Teknolojiden gerçekten nefret ediyorum. Neden? Çünkü gerizekalı telefonun şarj sorunları çıktı ve zehrimi kusmam gerek. Sonuç: Buraya söveceğim. Telefonu şarja taktım, %22'ydi taktığımda, gece boyu şarjda durdu, %3. Olabilir, temassızlık yapmıştır dedim, biraz daha, %1... Kılıfını çıkarıp şarja takıyorum, şarjı elimle ittiriyorum, yok, hiçbir şekilde şarj olmuyor. En son iyice sinir etti, şarja takıyorum, takılı olup olmadığını gösteren ışık yanıyor ama şarj oluyor şeklinde göstermiyor puşt. "Lan madem" dedim, şarj aletinde sorun vardır dedim -bir kez değişti çünkü aq aleti-, taşınabilir şarja taktım. Taşınabilirin ışıkları da beş dakika sonra sönüyor, hiç şarj etmiyor. Her nasılsa %1'den %14'e çıkarmayı başarmış. Ha bu arada taşınabilirde de aynı, şarj olup olmadığını gösteren ışık yanıyor ama pil sembolü olduğu gibi duruyor. İyice sinir etti beni.
Her gün elli tane anime çıkıyor, ne biçim sezon lan bu. Onların ilk bölümlerini izleyip animeyi izleyip izlemeyeceğime karar verene kadar -ki o da birkaç bölüm daha şans şeklinde sonuçlanıyor genelde- gün bitiyor, halihazırda listemden izlediklerimi izleyemiyorum. Daha Supernatural'la Love, Death & Robots var ya, acıyın ama bana. Bu arada 6. sezon finali ne biçim oldu lan öyle.
İnternette gezinirken bazı hobi odaları gördüm (akvaryum, teraryum vs.), çok güzeller ya... Benim kesinlikle bir hobihaneye ihtiyacım var, odanın biri öyle olmalı. Şu her bir duvarını çizdiğim evde plan arasında var bir hobihane ile bir koleksiyon odası.
Nerede yaşamak istediğime karar veremiyorum. İş olarak Balıkesir'de başlamayı düşünüyorum ama bağımsız olabildikten sonra... Köyde yaşamak istemediğime karar verdim, aradığımı bulabileceğim ama daha benim tarzıma uyan bir şehir istiyorum. İstanbul ve İzmir elendi, o kadar kalabalığa gelemem (Hayatımın ilk on iki yılını falan İstanbul'da geçirdim, kesinlikle yaşanacak bir yer değil. Gideceksin, gezeceksin, malzeme alacaksın ama yaşamayacaksın. Toplu taşıma işkencesine hiç girmiyorum, bu arada her sene akrabaları ziyaret ya da başka şeyler için İstanbul'a giderim, hâlâ aynı. Hiç çekemem. Bu arada Balıkesir'e geldikten sonra İstanbul'da yaşarken kesinlikle gitmediğim yerlerine gittim İstanbul'un, orada yaşarken ayağının dibi diye düşünüp gitmiyorsun, öyle de bir olumsuzluğu var.); Bilecik elendi, aradığımı bulabileceğimi düşünmüyorum. (Bilecik demişken merkez yerine Bozüyük belki, bir nebze...) Marmara'nın çok dışına çıkmayı ya da İstanbul'un batısına geçmeyi de istemiyorum (bunun nedeni yok, sadece istemiyorum). Balıkesir, Bursa ya da Eskişehir arasında tercih yapacağım gibi duruyor. Neyse, duruma göre bakarız ona.
Mesleki İngilizce ile Mesleki Fransızca vardı bu sene, bir de ikisinden birini seçmek zorundasın. Ben böyle bir kısıtlayıcılık görmedim. Önce Fransızca seçecektim ama Fransızca öğrenmeye çalışırken Fransızcadan nefret etmeye başladığım aklıma geldi, bir de cümle kurmaktan başlamazlar herhalde, biliyoruz varsayımıyla başlarlar diye düşündüm, o yüzden İngilizce seçtim. Ama küçük bir ayrıntıyı unutmuşum: İngilizceden de nefret ediyorum. Ya bir insan "Şunu buzdolabına koy"u neden "Şunu buzdolabının içine doğru koy" şeklinde söylemek zorunda? Niye kelime israfı yapıyorsunuz? Ayrıca kelimeleri doğru düzgün ayırmamışsınız, bir kelimenin yirmi tane anlamı var ama kelime yanında yardımcı fiil tek bir tane, illa o olacak. Sizin ben mantığınıza... Ayrıca sadece Mesleki İngilizce ve sadece Mesleki Fransızca aşırı derecede kısıtlayıcı, hadi hoca bulamadığınızdan normalde programda gösterilen diğer mesleki dil derslerini (Rusça, Yunanca, bir de bir şey daha vardı) seçemiyoruz (Rusçayı ve hatırlamadığım diğerini anladım da Mesleki Yunanca için adadan bir Rum bulsanız verirdi lan o dersi?), bari yanına aynı AKTS'de dil olmayan bir ders koysaydınız da bu kadar kısıtlanmasaydık! AKTS'nin kendi de aşırı derecede kısıtlayıcı bir sistem bu arada. Kısıtlanmaktan nefret ederim. Bazı kurallar olmak zorunda, buna karşı gelmiyorum ama bu şeyler aşırı derecede kısıtlayıcı, kısıtlayıcı olmalarının herhangi bir anlamı da yok. Yasalar kısıtlayıcıdır çünkü devletin devamı için o kısıtlamalara ihtiyaç vardır. Ahlak kısıtlayıcıdır çünkü toplumun çökmemesi için o kısıtlamalara ihtiyaç vardır. Bu aq kısıtlamaları ne amaca hizmet ediyor peki? Ne gerekleri var? Diğer dil İtalyancaymış bu arada.
Cümle, cümle, cümle... Daha dört bölüm izleyeceğim, saat olmuş 17.57... Bu dört bölümün hepsi ya ilk ya ikinci bölüm... Çok fazla zaman gerek bana.
Telefona ne oldu acaba? Kesin kapanmıştır şerefsiz.
Günümüz teknolojisinin olup kılıcın hâlâ geçer akçe olduğu bir dünyada yaşamak isterdim. Ya da en azından öyle bir hikaye anlatabilirim, sanki Sahte Kahramanlar'ı tamamlamayı başarmış gibi. Buralarda aklıma pek bir şey gelmiyor, bir ay akrebin, çıyanın içinde, kum üstünde uyurken aklıma elli tane fikir gelmişti. Su kenarı bir ormana gidip beklemem gerekiyor, en iyi fikirler o zaman gelecek...
Sabah çok güzel bir rüya gördüm ama rüyayı şimdi hatırlayamıyorum. Huzur dolup uyandığımda kalbim güm güm attığına göre güzel bir rüya olmalı. Sadece beyaz bir ışık hatırlıyorum, muhtemelen rüyanın içeriğinde yoktu bile. Öldüğümü falan mı gördüm acaba?
Haiku ve senryu yazmaya çalışasım var. Onlar da bir nevi hece ölçüsü sonuçta. "Gemliğe doğru/denizi göreceksin/sakın şaşırma" (Orhan Veli. Yeri gelmişken en sevdiğim şairdir) 5-7-5. Senryuu muydu, haiku mu? Haiku'ymuş. Senryuu 7-5-7 o zaman? Senryuu da 5-7-5'miş bu arada, sadece konu vs. olarak fark ediyormuş. Haiku ve senryuu'nun ne olduğunu da kendiniz araştırın, beni uğraştırmayın.
Hadi ben kaçtım o zaman, daha o dört bölümü izlemem lazım... Of, of... Güncel anime izlemek dertsiz başa dert resmen, başka bir şey değil. Popüler olunca da devamlı spoiler yiyorsun, o yüzden güncelleri sonra izlemek üzere listeye kaydetmek apayrı bir dert.
Ha, ha, son bir şey: Romeo ve Juliet'i bilirsiniz. Hah işte, oradaki Romeo odun olsa nasıl olurdu diye düşündüm de... Pek hoş bir manzara değil. Hani "Ah Romeo, neden Romeo'sun sen?"e karşı "Ya kızım bir saçmalama, git bakkaldan ekmek al gel" dese mesela? Hoş olur mu, olmaz. Neden böyle saçma bir şey düşündüm peki? Canım sıkıldıkça dönüp dönüp okuduğum yazılar vardır. İnci'deki meşhur "Age of Empires'ta kafiri nasıl alt ettik?" bunlardan biri mesela. İşte Uludağ Sözlük'teki "Saçmalamada Sınır Tanımamak" başlığındaki Pezzo-Soprano nickli kişinin yazdıkları da bunlardan. Onu okurken aklıma geldi.
O zaman gerçekten gittim. Başlık güzel oldu bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder