Facebook Horizon'u duydunuz mu? Beni epey heyecanlandırıyor. Şimdi, "Lan bilgisayarda bile bir sürü sorunla boğuşuyorsun, e VR oyunu oynadığın da yok, ne bu heyecan?" diyebilirsiniz tabi ve haklı da olursunuz. Ama şöyle ki: Belki sadece bunu böyle görme eğilimindeyim ama bu olay bana tam dalış teknolojisinin ayak sesleri gibi geliyor. Daha önce söyledim, tam dalış teknolojisi gerçek olduğu gün gidip bir tane alırım. Tam dalış lan bu, boru değil. Tam dalış teknolojisini de kısaca anlatmak gerekirse gerçekte olduğun yerde yatıyorsun ama tamamen oyunun içine giriyorsun. Gidin araştırın, yormayın beni. Gerçi tam dalış teknolojisinin de beden üstündeki etkileri var... Hani oyuna dalıp açlık ya da susuzluktan ölme ihtimali veya altına yapma... O da basit uyarılarla halledilebilecek bir olay ki günümüzün bilgisayar oyunlarında da o ihtimal nispeten az olsa da var.
Şimdi, Türk kültüründe yamyamlık yok, en azından öyle biliyoruz ama bazı kültürel şeylere baktığımızda sanki eskiden varmış gibi görünüyor. Şimdi o kültürel şeyler nedir, şunlar: "Adam ol, ciğerimi ye" gibi, "Abi gözünün yağını yiyeyim" gibi ya da sünnet derili pilav fenomeni gibi. Sırf şu espri için parantez içinde ne biçim açıklama kastım, işsiz miyim neyim? Cevap: Evet, işsizim. Öyle böyle değil hem de... Gel gör ki bir yandan da üşengecim. Bu arada "Parantez nerede şerefsiz?" diye soruyorsanız (ben sorardım) sildim. Basitçe eskiden de olmamış olması gerektiğinin birkaç sebebini yazmıştım ama sonra "Lan bir tane espri yapacağız alt tarafı" deyip sildim.
Bu yazıyı da birkaç gün yazıyorum, yeterli olunca paylaşacağım. İlk iki paragraf arasında bir gün var. Şu üstteki yamyamlık esprili paragrafı yazdıktan sonra aynı günün akşamı Cengiz Han döneminde orduda kıtlık olması sonucu her onuncu askerin yenmesine dair ferman çıkarıldığını öğrenmek de çok acayip oldu. Onluk düzen vardı tabi Cengizlilerde, doğal olarak. Ama bu ekstrem bir durumdu tabi.
Bu arada benim internet yine öldü. Youtube'dan başka bir şey izleyemiyorum. Ayın 16'sı der demez bitti ya, inanılır gibi değil.
Telefonum şarj olmuyor, zaten kapandı, açamıyorum. Şarj yuvası bozuk, açma-kapama tuşu bozuk, ekranı kırık... Şimdi işin yoksa (yok) git Çanakkale'ye servise ver telefonu (Ama üşengeçlik var). Alarmlarım falan vardı benim ya, of. Bu günümüz teknolojisi böyle işte. Bizim zamanımızda böyle miydi... Bağlıyorduk öküzü arabaya, gidiyordu. İki bin beş yüz yaşında olduğum için tabi...
Son zamanlarda günümün birkaç dakikasını boğuluyormuş gibi hissederek, birkaç dakikasını histerik kahkahalar atarak, birkaç dakikasını da kendimle kavga ederek geçiriyorum. Talim, bilgisayar, okul, yemek derken geri kalanı da bir şekilde geçiyor. Ama hayır, o çukurda yalnız olmayacağım; eğer boğulursam, en az bir kişiyi de yanımda götüreceğim.
Hayatımı ilginç ve eğlenceli hikayeler toplayarak geçirmek istiyorum. Yapamazsam da uydururuz, zor bir olay değil. Yani en azından benim için değil. Tabi muhtemelen o hikayeleri anlatacağım kimse olmayacak ama en azından ölüp geriye baktığımda boş bir hayat yaşamış olmak istemiyorum.
"Boğuluyorum, beni kurtarın." İş bunu söyleyebileceğim kadar basit olsaydı keşke. Hayır, kurtarılmalık bir durumum yok -henüz. Sadece koduğumun hissi var.
Yalnız ölme fikrine alıştığımı, artık kabullendiğimi sanıyordum ama görünüşe göre pek de öyle olmamış. Şu "hikayeleri anlatacağım kimse olmayacak muhtemelen"den sonra içim acıdı.
Eğer bir isekai'e gidebileceğimi bilsem, gidip kamyona kafa atardım. Her şey daha kolay olurdu. Hayır, geride bırakılanlar var... Neden yaşıyorum ki ben? Öylece çalışıp hiçbir şey yapmamak için mi? İntihar etmemiş olmamın tek sebebi korkaklık değil; aynı zamanda annem, kardeşim ve diğer tanıdıklarım için hâlâ hayattayım.
Aslında shounen ve shoujo'nun erkek-kız fan kitle olayından bahsedecektim ama konu beklemediğim yerlere geldi. Bu kadar kötü hissettiğimi kendim de bilmiyordum, sadece bir boğulma hissi... Ve bakın neler çıkardı.
O zaman, daha kötü veya daha iyi olduğum bir zamanda yeniden yazarım. Eğer boğulmuş bir zombiye dönüşmezsem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder