Bir süre köydeydim, şimdi Balıkesir'e geldim. Bir takım işlerim var burada, internet falan üzerine de yanıyor lan burası. Köyde akşamları mont giyiyorduk. Neden? Çünkü dağ başına kurulu bir köy, o yüzden.
Gidip gelmelerim çok fazla şu sıralar. Bazen hayatta hiçbir amacıma ulaşamayacak, ot gibi yaşayıp gidecek gibi hissediyorum; bazı bazı da amaçlarımın hepsine -ve daha ilerisine- ulaşabilecek gibi hissediyorum. Hayırlısı, deyip geçiyoruz şimdilik.
Şu köye taşınma mevzusu da kafamı epey kurcalayan bir mevzu. Şöyle ki: Kargo gelip gelmeyeceğini bilmiyorum, geliyor dediler ama bilemiyorum artık... Bir de bana büyük arazi gerekiyor, onu buldum gibi, olur bence orası, neyse. Bir de çalışmayı bıraksam bile hayatta kalabileceğim, en azından ben işin başında olmasam bile para gelecek bir yola girmediğim sürece tam hayalimdeki gibi bir ev yaptırsam bile oraya taşınamayacağım -çünkü şehirde, işin başında durmam gerekecek-, o yüzden de o ev orada çürüyüp gidecek. Bir de benim akvaryum malzemeleri, akvaryum balığı falan getirtmem gerekiyor ya da gidip kendim alacağım, onun için de taşıma akvaryumlarına sahip bir karavan mı olur minibüs mü olur öyle bir şey gerekiyor. Özetle, dünyanın düzeni ve istediğim diğer şeyler köydeki evi adeta imkansızlaştırıyor. En son "eeeh eytera bea" deyip yürüyüp gidecek, arazilerden birinin üstüne çadır kurup orada yaşayacağım, o olacak. Ha bir de orada internete de ihtiyacım olacak. Ve bunu çok yaşlanmadan yapmam gerekiyor çünkü muhtemelen kırkımda belim tutmaz olur, elliye kadar yaşayabileceğimi bile sanmıyorum. Bir de şöyle bir şey var: Evlenirsem eşim benimle orada yaşamayı kabul edecek mi? Çocuğum olursa eğitimi ne olacak... Doğmamış çocuğa don biçmekle kalmayıp o donun da ölçülerine karar veremiyorum gördüğünüz gibi, yeter ama artık. Bana ne ya, uğraşamam, evi yaptırıp taşınabilirsem rahatıma bakarım artık. Zaten muhtemelen evde birkaç kedi, köpek, bir at, birkaç koleksiyon -ki şimdi bile fazlaca denizkabuğuna sahibim; evin planı düşünüldüğünde o koleksiyon artacak. Eh, kılıç koleksiyonu falan da işin içine dahil olacak-, bir sürü akvaryum ve serada beslediğim kuşlarla öleceğim, eğer her şey yolunda giderse. Bir yerlerde açlık veya susuzluktan ölmem, akrep, yılan sokması gibi şeylerden ölmem de sıradan bir insana göre muhtemelen daha fazla ihtimale sahip olacak.
Onu bırak şimdi... Onu bırak şimdi demişken, son zamanlarda kendi kendime konuşurken "o konunun başka bir boyutu" deyip başka konuya geçiyorum, kafayı yiyeceğim artık. Dün iyi bir kızdım "lan ne boyutu ne başkası, yeter" diye de muhtemelen pek etkili olmadı.
Ölüm hakkında hiç düşünmüş müydünüz? Kişinin inancı -ya da herhangi bir şeye inanıp inanmadığı- ölüme bakış açısını temelde oluşturuyor ama tamamen değil elbette. Ölümle oldukça saçma bir ilişki yumağı düşüncelerim var. Şöyle ki: Hayallerimin hiçbirine yaklaşamadan, ot gibi yaşayıp ölmekten korkuyorum ama bir yandan da "Keşke bir an önce ölsem de lanet olası gelecek yerine endişe edeceğim daha ciddi, daha gerçekçi dertlerim olsa" diyorum. Sonuçta kötü bir yere gidersem bütün bu endişeler devede kulak kalacak ve inşallah iyi bir yere gidersem de zaten her şey daima yolunda olacak.
Ölümü bir kenara bırakırsak, hikâye anlatıcılığı oldukça ilginç bir durum. Bir hikayeyi zihninde oluşturmak ve adeta yaşamak, bir hikayeyi sözlü olarak anlatmak ve bir hikayeyi yazılı olarak anlatmak. Üçü birbirinden çok farklı şeyler, özellikle yazılı olarak anlatmak aralarından en zoru. Sözlü anlatımda daha önceki kısımlara uymasan düzeltirler ama yazılıda kendin her şeyi hatırlamak zorundasın. Ayrıca sözlüde o an uydurup söyleyebilirsin ama yazılıda evreni kurmak, karakterlerini tanıtmak ve sevdirmek zorundasın. Yazılıda eğer hikaye bizim evrenimizde geçiyorsa işiniz kolay gibi görünüyor ama insanı çok kısıtlayan bir şey. Bu arada bizim evrenimizde geçen fantastik seri de olabilir, bütün halkların masalları, mitolojileri ve her halkın korku hikayelerinde çıkan çeşitli figürler vardır. Örneğin Türk korku hikayelerinde İslam'dan sonra eklenen cin, ifrit, gulyabani motifleri ve İslam'dan önceden kalma harkıt, mezarlık gelini (bu da hemen hemen her kültürde vardır mesela), kayışbaldır, karakuş, tepegöz, demirkıynak gibi birçok figür var. Bunları, cadıları, şamanları, cinci hocaları, istisnasız bütün kültürlerde yansımaları olan "ölmeyen" (undead) ve hayalet gibi ortak motifleri kullanarak bizim evrenimizde geçen fantastik seriler de yazabilirsiniz. Ama insanı çok kısıtlayan bir şey, hikayeniz doğaüstü bile olsa bizim evrenimizin kurallarına uymak zorundasınız. Öte yandan kendiniz bir evren kurduğunuzda onun bütün kurallarını okuyucuya tek tek anlatmak, okuyucunun zihninde bunu bir mantığa oturtmak ve kendi evreninizin bizzat kendi icat ettiğiniz kurallarına uymak zorundasınız. Ben neyden bahsediyordum ya, nereden geldik bu konuya? Heh, hikayeyi kafada oluşturmak konusunda hiçbir sıkıntım yok, üç sezonluk dizi bile çekerim kafamda, o sorun değil. Hikaye anlatıcılığı yapma fırsatım pek olmadı, o yüzden o konuda söyleyeceğim şeyi hayatın yüzüme vurması ihtimali var. Ama elindeki hikayeyi yazarak anlatmak, işte en zoru o. Bir ton yarım bırakılan ve bir sürü kafada hazır olduğu halde parmaklara geçip yazıya dökülmeyen hikaye... Sahte Kahramanlar'ı bir türlü tamamlayamıyorum mesela ve arada aklıma gelen iyi fikirleri de Sahte Kahramanlar'a ya adapte ediyorum ya da boş veriyorum. Hayır, sanki tamamlasam ne olacak, yayınlanabilecek mi? Ben o hikaye önüme gelse "tutmaz bu" derdim mesela, açıkça söylüyorum. Hikaye güzel ama herkese hitap edecek bir hikaye değil -öyle bir hikaye var mı ki? Jules Verne ya da Jack London belki?-, ayrıca yer yer karanlık, yer yer "acayip" (bunun hakkında ne kelime kullanacağımı bilemedim, okusanız neyi neden "acayip" diye tanımladığımı anlardınız ama ben de o hikayeyi blogda yayınlamam. Blogda yayınlanacak hikaye de yalan oldu zaten), oldukça uzun (A4 kağıdına 119 sayfa), geniş evrenli (bu da benim hatam. Karakterleri sona ulaştıracağıma boyuna evreni genişletiyorum, ne gerek var şimdi dünyanın öbür ucundan ülkenin kurucu imparatorunun peşine takılıp gelmiş bir lordun kurduğu hanedanın aile ilişkilerini irdeleyip tarihçesini anlatmaya?), bir de temel bir amacı yok. Şöyle ki: Tam olarak bir yolculuk hikayesi değil, epik bir kahramanlık hikayesi zaten değil, daha çok ilk zamanlarda masanın altına bir bomba bırakıp arayı karakterlerin günlük hayatlarıyla dolduran bir hikaye. Öyle ne idüğü belirsiz bir şey yani... Aslında birazcık olsun insan çizebilseydim ben bu hikayeyi manga/çizgi roman olarak anlatıp karakterlerin günlük hayatlarına ve aradaki esprilere daha çok yer verirdim... Ama o zamanda zırt pırt evreni açıklayan kısımlara ihtiyacım olurdu ya da karakterlere gereksiz açıklamalar söyletmek zorunda kalırdım. Şimdi de öyle açıklamalar yapıyorlar ama bilmeyene bilmediği açıklanıyor, çizimli bir hikaye o kadar yazıyı kaldırmaz.
O kadar işte, öyle bir şey. Aslında herkese hitap etmeme kısmını daha iyi açıklayan bir kısım yazmıştım sonra sildim, pek içime sinmedi o kısım.
İşte öyle böyle yaşıyoruz, bir şeylere çabalıyoruz vesaire vesaire... Hadi kaçtım ben, ne yapacağım o da belli değil. BNHA'nın 3. sezonunu tamamlayayım bari, zaten kalmış dört bölüm... Bir de Blood+'ı tamamlayayaım dedim lan kısa sanıyordum ben onu, 50 bölümmüş, oha. İkinci sezonu yoktu galiba, inşallah yoktur yani. 50 ne lan? Gerçi D. Gray-man de 70 bölüm mü neydi, bitti gitti. O zamanlar zamanım vardı ama; bir hafta sonra yine köydeyim. Ket vurulacak hep. Geriye ket vurma diye bir şey vardı, neydi o? Neyse... Shokugeki no Souma'nın mangası iğrenç ötesi bir final yaptı, ekstra bölümlerden üçüncüsü geleceği gösterecek diyorlar, hadi bakalım, bekliyorum... Hayır favori mangamın böyle geri zekalı bir son yapması... Son da değildi ki lan o, hiçbir şey nihayete ermedi, hiçbir şey belli olmadı. Hayır millet Ship'ler (relationship) konusunda birbirini yiyordu -çoğu kişi belli bir görüşteydi de az sayıda ana karakterin gelecek ilişkisi hakkında başka düşünen de vardı-, o da belli olmadı. Ne güzel Erina'ya "güzel olmuş" dedirtip bitirseydi o kadar sövülmezdi o finale, onun yerine elimize ne geçti? "İğrenç... En azından birazdan yapacağıma kıyasla." E, birinci bölümden beri hiçbir karakter bir zerre ilerlemedi mi yani? Erina'nın Tanrı Dili'nin kurtarılması ne oldu? Neyin peşindesin lan? Hah, bir hafta sonra yine köydeyim, o yüzden güncel serilerin hiçbirine başlayamadım. Halbuki konusunu okuyunca çok güzel gelenler var, ya da en azından güleceklerimiz vardı lan... Öte yandan Balıkesir deli gibi sıcakmış... Neyse, muhtemelen tamamlamaya ömrümün yetmeyeceği bir ton seri içeren "izlenecekler listesi"ne eklendiler kendileri, artık kaç yıl sonra izlerim Allah bilir... Bir de Türkanime'nin özelliğini ayarlamadım, öylece bıraktım, alfabetik sıralanıyor. BnHA bitince başka kısa seriyi araya alırım hallederiz, Gintama'yı da bitirmem lazım artık, günceli kaçırıyorum. O kadar, başka bir şey yok...
Ha var, var... Burger King yeni hamburger çıkarmış, "Mangalda ızgara tavuk." Hamburgerin adını Türkçe koyma demiyorum, aksine bu durumu destekliyorum... Ama "mangalda ızgara tavuk" deyince aklınızda hamburger mi canlanıyor? Cidden mi? Benim aklımda şu tavuklu yan ürünlerden biri canlanıyor da, o yüzden sordum. Ayrıca üç kelimelik adı olan hamburger mi olur? Ne bileyim, "Mangal tavukburger" falan gibi bir isim bulamadınız mı? Ben bunu iki saniyede buldum, siz bu hamburgerin ismi için kesin haftalarca düşünmüşsünüzdür, bula bula bunu mu buldunuz? Sipariş verdiğini düşünsene: "Bir mangalda ızgara tavuk burger menü, büyük seçim, içeceği kola zero, yanında da..." Siparişi verene kadar gün bitti gün. Hele bir de arkandaki de aynı şeyi istedi? "Aynısından" demediği sürece günü iki müşteriyle kapatırsınız. Dalgamı da geçtim çok şükür...
Neyse, ben gerçekten kaçtım artık. Hadi hoşçakalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder