya da tam olarak devam ediyorum. Eh, şimdilik... Şimdilik önemi olan şey bu değil, gelene uyum sağlayarak yaşamaya devam edeceğim. Şimdiye kadar hep böyle yaptım, elbette mücadele ettim ama çoğu şeye alışınca ona uyum sağladım. Başka bir yol bilmiyorum, ararsam kaybolur muyum? Onu da bilmiyorum. Aslında bu da kendimden nefret etmeme neden olan özelliklerimden biri: yeterince mücadele etmiyorum, çok çabuk pes ediyorum. Değişmeye çalışıyorum aslında ama pek bir halta yaradığı yok. Neyse, hadi eğlenceli bir şeylerden bahsedelim, mesela pilava kakao koyarsak ne olacağı gibi.

Kelimelerin anlamları değişir, okunuşları ve yeterince uzun süre sonra yazılışları değişir, bazıları ölür ve dile yeni kelimeler girer (kâh yabancı dillerden kâh kendi içinden.); aynısı deyimler için de geçerlidir ("Biliydim böyle olacağını" diye bir ifade ilgili videodan önce yoktu mesela), bu önlenemez, engellemek için dili öldürmek gerekir. Yalnız şöyle de bir şey var ki: Doğrudan yabancı kelime kullanmak ile "asimile olmuş" ve Türkçeleşmiş kelime kullanmak arasında fark var. "Kelime" sözcüğünün çoğulunu kelam diye değil kelimeler diye kullanıyoruz, özünde çoğul olan "evrak" kelimesini tekil kullanıp çoğuluna evraklar diyoruz, ketçap kelimesini "ketchup" diye değil de "ketçap" diye yazıyoruz; bunların üçü de o kelimenin Türkçeleştiğinin ve artık dille bir bütün olduğunun işareti. Tersi örnek olarak "Selfie" kelimesi Türkçeleşmemiş, doğrudan yabancı olan bir kelime, ne zamanki sondaki "e" atılarak "selfi" diye yazılmaya başlar (ya da sondaki e ile birlikte selfie diye okunur) o zaman Türkçeleşmiş demektir. Elbette, küreselleşen dünyada bu çok mümkün değil. Tabii bir de şöyle bir şey var: Türkçe, tarihine ve özellikle Avrupa dillerine kıyasla değişimi çok az ve yavaş olan bir dil. İskitçedeki, Göktürkçedeki birçok sözcük küçük harf farklılıklarıyla günümüz Türkiye Türkçesinde yaşamaya devam ediyor. Ayrıca Türkçe, yabancı ifadelere dirençli bir dil. İngilizcede ortak köken aldığı Almanca ve Fransızcadan çok kelime bulunurken Türkçede köken açısından Türkçeye en yakın dil olan Moğolcadan geçme çok fazla kelime bulunmuyor. Yabancı dilden geçen sözcükler de Türkçenin kurallarına uygun hale getiriliyor, örneğin Farsça kökenli "oruç"tan türetilen ve tamamen Türkçe olan "oruçlu" kelimesi gibi.

Blogda özellikle yazmadığım konular var, biri de "aşk hayatım" (Bu tabirden de aynı "normal" kelimesi gibi nefret ederim); gerçi "yalnız ölme" takıntımdan nasıl bir şey olduğunu tahmin edebilirsiniz. Tek bir şey söyleyeceğim: Attila İlhan'ın "Aysel Git Başımdan"ı ile Gumi'den "Shitsuren Repeater"ı birleştirirseniz ortaya çıkan tam olarak benim "aşk hayatım" (ne iğrenç ifade lan bu) oluyor. Bu konuda daha da bir şey yazmam. (Sanki merak eden vardı da artistlik yapıyorum)

Son birkaç yılbaşıdır Nardugan muhabbeti yapılıyor. Evet, Nardugan gerçekten de Avrupa'nın Hristiyanlık-öncesi Noel'inin karşılığıdır ama Nardugan Türk bayramı değildir, Sümer bayramıdır. Nardugan'ın (ve Noel'in) Türklerdeki karşılığı Paynagan'dır.

Bugün kardeşimin yatağının altını bir karıştırdık, cevher varmış. Yıllar önceden hatırlamadığım şeyler çıktı. Beyblade parçaları, sonradan çıkan çakma ve çok küçük beyblade'ler (neden bahsettiğimi anlamadınız muhtemelen, fotoğraf koyarım), reversi diye bir oyun, mangala (sonunda R yok, ne olduğunu bilmiyorsanız araştırın), kardeşimle birlikte yaptığımız (ya da onun kendi yaptığı) acayip şeyler, kutu oyunları falan... Bir tane de son derece dandik ve küçük de olsa beyblade arenası çıktı, madem evde arena vardı biz niye yıllarca tepside oynadık lan bunu? İyi nostalji yaptım akşam akşam, iyi geldi. Epey iyi hissediyorum, kararsızlığım kısmen kırılmış gibi.

Nescafe "Gerçek kahveseverler Nescafe 3ü1aradayı nasıl tanır" diye reklam yapıyor. Şu kadarını söyleyeceğim: Kahveye gerçekten sevgisi, saygısı olan insan Nescafe içmez, Nescafe içse bile 3ü1Arada içmez, şu kavanozdakilerden alır kendi demler.

Yukarıda çalışma amacımı kaybetmediğimi söylemişim (şimdilik kaybetmedim) ama değişti. Başlangıçta nasıl olduğunu ve bu saçmalık yüzünden nasıl acı çektiğimi zaten biliyorsunuz, o yüzden yazmayacağım. Şimdiki çalışma amacım farklı, tatmin duygusu. Bu iş ilerlediğinde neler olacak merak ediyorum...

Yalnız biraz canım sıkıldı. Bir komedi izliyordum, tabii ki gülmek için (komedi başka niye izlenir ki zaten?); yalnız benimle bir bakıma aynı yönden acınası bir karakter görünce canım sıkıldı, bir süredir koltuğa yatıp düşünmekle meşguldüm. Gerçekten, gerçekten; bu dünyada bir değerim var mı ki? Bunu düşünüyordum. Acınası, silik, önemsiz ve nötrden ziyade kötü bir tipim ben, böyle birinin herhangi bir şeye faydası olmaz. O zaman kendime fayda sağlamak için uğraşacağım, zaten bencil biriyim. Cidden, cidden... Böyle olmak zorunda değildi, böyle olmamalıydım. Bir yerde ipin ucunu kaçırdım ve böyle düşkün, saçma bir karakter olup çıktım. Bir dizi veya roman karakteri olsaydım kimseyi eğlendirmezdim ama ben gayet eğleniyorum. Sonuçta hayatım hiç de komik olmayan bir komedi dizisine benziyor. Kitsch komedi mi deniyordu onlara?

Issız bir adaya düşsem yanıma alacağım üç şey gayet net bu arada: İyi bir kamp bıçağı, bitmeyen bir çakmak ve bir sağlık seti (bu tek şey sayılır bence). Buradan da yılların klişesini cevaplamış oldum. Bir üst paragrafı yazmamın üstünden birkaç saniye geçti de, kafamı dağıtmaya çalışıyorum. Dışarı çıkıp rüzgarı yüzümde hissetmenin ya da soğuk çay içmenin bir faydası olmadı bu konuda. Aslında ne kadar çabuk sıkıldığım ve her sıkıldığımda soğuk çaya sardığım düşünülürse, şimdiye kadar alkolik olmamış olmam büyük bir başarı.

Notlarıma bakacaktım, anket çıkarmışlar, "Anketi doldurmadan notlarını göremezsin" diyorlar. Yeni yeni saçmalıklar icat etmesenize lan. Bir de her ders için ayrı anket var, neyin peşindesiniz o'l'm siz? Anket doldurmak istersem doldururum zaten.

Geçen Olumlu Bak kanalından bahsetmiştim, lakin kendilerine bir eleştirim var. Lan tamam anladık, çeviri video yapıyorsunuz zaten belli ama yerelleştirme, uyarlama sadece isimleri ve esprileri Türkçeleştirerek olmaz (bazen espriyi bile doğrudan çeviriyorlar, "Ne dedi lan bu?" diye kalıyoruz), içeriği de yerelleştirin. Yani sen şimdi "İngiltere'de şaşırtıcı şeyler" (Videonun başlığı tam olarak bu değil) videosunu Türkçeleştirirken "Her evde halı var" maddesini de çevirirsen izleyen de "Eee, ne var bunda?" der. Çünkü Türkiye'de de her evde halı var (elit olacağım, batılı olacağım diye evde ayakkabıyla gezen çakma zenginlerimizin evleri haricinde tabii). Aynısı "birlikte gitmeyeceğini düşünseniz de giden yiyecekler"de de (videonun başlığı yine aynı değil) vardı, beyaz peynir-karpuz. Ulan zaten ülkede peynir-karpuz ikilisine aşina olmayan, ezkaza duymamış olan bir Allah'ın kulu yok, sen onu koyarsan videonun altı da "Biz onu hep yiyoruz zaten" yorumuyla dolar.

Günlük rutinimi anlatayım. Sabah (saat 09.00 ile 14.30 arası) uyandıktan sonra yaklaşık yarım ilâ iki saat arasında yatakta debelenirim. Sonra kalkar, bir bardak su içer, tuvalete giderim. Üstüme bir süveter ya da hırka aldıktan sonra bir süre "Ne yesem lan?" diye düşünür... Öh, anlatırken sıkıldım lan. Bu neymiş be!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder