Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

19 Ekim 2019 Cumartesi

Rastgele

"Kendi hamburgerini yap" gibi konseptlerin Türkiye'de çok tutacağını düşünüyorum ama nedense hiç yaygın değiller. Hamburger olmak zorunda değil bu arada o, sandviç olabilir, makarna olabilir, salata olabilir... Sadece kumpir ve waffle'da bu konsept yaygın.

Mirazur diye bir restoran var, tam olarak o tarz bir restoranım olmasını isterdim. Ama ister gerçekçilik olarak adlandırın ister karamsarlık, o iş Türkiye'de tutmaz. Laf ederler, doğru düzgün kimse gelmez, arıza çıkarırlar vs. O iş anca işte Fransa'da, İngiltere'de, Amerika'da falan tutar. Halbuki ben de isterim tamamen yaratıcılığımı konuşturayım, yeni yeni yemekler icat edeyim, sadece mevsimlik şeyleri kullanayım vs. ama... Hadi ama bu karamsarlık falan değil, sadece gerçekçilik. Şimdiye kadar yapmak isteyip yapamadıklarımdan sonra bu Türkiye için ekstrem bir durum. Belki iki yüz sene sonra bu durum değişir ama o kadar uzun yaşamayı planlamıyorum. Bu son cümle espriydi, gülecektiniz burada...

Boğulma hissi bayağı hafifledi ama hâlâ orada bir yerde. Gün içinde günlük işlerle düşüncelerimi baskıladığımdan çok sorun olmuyor da ilk uyandığımda ve gece yatarken çok fena.

Dişler için hâlâ düzgün bir çözüm bulamadılar. Yok mu kardeşim dişleri o matkapvari şey olmadan, tuhaf tuhaf aletler olmadan tedavi edecek ilaç ya da macun tarzı bir şey? Deneyi meneyi de mi yapılmıyor, gönüllü denek olmaya razıyım ama matkap olmaz. İğne olur, serum olur ama matkap olmaz!

Hastane kokusu insanı irrite ediyor, korkmuyorsan da o koku insana tuhaf bir his veriyor.

"Shounen" ve "shoujo"nun tanımında sıkıntı var. Shounen genç erkeklere yönelik -ki kelime anlamı da bu-, shoujo ise genç kızlara yönelik -aynı şekilde kelime anlamı da genç kız zaten-; ama shounen izleyen bir sürü kız ve shoujo izleyen bir sürü erkek var. Birinci belki biraz daha fazla olabilir, bilemeyeceğim. Onlara düzgün tanımlar bulsunlar.

Genel olarak "X sayıda manyak bir köye/mahalleye/eve/oraya/buraya doldurulursa ne olur?" konseptini seviyorum. Buna dair bir dizi fikrim de var aslında ama senaryo yazamıyorum (daha önce de söyledim bunu), e gidip "şöyle bir dizi fikrim var" dersem de ciddiye alınacağımı hiç sanmıyorum. Bunu hikaye haline getirmeye çalıştım ama yazılı bir şey olmaya çok da uygun bir materyal değil. Ya da kendi şahsi kazmalığımı bu bahaneyle bastırıyorum. Belki de bunu en başında dizi olarak düşündüğüm için yazılı materyal haline getirmekte zorlanıyorumdur. Bu "manyaklar toplantısı" konsepti için en iyi iki önerim Gintama ve Leyla ile Mecnun bu arada. Onun dışında birkaç anime daha var aynı konseptle ama onları saymaya gerek yok, sadece Grand Blue da dediğim şeyi tam olarak karşılıyor. Pek dizi izlemediğim için o konuya çok vakıf olamayacağım, işte L&M var bu işin örneği, başka da aklıma bir şey gelmiyor. Oradaki karakterler de dediğimi tam olarak karşılamıyor aslında.

Adı "kazuma" olan anime karakterleri kazma olunca çok hoşuma gidiyor, kazuma-kazma. Buna en iyi örnek de KonoSuba'dır.

Balık yağı diye bir şey var... Resmen işkence ya, başka bir şey değil. Zaten balık yemeyen bir insan olarak almak zorunda kaldım o haplardan küçüklüğümde, ıyyyy.

Kendimi dağlara taşlara vurasım, bir hafta dağa çıkıp aç biilaç yaşamaya çalışasım var. Sırf okuldan uzaklaşmak için.

Kaydımı dondurup o iki yıllık molayı şimdi mi versem?

Sırf krema almak için yolumu değiştirdim, krema almadan geri döndüm. Bir alkışı hak ediyorum bence. Bu arada alkış aslında "hayırdua" anlamına geliyor. Kargış da beddua. Hadi kargış "kara" ve "gış"tan geliyor da alkışın "al"ı ne alaka? Neden "akkış" değil de "alkış"? Al Ana mesela kötülüklerin kraliçesi olarak geçer, al orada olumsuz da burada neden olumlu? Gerçi genel olarak al olumlu, kızıl olumsuz manada kullanılır Türkçede. O yüzden "kızıl bayrak" değil de "al bayrak" diyoruz ama... Al Ana yine de kafa karıştırıcı, neden Kızıl Ana değil? Gerçi bir dakika... Onun Al'ı Albıs'tan geliyor, tamam, kırmızı anlamında al değil o. Bu konuyu da çözmüş oldum. Ama neden saflığın ve iyiliğin bütün kültürlerde temsili olan ak değil de al seçilmiş dua kelimesi için acep? Bu hâlâ bir soru işareti...

Facebook Horizon'u tam dalışın ayak sesi olarak düşünen sadece ben değilmişim bu arada. SAO izleyen birçok kişi bu şekilde düşünüyormuş, bunu gözlemledim.

"Bu bizim yemeğimiz", "yok efendim bizim yemeğimiz." Bu tartışmalar çok sık yapılıyor. Baklava, kadayıf, cacık, dolma vs. Öncelikle, yıllarca komşu olarak yaşayan halkların -hele bu halklar zamanında aynı devlet çatısı altında bulunmuşsa- ortak kültürel ögeleleri olmaması asıl saçma olan şey olurdu; ama ben bir yemeğin nereye ait olduğunu bulmak için adına ve diğer halkların da aynı şekilde seslenip seslenmediğine bakarım. Mesela cacık Türkçe değil, Yunan yemeği olabilir. İçli köfte Türkçe ama Araplar kibbeh diyor, Arap yemeği olabilir. Ama dolma, sarma düpedüz Türkçedir mesela, diğer halklar da hemen hemen aynı olan isimlerle seslenir. Burada şöyle bir ayrıntı var; dolmanın Anadolu'ya göç sonrasında icat edilmesi ayrıntısı. Orta Asya'da zeytin ve zeytinyağı yoktu haliyle. Bu arada ismi Türkçe olmayan birçok yemeği (kadayıf, musakka, muhallebi, kokoreç, pilav, lahmacun, helva vs.) düşünüp "Biz de her şeyi çarpmışız be" demeden önce, dünyanın birçok büyük mutfağının diğer kültürlerden yemekler aldığını belirteyim. Japon mutfağının ünlü sushi'si Japonya'da değil, Güneydoğu Asya Adaları'ndan birinde ortaya çıktı. Makarnayı İtalya'ya Marko Polo, Çin'den getirdi (makarna halinde değil tabi; noodle temel alınarak icat edildi makarna). İtalyan mutfağı olmasaydı, Fransız mutfağı kurbağa bacağı, salyangoz, şarap ve soğan çorbasından ibaret olacaktı (Ayrıntı için Catherine de Médicis, Fransız Şef Kitabı, Escoffier ve rafine mutfak hakkında araştırma yapabilirsiniz). Macarlar başta olmak üzere birçok Balkan ve Orta Avrupa halkının sahip çıktığı gulaş, yeniçerilerin sefer yemeği olan Kul Aşı (dikkat ederseniz ismi tamamen Türkçe) temel alınarak icat edildi. İsim demişken, pastırma kelimesinin "bastırmak"tan geldiği açık, zaten eski kayıtlarda "bastırma/basturma" olarak geçiyor. Sonra ismi Türkçe olan analı kızlı, etli ekmek, sütlaç (sütlü aş), çevirme (kuzu çevirme, tavuk çevirme) vs. var. Daha ziyade etli yemekler Türk mutfağının orijininde var yani. Bir de bütün kültürlerde olduğundan hepsinin farklı isimle seslendiği ama aslında aynı şey olan kızartma, güveç gibi yemekler var.

Adada zaten yapacak pek bir şey yok, telefonum açılmıyor, anime izleyemiyorum... Yani zaten yapacak şeyler iki elin parmağını geçmez (bir elinkini belki geçebilir), onlardan birkaçını da yapamıyorum (Telefondan yaptığım farklı farklı şeyler var... Onedio testi çözmek, Ekşi Sözlük'te takılmak, novel -Re:Zero- okumak... Bu üçünü de telefondan yapıyordum).

Gizli geçitleri sever misiniz? Ben seviyorum. Gizli geçitleri, terk edilmiş evleri, içinde bir sunak olan ve kitaplığın arkasına gizlenmiş odaları... Genel olarak korku temasını seviyorum galiba, korku hikayelerine ve filmlerine düşkün olmam da bundan olsa gerek. Stephen King'in "It" romanı vardır, filmi de çıktı. Filmi birkaç kez çıktı hatta, tek sefer de çıkmadı. Onun bayağı kısaltılmış bir versiyonunu okumuştum, yalnız kapaktaki yazı tipinden kitabın adını uzun süre "O" olarak değil de "Sıfır" olarak bildim. Anca okuduktan birkaç ay sonra anladım mevzuyu. Ama ne yapayım, ince uzun bir yazı tipiydi, katiyen "o"ya benzemiyordu, bildiğin "0" yazıyordu kapakta.
stephen king O ile ilgili görsel sonucu
Bu değil ama yazı tipi benziyordu, biraz daha köşeli bir yazı tipi vardı. Allah aşkına söyleyin, kitabın adını hiç bilmeseniz ve yanındaki "It" de olmasa bunu o diye mi yoksa sıfır diye mi okursunuz?

Bahanelerden ve takıntılardan oluşan bir yumak... Eğer bir daha psikiyatrist kendimi tanımlamamı isterse (ki şimdiye kadar hiç istemediler) böyle söyleyeceğim. Takıntılı olmak benim suçum değil ama: Babam da gayet takıntılı biri. Benden daha beter hatta ama niyeyse hap almak zorunda olan benim.

Çok canım sıkılıyor... Biraz daha yapacak bir şey bulamazsam kendimi boğulma hissine bırakacağım. İşte kendime ait bir bahçem olsa böyle olmazdı. Ya da en azından bir akvaryum.

Takıntılar demişken, hadi biraz takıntılardan bahsedelim. Pis olduğunu düşündüğüm şeylere dokunduktan sonra elimi sabunla yıkamadan hiçbir yere sürmem, sabun ya da yıkayacak yer bulamazsam ıslak mendil, kolonya gibi şeyler imdadıma yetişir. Yere düşen şeylerimi önemsizse almam, önemliyse (cüzdanım veya manevi değeri olan bir şeyim gibi) ıslak mendille siler ya da yıkarım. Ayakkabıya dokunmam. Çoğu eşyanın manevi değeri vardır, o yüzden onlardan kolayca kurtulamam. Karşıma köpek çıkmasını istemediğimde (yanımda tekerlekli bir şey varsa mesela) köpek yerine "havlak" derim (bu kelimeyi tamamen kendim uydurdum), içimde "inşallah karşıma havlak çıkmaz" diye diye giderim. Korku filmindeymiş gibi görünen sokaklardan geçerken mutlu olurum ama geceyse bir yandan da acayip tırsarım. Herhangi bir şeyi yapmamak için art arda üç farklı bahane uydurabilirim -ki bununla övünmüyorum.- Karakalem balık, yemek ve kılıç çizmeyi severim; sıkıcı derslerde böyle yaparım. Aslında tam karakalem değil, sadece çizgilerden oluşuyor çizdiklerim; gölgelendirme yapmıyorum. Birçok gereksiz eşyayı saklarım, örneğin eski zamanlardan kalma ve bana o zamanları hatırlatan yazılı bir peçete (üstünde kesinlikle önemli bir yazı yok) ya da liseden kalma defterlerim gibi. Onların içlerinde çizim ve hatta hikayeler var ama... Peçete gibi değil. Kıyafetim umumi tuvalet duvarına değerse yıkamaya atar ve kendim de banyo yaparım, kıyafete değen her şeyi de yıkarım ayrıca. Kuş tüyü, taş, denizkabuğu gibi şeyleri biriktiririm, evi bir çeşit müzeye döndürebilirim bu uğurda. Karşıma ilgimi çeken bir hayvan çıkarsa (örneğin bir ince kertenkele, kara semenderi ya da tilki) saatlerce onu izleyebilirim. Biber dolmasının önce hızlıca biberini hızlıca yer, ardından iç kısmını keyfini çıkara çıkara yerim. O değil de böyle yazarken kendimi Orhan Veli gibi hissettim lan, "daha birçok tuhaf huyum vardır amma ne gerek var onların hepsini sıralamaya? Onlar da bunlara benzer" diye de bitireyim bari.

İşte sıkıntıdan bu yazıya verdim kendimi, ne hale geldi yazı. Hadi ben kaçtım, ne halt edeceğimi bilmesem de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder